Öylesine yetenekliydi ki elinden gelmeyen hiçbir şey yoktu. Ne işe kalkışsa başarıyordu. Müziklerin en tatlısı onun müziğiydi, resimlerin en güzellerini o yapıyordu, söylediği her söz çevresindekileri mutlu ediyordu. Üstelik de alabildiğine güzeldi. Gülünce ortalıkta güller açar, ağlayınca her yere inciler saçılırdı. Elbette zaman zaman ağlardı da, ama bu istediği bir şey olmadığı için değil de gördüğü bir şey hoşuna gitmediği için olurdu. İstediği her şey onundu zaten. Herkes onun isteklerini yerine getirmeyi kendine bir zevk bilirdi. Yalnız olduğu zamanlar da canı sıkılmıyordu, çünkü başkalarının cansız sandığı şeyleri canlandırabildiğini, onlarla konuşabildiğini ve onları birbirleriyle konuşturabildiğini bulmuştu. Bir gün bir yerlerde tanrının her şeye gücünün yettiğini duymuştu. Düşününce o tanrı dedikleri şeyin kendisinden başkası olamayacağına karar verdi. Çünkü gücünün yetmediği bir şey düşünemiyordu. Canı bir yer mi görmek istiyor, orada olması için istemesi yetiyordu. Dünyanın en güzel çiçekleri onun için açıyor, en tatlı meyveleri onun için olgunlaşıyorlardı. Adının tanrı olduğunu bulduktan sonra başkalarının tanrı için neler söylediklerini daha bir dikkatle dinler oldu. Anlaşılan herkes şu tanrıyı pek seviyordu, ama bir yandan da ondan korkuyorlardı nedense. Tanrının yani kendisinin onlara bir kötülük yapacağını sanıyorlardı. Oysa böyle bir şey yapmayı hiç düşünmemişti o. Zaten istese de nasıl kötülük yapılacağını bilmiyordu ki. Öyleyse tanrı olamazdı, çünkü tanrının her şeye gücünün yetmesi gerekiyordu, halbuki o daha nasıl kötülük yapılacağını bile bilmiyordu. Yine de azıcık tanrı sayılırdı, şu kötülük kısmı dışında yani.
Aslında ne olduğu pek de umurunda değildi. Yapacak öyle çok işi vardı ki günler yetmiyordu bile. Gündüzleri yapmayı bitiremediklerini gecenin karanlık saatlerine bırakıyordu. O saatlerde her şey daha da kolaylaşıyordu zaten. İstediği her şeyi gözü kapalı yapabiliyordu o saatlerde. Böyle gecesini gündüzüne katıp uğraşıp durdu. Dünyanın her yanını kendi kafasına göre düzenledi, bu işten bıktığında da yeni dünyalar yaratmakla uğraştı. Çevresindeki her şey ona işlerinde yardım etmek için çırpınıyordu. Güneşi gördüğünde ışık, rüzgarı hissettiğinde serinlemek, yağmur yağdığında ıslanmak istiyor, böylece o da onların işini kolaylaştırıyordu. Her yeni yarattığı şey kendisine benzer başka şeyler yaratmasında ona destek oluyordu. Evrenin sınırının, güzelliğin sonunun olmadığını duymuştu bir ara. Bu da çok hoşuna gitmişti, öyleyse işleri hiçbir zaman bitmeyecek demekti.
Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovaladı.
Sonra bir gün geldi. Canı artık ne yaratmak, ne de dünyayı kendine göre düzenlemek istemiyordu. Tanrı olmaktan bıkmıştı. Canı sıkılıyordu. Yanında birileri daha olsun, hep birlikte bir şeyler yapsınlar istiyordu. Durup etrafına bakındı. Çevresinde kimsecikler yoktu, yapayalnızdı. Birlikte yeni şeyler yaratabileceği birilerini bulmak için dolaşması gerektiğini düşündü, yalnız olmadığına emindi. Dolaşırken karşısına bir ayna çıktı. Eskiden aynalarda gördüğü tombul yanaklı bebek yerine şimdi bir kız parlak gözleriyle ona bakıyordu. Kıza gülümseyip “ne kadar da büyümüşsün,” dedi ve minik bebek odasından dışarıya, onu bekleyen büyük dünyaya çıkmak için ağır ağır hazırlanmaya başladı.
Hazırlık hiç de kolay olmadı. Her şeyini yanında götürmek istiyordu ama bunları taşıyacak yeri yoktu. Elindekileri birer birer bıraktıkça çevresi giderek solmaya başladı. Ama bunu önemsemiyordu. O başka insanlarla birlikte olmak istiyordu, onlara benzemek istiyordu, onlardan biri olmak istiyordu. Odasından dışarı çıktığında onu görenler gözlerine inanamadılar. Artık güzel değildi, güldükçe güller açmıyor, ağladıkça inciler saçılmıyordu. Üstelik elinden de pek fazla bir şey gelmiyordu. Bir şey yapmak istediğinde herkes gibi çalışması, uğraşması gerekiyordu ve yaptığı şeyler de her zaman güzel olmuyordu. Eskiden onun işlerini kolaylaştıran her şey şimdi önüne bir engel çıkarıyordu. Çevresindekilere niye her şeyin bu kadar zor olduğunu sorduğunda “yaşam kavgası bu” diyorlardı ona. Dışarı çıktığına pişman oluyordu zaman zaman. Artık odasına bir daha hiç geri dönemeyeceğine inanmıştı ve bu onu her geçen gün daha da hırçınlaştırıyordu. Dışarıya aslında ne için çıktığını unutup gitmişti.
Acaba bir gün yeniden hatırlayacak mı dersiniz...
Unutkanlık işte
Bir gün bir yerlerde tanrının her şeye gücünün yettiğini duymuştu. Düşününce o tanrı dedikleri şeyin kendisinden başkası olamayacağına karar verdi.