..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Dengeli bir rejimde yemeğin yeri çok önemli. -Fran Lebowitz
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Modern > Eylül Ağar




30 Haziran 2011
Gözleri Yüzünün Yarısıydı*  
Eylül Ağar
"...İsteseydim çok şey olabileceğimi düşünüyordum. Sanki her şey olabilirdim. Bürokrat, gazeteci, yazar, başbakan... Hatta element bile olabilirdim kendimi gömerek toprağa ya da suya. Hava olabilirdim kendimi bırakarak boşluğa. Ateş olmayı pek istemiyordum açıkçası. Sonra bir sabah uyandım ve olmamam gereken bir şey olduğumu fark ettim. Âşık olmuştum..."


:CCAB:



İsteseydim çok şey olabileceğimi düşünüyordum. Sanki her şey olabilirdim. Bürokrat, gazeteci, yazar, başbakan... Hatta element bile olabilirdim kendimi gömerek toprağa ya da suya. Hava olabilirdim kendimi bırakarak boşluğa. Ateş olmayı pek istemiyordum açıkçası. Sonra bir sabah uyandım ve olmamam gereken bir şey olduğumu fark ettim. Âşık olmuştum.

"gözleri yüzünün yarısıydı ve içlerinde balıklar yüzüyordu"

"gözleri yüzünün yarısıydı ve içlerinde balıklar yüzüyordu"

"gözleri yüzünün yarısıydı ve içlerinde balıklar yüzüyordu"

"gözleri yüzünün yarısıydı ve içlerinde balıklar yüzüyordu"

...

Bildiğim kelimeler silinmiş yerine sadece bir cümlede kemikleşmiş bu sözcükler gelmişti. Ne yapacağımı bilemiyordum. Aslında biliyordum. Çocukluğumdan beri en büyük sloganımdır, "seviyorsan söyleyeceksin". Ama niyeyse bu fikrimi açtığım herkes "salak mısın?" dedi. Demeyenlerin de bakışlarında aynı ifadeyi yakaladım, demiş kadar oldular.

Konuyu açtığım kadın dergilerinde fal köşesi olan bir dostumun verdiği tavsiyelerden ürkmüştüm açıkçası. Aşk oyunu denen şeyler vardı mesela. Göz süzme, gerdan kırma, cilve yapma. En zor kısmı bakışmalar kısmıydı. Uzağı göremediğim için, işin özünde de önce uzaktan uzağa bakışmak olduğu için bakmak kısmında takılıp kalıyordum. Gözlerimi kısarak baksam da baktığım anlaşılır. Ondan da öte çirkin bir görüntü oluşur. Hay aksi!

Tutulup kalmıştım. Nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Bu nasıl davranmam gerektiği konusu sadece "o"nun yanındayken değil, uzağındayken de düşmüyordu yakamdan. Sanki birileri ellerinde kameralarla her şeyimi an be an kaydediyorlardı. Ve zamanı geldiğinde beni tehdit edeceklerdi. Benden bir şeyler isteyeceklerdi ve istedikleri şeyi yapmazsam 'platonikaşkınbulunduğuortamdışıkayıtlar'ımı "o"na izletmekle tehdit edeceklerdi. Öyle geliyordu yani.

Kalbimde bir ağrı, ağrıdan ziyade sanki cereyan yapıp da sürekli çarpıp duran bir kapı hissi vardı. Boşluk vardı çünkü. Boşluktan sızan rüzgâr cereyan yapıyordu işte. Uzun süre bunu tanımlamaya çalıştım. Kalp krizi, panikatak filan geçirdiğimi düşünmeye başladım. Astım da olabilirdi. "Aşk" olabileceği ihtimalini düşünmek istemiyordum. Öyle olduğunu biliyordum ama ne bileyim. İnsan işte bazen dış dünyaya olduğu gibi kendi iç dünyasına gözlerini kapayabiliyor, buna ihtiyaç duyuyor falan filan.

Doktora gitmeye karar verdim. Kardiyoloji, gastroloji, dâhiliye, üroloji... Hangisine gidebileceğimi düşündüm. Cilt doktoru da aklımdan geçmedi değil. Ama son gidişimde çok başını ağrıtmıştım. Yüzüm yoktu. —aslında yüzüm vardı. Kese kâğıdıyla kapatılmayı hak eden bir yüz olduğu için olmamasını tercih ederdim. -

Sonra aklıma cüzdanımda duran kartvizit yığını ve o yığının bir yerlerinde duran psikiyatristin kartı geldi. Dönerci, bilgisayarcı, çiçekçi, kuaför(cü?) kokan kartvizitlerin arasında buldum nihayet aradığımı. Uzm. Dr. Mehmet Keloğlu - Ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı. Bedenim değilse de ruhum için iyi bir seçimdi. Güneş ışığı değdikçe parlayan başının yansıması gözümü kamaştıracağı halde ona gitmeliydim. Çünkü bana iyi davranmıştı. Beni dinlemişti. Sonra çok alakasız bir tanı koymuştu. Ama olsun. Dinlemişti, güleryüzle dinlemişti hem. Yine dinlerdi. Kartını da verdi bana. Demek ki beni yine dinlemek istiyor. Bir sorun olursa ara demişti. Aramamıştım hiç. Şimdi de arasam hatırlamazdı. Yüz yüze görüşmek en iyisiydi. Bütün gece, kendimi anlatmak için güzel cümleler aramakla geçti. Deli olduğumu düşünmemeliydi. Güzel konuşursam bunu düşünmez, bana bir hasta gibi değil bir arkadaş gibi yaklaşır ve "seviyorsan git konuş bence" bile diyebilirdi. Bana bu cesareti verebilecek tek insan oydu.

Ertesi sabah hemen hastaneye koştum. Sıramı alıp beklemeye koyuldum. "hastane önünde incir ağacı" türküsünü söyleme isteği yine gelip çöreklendi zihnime. Hastaneye her gidişimde olurdu bu. Ve kendimi yerde Ezo Gelin modunda oturmuş bu türküyü söylerken hayal ederdim.

Kel doktorun odasının kapısının üstündeki ekranda adım çıktı. Oturduğum yerden kalkıp kapıya doğru giderken insanların bir ekrana bir bana bakan gözlerine değmeden ilerlemenin zorluğunu fark ettim. İsmim öğrenilmişti ah kimbilir neler olacaktı. Annem olsa, "bak şimdi, ya evin tapusunu üstüne yapmaya kalkışan birileri çıkarsa?" diye kaygılanırdı. Benim derdim başkaydı. Ne olduğunu bilmiyordum ama tapu değildi. Tapusuzdum ben sonuçta.

Odaya girdim. -eskiden doktorlar odada yalnız olurlardı. Belki hemşire filan olurdu yanlarında o kadar. Uzun süredir öyle değildi. Doktorun yanındaki masada oturan ve bilgisayar işlemlerini gerçekleştiren bir görevli vardı. Bu rahatsız edici bir durumdu. Oysaki hayalimde doktorla baş başa loş bir odadaydım ve bir koltuğa uzanmış, gözlerimi boşluğa dikmiş konuşuyordum. Hayalimde doktor da benimle birlikte konuşuyordu. Elindeki deftere notlar alarak, arada bir "hmmm... evet... başka?" diyerek sinirlerimi bozmuyordu mesela. "Hayat berbat" dediğimde "yürü git ergen seni! berbatmış doktor ol da gör hayatın berbatlığını! geceleri zırt pırt arıyorlar hayatım kaydı!" diyordu ve ardından ağlıyordu.[Birlikte rakı-balık ortamı yapmak için meyhaneye gidiyorduk sonra. Meyhaneci Yeşilçam filmlerindeki iyi yürekli Nubar Terziyan’dı tabi ki, başka kim olacaktı?] Ya da "aşığım sanırım" dediğimde "ooo hayırlısı olsun bakalım, enişte ne işle meşgul?" diyordu ve ben "enişte" kelimesinin yüreğimde açtığı yaranın etkisiyle ağlıyordum. Sonra bana bir ilaç veriyordu. Hemen oracıkta alıyordum ilacı. Odadan çıktığımda iyileşmiş oluyordum. Gözlerim de iyileşmiş oluyordu. Artık uzağı da görebiliyordum.-

— Merhaba.
— Merhaba, Buyrun şöyle oturun. Eveet. Nasılız bakalım?
— Şey bilemiyorum...

Tıkanıp kalmıştım. Bütün süslü cümlelerim, edebiyat parçalamalarım uçup gitmişti. "sahi ben buraya niçin geldim?" diye düşünmeye başladım.

— Şikâyetleriniz neler?

Şikâyetlerim mi neler? Şikâyetlerim mi? Şikâyetlerim yoktu, tek bir tane şikâyetim vardı. Ben o'nun gözlerinden şikâyetçiydim. Hepsi buydu. O sırada karşımda bir TRT sanatçısı belirdi ve "bir güzel göz beni attı bu derin sevdaya" adlı eseri icra etmeye başladı. Bilgisayarın başındaki adam tambur çalıyordu. Doktor da TRT sunucusu olmuştu. Gözlerimi ovuşturdum, kapadım, derin derin nefes almaya çalıştım.

— İyi misiniz, ne oldu?

Doktorun sarı adel kalemi de dâhil her şey kendi kimliğine geri dönmüştü.

— Pardon… Panikatak galiba.
— Olabilir. Şikâyetiniz buysa önceki ilacınızın adını söyleyin yeniden yazayım.

“Hahayt! Verdiğin ilaçları kullanmadım ki gebeş!” dememek için zor tuttum kendimi.

— Yok. Şikâyetim başka.
— Ne peki?

O an bütün kelimeler silindi. Doktorun soru dolu bakışları ve keli silindi. Bilgisayarın başındaki dev gibi adam da silindi. Kalem, oda, hastane, şehir, dünya silindi. Boşluğun içinde gözler belirdi. Bir çift.

— Gözleri yüzünün yarısıydı ve içlerinde balıklar yüzüyordu!

— Nasıl? Anlamadım?

— Dedim ki… Gözleri yüzünün yarısıydı ve içlerinde balıklar yüzüyordu! Gözleri yüzünün yarısıydı ve içlerinde balıklar yüzüyordu! Gözleri yüzünün yarısıydı ve içlerinde balıklar yüzüyordu! Gözleri yüzünün yarısıydı ve içlerinde balıklar yüzüyordu! Gözleri yüzünün yarısıydı ve içlerinde balıklar yüzüyordu! Balıklar, gözleri, yarısı, yok, yüzü, kese kâğıdı, yarısıydı, yarısıydı, yarısııı!

— Koş git yardım getir!

İsteseydim çok şey olabileceğimi düşünüyordum. Cümle oldum.



* Söz konusu alıntı için bkz: Murat Uyurkulak, Tol, Metis Yayınları.
         



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın modern kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kravat Soslu Maydanoz

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kavuşma

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Her Şey [Şiir]


Eylül Ağar kimdir?



Etkilendiği Yazarlar:
Gogol, Dostoyevski, Şolohov, İhsan Oktay Anar, Oğuz Atay, J.R.R Tolkien, E.A. Poe, Jim Morrison...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Eylül Ağar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.