Hiçbir zaman karakterlerimin hüzünlü olduklarını düşünmedim. Tersine yaşam dolular. Trajediyi seçmediler, trajedi onları seçti. -Juliette Binoche |
|
||||||||||
|
Değerli anne ve babacığım, İzmir’e taşınalı neredeyse bir ay oldu ama gelin görün ki, küçük sessiz ilçe hayatından sonra İzmir hayatı insanı yokuşa sürercesine terletiyor. Gece yarılarına kadar süren gürültüler beyinleri zonklatıyor burada. Egzoz gazları sanki şehirde yangın varmışçasına caddeleri kaplıyor. İnsan iş, zaman, trafik, renkli-ışıklı reklamlar ve yoğun insanlar arasında koşturmaktan serseme dönüyor. İnsanların vurdumduymazlıklarını gördükçe hep kasabamın eski günleri tüllenir hayalimde. Bizler her ne kadar lakapla konuşmaya alışamasak da, sizlerin hürmetine hatırlayabildiğim lakapları kullanacağım bugün. Çakılkuyulu Süleyman Amcaların bostandan karpuz getirdiği günü hatırlıyorum mesela. At arabasına doldurmuşlar karpuzu, kapı önünde gördüklerine birer ikişer dağıtıyorlardı hiçbir karşılık beklemeden. Arabadan eve taşımaya yardım eden biz çocuklara da ikişer üçer hediye ediyorlardı. Alınan hediyelere dünyalar bizim olmuşçasına sevinir, hem de yardım etmenin mutluluğunu yudumlardık edilen teşekkürlerde. Havili Fadim Teyzelerin bahçelerinde pekmez kaynatılırken, bütün mahalleyi sarardı susuz yetişmiş, keskin üzümlerin kokusu. Komşularını davet ederlerdi, yıkanmış dut yapraklarıyla pekmez köpüğü yemeye sıcak kazandan. Hangi evde bulgur kaynarsa, civar evler bulgur yemeye davet edilirdi. Bunu, imkanı olmayanlara ikram, komşulara iyilik ve işlerine bereket sayarlardı. Anneannem yoğurt veya peynir yaparken, tenceresinde eksik kalan sütü ‘değişik sütü’ tabir edilen yöntemle önce komşusundan alır, ilerleyen günlerde aynı ölçü sütü iade ederdi komşusuna. O senelerin ramazana rastlayan uzun sıcak yaz günlerinde bile nohutları dermeye beraber gidilir, domatesler beraber toplanır, salçalar komşu yardımıyla kaynatılırdı. Nohut tozlarının kaşıntısı da beraber çekilirdi güle oynaya, akşam duşuna kadar. Tavukları olan evler, tavukları olmayan küçük çocuk sahibi komşularına çoğunlukla beyaz-sarı yumurtalarla gelirlerdi, sayısını ve parasını hesaba katmadan. Geçenlerde emekli bir doktor amcamız anlatmıştı. Doğuya mecburi hizmete atandığı günlerde bir mezraya hasta bakmaya gitmiş. Akşam yemek ikram edip misafir etmişler karlı havada. Saat 12’leri geçmesine rağmen ev halkının yatmadığını görünce, ‘Siz kaçta yatıyorsunuz ?’ diye sormuş. Evin yaşlı ninesi ‘Gece ikide buradan tiren geçer. Nadiren de olsa yolcu iner. Bizim evden başka da göreceği ışık yoktur. Eğer inen olursa, ışığımızı görür, gelir, biz de onu sabaha kadar misafir ederiz. O yüzden kış geceleri ikiye kadar yatmayız.’ demiş. Donduran soğuklar bile, sıcacık incelikler serpermiş insanların kalplerine. Çocukluğumun kasabasında da soğuk kış geceleri bir başka yaşanırdı. Evlerde leblebiler kavrulur, kuru üzümler küplerden çıkarılır, patlamış mısırlar yağan karlar gibi tabakları doldurur, sonra telaşlı misafirlikler başlar; büyükler derin, tatlı-soğuğa rağmen- sıcacık sohbetlere dalar, küçükler de, yüzük saklamaca dahil birçok oyunla kendinden geçerdi. Geçenlerde gazetede gördüğüm bir karikatür şu anki halimizi pek de iyi anlatıyor. Çocuk bilgisayarın başında ‘Yaşasın, Amerika’dan John ile görüşüyorum.’naraları atarken, zavallı yaşlı dedesi çekilmiş, bir köşede düşünüyor ‘A be evladım, ta Amerikalardan Johnlarla görüşüyorsun da, dizinin dibindeki dedenin halini bile sormuyorsun!’ Heyhat, şimdilerde ilçe olan kasabamız ve pek çok yerde değerler, küllenmişçesine söndü gitti. Çakılkuyulu’nun torunları artık tek tek satıyor karpuzları. Havili Fadim’in evinde kaynayan pekmezler, şişelenip bakkalda pazarlanıyor geçim korkusuyla. Kimse eski bereketi de bulamıyor yaptığı işlerde. Değerler unutulunca bereket de saklandı toprağa sanki. İnsanlar büyülenmişçesine televizyon ve bilgisayar başına çakılıp, çevresine selam vermeye çekinir hale geldi. Kasabamın eski günlerine nazaran, koca İzmir epeyce boğucu geliyor bana. Lakin karanlığa sövecek değilim ya,kasabamın hatıramdaki o bereketli mumlarını yakmaya çalışıyorum şimdilerde..yapmacık değil,ta içten gelerek. Kandilde tatlı dağıttım komşularıma, hepsi de teşekkür etti, gözlerinin içi gülüyordu, donuk bakışların yerine. Dar mekanlardan geçerken, küçüklerime bile bekleyen, önceliklerine müsaade eden ben oluyorum. Onlar ne düşünüyor bilemem ama ben mutlu oluyorum. Geçenlerde bindiğim otobüste, tek kalan koltuğa oturabilmek için, koridor koltuğunda uyuklamış beyefendiyi bekledim 2-3 dakika. Kendiliğinden uyanınca ‘Neden uyandırmadınız?’ dedi. ‘Uyandırmaya kıyamadım.’ deyince, gözleri yaşardı. Yitirilmiş değerler aşkına uzun uzun sohbet ettik onunla. Tabi ki bu vesileyle, ince duyguları hislerime şarj eden, iyilikleri beyin hücrelerime birer kanaviçe gibi işleyen sizlere de sonsuz teşekkürlerimi, bir kez daha arz ediyorum. Hacca giden karınca misali, her ne kadar iş çok aşılmaz görünse de; İzmir’in, ülkemizin,hatta dünyanın,eski,güzel değerlere ulaşmasında hep aynı coşkuyla çalışacağım. Soğumaya başlayan havalara inat,sıcacık duygularla ellerinizden öperken,cevabınızı dört gözle bekleyen selamlarımı iletiyorum..esen kalın. Selam ve saygılarımla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Rasim KOCABAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |