"Leyla'nın işi naz ve işve; Mecnun'un gözü yaşı çeşme çeşme..." -Fuzuli (Leyla ile Mecnun) |
|
||||||||||
|
Henüz altı yaşımdaydım amcam beni Sarıyer maçına götürmek için söz verdiğinde. İlk maç deneyimimle ilgili hatıralarım arasında futbola dair pek az şey var. Adanaspor’u 2-1 yenmiştik, bunun dışında sahada neler olup bittiğiyle ilgili hiçbir fikrim yok. Hemen birkaç metre önümüzde çekim yapan TRT kamerası uzunca bir süre ilgimi çekmişti. Bir ara kamerayı arkaya çevirip maçı izleyen taraftarları filme alırken, bitmek bilmeyen ısrarlarım yüzünden amcam, görevliye; “Kameraman bu çocuğuda çek!” diye seslenmek zorunda kalmıştı. Yine de Pazar akşamı Tansu Polatkan’ın sunduğu programda ki özet görüntülerde kendime rastlayamamıştım. Daha öncede pek çok küfür duymuştum ama yetişkinlerin bu kadar pervazsızca ve bağırarak küfürler ettiklerine ilk kez şahit oluyordum. Neyse ki buna çabuk alışmıştım. Maç boyunca futboldan çok, tribünlerde bağıranlar çağıranlar, koro halinde şarkı söyleyenler, köfte ekmekçinin mesaisi, içilen sigaraların dumanı, taş tribünlerin üzerine koyarak oturduğumuz köpüğün ne işe yaradığı ve tabi ki kameraman ilgimi çekmişti. Etrafımdaki kalabalığı inceleyerek vakit geçirirken birden etrafımdaki onlarca kocaman adamın benim gibi altı yaşında bir çocuğun bile yapmayacağı şekilde ayağa fırlayıp çılgınca bağırmasıyla adeta şoka uğradım. Şimdi hatırlayınca güldüğüm, bir beş saniye sonra bende ayağa kalkıp bozuntuya vermeden amcama, “ne güzel gol oldu ama!” deyiverdim. O sene bir iki kez daha amcamla maçlara gitmiştim. O zaman evimiz Büyükdere’de olduğu için Yusuf Ziya Öniş’e tek başıma gelemezdim. Zaten o zamanlarda bile altı yaşında ki bir çocuğun tek başına gidebileceği türden bir yer değildi tribünler. Ertesi sezon başlamadan Sarıyer’in merkez mahallesinde olan evimize taşınmıştık. Stad yürüme mesafesindeydi, sokaktaki çocuklarla arada maçlara gidebiliyordum. O zamanlar çocuk seyircilerin biletsiz olarak içeri girmesi çok daha kolaydı. Kimse bişey sormazdı. Maçlara daha sık gitmeye başlayınca artık bazı futbolcuları tanımaya dahası sahada neler olup bittiğini anlamaya başlamıştım. Hatta bazen kimin iyi kimin kötü oynadığı hakkında bile yorumlar yapabiliyordum. Birkaç sezon daha böyle geçti. Her geçen sezon daha çok maça gidiyor ve takımı daha çok sahipleniyordum ama henüz bir deplasman maçına hiç gitmemiştim. Bazen etrafımdakilerden deplasmanlarla ilgili korkutucu hikayeler dinlediğim oluyordu. Bu hikayeler Sarıyer’e deplasmana gelen diğer takım taraftarlarına da kendimden bile gizlediğim bir hayranlık duymama neden oluyordu. İlk deplasman maçıma da amcamla gitmiştim, o zamanlar birinci ligde oynayan Zeytinburnu ya da Bakırköyspor gibi bir takımın maçıydı. Artık kendimi Sarıyer taraftarı olarak görmeye başlasam da sonuçlar beni çok fazla ilgilendirmiyordu. Takımdan ayrılanlar ve yeni gelenler ya da teknik direktör değişiklikleri hakkında fazla bilgim olmuyordu. Ama kendimi Sarıyer’e ait hissetmeye başlamıştım. 88/89 sezonunda 2-1 lik Adanaspor galibiyetiyle başlayan taraftarlığımın 5. senesiydi. Ömrümün yarısına yakını kadardır Sarıyer maçlarına gidiyordum. 93/94 sezonuna hatırladığım kadarıyla Yakup Kaptan’la başlamıştı Sarıyer. Televizyondan seyrettiğim bir maçta Fenerbahçe’den beş gol yediğimizi hatırlıyorum. O sezonla ilgili tek iyi anım; Karabük maçının ikinci yarısında attığımız gollerin hepsinin önümdeki kaleye atılması ve 3-1lik galibiyetimiz. Berbat bir sezonun sonunda küme düştük. Oysa ki ben o zamana kadar Sarıyer’i hiç küme düşmez olarak kabul etmiştim. Küçük yaşta anne veya babasını kaybederek ölümün soğuk yüzüyle tanışan bir çocuk gibi, başıma geleceğini hiç düşünmediğim bir gerçekle yüzyüze kalmıştım. Kendimi Sarıyer tarafından kandırılmış hissettim. Her taraftar gibi ben de bu duruma isyan etmek istedimse de henüz 11 yaşımdaydım ve beni dikkate alacak bir muhatap bile yoktu. Hevesim kursağımda kalmıştı. O gün Sarıyer taraftarı olmaktan vazgeçebilirdim ama tam tersi oldu. Aslında o gün yaşadığım acı ve hayal kırıklığının beni hayatımdan bir daha asla çıkartamayacağım bir takıntı sahibi yaptığının farkında değildim. Sarıyerle yaşadığım beş yıllık flört o gün aşka dönüşmüştü. Şimdi daha iyi anlıyorum ki o günden sonra hayatım boyunca yapabileceğim en eğlenceli şey Yusuf Ziya Öniş’te acı çekmek olmuştu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kıvanç Ekinci, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |