Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Tekrar kapı usulca açıldı. Elinde iki üç parça ıslak oldun olan kardan bıyıkları bembeyaz halde Osman girdi. Neslihan'ın ellerini öyle morarmış görünce yine sinirlendi. Odunları hemen sobanın arkasına, duvarla arası en fazla yarım metrelik o daracık alana ,yere, fırlattı. Doğru Neslihan'ın ellerini odunun kestiğini fark etmeden eliyle ısıtmaya başlarken sinirine hakim olamayarak yine yüksek sesle söyleniyordu. -Bir günde gitmesen olmaz değil mi? Neslihan: -Ama. Osman: -Kaç saattir odun arayıp durdu baban karlı çalıların arasında. Gelip yardım etmek şöyle dursun bir de ellerin soğuktan buz tutmuş. Neslihan başını öne eğip sustu. Elleri hafifçe ısınmıştı. Oda soğuktu ama babasının öfkeyle karışık onu sahiplenmesi, merak ediyor oluşu yine onun içini ısıtmıştı. Zira bir baba kız kalmışlardı hayatta. Osman kızına çok düşkündü o oturmadan yemeğe başlamaz, eve eli boş gelmez kızı zorlanmasın diye saçlarını taramasına bile yardım ettiği olurdu. Komşular Osman’a hep imrenir, zavallı Hatice göreydi bugünleri, deyip dururlardı. Bir de şu Neslihan’ın her gün gittiği o yer olmayaydı , kafası hepten rahat edecekti. Osman ne zaman kızsa sinirlense de kızının yüreğine sıkıntı verdim mi diye düşünür buna bile üzülürdü. Geçen haftalarda yine hastalanmıştı Neslihan. Babası onu doktora götürene kadar da yol boyunca ağlayıp durmuştu. Ya o da giderse daha otuzuna yeni basmış karısı gibi. O zaman ne yapardı. Neslihan onun tek umuduydu. Zaten zayıf ve cılız bir kızdı. Onda çocukluktan kalma birçok rahatsızlık vardı. Bunlardan biri de iki de bir onu öksürten o akciğeriydi. Azıcık hava soğusa, azıcık koşsa ateşi çıkar öyle kolay kolay da inmezdi. Boyu on altı yaşındaki bir kız için oldukça uzundu ama o kadar zayıftı ki onu görenler en azından boyu biraz daha kısa olsa bu kadar çiroz da görünmezdi diye düşünürlerdi. Zira boy onun için bir lütuf değil hastalıklı vücudunu, sakat kolunu ve hep kısa gelen kıyafetlerini göstermek zorunda kalıyor oluşuydu. Neslihan hangi ara bu kadar yıpranmış hangi ara bu kadar ürkütücü olmuştu, o da bilmiyordu. Tek bir şey vardı onu güzellik Tanrıçasıyla yarıştırabilecek bu da onun gülüşüydü. Öyle güzel gülüyordu ki. Sadece o kadar güzel güldüğü için bile dünyanın tüm hazineleri önüne dökülebilirdi. O gülerken gülümseyişini dişlerinin görünmesinden ya da ağzındaki tebessümden değil bir anda şiddetini arttıran kulağının kızarıklığından ve yol gösterici bir fener gibi yanan gözlerinden anlardın. Öyle güzel gülüyor ki uzaktan biri görüyor olsa güneşin onun gözlerinde doğduğuna yemin edebilirdi. Başka bir şey vardı kimse de olmayan. Ama yine de ürkütüyordu çünkü çok nadir gülüyordu. Genellikle o ürkütücü zayıflığı ve hastalığı yüzüne yapışmıştı. Doğrusu onu güldürecek sebepler de gittikçe azalıyordu. Eskiden daha çok gülüp güneşi doğduruyor sa da artık hastalıklı vücuduna esir oluyordu. Çünkü bedeni çok yorulmuştu. Osman: -Bir gün donup kalacaksın yolda, zaten kolunu biliyorsun ya daha kötü olursa. Hem geç saatte patika yolun ne kadar tehlikeli olduğunu unuttun mu? Gece Osman Bey’in bu söylemleriyle geçip durdu. Soba hafif hafif yanarken kar da inceden ona eşlik ediyordu. Sanki sobanın çıkardığı o seslerle birlikte kar , bir bale gösterisi gibi dönerek kendini ebediyete uğurluyordu. Herkesin üzerindeki hüznün sebebi de bu olmalıydı. Kar durmuş köy sabahın ilk saatleriyle aydınlanmaya başlamış güneş önündeki perdeyi aralamıştı. Neslihan uyanır uyanmaz yine koştu oraya. Durup uzun uzun seyretti önce. Neden bu kadar berraktı üzerindeki kar tabakalarını kırmak bile bu kadar yorucuyken bu göl neden huzur veriyordu hala. O acımasız günü hatırlamak bir genç kızın psikolojisi üzerinde nasıl olumlu tesir bırakırdı ki. Çok yorgundu Neslihan, son bir yıldır çok yorgundu. Ne zaman suya baksa mutluluk sarıyordu içini. Annesini bu gölde boğulurken gören bir kız için çok cesur görünüyordu. Gölün dibindeki kayaya oturdu yine. Kırılmış tabakaların arasındaki buz gibi suya bakıyor, içini ısıtıyordu. Daha fazla dayanamadı önce gülümsedi gözündeki ışık buzullara değdi önce sonra güneşe baktı. Dedi ki içinden “ölmek için fazla sıcak bir gün”. Ayağa kalktı, önce güneşe, sonra annesine baktı. Kendisini annesinin kollarına bıraktı. Suyun sıcaklığını kavrulan yüreğinde hissedecekti ki sol kolundan bir el tuttu. Babasıydı. Arkasına dönüp sıkıca sarıldı. Babasının kucağı annesinin yanından gelen bir çocuk için fazla soğuktu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Merve Bağcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |