Yedi iklim dört köşeyi dolandım / Meğer dünya her tarafta bir imiş. -Dadaloğlu |
|
||||||||||
|
Yaşlısından gencine, işçisinden emeklisine herkes buradadır. Müdavimleri bile vardır köprünün. Çocukların sokakta birbirlerine yapmayacakları şakaları, köprü de koca koca insanlar birbirlerine yapar. Bazen kafa dinlemek, bazen hüznümü dindirmek için tek başıma balık tutmaya giderim. Sabahın altısında köprüye vardığımda, çantamdan salatalık, peynir ve vişne reçelini çıkarır, seyyar çaycıdan çay aldıktan sonra, Ayasofya’ya karşı kahvaltımı ederim. Gece evde hazırladığım balık iğnelerini mantar denen köpükten çıkarır, klipse taka, balık tutma takımının ucuna kurşunu bağlar ”Haydi rastgele” diyerek denize sallardım. Balık vurduğunda olta titremeye başlar, oltayı dikkatli bir şekilde çeker ve yakaladığım balığı kovanın içine atardım. Her balığın ayrı bir mevsimi vardır. İstavrit, çinekop, sarı kanat, gümüş balığı, palamut ve daha nice balıklar. İçlerinde en lezzetli balık, gümüş balığıdır. Kar gibi beyaz bir eti, gümüşten daha parlak bir deri rengine sahiptir. Tadı çok lezzetli olan sayılı yiyeceklerin arasına, açlığa göre ivedilikle girebilir. Yaklaşık iki kilo kadar istavrit yakalamıştım. Çinekop mevsimi olduğu için, yakaladığım istavritleri yem olarak kullanacaktım. Çinekop takımımı hazırladıktan sonra, istavritleri ikiye bölüp iğnelere takıyordum. Çinekop yakalamakla meşgulken, yanıma siyah şapkalı, pos bıyıklı, gözlüklü bir adam geldi. ”Rastgele yeğenim” dedikten sonra takımlarını hazırlamaya başladı. Birden, ”Hassiktir yem olarak istavrit almayı unuttum.” ”İstavrit takımı var. İstersen verebilirim abi.” ”Yok yeğenim sağ olasın. Şu eşyalara bir göz kulak olsan, ben de gidip yem alsam olur mu?” ”Olmasına olur da, bu saatte açık balıkçı bulamazsın. Köprünün üzerinde adamlar satar ama onlar da ayakta soyar adamı. Ben de baya bi fazla yem var yarısını alabilirsin. Zaten çok kalmam öğlen sıcağında giderim.” ”O zaman parayla sat bana.” ”Gerek yok abi paraya. Maksat işin görülsün” ”Eyvallah yeğenim” Yem olarak verdiğim balıkları, çantasından çıkardığı çakıyla kesmeye başladı ve Çinekop takımına taktı. Bir saatte sadece iki tane Çinekop yakalayabilmiştim. Adam benden sonra gelmesine rağmen, yedi tane Çinekop yakalamıştı. Yakaladığı her balıkta, ”Çinekopa gel Çinekopa” diye bağırıyordu. Bu bağırışlardan, balıkçıların çoğu rahatsız olmuştu. ”Abi istersen her çektiğin balıkta bağırma” ”Niyeymiş o?” ”Herkes sana tip tip bakıyor. Az önce dolaştım herkesin kova boş. Bir kaç kişi sadece izmarit balığı yakalamış.” ”Boş ver be yeğenim. Bu arada benim adım Sami” ”Ben de Enes.” ”Sana sadece şunu diyeyim yeğenim. Buraya eğlenmek için geliyorum. Birisi gelip bana bulaşırsa, kendisi kaybeder.” ”Çay içer misin Sami abi?” ”Verdiğin balıklardan sonra, bir de çay ısmarlarsan kendimi denize atarım. Öğrenci adamsın. Paranı bu kadar sağa sola savurma.” ”Yok be abi ne öğrencisi. Bildiğin Yusuf Atılgan’ın aylak adamlarından birisiyim.” ”O kim ulan mafya babası mı?” ”Yok abi. Gayet başarılı bir yazar. Aylak Adam diye bir kitabı var. Okumadıysan, okumanı öneririm.” ”Bizden geçti be yeğenim. Bu yaştan sonra okusam ne olur, okumasam ne olur.” ”Sen yine de oku Sami abi. Bir çok şeyin değişeceğinin farkına varacaksın.” ”Çaycı bize iki çay ver. Bak yeğenim gayet sakin birine benziyorsun. Ama kaybettiklerin, kazancından çoksa bu hayatta, kitap filan kurtarmaz insanı.” ”Sen yine de okumaya çalış abi. Belki de neden kaybettiğini anlarsın” ”O değil de, dikkatimi çeken bir şey oldu sen de.” ”Dikkatini çeken nedir abi?” ”Yakaladığın bütün istavritler gayet iri. Küçüğüne hiç denk gelmedim. Rastlantı mı yoksa?” ”Yok abi değil. Sebebi şu. En çok sevdiğim yazar olan Sait Faik, yakaladığı balık küçük olunca, balığı öper ve denize geri bırakırmış. Yanındaki Rum balıkçı, ”Balık öpülür mü be Sait?” deyince, şöyle demiş : Olsun, bu denizde benim öptüğüm bir balık dolaşıyor artık. Anlayacağın, küçük balıklara kıyamadığım için, denize geri atıyorum. Ama öpmüyorum” ”Güzel bir hikayeymiş. Sait Faik’i unutmayacağım sayende.” ”Sait Faik’i tanımıyor musun abi?” ”Tanımıyorum. Benim hayatım çalışmakla geçti. Okul bile okumadım. Okuma yazmam bile çok iyi değildir.” ”Anladım abi.” Saat on bire doğru, altı tane Çinekop yakalamıştım. Sami abi On altıncı Çinekopunu çekmişti. Yanımızda duran yaşlı balıkçı daha siftah bile edememişti. Vapurların denizi köpürtmesini izliyor, Ayasofya’ya arada mağrur bakışlar fırlatıyordum. Sürekli aklıma Orhan Veli’nin dizeleri geliyordu. ”İstanbul’da, Boğaziçin’deyim; Bir fakir Orhan Veli; Veli’nin oğlu; Tarifsiz kederler içindeyim.” Arada sesli söylüyordum bu dizeleri. Sami abi dikkatle dinliyor, okuduğum her dizeye ”Güzelmiş” diyordu. Galata köprüsünde, usta balıkçılar kadar, acemi balıkçılar da vardır. Okuldan kaçan üç öğrenci de acemi balıkçılar arasındaydı. Tek bir oltaları vardı. Sırayla oltayı çekiyor, yakaladıkları balıkları çıkarıyorlardı. Öğrencilerden bir tanesi, ”Ulan çok değişik bir balık değil mi bu” ”Harbiden öyle. Getir de çıkarayım” dediğinde ”Dur” diye bağırdıysam bile, öğrencilerden teki, zehirli olan İskorpit balığını eliyle yakalamıştı. Dikenleri zehirli olan bu balık, çocuğa dikenlerini batırmış ve aniden etkisini göstermişti. Birden hepimiz yerde yatan çocuğun yanına doğru koştuk. Sami abi iskorpit balığını bir tekme ile kenara attı. Yerde yatan çocuğun arkadaşlarına, ”Yerde yatan arkadaşınızın kolunu tutun. Acilen eline işemezsem, felç olabilir. Hatta ölebilir. Bu balık çok zehirlidir.” Öğrenciler şaşkınlıklar içerisinde arkadaşlarının kolundan tuttular. Sami abi çocuğun eline işedi ve çocuk beş dakika sonra kendine geldi. Herkes Sami abiyi alkışladı. Kendine gelen öğrenci, ”Abi bu kadar işemen mi gerekiyordu illa? Bunun bir ölçüsü yok mu?” ”Fazladan işeyerek, işimi sağlama aldım.” ”Eve kadar çiş kokarım artık. Çok sağolasın abi.” ”Lafı bile olmaz kardeşim. Bir daha ki sefere daha dikkatli ol” İskorpit balığının zehirli olduğunu biliyordum ancak, panzehirinin işemek olduğunu bilmiyordum. Hayatında bir şiir, bir kitap okumamış, bir okul yüzü bile görmemiş Sami abi, bu bilgi sayesinde birisinin hayatını kurtardı. Yakaladığım balıkları, okuldan kaçan üç öğrenciye verdikten sonra, Sami abiye veda ettim ve İstanbul kazanına kepçe olmaya devam ettim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Enes Çinkay, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |