"Bana ev hikayesinden söz açmayın. Artık benim oraya gideceğim yok!" Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
İlk ayı geride bıraktım. Andırın dönüşü, Münir'e uğradım. Öğrencilerimin eksik kitaplarının siparişini verdim. Münir çaya davet etti beni. Annesi, Kıymet Hanımla tanıştım. Güleç yüzlü, etine dolgun. Dereden yana, küçük, cennet gibi bir evleri var. Bir de güllü, çiçekli bahçe… Kızıl, turuncu, mavi... Girişte yüklü bir ayva ağacı.Münir'ün babası, öğretmen emeklisi, Sait Efendi. Yıllar önceden bırakmış annesini. Nur topu gibi iki de oğlan… Sebebi bilinmez. Ben gibi birine de aha demeye denmez ki... Münir, hüzünlü, akıllı… Abisi, İstanbul'a atmış kapağı. Gidiş o gidiş, bir daha gelmemiş… Münir’se geçim derdinde. ''Birkaç takıntısı varmış, verse öğretmen olacakmış...'' Annesi, tam bir Yılmaz Güney hayranı. Beni Y. Güney’e benzetir, çok değer verirdi. -Kürt oğluuum kahve mi, çay mı? -Kahve Kıymet anne... Bir şey vardı o seste, özlemini çektiğim bir şey. Sevgi, şefkat, yakınlık... Sofrasını, sıcaklığını paylaştığım, dağın kahrını, yükünü, bir nebzede olsa unuttuğum, biricik sığınağım oldu Kıymet. -Haftaya ziyafetim var, dedi Münir. Gelirsen sevinirim. -Nasıl, özel bir gün mü? -Hiç öylesine... Sevdiğim arkadaşlarla... -Olur, gelmeye çalışırım… Hafta sonu Münirlere indim. Bahçede oturduk. Orman Şefi Adnan Bey, Karakol komutanı Ayhan Bey, Ortaokul öğretmenlerinden Turan, Vahap, Sait ve bizim Veli Hoca'dan oluşan küçük bir grubuz. Turan zayıf, ince... Çok da geveze. Vahap, küçük, ağır başlı. Esmer Sait'in, cam-kemik hastası bir oğlu var. Tıp dilindeki adı osteogenesis imperfecta... Her gün bir yeri kırılırmış. Sait, ''Yoruldum, bittim'' der gibi başını avuçlar düşünürdü. Orman Şefi Antakyalı, Arap. Yirmi dördünde. Şivesi hoş. Kesik kesik mesajlar geçiyor telsizi. (Bana tahinle saçını parlatan, diğer solcu gruplarla tartışırken sözcülüğümüzü yapan Hataylı Metin'i anımsattı.) Çok değil, iki ay önceye kadar, yeni mezun, sıradan bir mühendismiş. Ne zaman ki şefi, iki kamyon odunu iç etmiş, bizimkisi jet hızıyla şef oluvermiş. -Bizim burada şeflerin ömrü bir seneyi geçmez, dedi Münir. Gülecektik ki Orman Şefi Adnan, alınmış gibi telsizini kapattı. Gri tişörtünden beyaz filtreli bir Maltepe çıkardı. Sigara içişi hoş. Uzun, esmer parmaklarına pek yakışıyor… Öyle bir çekiyor ki... Karakol komutanı da geldi. Atletik, yakışıklı... Geri geri çekildi, kireçli, erik ağacına sandalyesini dayayıp oturdu. Ayağında postal, sırtında üniforma, gözünde kara bir gözlük. -Gökahmetli'ye gitmiştim. Yeni geldim. Bir hırsızlık vakası... Kıymet Anne içeri girmeden önce ayrı ayrı sordu: -Şekerli mi, şekersiz mi?- Burcu burcu kokan, nefis bir kahve. Kokusu havada asılı kaldı. Beyaz bir pikapla Münir'in kitapçısı geldi. Mersin’in tahtacılarındanmış. Kitap alacağı yokken, klasiklerden bir dizi sipariş verdi Turan. İçimde Turan'ın Alevi olabileceğine dair bir şüphe... Sorsam mı, sormasam mı diye tereddüt ederken, kendisi söyledi. -Ben de Aleviyim. Kitapçı gülümsedi, -Sana yüzde yirmi beş indirim, dedi. Orman Şefi Adnan Bey, -Ben de Arap Alevi’siyim ama kitap almayacağım, dedi. Hep bir ağızdan güldük. Sonra, -Ben de Aleviyim, dedim. Hem de Kürt Alevi’si. Diyarbakırlı Sait’in gözleri ışıdı. -Gerçekten mi? -Evet ama asimile olmuş, kötü bir Kürt’üm. -Maalesef, Maraş biraz öyle... Komutan, -Vallahi azınlıkta kaldık, dedi. Daha çok güldük. Münir: -Eh, unutmayalım, sürgün yeri burası… Turan: -Sürgünün böylesine can kurban! -O senin için, kasabada çalışanlar için geçerli, gel onu bir de bana sor, dedim... -Doğru, dedi Veli, içini çekerek. Orman Şefiyle yakınlaştık. Yan yana oturduğumuzdan daha çok konuşma imkanı bulduk. -Hocam beklerim... -Tamam… Kapıda Ormancı Ahmet belirdi. Şefinin kulağına eğilip bir şeyler söyledi. Söyler söylemez de kalkması bir oldu Adnan Beyin. -Arkadaşlar bana müsaade. Bössek'te yangın çıkmış. Telsizimin kapalı olmasından yetişememişler bana. Görüşmek üzere, deyip çıktı. Kıymet Anne, -Oğluuuum yemek hazır, dediyse de duymadı. Sonra da ekledi, -Veli oğlum, masayı çekmeme yardım eder misin? İçli köfte, dolma, sarma, salata ve ayran... Masa bir güzel donandı. Komutan, gözlüğünü dürdü, anahtarlığından çıkardığı o sinir bozucu şakırtıya son verip köftenin birini yuvarlarken, -Eline sağlık, güzel olmuş, deyip çekildi. Sonra da ekledi. -Köyde çok kaçırmışım. Yoksa kabak çiçeği dolmasına bayılırım. Haydi size afiyet olsun, deyip kalktı. Münir: -Sağcı mı, solcu mu ne olduğu bellisiz. -Çok soğuk ama... Beni onaylarcasına, -Biraz da kibirli, dedi Turan. Vahap, dudak bükmekle yetindi. Münir itiraz etti. -Hiç de değil, çocuk gibi. Dördüncü yıl. Martın ortaları. Bir hafta sonu eşimle birlikte önce Ormancı Ahmet’e sonra da Kıymet Anne'ye uğradık. Ona yük olmayalım diye kasaptan birkaç kilo et aldım. Kıymet Anne, o güleç yüzüyle yere göğe sığdırmadı bizi. Bizimkisini kıskançlık krizleri tuttu yine. Surat bir karış. -Sevmedim bu kadını, gidelim! -Aklını mı yedin, bu akşam vakti nereye gidebiliriz ki... Eşimin davranışlarına bir anlam veremeyen Kıymet Anne, güler yüzlü olmakla, ölçülü olmanın sıkıntısını yaşadı. O gece vartayı savmıştım ya, evliliğimi de ciddi ciddi sorgulamaya başladım. Sabahleyin Kıymet Anne, yumurtalı sucuk, zeytin, cevizli çemen ve kendi yaptığı reçellerle nefis bir kahvaltı hazırladı bize. Oturduğu yerden ''Yanmışsın'' diyen sessiz bir bakış fırlattı bana. Aynı yıl yurt dışına çıktım. İsviçre’de yedi yıl ilticacı kaldım. O koşullarda bile Kıymet Anneyi ihmal etmedim. Ona her yıl kendi ellerimle çizdiğim kartpostallar atardım. O ise bana, Yılmaz Güneyin değişik pozlarını gönderirdi. Gülümseyen, bıyıklı kartlar. Sekizinci yıl ülkeme döndüm. Mersin dönüşü Kıymet Anneye uğradım. ‘’Oğlum’’ deyip kollarına aldı beni. Mutfağın kapısında, özlemini çektiğim aynı tonla seslendi. -Oğluuuum, Kürt oğlum, şekerli mi, şekersiz mi? 23. 01. 2014 / Zürich Ali Rıza AKSIN Kırmızı Fare 2.Cilt NOT: Bu öykü, sürgüne gittiğim Andırın’da Kitapçı Münir’in Annesi Kıymet Korkmaz’ın anısına yazıldı. Birkaç ay önce kaybettiğimiz Kıymet Anne, milliyetine, mezhebine bakmadan solcu öğretmenlere annelik yapmış, yüreği sevgi dolu bir insandı. Onu saygıyla anar, anısı önünde eğilirim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ali Rıza Aksin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |