Gerçeği arayan bir insan, öncelikle her şeyden gücü yettiğince kuşku duymalıdır. -Descartes |
|
||||||||||
|
Geceler acımasız olur. Yine bir gece vakti bilinmez nerden esti başladı bizim kronik düşünmeye, birdenbire… Birdenbire sel oldu sözcükler ama dile gelmeden, birdenbire sel oldu düşünceler ama kelimelere dökülmeden, birdebire soğudu her yer, üşüdü bizim kronik, aldı başını avuçlarının arasına, bir ölüm kokusu yayıldı her yana, bir anda. Dedim ya geceler acımasız olur. Düşündüğün farklı, söylediğin farklı, söylemek istediklerin farklı… Ama sonuç çoğu zaman aynı. Önce hafif bir serinlik sonra iiliklerine işleyen bir soğuk. Bir koku alır burnun, ne olduğunu bilmediğin. İşte bizim kronik koydu onun adını; ölüm kokusu sardı dört bir yanı… Geceler acımasız olur. Yine bir gece vakti, akrep ve yelkovan bir olmuş saldırıyor bizim kroniğe. Akmıyor zaman, bizim kronik başını avuçlarının içine almış kemirirken beynini akrep ve yelkovan öylece durmuş, görevlerini unutmuş bir kahkaha tufanıyla izliyorlar bizim kroniğin, kontrolünden çıkmış bir şekilde, durmaksızın işlevini sürdüren düşünceleriyle verdiği soğuk, her yanı ölüm kokan, merhametsiz savaşı… Bir savaş ki amaçtan yoksun, bizim kroniğin inadına boyun eğmiş, amansız, merhametsiz ve acmasız bir savaş… Acımasız bir savaş bu. Gün ağarıyor yavaş yavaş. Akrep ve yelkovan bir olmuş mağlup etmeyi başarmış bizim kroniği ama bizim kronik hala ikircikli. Kararsız, ne ne yapacağını biliyor ne ne yapması gerektiğini biliyor ne de ne yapmak istediğini. Düşünceler kafasında savaşa devam ediyor ama kelimeler de direnmeye devam ediyor. Kazananın olmadığı bu savaşta yelkovanın işlevini sürdürdüğü her dakika kaybeden oluyor bizim kronik. Acımasız bir savaş bu. Gün ağarıyor yavaş yavaş. Bizim kronik fark ediyor ki bir savaş var ortada. Ama düşünceleriyle değil, sözcükleriyle değil. Bu savaş kendisinin kendisine açtığı bir savaş. Bir yandan saldırırken kendine bir yandan savunuyor kendini. Bir yandan yaralıyor kendini fakat derakap sarıyor yaralarını. Ne galip gelebiliyor ne mağlup oluyor. Sonra yoruluyor, gözlerini kapıyor, bir an her şeyden arınıyor ve işte orada, tam karşısında görüyor gerçek düşmanını. Acımasız bir savaş bu. Gün ağarıyor yavaş yavaş. Kronik gözlerini açtığında düşmanını biliyor olmanın verdiği rahatlığı fakat bu düşman karşısında ne yapacağını bilememenin verdiği çaresizliği yaşıyor bir arada. İşte düşüncelerin ve sözcüklerin savaşı asıl şimdi başlıyor hem de beyninin tam orta yerinde. Savaş içinde başka bir savaş bu. Kronik de farkında ki beyni bu savaştan tek başına sağ çıkamayacak. Ve işte hikayemizin asıl kahramanı şehvetli bir şekilde gösteriyor kendini. Ağır ağır, özgüven dolu, ne yapacağını bildiğini söyleyen, kudretli ve yenilmez görünümüyle gelip bizim kroniğin kulağına fısıldıyor: “Bana bırak.” Acımasız bir savaş bu. Gün ağardı artık. Bir yanda düşmanı gurur öte yanda dostu mu düşmanı mı bilmediği, bedenine sıcak bir aşk tohumu atan ve “Bana bırak.” diyen kalp. Kroniğin gururuyla ve düşüncelerinin sözcükleriyle yaptığı savaşın tam orta yerinde yeşermeye başladı kalbinin bedenine bir armağanmışcasına sunduğu o aşk tohumu. Ve kalp seyre koyuluyor, müdahil olacağı anı bekliyor sinsice. Savaş kızışıyor, ortalığa keşkeler,belkiler,acabalar ve pişmanlıklar yayılıyor ve savaş en pis,en acımasız haline bürünüyor. Bir kara örtü sarıyor her yanı, hava kararıyor, gece görev yerini alıyor. Geceler acımasız olur ve acımasız bir savaş bu… Mamafih kalp kurnazdı. Bir o kadar da bencil. Tek amacı gururu alt etmekti. Bunun içinse kroniğin beynini bir savaş alanına çevirip düşünceler ile sözcükleri birbirine düşman etti. Savaş alanının orta yerine ise en etkili silahı aşk tohumunu bıraktı. Bu silah öyle bir silahtı ki karşısında ne düşünceler ne de sözcükler ayakta kalabilirdi. Bu siilaha meydan okuyabilecek güce yalnızca gurur sahipti. Bu savaş başka beyinlerde defalarca tekerrür etmişti. Kalp gurura defaatle meydan okumuş ve gurur her seferinde bu hodri meydanlardan galip ayrılmayı başarmıştı. Ama kalp hiçbir zaman yılmadı. Mamafih kalp kurnazdı. Bir o kadar da bencil. Harp meydanında, yani bizim kroniğin beyninde, aşk tohumu derakap büyüyor ve tohumluktan terfi ediyordu. Silahı kullanıma hazır olan kalp hevesli bir şekilde sırasının gelmesini bekliyordu. Düşünceler ve sözcüklerin savaşı en şiddetli haliyle devam ediyor ve bizim kroniğin beyni yerle bir oluyordu. An be an güç kaybediyor, zayıflıyordu bizim kronik. Mamafih kalp kurnazdı. Bir o kadar da bencil. Kalp, kroniğe “Bana bırak.” dediğinde kronik, kalbe inanmıştı. İnanmalıydı da. Kalbin amacı kroniğe yardım etmek olmasa da gururu alt etmek demek kroniğin savaştan galip ayrılması demekti. Düşünceler sözcüklerle savaşa devam ederken, kroniğin beyni parçalanmaya devam ederken sıra, kalbin kendini göstermesine gelmişti sonunda. Hunharca saldırdı kalp, merhametsizce, acımasızca… Hem de en etkili silahıyla… Mamafih kalp kurnazdı. Bir o kadar da bencil. Ama cömertçe yardım ediyordu bizim kroniğe farkında olmadan. Bu etkili aşk silahı duyguları harekete geçirdi. Tüm bedeni, tüm vücudu, bütün organları, karnı, midesi, ciğerleri, böbrekleri, damarları hepsi ama hepsi birlik olup ortak oldular, gurura karşı verilen bu amaçtan yoksun, acımasız, merhametsiz savaşa, kalbin himayesinde, önderliğinde. Duygular dengeleri bozdular. Sözcükler boyun eğdi düşüncelere. Düşünceler sözcükleri dile getirmenin verdiği mutluluğu yaşıyorlardı. Oysa gurura karşı yapılan savaş henüz sona ermemişti. Ama herkes, kronik bile seviniyordu, adeta savaş bitmiş ve zafer kazanmış gibiydiler. Sanki her şey yoluna girmişti. Ama hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Ve işte şaşaalı, gösterişli, görkemli cüssesiyle gurur çıktı sahneye ve nokta koydurmadı bu hikayeye. Zaman azalıyordu. Kroniğin gücü tükeniyordu. Gurur, kroniğin bütün benliğini kendine düşman eden kalbe karşı savaşını vermek için çıktı sahneye. Asıl savaş şimdi başlıyordu. Gurur bir hayaletti aslında. Kimse onu ne görebilir, ne de duyabilirdi. Gurur emsalsiz bir kudrete sahipti. Kimse onu al aşağı edememişti şimdiye kadar. Gurur bir yönlendiriciydi fakat bunu henüz kimse fark etmemişti. Çünkü gururun sadık dostu inkar düşünceleri zehirleyip sözcüklerle bütün kroniklerin beyinlerini yıkamayı ve bunun sonucunda kendilerini kandırmalarını sağlıyordu. Ve inkar görevini öylesine düzgün bir şekilde yerine getiriyordu ki zehirlenmiş tek bir sözcük bile kalbi alt etme başarısını doğurabilirdi. İşte gurur böyle güçlü, böyle kudretli, böyle Allah’ın belası, lanet bir şeydi. Zaman azalıyordu. Kroniğin gücü tükeniyordu. Kalp, gururu yenebilmek çin yapabileceği her şeyi yapmıştı. İnkar sözünü geçiremesin diye düşüncelere dost görünüp sözcükleri alt etmelerini sağlamıştı. Kalp, inkar yapması gerekeni yapmasın diye bizim kroniğin beynini bir harabeye çevirmişti. Kalp, gururu alt edebilmek için, inkar işlevini yapamasın diye, kroniğin bütün bedenini bir viran şehre çevirmişti. Zaman azalıyordu. Kroniğin gücü tükeniyordu. Gurur olan biteni izliyordu sessizce. İnkar görev yerini almıştı. Kalp çaresiz bekliyordu. Düşünceler zafer naraları atıyor, sözcüklerse mağlubiyetin üzüntüsünü yaşıyordu. Kroniğin vücudu, organları kendine gelmişlerdi. Karın ağrısı geçmişti, midesi yanmıyor, böbrekleri ağrımıyor, ciğerleri solumasını engellemiyor ve damarları tıkanmıyordu artık. Kroniğin vücudunda ve beyninde her şey ilk defa bu kadar netti. Herkes, her şey görevini yapmış ve yerlerine çekilmişti. Kalp hamlesini yapmıştı. Gurur, kalbin hamlesine karşılık vermek için inkarın görevini yerine getirmesini bekliyordu. Ve inkar, gurur kılığında eğilip fısıldadı bizim kroniğin kulağına… Ve zifiri bir karanlık hücum etti kroniğin beynine. İşte asıl büyük savaş başlamış oldu böylece. Er ya da geç her savaş sona erer. Elbet bu savaşta sona erdi. “Yapamazsın, geri dönemezsin artık, bitti. Kaybettin, kabullenmelisin bunu. İnanma kalbine kazanan olamayacaksın asla. Çabaların boşa, mağlup olan tarafsın sen.” dedi gurur kılığına bürünen inkar, bizim kroniğe. Kroniğin omuzları düştü. İşte gurur böylesine güçlüydü. Böylesine büyük bir savaşı böylesine kolay bir biçimde kazanabilecek kadar güçlüydü işte. Kalbin önünde aşılmaz bir duvardı gurur. Eninde sonunda koparıp atardı kalbin, kroniğe bir armağanmışcasına sunduğu o aşk tohumunu. Kökünü de bırakırdı geriye, zaferinin nişanesi olsun diye. Er ya da geç her savaş sona erer. Elbet bu savaşta sona erdi. Gurur, daha önce defaatle yaptığı gibi yine alt etti kalbi. Kalp üzüldü, kalp ağladı, kalp kırıldı, kalp parçalara ayrıldı, kalp yine çaresiz kaldı, kalp, savaş alanına ağır ağır, gösterişli, görkemli bir şekilde gelen o kalp, kendine güvenen, “bana bırak” diyen o kalp gururun önünde diz çökmüştü bir kez daha. Er ya da geç her savaş sona erer. Elbet bu savaşta sona erdi. Kroniğin omuzları düştü. Kronik başını yine avuçlarının arasına aldı. Kronik üşüdü. Kronik bir koku aldı. Evet, evet ölüm kokusuydu bu. Kroniğin kalbi o kadar acımıştı ki görevini yapmayı unutmuştu. Kronik yavaşca kapadı gözlerini. Geceler acımasız olur ve acımasız bir savaş bu, mamafih kalp kurnazdı ama zaman da azalıyordu ve er ya da geç her savaş son bulurdu. İşte kronik bir hasta düşüncelerinin derinliğinde gururuna kanıp böyle kaybetti bu savaşı. Ölüm kokusu sardı yine her yanı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hacı Bayram ÖĞÜR, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |