İnsan bir küçük dünyadır. (Mibres Kosmos) -Demokritos |
|
||||||||||
|
Şehrin bir ruhu olur; siz ne zaman onu tanır, sokaklarını, yollarını,insanlarını, sizinle yaşlanan ağaçlarını benimserseniz. Dostlar geçmişle bir olur, o her sözünü önceden tahmin ettikleriniz geçmişin sisli perdeleri ardında yiter,uzak olurlar . İnsanlar yeni girmiştir hayatınıza, yani tanışıklığınız yakınlaşıklığa dönüşmüş, yeni isimleri de dostlar olmuştur. Birde zamana rağmen o vardı. Uzun düz saçları ve yüzüne yayılan büyük gülümsemesi... Bu kadar. Bir insan hiç böyle tarif edilir mi, demeyin. Size onun gözlerinden, yüzüyle uyumlu burnundan, çenesinden bahsetmeyeceğim. İnsanı insan yapan yalnız bunlar değildir. İnsanın iç güzelliği nerde kaldı , diyebilirsiniz Tamam. Öyleyse beni dinleyin. Okulun bence, bizce, hepimizce en güzel kızıydı. Uykunun uyuşukluğunu henüz atamamış bedenlerimiz onu sıra sıra dizilmiş öğrenciler arasında görünce kendine gelir; gözler iyice açılır, pür dikkat kesilirdik. Bu on beş dakikalık zaman dilimi bizim uyanışımız, ergen bedenlerimizin uyarılışı olurdu. Çocukluk ve gençlik aşkları genelde öyledir. Yani onun kaşına gözüne, gülüşüne, yürüyüşüne ama illaki fiziksel güzelliğine vurulur insan. ÇOK SONRA Otobüs terminalinde aylak aylak seğirtirken biri sırtıma dokundu. Kafamı hafifçe yana dönderip baktığımda kimseyi görmedim. Birisi değdi zannedip yoluma devam edecekken, bu sefer omzumdan tutup beni kendine çevirdi. Gülümseyen yüzüne bakarken şaşkın bakışlarım yerini yüzümdeki mutlu tebessüme bıraktı. Şaşkınlık ve sevinçle iyice gülüyordum artık. "Nereye böyle? dedi. Bir şey diyemedim, daha doğrusu kekeledim. Büsbütün gülüverdi. Hani bazen olur ya bir an boş bulunursunuz, zayıf bir anınızdır, işte öyle, ona karşı hislerim onu görür görmez tamamen beynime hücüm etmişti. Otogarlarda öyle garip olurdum. Nedenini şimdi düşününce anlıyorum. Şair " Aklımın nakliyesiydi asıl yoran taşıyıcıları" demiş. Benimkiyse daha farklı bir durumdu. Aklımı evde bırakmıştım. Her gidişimde farklı bir dünyaya gelmişim gibi çift karakterli bir hale bürünürdüm. İstanbul da farklı biri, Ceyhan da daha başka. Otobüs terminallerinde ise aklım beş karış havada gibiyimdir, iki farklı karakter arasında bekleme odasında gibi. "Otobüsünün kalkmasına ne kadar var? Zamanın varsa şurada oturup biraz laflayalım." dedi. "Olur." diyebilmiştim. Birbirimize nerede okuduğumuzu, hayatın nasıl gittiğini, yaşadığımız şehirleri sevip sevmediğimizi, yeni arkadaşlarımızı ve buna benzer hayatımıza dair ne varsa, uzun zaman görüşmeyen eski dostlar gibi, konuştuk. Çenemiz düşmüştü. Ben kendiminkini toplayıp acelece otobüsüme yetişmek için vedalaşamadan öylece koşmaya başladım çünkü otobüs hareket etmeye başlamış, gidiyordu. Neyse, kendimi otobüse atabildim. Koltuğuma oturduğumda kafamda şimşekler çakarak, telefon numarasını almadığımı farkettim. Her şey öyle hızlı olmuştu ki yalnızca giderek küçülen görüntüsüne el sallayabilmiştim. Yol boyunca gelgitler biçiminde ,geçen yılların ardından, ona karşı hislerimin sarhoşluğu ve dikkatsizce aniden ayrılmamız sebebiyle numarasını alamamış olmamım kahredici pişmanlığıyla başbaşaydım. O zamanlar facebook gibi bir sosyal paylaşım sitesi yoktu yalnız e-posta hayatımıza girmiş fakat internetin yaygın olmaması ve e-postaların sıklıkla kontrol edilmemesi nedeniyle vazgeçilmez bir iletişim aracı olmaktan uzaktı. Geleneksel mektup artık kullanılmaz hale gelmişti ama ... Neyse uzatmadan... Ona ulaşmam için biraz uğraşmam gerekti. Bilmiyorum benim becereksizliğimden mi yoksa yeterince uğraşmadığımdan mı? Yaklaşık dört ay sonra, galiba aklımdan çıkmışken, bir tesadüf eseri ona,telefon numarasına ulaşabildim. Telefon numarasına baktım. Sayısal kafiyeli bir numaraydı. Arayıp aramamak arasında bir çıkmaza düştüm. Kendime kızdım. Neydi beni aramaktan alıkoyan? Böyle anlarda arızanın sebebinin bilinçaltımda yatan bir veya birkaç çekinceden kaynaklandığını bilip, onun üzerine giderim. Şimdi daha iyi biliyorum, beni korkutan o karşılaşmamızda ki gibi sıcak davranmama ihtimaliydi. Her şeyi göze alıp numarayı çevirdim. " Nasılsın? " dedim. " İstanbuldayım. Cadde bostanda... Hadi gel " " dedi, lise aşkım. Terlemeye başladığımı hatırlıyorum. Ben olduğumu nasıl bilmişti? Müsait miydim sormamıştı bile. Nasıl giyindim, kapıyı çekip nasıl çıktım, hatırlamıyorum. Caddebostanı severdim. O öğleden sonra da her zamanki caddebostandı: Deniz kıyısında, cıvıl cıvıl bir şeyler içen gençler, yürüyüş yapanlar, basketbol oynayanlar, kaykay, bisiklet sürenler, kumandalı model arabalarıyla ilgilenenler, denizde rüzgar sörfü yapanlar ... Migrosun orada buluştuk. Bu kız bu kadar çok konuşur muydu? Ne çok yakışıyordu ona. Kıpır kıpırdı yüreğim. Ben de ona eşlik ediyordum. İçeceklerimizi aldık, onu her zaman oturduğum yere götürdüm. Arayanın ben olduğunu nereden biliyordu? İstanbul da ne yapıyordu? Neden yalnız gelmişti? Hepsini konuştuk, anlattı. Görüşmediğimiz kısa zaman zarfında babasını yitirdiğini, annesinin derin bir yas içine girdiğini anlattı. Onun umursamazmış gibi görünen, konuşkan ve neşe saçan halindeki farklılığı sezmiştim ama bu görünüşünün altında böyle büyük bir acının yattığını anlayabilecek kadar tanımıyordum onu. Durgun bir deniz gibi kalakaldı, susuverdi. Ona karşı duyduğum yakınlık ve şefkat... Öyle onu bir anda kollarımla sarıverdim. Gözünde biriken yaş yavaşça yüzünden akıp çenesinden koluma damladı. Bir eliyle yüzünü silerken hafifçe gözlerini bana dönüp tebessüm etti. Biz, Türkler, acılarımızı gülümseyerek gizleriz. O da öyleydi. O günlerimin derin yalnızlığı ve onun babasının ardından tutuğu yas, düşmemek için nasıl bir yere tutunursak öyle, birbirimize tutunmamızı ve yakınlaşmamızı sağlamıştı. İnsan olgunlaşınca ergenlikteki fiziksel beğeniye dayalı aşkları gibi olmaz, bir insanı tanıdıkça severdiniz. Onu bir daha fakat bu sefer öyle, farklı şekilde sevmiştim. Lise aşkım kollarımdaydı. Adamakıllı gülümsüyordu, ben onun uzun, düz saçlarını okşarken.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Özgür Düşlem, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |