..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
İnsan gülümsemeyle gözyaşı arasında gidip gelen bir sarkaçtır. -Byron
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
İzEdebiyat - Yazar Portresi - Ömer Kırat
Ömer Kırat - Başlık En Son Yazılır!
Site İçi Arama:


Son Eklenenler
  10.12.2008 18:58:45 Hoverkraft'ın Rotası 

ARZIN MERKEZİNE SEYAHAT

Dünya’daki her 4 kişiden biri Çinli… Yani okeye döndüğünden kuşkulandığınız oyuncunun gözlerindeki sinsi bakış genetik olabilir. Ayrıca kullandığınız okey takımı ve oturduğunuz plastik sandalye ve masadaki örtü de muhtemelen o bakışlara sahip diğer 1,5 milyar insanın ortak emeğinin bir sonucu…

Çin malı ürünlerin Global ekonomideki oranı da kabaca ¼ düzeyinde seyretmektedir.  Her arz kendi talebini doğurur mu bilinmez ama bu noktada Çin’in arzı, diğer arzların ölü doğmasına neden oluyor diyebiliriz.

Hikâyeyi kısaca özetlersek; Komünizmden doğan ortak üretim kültürüne sahip kalabalık bir toplum, bir sabah uyanıp kendisini “kapitalizmin seri üretim çılgınlığı” içinde buluyor. Ve üretmeye başlıyor. Fakat bu sefer gerektiği kadar değil üretebildiği kadar…

Aynen kanserli bir hücrenin, içinde bulunduğu vücudu yok etme pahasına büyümeye devam etmesi gibi Çin de her sene %10 gibi bir oranda gelişiyor. Sosyal güvenliğin olmadığı, maaşların birçok yerde nakdi değil ayni olarak yani yiyecek şeklinde ödendiği bu; “üretim araçları sahipleri cennetinin” kısa sürede ulus aşırı dev firmaların kalbini (varsa tabi?) kazanması pek şaşırtıcı olmasa gerek.

Üretimin, güneşin doğduğu yere kaymasıyla (maalesef temiz enerji kullanımı için değil) Amerika ve Avrupa’daki fabrikalar üçer beşer kapatılmakta... Ama üzülmeyin! Tanrıya şükür ki hala satın alınabilinecek kadar ucuz Çin Malları var.

Hatta satın almanıza bile gerek yok. Çocuğunuzun çok sevdiği animasyon filmindeki karakterlerin plastikten yapılmış oyuncak figürleri yediğiniz hamburgerin yanında bedava veriliyor. Ancak oyuncağı çocuğunuza vermeden önce yıkamanızı tavsiye ediyorum çünkü tamamen sağlıksız koşullarda çalışan ve muhtemelen tamamen sağlıklı olmayan bir Çinli çocuk tarafından üretilmiş olabilir.

2008 Olimpiyatları neden Çin’e verildi sanıyorsunuz? Biraz olsun çalışmayı durdurmaları için elbette! Çin 2 Trilyon Dolarlık Rezervi için bir madalya alır mı bilinmez ancak her kıtayı simgeleyen olimpiyat halkalarından Sarı olanının (Asya) diğer halkalara kapsama kümesi muamelesi yapacağı ve bundan sonraki tüm olimpiyatların Pekin’de yapılacağı korkusu herkesi sarmış bulunmakta. 


  03.03.2008 09:27:00 Hoverkraft'ın Rotası 

                                                Bizim Temel Birgün...

Pazartesiyi çarşambaya bağlayan akşam, yani salı akşamı başlamıştı herşey... Evlerinin önünde duran metruk bina yıkılmıştı. Gelecekte aynı akıbete uğrayacak halefinin yapımı için gereken temel çukuru kazılıyordu şimdi... Kulakları olmamasına rağmen “kepçe” adı uygun görülen kazı makinasının operatörü, çukur kazmak şeklinde özetlenebilecek karmaşık operasyonu hakkıyla icra etmişti bütün gün... Ve şimdi elektrik kesintisi nedeniyle çalışmalara ara verilmesinden faydalanarak uyukluyordu. Neredeyse tüm şehri etkileyen bir kesintiydi.

Bu sırada yarın sabaha kadar mesaisine ara veren adam inşaat manzaralı evine gelmiş ve sadece elektrik kesildiğinde görülen yıldızlara bakmak için balkona çıkmıştı. Durum hiç hoşuna gitmiyordu. Yeni bina tüm manzarasını kapatacaktı. O zaman elektrik kesilse bile yıldızları göremeyecekti. Gerçii o an bilmiyordu ama ironik bir şekilde inşaatı yaptıran adamın adı Murat Yıldız idi ve binasına kendi soyadını verecekti sanki bina, sevdiği kadının rahminden çıkmış gibi...

Dükkanına, şirketine, sahip olduğu taşınmaz mallarına kendisinin veya sevdiği birinin adını/soyadını veren insanlardan hoşlanmazdı. Mide bulandırıcı bir sahiplenme şekliydi bu... Hoş, bina sahibinden nefret etmesi için bunu bilmesine gerek yoktu. Zaten nefret ediyordu.

Birkaç dakika sonra ortalık kalabalıklaştı. Manzara Katili, son model arabasıyla inşaat alanına gelmişti ve inşaat şefiyle mühendise ne kadar anlayışsız ve öküz bir herif olduğunu anlatmakla meşguldü.

Binanın bulunduğu yerin yakınında 3 adet sokak lambası vardı. Dolayısıyla gece 10’a kadar sürmesi planlanan kazı için ekstra bir ışıklandırma gereği duyulmamıştı. Ama bu beklenmedik elektrik kesintisi işi bozmuştu. Aksi gibi kazı makinasının farları da çalışmıyordu.

Tartışma daha doğrusu iş adamının küfür resitali, inşaattaki herkesin kovulmasıyla sona erdi. Uykusundan kovularak uyandırılan kepçe operatörü; uyku mağduru ve mahmuru olsa da mağrur bir şekilde orayı terketti. Karşısındaki ağzı bozuk zavallının seviyesine inmedi. Sadece “Piçoğlupiç!” diye içinden geçirdi. Gerçi bu küfür mantık örgüsü bakımından pek sağlam değildi. Zira “Piç” babası belli olmayana denir. Fakat piç olan kişinin bir başka piçin çocuğu olduğunu biliyorsak aslında babası belli demektir. Her neyse...

Onca paraya rağmen istediğini, istediği gibi yaptıramayan iş adamı önünde duran çukura bakakaldı. Öyle öfkeliydi ki elektrik gelince ya da sabahın ilk ışıklarıyla işi kendisi bitirmeye karar verdi. Az önce yaktığı purosunu temel çukuruna attı. Ardından da purosunun üstüne düştü. İki gündür aralıklarla yağan yağmur nedeniyle balçıklaşmış zemin düşüşünü yavaşlatmıştı fakat kalkışını da zorlaştırıyordu. O sırada bir motor gürültüsü duydu. Yardım istemek için ağzını açmıştı ki tonlarca ağırlıktaki kepçe onu çamurun derinliklerine batırdı. Birkaç saniye sonra çırpınması durdu. Ama kepçe durmadı. Taa ki topraktan ayrıştırılamayacak bir hale gelene dek, çiğköfte misali adamı toprağa yoğurdu. Zifiri karanlıkta yaşananların tek şahidi yıldızlardı...


  21.02.2008 11:45:45 Hoverkraft'ın Rotası 

ABiDe-i Hürriyet

Kimi zaman dev bir dalga (Deep İmpact, The Day After Tomorrow) bazen kızgın, dev bir yaratık (Moster isimli yeni film) tarafından yerlebir edilen o meşhur heykelden bahsetmek istiyorum. Belki sizin hatırladığınız başka filmler de vardır, yüzünde hiçbir kızgınlık ifadesi olmayan yeşil devimizin benzer bir akıbete uğradığı...

Tabii farklı şekilde kullanıldığı bir örnek de var: Hayalet Avcıları 2 filminde, yerinden kalkmış ve New(arne)york sokaklarından geçerek, kötü bir hayalet tarafından kontrol edilen sanat müzesine girişmişti.

X-Men serisinin ilk filminde bu sefer taraf değiştirmiş ve kötü adamın yarattığı mutasyon makinesine platform olmuştu. Yanlış hatırlamıyorsam bir Batman filminde de kullanılmıştı.

Bunlar benim hatırladıklarım. Çoğu yeni olan filmler.
Her neyse... Amerikan film endüstrisinde Özgürlük Heykeli’nin rolü üzerine bir zevzekleme yapmayacağım merak etmeyin.
 
Ya da Amerikan halkı üzerinde sürekli bir korku atmosferi yaratmak isteyen yönetimin, Hollywood ile işbirliğine girerek “Özgürlüğünüz Tehdit Altında” şeklindeki gizli mesajı beyinlere enjekte etmek için özgürlüğün en bilinen simgesini kullanması şeklindeki komplo teorisinden de bahsetmeyeceğim.

Ben, adını “Özgürlük” kavramından alan bir heykel olamayacağından bahsedeceğim. Zira bütün gün orda öylece dikiliyor. Üzerinde bulunduğu “Liberty” adasına -ki o da adını “özgürlük”ten almıştır ve dolayısıyla ada ve heykel kardeştirler ama ada, sürekli kardeşinin eteğinin altına bakmaktadır- mıhlanmıştır ve birgün o ıssız adadan kurtarılmayı beklemektedir.

Nasıl ki sevginin resmi yapılamazsa, özgürlüğün de heykeli olmaz. İstediği şeyi seçmek ve seçtiği şeyi yapabilmek ise hürriyet; o zavallı kaya parçasına hapsolmuş, sürekli hırpalanan, acı çeken, yalnızlığa mahkum bir heykel, olsa olsa insanlığın ortak acılarının simgesi olabilir. Ki zaten öyle değil mi?

Ek bilgi: Olimpiyat ateşini yakan ilk kadın atlet 1968 Meksika olimpiyattında yarışan Norma Enriqueta Basilio dur. Kafasında defne yaprağından tacı, elinde meşalesi ile Özgürlük Heykeli’nden tek eksiği sol elindeki Bağımsızlık Bildirgesi dir. Villa Zapata!
 
 

  12.01.2008 23:13:30 Hoverkraft'ın Rotası 

Tatlı Su Sincabı veya Ömerkrafting

 

 

                       Aman Diyim!

 

Arkadaşım bir espri yaptı: “Biz tanrıya inanan insanlar; şaşırtıcı, görkemli -ne biliyim- inanılmaz, vesair bir şey gördüğümüzde “Aman Tanrım!” deriz ya... Peki herşeyin yani tüm varoluşun tesadüfen olduğunu idda edenler ne der? “Aman Ne Tesadüf!” mü?

Güzel bir hamleydi. Elbette ki arkasına “gerçeğin ışığını” alan bir kişi olarak göz kamaştırıcı bir şekilde karşılık vermeliydim. Gelişine vurdum:

“ Bizim gibiler şaşırtıcı,görkemli –ne bilirsin ki-ilginç vesair bir şey gördüğünde histerik reaksiyonlar vermez. Dolayısıyla “Amaaan maymunlarla aynı atadan evrimleştiğimizi kanıtlayan bir diğer fosil.” der geçeriz mesela... Ayrıca biz asla “inanılmaz” şeyler görmeyiz. Zira bizim için “inanmak” değil, bilmek ve anlamak vardır.”

 

 

        Diyet Kola

  

   Yukarıda “arkadaşım” olarak lanse edilen zât, kilo problemi olduğu günlerden birinde bakkala giden ve “Bişey isteyen varsa ya şimdi konuşsun ya da sonsuza kadar bekleyip dursun bakkal amcanın gelip “Bişey lazım mıydı?” diye sormasını!” diyen ben denize “Diyet Kola alsana! buyurdu.

 

    Kendi başıma buyruk biri olmama rağmen onun buyruğunu da “başüstüne” almakta bir sakınca görmedim. Alışverişimi yaptıktan ve apartumanın kapısına apar-tupar geldikten sonra öteberinin olduğu poşeti sağ elime aldım ve sol kolumu, giydiğim kazağın kol kısmından çıkartıp sırtıma doğru kıvırarak kendime “çolak” süsü verdim.

  Kilidini açtığım kapıyı omzumla ittirerek içeri girdim. Mutfakta oluşuna şaşırmadığım arkadaşımın yanına gidip poşetteki diyet kolayı çıkardım ve “Al! İşte kolan! Al diyetini!” dedim. Bu sırada içinde kol olmayan kazağın “yen” kısmı sallanıyordu.

 

Ömer Seyfettin hikayelerine atıfta bulunmayı sevdiğimi bildiğinden olsa gerek gülüşünde hiçbir şaşkınlık belirtisi yoktu.

 

Ve böylece kolun diyetiyle, diyet kolanın yarattığı çağrışıma borcumuzu ödedik.

 

Not: Yen; “Japon para birimi” “galibiyet emri” ve “başkalarına yemek olma temennisi” gibi anlamlarının yanında, giysilerin kol kısmına verilen addır da... Hani “Kol kırılır, yen içinde kalır.” lafında kullanıldığı anlamıyla...

 

 

 

    

 

               Kızma Kız

 

- Çok ilginç bir insansın!

 

   ... dedi. Hem de bana! Diğer onlarcası gibi... Ben de “Bari bu seferkine kendi sözlerinin içerdiği anlamı açıklayayım.” dedim ve açıkladım:

 

-Yani diyorsun ki; “Arada bir (yani çok sık değil) arkadaş grubu olarak bir yerde buluştuğumuzda orda olup ilginç şeyler yapmanı isterim. Ama çok da ilginç şeyler değil... Rezil olmak istemem. Ayrıca seninle yatmayacağım ve çocuklarımın babası da olamayacaksın.”

 

   Kız bu söylediklerime kızdı. Ben de ona “Kızma kız!” dedim. O, kızmaya devam etti. Ben de 2 kelimeden oluşan cümlemi yanlış anladığını düşünerek kelimelerin yerini değiştirdim. “Kız, kızma!” Sanırım bi “kız” bi “kızma” dememe iyice sinirlendi ve “Salak şey!” dedi.

 

   Sanırım aynı anda hem ilginç hem de salak olan şeyleri sevmiyordu.

 

 

 

                     Tatlı Su Sincabı

 

John F. Kennedy 22 Kasım 1963’te öldürüldü. İki yıl önce 1961’de halka hitaben yaptığı konuşmasında 1970 yılından önce Ay’a gideceklerini söylemişti. Suikastten sonra gaza gelen ve bu sözü bir vasiyet olarak kabul eden Amerikalı yetkililer (yani demokratik yollarla seçilen sıradan Amerikalılar) çok çalışıp 20 Temmuz 1969’da başarıya ulaştılar.

 

  Amerikalılar için küçük bir adım ama Sovyetler’in poposu için kocaman bir tekme olan bu tarihi olay kabaca böyle... yoksa değil mi?

 

 

  İsterseniz Kennedy suikastine geri dönelim. Lee Harvey Oswald isimli şahıs yakalanıp, adil bir yargılama ertesinde suikast sonucu öldürüldükten sonra ortaya 2. tetikçi iddaları atıldı.

 

   Peki neredeydi bu tetikçi? Ya da şöyle soralım;  Ay’a henüz gidilmediği için peynirden yapıldığı yolundaki eski ekole hâlâ sadakatle bağlı olan insanlar, bu inançlarını korumak uğruna ne kadar ileri gidebilirler? Evet! Evet! böyle sorunca daha komik oluyor. Sevdim bunu...

 

 

   Benim fikrim şu: Bildiğiniz gibi Amerikan Gizli servisi (sıradan ve gizli Amerikalılardan oluşan) yıllar yılı Küba lideri Fidel Castrol’ü devirmeye çalışır durur. Sürekli çalışıp-durmasına rağmen bir temassızlık olabileceğinden şüphelenmeyen gizli servisçiler kısadevre yapadursunlar, Küba Lideri Field Cast-role en iyi yoldaşlardan oluşan ekibiyle,  karşı saldırısını planlar ve uygular. Hedef  Kennedy dir. Ama kendi elini kirletmek istemeyen  Pis-el (Kir)Pastıro maşa olarak NAŞA’yı kullanır. Cape Canaveral’daki casusları, Ay’ın peynirden yapıldığına inanan yarım akıllı bir tarikat üyesini, henüz deneme aşamasındaki roketlerden birine bağlayıp, uydumuza gönderir. Yanına çoook uzak menzilli bir lazer silahı (Ki silah Rus yapımıdır ne hikmetse) ve bir de doğru zamanda ateş etmesi için saat vermiştir.

 

 

    Olay günü Aydede’deki suikastçi işini bitirir. Kutlama yapmaya karar verip uydudan bir lokma almak için kafasındaki fanusu çıkartıca ölür. Neil Armstrong yıllar sonra oradan geçerken suikastçinin ezan okuyan saatini duyar….

 

Not: Saat bir radyo vericisidir ve astronot kaskındaki telsiz frekansına ayarlıdır. Biz de biliyoz Ay’da atmosfer olmadığı için ses dalgalarının yayılmadığını. Ve saat güneş ışığıyla çalışıyor. Hah hayt onu da düşündüm. Yürrüüüü!

 

 

 

                                          The Damalı Bayrak

 

 

Son dakika Notu: İnanmayacağınızı biliyorum. Zaten öyle olmasını isterim. İnanmak da neymiş? Her neyse… Bu yazının başlığını yani Tatlı Su Sincabı veya Hoverkrafting’i yazarken aklımda Kennedy yoktu. Aslında yazacağım konuların neler olacağı hakkında hiçbirşey yoktu. Yazılarımı gerçek zamanlı yazdığım için neden bahsettiğimi bilmeme rağmen, nelerden bahsedeceğimi bilmem. Well hasılı başladım yazmaya... ezberimde olmadığından Kennedy suikastı ve Ay’a iniş tarihi gibi şeylere bakmak için kütüphanedeki Ana Britannica’nın 10. ve 18. ciltlerini çıkardım. (İnternet’e komşumun keyfi üzerinden bağlanıyorum, wireless ve ücretless olaraktan.Yoksa internetten bakardım tabi..) Kennedy maddesi 10’da idi. 168. sayfada Kennedy’nin fotoğrafı vardı. Ve ben bir önceki sayfayı yanlışlıkla çevirdim. Tahmin edin ne  vardı?

“Kemiriciler” maddesi ile ilgili olarak bir sincap resmi!

 

  Başlıkta “sincap” var. İlk konu “tesadüfler” ve son konu “Kennedy”... Bilgi için bakılan kaynakta Kennedy maddesinin arkasında sincap resmi var tesadüfen... Sırf bu seferlik “Aman tanrım” demek serbest! Hadi bakalım keratalar!

 

 

Not 2: Eminim içinizden bazıları konu bulmak için ansiklopediyi karıştırırken Kennedy ve Sincap resimlerini gördüğüme ve tüm bunları önceden kurguladığıma inanacaktır. Şimdi “inanç” olgusunu neden salakça bulduğumu anlıyor musunuz?


  23.12.2007 00:18:54 Hoverkraft'ın Rotası 

Çeşitlemeler

 

Merhaba! Bu sefer bizzat kendimin merak ettiği bir konu hakkında soracağım bir soru olacak. Konu Türk/Osmanlı Minyatür Sanatı...

 Bilindiği üzere perspektif kullanılmadan, tuvalden ziyade duvar seramiği olarak yapılan bir resim türüdür Minyatür.

 

  Merak ettiğim şey ise bu türün ilk örnekleriyle son örnekleri (Osmanlı İmparatoluğu’nun sonuna kadar aldım söz konusu “sonu”) yanyana koyulduğunda insan figürlerindeki fizyolojik değişim ne yönde olduğu...

 

  Zira Anadolu’ya ulaşan ilk Türk kavimlerin oldukça çekik (Çekik Chan de denir) gözlü olduğu bilinen bir gerçektir. Zamanla gerek o toprakların insanlarıyla gerekse yeni ele geçirilen yerdekilerle girilen münasebetler (Ne münasebeti olduğunu söylemeyeceğim. Ne münasebet!) neticesinde genetik çeşitlilik artmış olmalı. Elbette bu da insanların fizyolojisine ve oradan da sanata yansımıştır. Mümkünse benim yerime bir araştırma yapıp sonucu bana iletin... Gebertirim! Yani iletmezseniz.

 

 Yeni konumuz bir evlilik eleştirisi olarak Yüzüklerin efendisi filmi... Nedendir bilinmez filmin soundtrackinde Burning Ring Of  Fire şarkısı bulunmuyor. Fakat bu pek birşeyi değiştirmez. Çünkü filmin konusu her ne kadar 1.ve 2. Dünya Savaş’ından alınmış gibi görünse de dikkatli bakılınca; aslında merkezde ki “evlilik” olgusu göze çarpıyor. Yüzük, gerçekte, bunu simgeliyor.

 

  Ancak onu yaratan aşk ateşine atılınca yok olan bir yüzük bu, dikkatinizi çekerim. Ve yine dikkatinizi çekerim ki kötü büyücü Saruman evliliğe, Ork’lar kötü evlatlara, büyük kırmızı göz (adını unuttum) söz konusu evlilik kurumunu koruyan Devlete tekabul ediyor. İyilerin tarafında ise Gandalf tek gecelik ilişkilerle özdeşleştiriliyor. Yoksa neden gözleri açık uyusun ki? Elf’ler çocuk yerine bakılan evcil kedilere, Dwarf’lar da yine evcil hayvanlardan köpeklere denk düşüyor. Hobbitler ise boylarından ötürü ancak doğum kontrol hapı olabiliyorlar. Zaten yüzüğü onlardan birinin yok etmesi de öykü yazarı tarafından başarıyla ortaya konulmuş bir gönderme... Ve son olarak yine dikkatinizi çekerim ki buraya parketmeyesiniz dikkatinizi bir daha!

 

 Filmin sonunda verilen mesaj ile insanlığın ancak evlilik kurumundan kurtulmasıyla gezegenin gerçek başat türü olabileceğinin altı çiziliyor.

 

Not: Ork’lar ayrıyetten Fenerbahçe taraftarlarını simgeliyor.

 

 

 

Son konumuz ise aynı anda aynı şeyi söylememizin neden hoşumuza gittiği ve bizi güldürdüğü olgusu... İsterseniz (işin gerçeği isteseniz de istemeseniz de) bir an için kendimizi öyle bir andaymış moduna sokalım... Örneğimizi biraz daha ayrıntılı hale getirelim. Mesela topluluk halindeyiz. Polis gelip bizi dağıtmadan önce edebildiğimiz kadar sohbet etmeye çalışıyoruz. İçimizden biri ortaya bir soru soruyor.

  Örneğin “En sevdiğiniz film nedir?” diye. Ve iki kişi aynı anda soruyu üstüne alınıp (bu arada sorunun iki kişilik olduğunu da anlıyoruz) aynı anda, aynı cevabı veriyor.

 

-         En sevdiğiniz film ne?

-         King Kong!

-         King Kong!

-         Polis geliyoooo kaçıın!

 

Gördüğünüz gibi olayın iki tarafı var. İlki iki kişinin “aynı cevabı” vermesi, yani aynı zevke sahip olması. Bu, elbette hoşumuza gider. Özellikle de bizimle aynı cevabı veren kişi hoşumuza gidiyorsa...

 

 İkinci kısmı ise söz konusu cevabı “aynı anda” vermemiz. Bu ise çok daha derin kısım. Zira işin içine, insanlık olarak geçirdiğimiz tüm evrimsel gelişim süreci giriyor. Her ne kadar insan olmak “BEN” demekle başlamışsa da hayatta kalmak için diğerlerine olan bağlılığımız (beslenmek ve güvenlik gibi ihtiyaçlardan doğan) ve varoluş karşısında önemsiz/küçük kalışımızdan korkup bizden daha büyük bir “şeyin” parçası olma isteğimiz “BİZ” kavramını, BENliğimize, kopması neredeyse imkansız şekilde bağlıyor.

 

   İşte bu iki nedenden dolayı aynı anda aynı şeyi söylememiz bizi gülümsetip, anlık mutluluk kıvılcımına sebep veriyor.

 

 

  Bir Çeşitlemeler’in daha sonuna geldik. Her ne kadar sonu başı bir olsa da...

 

 

The End

 

Not: Bence “The End” lafı sağ tarafa dayalı yazılmalı. Gerek kitapların gerekse filmlerin sonundaki... Her ne kadar artık filmlerin sonunda pek yazmasa da. Çünkü soldan sağa doğru yazılır ve bir yazının  ulaşacağı “son” nokta (yeni bir satırdan, paragraftan veya yeni bir kitaptan önceki son nokta elbette...) söz konusu satırın en sağda kalan kısmıdır. Yanılıyorsam düzeltin. Bi de özür dileyin hazır düzeltmişken. Eeee ne demişler “Düzeltme ve Özür”... Tabii şimdi bana da yazıyı oraya ulaşana dek sürdürmek düşerrrrr.

 

“-şerrrr”imden korkun. Heheheheh! Dur bidakka! Ayyyy! Yine satır sonunu kaçırdım yanlışlıkla. Neyse... Bi daha deneyeyim. Bu sefer öyle bir cümle kuracağım ki tam bitmesi gereken yerde bitecek ve öyle gereksiz kelime uzatma oyunlarına... Eee şey... Gerek kalmayacak işte! Biliyorum, biliyorum! Zaten “gereksiz” olduklarını söylediğim için biraz anlatım bozukluğu oldu. Öfffff... Ne yazayım ki şimdi? Hayır yani istemesem tam istediğim yerde biter ama isteyince istemediğim yerde bitiyor. Aynen kel birinin vücudundaki kıllar gibi... Bu cümle de olmadı. Niye olmuyor acaba? Yoksa içten içe bitmesini istemediğim için mi? Yok yani siz istemiyorsunuz o kesin de... Belki ben de istemiyorumdur.  Aynı anda, aynı şeyi istemeyen, minyatür bir evdeki, evli çiftler gibi olduğumuz söylenebilir di mi?


  09.12.2007 19:00:16 Hoverkraft'ın Rotası 

KARASES

  Müzik eşliğinde birbirine eşlik eden yaşlı çift, dans ederek yoldan geçiyordu. Ekose ceketli kadın da –ki aslında sigara tiryakisiydi- bu mutlu günümüzde efkârlanmadığı için olsa gerek sigara içmeksizin oradan geçti. Onları bekleyen esas kız tam bu sırada ağzında düdükle, neşeyle kapıdan çıktı. Neşe içinde düdüğe üfledi ve düdüğün ağzından fırlaması, onu daha da neşelendirdi. Neşesinde, kepekten eser yoktu.

 Sonra kapıcı geldi. Açıp kapamakla yükümlü olduğu kapı açık olduğundan iş yükü hafiflemişti. Ağırlığı dengelemek için yanında taşıdığı sepet ve içindeki öteberi ile az öteden beri yaptığı şekilde dans ederek ve reveranslarla binadan içeri girdi.

 Herşey öyle ahenkliydi ki... Reklam arası vermek gerek diye düşündüm ve işyerimin kapısını işgal eden bu güruhu yararak içeri girmeye çalıştım. Girişim reddedilmişti. İngilizce söylersek “Access Denied” ... Oysa Akses’in hep kazandırması gerekirdi. Öyle anlaşmıştık...

 Birkaç hafta önce yolun karşısına geçmeye çalışan ama başaramayan bir cüce görmüştüm. Komiğime gitmişti... Şimdi kendimi onun yerinde buldum. Artık o cüce gibi DEV’e dönüşmem için gereken FİNANSmanı arıyorum, banka banka... Bulduğumda kendime ÖZGÜ yöntemlerle onlara NEMAL olduklarını göstereceğim!

 

Çekim Notları: Set ekibinden birinin doberman marka köpeği, yönetmenin önüne, koca bir klaket dolusu dışkı bıraktı.

Çekim Notları II: İlki çok tutan “Çekim Notları” nın bu ikinci bölümünde fon müziğinden bahsedeceğiz: “Car Washers”

   Hayatın bir ritmi olduğu söylenir. Sözkonusu ritmi, araba yıkayıcılarından bahseden bir şarkı vasıtasıyla(!) simule etmek oldukça cilalı... Di mi İbo?

-         Bence BeMeCe!

-         Bemece gibi konuşmayı bırak!

-         Şappi!

-         Daha iyi...

 

End Of Commercial..


  26.06.2007 17:37:12 Hoverkraft'ın Rotası 

                Yanlış Adamın Üç Ytl’sini Aldılar! (İntikamsal) 
  
Günün tüm yorgunluğu ve ben sonunda evimize ulaşmıştık. Kapıyı açıp içeri girdik ve ertesi sabah kapıyı açıp çıkabilmek için kapıyı kapattık. Yarına kadar kapıyla ilgili yapılması gerekenlerin bittiğini düşünerek, şort-tişört kardeşlerle olan buluşmama geç kalmamak için pantolonumun kemerini hâlâ antredeyken çözmeye başlamıştım ki kapı çaldı...

   Kemeri, adeta avını sıkan bir anakonda gibi tekrardan belime dolarken; kapıyı çalanın lezzetli bir fare olması halinde pantolonumun düşebileceği şeklindeki gerçek üstü düşüncelerimi ve bu saatte kapımın çalınması nedeniyle hissettiğim kızgınlığı dizginlemeye çalışıyordum.

   Gözetleme deliğinden, benim verdiğim isimle “Kapıs-kop”tan dışarıya baktım. Zarif bir genç kız vardı. Bu, kapıyı açmam için yeter hatta artar bir sebepti.  Artan kısmıyla yapacaklarımı sonraya bırakıp kapıyı açtım.

   Hani “Solum süründürür, sağım öldürür.” diye bir boks değişi vardır ya... İşte kapının sağ tarafında sotelenmiş erkek arkadaşını görünce içimde bir şeyler öldü.

  Benden iki-üç yaş küçük olduklarını tahmin ettiğim gençler ellerinde birkaç kitap tutuyorlardı. Erkek olan (Fantasy-Killer) bana bir dergi uzattı. Hani şu aslında kitap olan ama dergi adıyla lanse edilenlerden... Bana uzanan bu dost elini (kitap en iyi dosttur) kırıp, fazla uzatmadan “Almıyim!” dedim. O anda, bir kapıdan-pazarlamacı edasıyla başka opsiyonlarım olduğunu anlatmaya koyuldu yine erkek ve geveze olan. (Aynı zamanda Fantasy-Killer)
Milli Mücadele/Atatürkçü Düşünce Derneği olarak Cumartesi günü Sessiz Yürüyüş yapacaklarından, PKK ve Dinci tehdide karşı yapılması gerekenlerden bahseden “brain washing”, neyse ki kısa programa ayarlanmıştı da çabuk bitti.

Yazarın Notu: Bu göndermeyi çamaşır makinesi kullanmayanlara izah edin.


    Çıkarlarını sırasıyla: Allah denen hayali varlığa tapmakta, yaşadıkları topraklarda özerk bir devlet kurmakta ve Atatürk’ün hayatını ezberlemekte bulan bu üç grubun girdikleri çıkar çatışmasında taraf olmadığım için kızın elindeki kitaplara bakıyormuş gibi yapıp, giydiği çiçek desenli, krem rengi bluzün ne denli gereksiz olduğu konusuna odaklanmıştım.

Well hasılı sıra gönlümden bir şeyler koparmam gereken safhaya gelmişti. O an kızın gözlerine bakıp gönlümden geçenleri söylesem mi diye düşündüm, itiraf etmeliyim...

-“Bırak bu saçmalıkları! Hayatını böylesine boş mücadelelerle harcama. Zira hayat bir mücadele değildir. Ne ki sen mücadele etmeyi bırakana dek! İzin ver sana hayatın ve varoluşun ne denli büyüleyici olduğunu göstereyim. Üstelik sadece “gerçekleri” kullanarak! Kiss me Kate!”

   Ama hava o gün çok sıcaktı. Bütün gün bu sıcakta dolaşıp, millete doğru/yanlış bildiklerini anlatan bu gençlere acıdım. Özellikle de kıza... Böylece elimi cebime attım. Üç YTL çıktı şanssızlığıma. Ben de geri koymaya utanıp hepsini erkek olana verdim. Zira bu işlerde parayı erkeğe verirsin. Değil mi?

   Teşekkür ettiler. Ve erkek olan arkasını dönüp giderken kız tekrardan dönüp gülümsedi ve 2. kez teşekkür etti. Bu bir Amerikan sit-com’u olsaydı “I knew it!” derdim ve kahkaha efekti duyulurdu.
Kahkaha efekti duymak istiyor olmalıymışım arkalarından “Umarım mücadelenizde başarılı olursunuz. O kadar para verdik. Yanmasın...” diye seslendim. O sırada apartmanın ışığı söndü ve esprim karanlıkta kayboldu.

   Kemerim ve ben yine baş başa kalmıştık. “Anlaşılan bu gece de seni hediye paketi edasıyla çözemeyeceğim.” dedim. Dediğimle de kaldım.


    Not: Bu hikaye yaz-kış demeden; gerek seçim, gerek siyasi propaganda, gerek kapıdan satış ve elbette ki direktman dilencilik için paspaslarımızı aşındıran, kapı zillerimizi eskiten, bozukluklarımızı gasp eden, çiçek desenli-krem rengi bluz giyen kızlara ithaf edilmiştir. Seviyorum ulan!
                                                                 

The ENDİ-POLL

 


  08.04.2007 23:46:41 Hoverkraft'ın Rotası 

                                                                                                                                           
TANRILARIN BAL ARILARI

  Birkaç gündür gündemimizi meşgul eden toplu arı ölümlerinden bahsedeceğim. Bildiğiniz gibi normal şartlarda, adında "BAL" olan ve toplu halde ölü bulunan canlılar denince aklımıza "BALİNALAR" gelir. Fakat artık şartlar normal değil ve bu nedenle "bal arıları" denen canlıları da listeye eklememiz gerekiyor.
  Herşeyin sorumlusu ve bütün kötülüklerin anası olan Küresel ısınma Ve İklim Değişikliği burada da karşımıza çıkıyor. Çünkü ölümlerin ardında mevsimsel düzenlilikteki sapmalar var. İsterseniz öncelikle olması gerekenden yani "normal" durumdan bahsedelim. Arılar polen taşıyarak bitkilerin tozlaşmasını sağlayan en önemli türdür. Elbette kelebekler de buna katkıda bulunur. Ama ömürleri kısa ve aşırı narin oldukları için arılar kadar verimli değillerdir. Bu nedenle genelde kolleksiyon amaçlı kullanılırlar.

 Söz konusu böcekler genelde 1 yıl yaşar. Bunun tek istisnası Kraliçe Arı'dır. Her kolonide bir tane bulunur. Eğer o seneki yavrular içinden başka dişi arılar çıkmışsa koloniden kovulurlar. Kovulan Prenses arılar, kraliçe olabilmek için 10 kadar erkek arıyla çiftleşir ve uygun bir yer bulup kendi krallığını daha doğrusu kraliçeliğini ilan eder. İnsanlarda durum farklıdır. Evden ayrılan gençkızlar 10 veya daha fazla erkekle çiftleşip topluma MAL olurlar. Zira bizde monarşi yok, demokrasi var!

 Yeni doğanlar (Yavrular) ve dolayısıyla bunların içindeki ihtiyaç olmayan yeni dişi arılar, bahar aylarında kozadan çıkarlar. Akabinde koloniden uzaklaştırılınca, bahar mevsiminin uygun şartlarında (sıcak hava, bol gıda) türün devamını sağlarlar. Eğer iklimdeki değişim ve kış mevsiminin kısa sürmesi nedeniyle bu işleyiş sekteye uğrarsa, türün devamlılığı tehlikeye girebilir. Çünkü baharın uzun sürmesi nedeniyle yeni koloniler bile aynı yıl içinde yavru verebilmektedir. Dolayısıyla o yuvalarda da gereksiz dişiler doğmaktadır. Bir süre sonra etraf çiftleşecek 10 erkek arı arayan, evden kaçmış ve kraliçe olma meraklısı yeni yetmelerle dolmaktadır.

   Yeterli miktarda erkek olmadığı için (yine insanların aksine) işçi arıları ayartan kraliçe adayları yüzünden hayati öneme sahip BAL üretimi azalmaktadır. Uygun hava nedeniyle doğan yavrular aç kalmakta ve toplu ölümler bu şekilde gerçekleşmektedir.

 Toparlarsak: Kış ayında baharı yaşamamız nedeniyle gereğinden fazla yeni koloni ve kraliçe adayı ortaya çıkmıştır. Bu duruma, erkek nüfusunun yetersizliği eklenince normalde işinde gücünde olması gereken işçi arılar ve hatta asker arılarda çiftleşme ritüeline(1) katılıp, görevlerini ihmal etmekte ve zina olarak tabir edeceğimiz işlere bulaşmaktadırlar. Elbette ki zinanın bu denli artması beraberinde Tanrısal Gazabı yani toplu ölümleri getirmektedir.



Çözüm: Cem Karaca'nın "İşçisin Sen İşçi Kal"  gibi güzide sözleri olan şarkısı çayır, bağ, bahçe, tarla, orman gibi bitikilerin yetiştiği her yerde çalınabilir.
            Çiçeklerin üstüne mikro boyutta, anlamsız (anlamlı olanla aynı derecede zevk verse de) seksi kötüleyici afişler konabilir.
            Erkek arıların 10'arlı gruplar halinde dolaşması yasaklanabilir.
            Kraliçe arı olmak için gereken şartlar ağırlaştırılabilinir. Yeni koloni kurulacak yerler için ÇED raporu istenebilir.

  02.04.2007 00:37:35 Hoverkraft'ın Rotası 

DİNOZORLAR VE DİN


   Öncelikle yazının başlığının neden “Din ve Dinozorlar” olmadığını açıklayayım. Çünkü kronolojik. Bu kısa açıklamadan sonra hala anlamayanlar için devam edelim...

   %99’u Müslüman olan ve her bir Müslüman’ın %65’inin sudan oluştuğu bir toplumda yaşıyor ve inançsızlığım nedeniyle sudan çıkmış balığa benziyorum. Gerçii bunun burcumla da ilgisi olabilir. Yani balığa benzememin...

  İslam Alemi dediğimizde aslında büyük miktarda sudan bahsettiğimiz gerçeği üzerinde düşünüyordum. Kim diyebilir “Sululuğun alemi yok!” diye. Özellikle de alemlere rahmet  (yağmur?) olarak gönderilen bir dinden bahsediyorken...
   Rahmetli babam Hz. Muhammet’in 7 yaşındaki bir kız çocuğuyla evlendiğinden ilk kez bahsettiğinde, zihnime dolan sorular nedeniyle varoluşsal bir boğulma yaşadığımı söyleyebilirim.
 
   Nasıl mı kurtuldum? Aslında yüzmek gibi... Suyla mücadele etmeyi bıraktığın anda yüzmeye başlamışsın demektir. Dolayısıyla bu sorularla mücadele etmeyi bırakınca gerçek su yüzüne çıktı: Gerçek; özelde İslam’ın ve genel olarak “din” olgusunun, biz insanlarca kurgulandığı ve din konusunda sorulan bazı soruların aslında soru değil, dinin ne olduğunu ortaya koyan (soru şeklinde) cevaplar olduğuydu.

   Şimdi sizlerle bu sorulardan birkaçını paylaşmak istiyorum.

Tanrısal bağlamda, herşeyi yapabilmek nedir? Herşeyi yapabilmek herhangi bir şey yapmayı anlamsız kılmaz mı? Özellikle de bizim içinde bulunduğumuz evren gibi bir şeyi?

Evren yaklaşık 10-15 milyar yaşında... Diyelim ki 12 milyar olsun. Bunu bir saat gibi düşünürsek ve 1 den 12 ye dek her milyar yılı yerine yerleştirirsek, bu evrensel saat içinde insanların varolduğu süre öyle kısa ve komik ki elmayı yemelerinden çok yemek için bu kadar beklemelerine kızmış olabilir mi?

Eğer tüm evren biz insanların “acaba zina yapacaklar mı?” diye test edilmesi için yaratıldıysa o zaman dinazorların anlamı neydi? Yoksa zaman geçirmek için mi (bir üstteki soru bağlamında) yaratıldılar? Aynı soruyu Evren’in inanılmaz büyüklüğü bağlamında (ve tabii bizim küçüklüğümüz) sorabiliriz.

Tüm hayvanlar aynı anda “OL!” komutuyla yaratıldıysa neden toprağın alt katmanlarında bazı hayvanların fosillerine rastlamıyoruz. Ve yine evrim diye birşey yoksa ve canlılar basitten karmaşığa evrilmediyse neden toprağın alt katmanlarına gidildikçe bulunan fosiller git gide ilkelleşiyor ve belli bir sınırdan sonra fosil bulunmuyor? Hepsi aynı anda yaratıldıysa neden doğada bizim beslediğimiz ineklerden yok?

Bizler cennetten kovulduysak ve kovulduğumuzda da şimdiki gibi gelişmişsek (mesela konuşup yazıyorsak) nasıl oldu da yazının keşfi diyince Sümer Çivi yazısından basetmek durumunda kalıyoruz?

Maymunlarla aynı atadan gelmediysek neden kuyruk sokumumuz var? Kuran’da dediği gibi mükemmel yaratıldıksak neden apandisitimiz ve hiç gerek olmayan azı (21 yaş) dişlerimiz var? Neden bebekler, sadece anneleri ağaçta yaşadığı ve daldan dala atladığı  bir durumda işe yarayacak bir “tutunma refleksi” ile doğuyorlar?

Adem ve Havva’dan geldiksek ensest neden günah? Ne yani Adem ve Havva’nın çocukları (yani kardeşler) birbiriyle sex yaparak insanlığı çoğaltmadılar mı?

Neden 3 büyük din tam da çıkar çatışması içindeki 3 topluluğa ard arda geldi? Yani bu dinlerinYahudiler, Romalılar (hıristiyan) ve Müslümanlar’a gönderildiğine inanmak mı, yoksa bu üç farklı topluluğun, birliklerini sağlamak, diğer bir ifadeyle çıkar çatışması yaşadıkları diğer toplulukları “ötekileştirmek”  için kendi toplumsal çıkarları adına, kendi özel dinlerini yarattıklarını çıkarsamak mı daha akılcı?

Mucizelerin artık olmayışı ile bilimsel düşüncenin gelişmesinin bu denli ard arda yaşanması birşeyleri ispatlamıyor mu? Dünya’da bu kadar çok sayıda din oluşunun, dinin ne olduğunu ispatlamasına benzer bir şekilde... Nasıl ki “DOĞRU (Hak?) DİL diye bişey yoksa ve dil ait olduğu toplumun kültürel ürünüyse, bir DOĞRU (HAK) DİN’in gerçek varlığından söz etmek abes değil mi?

Kuran’ın ilk ayetlerinden birinde (hangisi hatırlamıyor ve umursamıyorum) “Biz ki onların gözlerini bağladık..” şeklinde bir ifade var. Eminim bu tür ifadeler diğer birçok ayette de tekrarlanmıştır. Eğer günahkarların gözleri gerçekleri (inanç bağlamındaki gerçekleri)  görmemeleri için bağlanmışsa (tanrı tarafından) onları nasıl suçlayabilirsiniz ki? Nasıl cezalandırabilirsiniz ki? Etken ve edilgen, bağımlı ve bağımsız değişken diye bir şey var. Kutsal metin böylesine temel mantık hatalarıyla doluyken hala “kutsal” kalabilir mi?

Biz insanlar için birşeyi değerli (ve hatta anlamlı) kılan nadir olması ve zor elde edilmesidir. O halde Cennet nasıl “Cennet” olabilir? Sonsuza kadar orada kalacaksak tüm o nimetlerden sıkılmamız ne kadar sürer ki? 100 yıl mı? Kolay elde edilmeleri, verdikleri hazzı azaltacaktır. İnsanlar depresyona girecektir. Cennet fikri (en az cehennem kadar) mantıksızdır. İnsan (diğer canlılar gibi) belli bir süre yaşayacak şekilde evrimleşmiştir, sonsuz yaşamı kaldıramaz.

Cennette günah olacak mı? Birine zarar verirsek ne olacak?  Bir insanın sonsuza dek yakılması manyakça değil mi? Bu dünyada sex günahsa niye orada da değil? Penis aynı penis değil mi?

İncil İsa’ya gönderilen bir kitap değil. İsa’nın ölümünden sonra Havarilerce yazılmış ve dolayısıyle birçok versiyonu (sayıyla “n”) olan bir kitap. En iyi ifadeyle eski bir tarih/hikaye kitabı. Bu bilinen ve kabul edilen bir gerçekken İslamiyet’de İsa neden kitap gönderilen peygamber olarak geçiyor? Bu açık bir yanlış değil mi?

İnançlı Müslümanlar’a “İngiltere’de doğsaydın doğru din sence ne olurdu?” diye sorsak ne cevap verirler? Samimi bir cevap verebilirler mi?

Afrika’da yaşayan ve yüzüne konan sineği kovacak kadar bile gücü olmayan insanlardan da günde 5 vakit kıçlarını havaya dikmeleri bekleniyor mu? Ya da içmek için su bulamazlarken gusül abdesti almaları? Bi de o insanlar ne yaptılar ki onlarca, hatta yüzlerce nesildir aynı acılarla inançları test ediliyor? Bu tür aşırı durumlar için İslamiyet’in (ve diğer dinlerin) bir açıklama getirememesinin nedeni ne? Yoksa ortalama insanlar için dizayn edilmiş olmaları mı?

Eğer sadece tek doğru din varsa, diğerlerine inananların huzur bulamaması gerekmez mi? O halde neden buluyorlar? Yoksa zaten tüm dinler bu tür bir yapay huzur vermek için kurgulanmış, kültür ürünleri mi?

Kutuplardan, çöllere, yağmur ormanlarına dek dünyanın her yerine dağılmış insanlardan tek tip giyinmelerini istemek saçma değil mi? Bunu isteyen bir din nasıl “akıl dini” veya “evrensel din” olabilir?

Eğer İslamiyet kıyameye kadar bozulmayacaktıysa onca mehzebi neremize sokacağız? Bir tasavvuf düşüncesiyle, sıradan İslam arasındaki inanılmaz farka ne diyorsunuz, “Değişmedi işte!” diyenler? Ya da piyasada yüzlerce değişik meali olan, orjinalinin yazıldığı Arapça’nın bile bugünkü Arapça’dan oldukça farklı olduğu bir kitap, değişmemiş midir?


Bu ve bunlar gibi onlarcası daha... Sorulan ama cevaba ihtiyaç duyulmayan...


Yazının başına dönersek; Başlığın neden “Din ve Dinozorlar” olmadığını tekrar açıklayayım. Çünkü kronolojik. Bunca açıklamadan sonra hala anlamayanlar için artık yapacak bir şey yok. Bitirelim...


                                                          The End


  03.01.2007 00:35:53 Hoverkraft'ın Rotası 

                                                         Mostly Empty


Neden "Uzay Boşluğu" diyoruz? Boşu boşuna mı? Hayır! Öyle isimlendirilmesinin nedeni bunu hakketmesi... Evrendeki madde (ing. Matter) denen "şey" oldukça seyrelmiştir. Kısaca evrenimiz "Matter Fakir" dir.

 Makro ölçekte sıkça verilen bir örneği hatırlayalım. Bizi kavuran Güneş yok olsa bunu 8 dakika gecikmeli (üstelik canlı yayın olsa bile) görebiliriz. İşte bu gerçek; uzaklıkların (nispeten birbirine yakın madde kümeleri arasındaki; yıldız-gezegen, galaksi kümeleri gibi) ne denli muazzam, dolayısıyla maddenin ne denli seyrek olduğunu bize gösterir. (Muhtemelen gecikmeli olarak)

 Bir arada olan madde, yani mikro ölçekte de durum bundan farklı değildir. Örneğin bir atomu, futbol sahası kadar büyütelim. Onun büyük bölümünü oluşturan çekirdek bu sahanın ortasındaki bir avuç bezelyeye denk gelirdi. Onun etrafınde dönen elektronlar ise öyle küçüktür ki onlara her baktığımızda nazar değdiririz.
 Aslında küçük değillerdir. "Küçük" kelimesi onları tanımlamak için yetersizdir. Bildiğimiz anlamda "var" oldukları bile söylenemez. En ağır atomun ağırlığının 0,000 000 000 000 000 000 004 gram olduğunu söylersek, durum daha iyi anlaşılır. Bunların dışında dışında kalan yer (atom çekirdeği ve elektron arasındaki) boştur. Kısacası maç, boş trübünlere oynanmaktadır.

 Bu bilgiye; evrenin genişlediği yani daha da seyreldiği bilgisini eklediğimizde varoluşun oldukça "inceltilmiş" olduğu sonucuna varırız.

Evren birgün inceldiği yerden kopar mı, bizler bir tür kozmik tiner (inceltici) bağımlısı mıyız bilmiyorum. Çünkü "ben" dediğim şey, böylesine sulandırılmışken (vücudumuzun % 65'i) bu tür konulara konsantre olamıyorum.

 

 



KAPAK YAZISI: İş bu kapak, Ömer Kırat tarafından hazırlanmış olup tüm hakları helal edilmiştir. İş bu Ömer, ailesi ve yakın çevresince "İş bul Ömer!" teranelerinden bir an olsun kurtulmak için birşeyler yazmak adına sitenize gelmiştir. İş bu yazı, ünlü Japon Edebiyatçı Kazumi İşbu'nun şu sözüyle bitecektir: "Edebiyat su gibidir; girdiği zihnin şeklini alır ve beyni efervesan olanlara iyi gelmez!"

 


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ömer Kırat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.

 

Bu dosyanın son güncelleme tarihi: 21.11.2024 17:47:15