..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Öyle yaşamalısın ki ölünce mezarcı bile üzülsün. -Mark Twain
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Ortamsal > sermin filiz




9 Ekim 2011
Kiraz Zamanı  
sermin filiz
"Nereye?" diye atıldım düşünmeden. Bunu sorarken nereye olduğundan çok, nasıl olup da gitmeyi düşünebildiğini sorar gibiydim.


:BCIB:
Belediyenin mahalledeki tüm evleri restore etme kararıyla, o sıralar mahallede bir inşaat biterken yenisi başlıyordu. Ömerlerin eve de bizimkinden önce başlayacaklarmış. Bize taşındılar. Üçün beşin hesabı yapılır mı? Yapılırmış. Üç kişiyken akşam yemeğinden sonra çıt çıkmayan evde beş kişi olduk olalı, Harun Dayımla babam gece yarısından önce, limon ağacının altına kurulan rakı sofrasından kalkmaz olmuşlardı. Rakı sofrası dediysem, kavun, peynir, bir küçük, iki de babamla dayım, beş.

Evvelden akşamları dışarı çıkmam yasaktı. Babam Ömer'e, yalnız bırakma bak Zeynep'i sana emanet haa, der, gönderirdi bizi. Geldiğimizi fark ederler miydi bilmem. Kimi zaman pek neşeli olurlardı, hani şarkı söylediklerini bile duymuştuk, kimi zaman da ne yaptıklarını anlayamazdık, baş başa öylece dakikalarca susarlardı.

Akşam erkenden çıkabilmek için yemekleri neredeyse çiğnemeden yutuyorduk, o kocaman lokmaları nasıl zor yuttuğumu hala unutmam, boğulurcasına hızla yer, nefessiz kalırdık. Bitiremeyecek olunca da masanın altından gizlice kediyi yemeğimize ortak ederdik. O akşam kiraz gelmişti eve, annem, durun çocuklar kiraz getireyim, kalkmayın hemen, deyince, işaret fişeğini almış gibi Ömer'le gizlice bakıştık.

"Yok hala, acelemiz var bizim" derken beliriveren gamzesini saklayamıyordu. Çok büyük bir iş ve çok gizli, katiyen konuşamayız.

İki sokak aşağıdaki Meltem Teyzeler tatile gideceklerdi, haftalarca bahçelerindeki ağaçları takip etmiştik , günbegün sarıdan kırmızıya dönmüştü artık kirazlar da. Mahalleden kimseye göstermedik, Meltem Teyzelerin gidişini de sakladık.

Bizim ağaç deniz manzaralıydı ama gece olduğundan ancak teknelerin ışığından anlaşılırdı orada deniz olduğu.

"Hiç gitmeyi düşündün mü?" deyip çekirdeği tüm gücüyle fırlattı, çekirdek ne kadar uzağa giderse o da o kadar gidebilecek gibiydi.

"Nereye?" diye atıldım düşünmeden. Bunu sorarken nereye olduğundan çok, nasıl olup da gitmeyi düşünebildiğini sorar gibiydim.

"Denize açıldım mı, artık neresi olursa."

"Tek başına mı?" beni burada bırakıp mı yani.

"Evet."

"Ya baban?" baban umurumda değil, "ya ben?" de diyemediğimden.

"Annemi hatırlatıyorum, gidersem o da iyi olur, hem size de yük oluyoruz, ben sıcak yemek yiyeyim, temiz çamaşır yiyeyim diye sizdeyiz aylardır."

"Hayır, evinizi restore ediyorlar."

"Restore etmek ne demek sanıyorsun sen?"

"Babam ilk haline döndürmek demek dedi."

"Hadi döndü diyelim, sonra?"

"Sonra ne?

"Yine bizim evimiz mi olacak?"

"Ya ne?"

"Gitti artık o ev. "

Bu konuyu kapatmak istiyordum artık, ben kapatırsam, yine ben açana kadar açılmaz, ben istemedikçe de bir yere gidemezdi. "Dönelim artık geç oldu."

"Tamam."

Sonraki akşam tabağımdaki yemekle saatlerce oynadım. Bakmıyordum yüzüne. Benimle aynı sürede yemeye çalıştıysa da yine de benden önce bitirdi yemeğini.

"Ben gidiyorum, bitiremedin bi kaşık yemeği, gelmiyor musun?" diye sordu. Gelmeyeceğimi biliyordu da, âdet olduğundan.

"Nereye?" diye sorarken, bensiz de olsa gidecek misin, diyordum.

"Denize doğru yürüyeceğim" dediğinde içimden bir şeyler aktı, sanki o dakika gidiyordu.

"Gelmiyorum, iyi değilim karnım ağrıyor biraz" beni burada yalnız bırakamazsın, bak hastayım ben.

"Anne, kiraz kaldı mı? Dün yiyemedik ya."

"Bitti vallaha, azıcıktı zaten, daha mevsimi tam gelmedi"

"Kiraz mı istiyorsun?" diye sordu Ömer. Kiraz ağacımızı yok saymıştım, dün yediklerimizi de. Konuştuklarımızı da. Yüzünde sinirden çok hayal kırıklığı vardı, hayallerini kırmıştım. Belki bir tek bana açtığı düşlerini hiçe saymıştım. Yaralıydı artık, gidemezdi.

"Hıı, dün erken kalktık ya, aklım kaldı" bakmıyordum yüzüne. Ağır yaralamıştım, ellerim kızılcık şerbetine bulanmış, ellerim ağırlaştı, ellerimi sakladım.

"Baba" dedi, "bizim bi sepet vardı, hasırdan, hani annem yapmıştı, büyük, bildin mi?"

"Bildim"

"Nerede o?"

"Ne bileyim oğlum, gir eve bak" deyince masadan kalktı, evin giriş kapısını geçip bahçe kapısından çıktı gitti.

"Deli oğlan, nereye?" dediyse de duyuramadı sesini dayım

"bu evi dedim, eski evde bir şey bırakmadık ki"

"Bırak kayınço" dedi babam, "genç işte, akıl mı erer, gezmeye gidiyordur, gelir. At bir tek daha"

Eve girip gözüm pencerede kulağım kapıda yolunu gözlemeye başladım: Sahile mi indi acaba, gerçekten gider mi, böyle mi gider? Yok canım, böyle de gitmez. Kızdırdım biraz da, gitmiyordur şimdi. Ama aklına düşmüş bir kez. Gitmek isterse nasıl durdururum ki, denize set mi çekilir. Kedi değil ya evde besleyeyim.

Uyuyup kalmışım, gürültüyle uyandım. Gecenin sessizliğini yırtıp atan o gürültüyle. Öner'in yatağına baktım, boştu. Sokağa koştum, kedilerle köpeklerden başkası yoktu. Eski eve koştum. Duvarlar yıkılmış, ev yerle bir, toz, duman. Sanki dönsem kucağımda bir sepet kirazla Ömer orada, arkamda duruyor olacaktı, "hadi eve dönelim, geç oldu" derken gamzesini saklayamayacaktı. Rüya olsa bu ya da restore etsek bugünü, ilk haline döndürsek! Benim yüzümden. Gidecekti işte, zincire mi vuracaktım, vursam da gidecekti. Arkamda değilse bitecek her şey, o an yanımda olabileceği düşüncesiyle bir süre avundum. Bir kedi bacağıma sürtündü geçerken, irkildim. Bu bilinmezliğe artık dayanamaz olunca derin bir nefes alıp yavaşça döndüm. Kocaman, beyaz bir sepet dolusu kiraz yerde duruyordu.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın ortamsal kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ufunet

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Günün Biri
Telefon
İzmarit

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Terk Ediyorum Bu Şehri [Şiir]
Yok - Sun'luk [Şiir]
Ötekinin İfadesi [Şiir]
Tal - An [Şiir]
02: 07 [Şiir]
Ne Var? Ne Çok? [Eleştiri]


sermin filiz kimdir?

bir kuklacı kukla

Etkilendiği Yazarlar:
sait faik, sabahattin ali, cemil kavukçu, yusuf atılgan, ayşegül çelik...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © sermin filiz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.