Ben bir kuşum; uçtum yuvadan... Artık ben nerede, eve dönme isteği nerede?.. -Leyla ve Mecnun, Fuzuli |
|
||||||||||
|
Onu öldürme fikrinden vazgeçemedi! Öldürmek mi, yoksa fikrinden vazgeçememek mi? Öldürmek! Bir elini içinde jöle olan kaba koydu. Bir eli jöle dolu kabın içinde jöleyi emerken, diğer eli toprak dolu kabın içinde durdu. Toprak kapta olan elini bir süre sonra topraktan çıkardı. Elindeki parmakları uzamıştı. Jöleden çıkardığı eliyle uzayan parmaklarını kesti. Parmaklarını keserken kanlar aktı, canı yandı, yüzü gerildi, dişlerini sıktı, bağırdı, boğazı yırtılırcasına bağırdı. Tekrar diğer elini jöleye soktu ve parmaklarını kestiği elini de yine toprağa gömdü. Gözlerini sıktı. Dişlerini sıktı. Bekledi bir süre. Sonra yüzündeki acı ve gerginlik son buldu. İki elini de çıkardı kaplardan. Yıkadı. İki elide son derece güzel ve parmakları yerinde muntazamdı. O gelmeden sofraya güzel bir parmak eti yemeği hazırlamalıydı. O manda etini sevmiyordu, balık sevmiyordu, dana kıyma sevmiyordu. Onun için parmaklarını her gün uzatır keser ve kuşbaşılık olarak doğrar her gün farklı lezzette yemek olarak pişirir önüne koyardı. Telefondan arar o gün istediği damak tadını söyler onun istediği lezzete göre hazırlık yapardı. Kısık ateşte pişerken parmakları artık onunla eskisi kadar görüşmemesi gerektiğini düşünüyordu hep parmaklarını kesip ona yemek pişirmekten yorulmuştu. Onun ise en sevdiği yemek kendisinin parmaklarını yemekti. Onun eve bir şey alması gerekmezdi kendinden bir şey katması gerekmezdi. Uzaktan komutlar verirdi. Uzayan parmakları vardı. Toprağı da vardı. Jölesi de vardı. Bir gün sormuştu? Neden jöle ya da toprak almıyorsun sen de diye? Kendisi jöle ve toprak alıyordu. Onun da alması gerekir miydi? Kurulu bir düzene gelmişti o da. Yıllardır toprak ve jöle alan biri değil miydi? Devam edebilirdi almaya. O da parmak eti yemeği seviyordu. Yediği zaten sadece parmaktı. Kimler, kimler neler yemişti ondan. Parça, parça büyük etler kesmiş koymuştu onların önüne. Toprağı da jöleyi de her gün yenilemesi gerekiyordu. Hiç ete temas etmemiş toprak ve jöle olmalıydı. Her gün kendi başına uğraşıyordu. Bir ilişkinin içinde olmak nasıl bir şeydi? Bir sebepleri, bir bahaneleri vardı hep onlara ihtiyacı olduğu sürece. Kim girerse girsin hayatına bedenindeki bir yerinin tadını seviyorlardı. Kimileri bütün bedeninden onlara hazırlayacak gücü olmasa ya da vazgeçtiğinde hazırlamaktan ya da hazırlamak istemese bile yine de koparıp yemişlerdi etinden. … Onların kendi hayatında bir sebepten ‘’var olmaları’’ yeterdi. Ne vücut dönerleri yaptı ondan önceki, önceki ve öncekilere yediler tüm bedeninden vücut etinden yemeklerini, yemeklerin çeşitlerini. Önceki, önceki ve önceki! Onlara sorduğunda herkesin kendine göre kendilerinden de verdikleri bir şey vardı. ‘’Vardı ‘’evet. ! Önceki, önceki ve önceki! ! … Koca bir küvete jöle döktü. Önceki, önceki, öncekiler de evine doluşmuştu. Hepsi ayrı odalarda bekleşiyordu. Akşam kendine geldiğinde her birini küvete girmesi için ikna etti. Her birinin kesti dillerini, ellerini, parmaklarını, onlara ait ne varsa bedenlerinden kesti. Kemiklerinin üstünde kalan etlerini sıyırdı iyice. Onlara ait ne varsa jölenin içine kattı. Bir süre sonra jölenin içinde kayboldu her biri. Suyu açtı. Su jöleye karıştı. Jöle küvetin deliğinden aktı gitti. … Tekrar küveti jöle ile doldurdu. Sonra küvete kendi girdi. Kesmeye başladı kendini. Kesmeye. Duyduğu tüm acılara rağmen bu sefer kendini ölene dek kesmekten durmadı. Denemeyecekti artık. Başka birisi olmayacaktı artık. Kendini kesmeye devam etti. Kendi kemiğindeki parçaları koparıp kemiğini görene kadar etinden kesti. Görünen kemiğinden kalan etleri de sıyırdı. Kesti, kesti, kendini kesti. İstemiyordu artık istemiyordu. Kesti, kesti, kesti... Dilini kesti, kulaklarını, burnunu, gözlerine batırdı hızla. Her birinin bağırdığı kadar bağıramadı bile. Her birini kestiği bıçakla jölenin içinde kendini kesmeye devam etti. Sonra ağzını açtı sert bir hamle ile ağzından içeriye batırdı bıçağı. Yanakları, ağzı kesik yırtık, bıçak saplı kaldı boğazında, hala hırıldıyordu. Hala hırıldıyordu. Hala hırıldıyordu. Fokur, fokur kan çıkarken hala hırıldıyordu. … 25 Kasım 2010 Gülten Ağrıtmış 846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununca korunmaktadır/81. Maddesi gereği her eserin tamamının telif hakları yazara aittir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Gülten Ağrıtmış, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |