İnsanlar yalnızca yaşamın amacının mutluluk olmadığını düşünmeye başlayınca, mutluluğa ulaşabilir. -George Orwell |
|
||||||||||
|
Silahlara Veda’nın baş karakteri Hemingway’in kendisi gibi ABD’den İtalya’ya 1. Dünya Savaşı’na gönüllü olarak katılmaya gelmiş bir subay olan Tenente’dir. Tenente’nin gözünden savaşı ve Bayan Barkley ile olan aşkını anlatır Hemingway. Kitap savaşın içerisinde bulunan askerlerin psikolojik durumunu oldukça başarılı anlatarak savaşın aslında göründüğü gibi olmadığını gösterir. Nitekim Hemingway yine Yazmak Üzerine adlı kitabında edebiyatın, gerçeğin somut olmayan halini somutlaştırma süreci olduğunu söyler. Silahlara Veda’nın olay anlatısından biz savaşın korkunçluğunu kendiliğinden anlarız. Bize birisi bu durumu doğrudan söylemez. Askerlerin düşünceleri, konuşmaları oldukça çarpık ve bazen de çelişkilidir. Savaş gibi korkunç derecede anormal bir durum savaşın içerisinde bulunan insanların normal-anormal ayrımını kaybetmelerine neden olur. ‘’Kış başında sürekli yağmurlar, yağmurlarla birlikte de kolera başladı. Ama salgın önlendi ve sonunda askerden yalnızca 7 bin kişi öldü.’’ Sy.6 Tenente’nin henüz kitabında başında kurduğu cümlelerden biri böyledir. Tenente’nin ‘yalnızca’ ifadesi ile 7 bin askerin öldüğünü söylemesi sayıyı oldukça az bulduğunu, ucuz atlatıldığını düşündüğünü gösteriyor. Hemingway bu yolla bize hem savaştaki asıl kayıpların büyüklüğünü hem de 7 bin askerin koleradan ölümünü kabul edilebilir bulan askerin yaşadığı psikolojiyi sergiler. Henüz kitabın başında bu tür cümlelere sıkça yer vererek kitaba savaşın korkunçluğunu sezerek başlamanızı sağlar. ‘’Ben Avusturyalıların savaş sona erdiğinde kasabaya gelmek istiyor görünmelerine pek seviniyordum. Çünkü kasabayı yok etmek için bombardıman etmiyorlar, yalnızca askeri yöntemlerle hafifçe top atışına tutuyorlardı.’’ Sy. 7 Kitap aynı zamanda savaşla büyüyen bir aşk hikayesidir. Fakat normallik kavramının bu denli kaybolduğu öyküde aşk da aynı anormal ölçüde ilerleyecektir. Bayan Barkley evlenmek üzere olduğu adamı savaşa göndermiş ve sonrasında onunla karşılaşma umuduyla orduya gönüllü hemşire olarak katılmış bir İskoç’tur. Bayan Barkley orduya katılırken sevgilisinin omzunda bir kılıç yarasıyla karşısına çıkacağını ve bunun da çok romantik olacağını hayal etmiştir. Fakat Hemingway’in kurgusu bize savaşın asla klasik aşk romanlarına benzemediğini gösterir. Bayan Barkley’in sevgilisi onun hayal ettiği tarzda bir romantizmle karşısına çıkmamış bir bombardıman sonucu paramparça olarak hayatını kaybetmiştir. Üstelik de teğmen Tenente’ye bu durumu anlattığında Tenente bu bombardımanı ‘’Hatırlıyorum, korkunç bir gösteriydi.’’ Sy.18 diyerek anlatır. Askerlerin savaşın içerisinde zihinleri parçalanmış, mantıklı düşünme yetilerini kaybetmişlerdir. Hemingway bunu karakterlere kurdurduğu çelişkili cümlelerle anlatır: ‘’Çok güzel. Cepheye bu kadar yakında iyi doktor bulunmaz pek. Cepheye çok yakınız değil mi?’’ ‘’Epeyce’’ ‘’Saçmasapan bir cephe. Ama çok güzel. Saldırı başlayacak mı?’’ sy. 19 Hemingway sonunda anlatmak istediği tüm bu durumu bir askere de söyletir: ‘’Savaş bana filmlerdekinden daha tehlikeli görünmüyordu.’’ Sy. 35 Oysa olay anlatısı Tenente’nin bu yargısının yanlışlığını her seferinde göze çarpar. Hemingway savaşın gerçek yüzünü kitabın ilk sayfalarında olay anlatısına yerleştirerek adeta okuyucuya şunu söyler: ‘’İlk bilmen gereken şey savaşın filmlerdeki gibi olmadığıdır.’’ Kitabın son kısmında savaşı çıkaranlar ile savaşanların durumunu da kendisinden beklenmeyecek bir şekilde betimleyerek anlatır: Kendisinden beklenmeyecek bir biçimde diyorum çünkü Hemingway aslında romanlardaki alegorik anlatımlara ve sembolleştirmelere tamamen karşıdır. Belki bu karınca hikayesinde de bunu yapmak istememiştir ama Terry Eagleton’ın dediği gibi roman yazardan çok okur tarafından yazılan bir edebiyat türüdür. Savaşın tüm bu vahşetinin yanında olayın merkezine savaşta sevgilisini kaybetmiş Bayan Barkley ile Tenente’nin aşkı yerleşir. Tenente başlarda Bayan Barkley’i yalnızca cinsel ihtiyaçlarını karşılayacak biri olarak görürken gittikçe ona aşık olacaktır. Bayan Barkley son derece saplantılı biridir. Kendisi olmaktan korkan ve bağımlı olabileceği birisini arayan bir kadındır. Tenente’yi bulduğu anda da ona bağlanır. Bunu henüz aralarındaki yakınlaşmaya dair hiçbir şey konuşmamışlarken Bayan Barkley’in aniden ‘’Biz artık sevgiliyiz’’ demesinden rahatlıkla anlarız. İki sevgilinin özellikle beraber Milano’da geçirdikleri günlerde kurdukları diyaloglar bu durumu bize açıkça betimler. Bayan Barkley burada Tenente’ye şöyle der: ‘’Ben diye biri yok. Senim ben. Ayrı bir ben çıkarma ortaya.’’ Sy. 103 Bayan Barkley böyle söyleyerek kendi kişiliğinden vazgeçiyor. Ve kendisini Tenente’nin kişiliğinde eritiyor. Bu durum ikisinin bir dayanışması, yekvücut olması hali de değil. Öyle olsaydı Bayan Barkley böyle bir cümle kurmak yerine ‘’Ben diye bir şey yok, biz varız’’ diyebilirdi. Bu duruma dair birçok örnekle karşılaşıyoruz kitapta: ‘’Senden uzaklaştırılmaktan korkuyorum yalnızca. Sen benim dinimsin, her şeyimsin.’’ ‘’B: Hiç öyle bir hastalığa tutulmuş muydun?’’ ‘’T: Belsoğukluğu geçirmiştim.’’ ‘’Dinlemek istemiyorum. Çok acı veriyor muydu sevgilim?’’ ‘’Pek çok’’ ‘’Keşke ben de tutulsaydım.’’ ‘’Sakın ha’’ ‘’Gerçekten isterdim bunu. Senin gibi olmak için isterdim.’’ ‘’B: Sevgilim neden saçlarını uzatmıyorsun?’’ ‘’T: Nasıl uzatmak yani?’’ ‘’Biraz daha uzun olsunlar.’’ ‘’Yeteri kadar uzun ya’’ ‘’Hayır, biraz daha uzasın, ben de kendi saçlarımı keserim. İkimiz de birbirimize benzeriz.’’ Sy. 266 Ve son olarak Barkley , Tenente olmak isteğini tek bir cümleyle anlatır: ‘’Kısa da güzel olabilir, o zaman birbirimize benzeriz. Sevgilim seni o kadar çok istiyorum ki sen olmak bile istiyorum.’’ Esasen Bayan Barkley’i bu duruma getiren şey de savaşın psikolojisidir. Romantik hayaller ile savaşa gönüllü hemşire olarak katılan Bayan Barkley burada tamamen başka bir insan olmuştur. ‘’Uzun bir süredir mutlu değildim. Seninle karşılaştığımızda artık çıldıracak gibiydim. Belki de çıldırmıştım. Ama şimdi mutluyuz ve birbirimizi seviyoruz.’’ Sy.104 Askerlerin kullandıklarına benzer çelişkili cümleleri zaman zaman Bayan Barkley’den de duyarız. ‘’Sakalını seviyorum. Çok sert ve dehşet verici gözüküyor. Öyle yumuşacık ve hoş ki.’’ Sy. 270 Her ne kadar Tenente başlarda Bayan Barkley’e karşı duygusalca bir yakınlaşma hissetmiyor olsa da zamanla o da Barkley’e bağlanır ve aşık olur. Tenente’nin aşkı Barkley’in ki kadar saplantılı değildir. İkisinin karşılıklı konuşmalarında bunu kolayca anlarız: […] ‘’B: Çok tatlısın sevgilim, belki de çok hoş olurum, hele öyle zayıf falan olunca belki yeniden aşık olursun bana.’’ ‘’T: Seni yeteri kadar seviyorum şimdi.’’ dedim. ‘’Ne yapmak istiyorsun, beni mahvetmek mi?’’ ‘’Evet, seni mahvetmek istiyorum.’’ ‘’Çok iyi’’ dedim. ‘’Ben de istiyorum bunu.’’ Sy. 270 Bayan Barkley’in tüm kişiliğini Tenente’nin kişiliğinde eritmesi savaşın psikolojisi ile doğrudan alakalıdır. Hatta kitabın başlarında Tenente’nin Bayan Barkley’in peşinden koşarken Barkley’in pek de yüz vermediğini görürüz. Fakat savaşın ağırlığı artık Barkley için taşınamaz bir yük haline gelmiştir ve tüm sorumluluk ve karar alma yükünden kurtulmak istemiş kendisini tamamen Tenente’ye bırakmıştır. Adeta bir toplumların sorumluluk sırtlanmaktansa bir lidere hastalıklı biçimde bağlanması gibidir Bayan Barkley’in durumu. Tenente ile Barkley’in bir başka diyalogu da tarihin farklı zamanlarındaki iki yazarı bir araya getirir. Diyalog şöyledir: ‘’B: Peki kaç…Nasıl derler…Kaç kişiyle birlikte oldun?’’ ‘’T: Hiç.’’ ‘’Yalan söylüyorsun.’’ ‘’Evet.’’ ‘’Zararı yok. Bana yalan söylemeye devam et. Senden istediğim de bu. Güzel miydiler bari?’’ İki sevgili arasında geçen bu diyalog ve Bayan Barkley’in tavrı Charles Bukowski’nin söylemiş olduğu şu cümleyi anımsatır: ‘’Kadınlara yalan söylemekten çekinmeyin. Yeter ki kendileri için söylendiğini bilsinler.’’ Milano’da Tenente’nin izinli geçirdiği günlerde Bayan Barkley hamile kalır. Barkley kendisini böylesine Tenente’nin kişiliğine hapsetmişken çocuğun Barkley için bir sorun olması gerektiğini düşünürüz. Çünkü aralarındaki tüm bu bağ ikisi tarafından yaratılmış olan fakat aynı zamanda da bağımsız olan bir bebek tarafından bozulacaktır. Bu bebeğin varlığı Bayan Barkley’e kendisinin Tenente olmadığını ayrı bir insan olduğunu gösterecektir. Korkusunu şöyle anlatır: ‘’Küçük haylaz aramıza giremeyecek, değil mi?’’ sy. 269 Bayan Barkley’nin hamile kalması ile Hemingway kitaba yepyeni bir çatışma unsuru koymuştur ve okurken bu çatışmanın ancak bebeğin ölümü ile çözüme kavuşabileceğini sezersiniz. Nitekim Hemingway’de doğum esnasında çocuğu öldürür. Fakat küçük bir detay daha vardır. Bu detayı da sizin okumalarınıza bırakıyorum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bahadır BATTAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |