Sokağın Piyanisti

Kıyıdan biraz gerideki dar sokağın üç dört katlı, eski binalarında oturanlar genellikle birbirlerini tanıyan insanlardı. Aralarında burada doğup büyümüş olanlar bile vardı ki İstanbul gibi hareketli bir kent için bu pek de sık rastlanan bir durum değildi.

yazı resim

Havaların ısınmasıyla birlikte o güne dek sımsıkı kapalı duran pencereler de birer birer açılmaya başlamıştı geceleri. Uzayan günler beraberlerinde tatlı akşam saatleri getirmişlerdi. Balkonlarda yeni açmış çiçeklerin arasına yerleştirilen küçük masaların çevresinde geç saatlere kadar birileri oturuyor, balkondan balkona sohbetler sürüp gidiyordu. Kıyıdan biraz gerideki dar sokağın üç dört katlı, eski binalarında oturanlar genellikle birbirlerini tanıyan insanlardı. Aralarında burada doğup büyümüş olanlar bile vardı ki İstanbul gibi hareketli bir kent için bu pek de sık rastlanan bir durum değildi. Bütün yerleşikliğinin yanısıra sokak sakinleri yeni kiracılara da çok alışkınlardı. Her apartmanda bir kaç daire düzenli aralarla dolar boşalır dururdu. Yeni gelenlerin sokağın havasına ayak uydurmaları pek zor olmazdı genellikle. Hemen herkesin kendini rahatça evinde hissedebileceği kadar sıradan bir sokaktı burası.
O yıl ilkbahar başlarında aynı apartmanda altlı üstlü iki daire boşalıp da camlara "Kiralık" levhaları asıldığında kendilerine ev arayan bir kaç kişi ve o bölgenin emlakçılarından başka hiç kimsenin bu olayla ilgilenmemesi son derece doğaldı. Bir kaç hafta sonra "Kiralık" ilanlarının camlardan indirildiğini görenler yeni komşularının eşya kamyonlarıyla evin kapısına geleceği günü beklemeye başladılar. Yok, öyle merakla bekliyor değillerdi, ama yine de her gün karşılaşacakları yeni yüzlerin nasıl insanlara ait olacağı sorusu azıcık da olsa ilgilerini çekmiyor değildi. Özellikle de alt katlarda oturan ve kedileri beslemekten artan zamanlarının büyük çoğunluğunu pencerenin önünde kahve içerek geçiren bir kaç yaşlı teyzenin dünyasında böyle zamanlarda hep olduğu gibi küçük bir beklenti rüzgarı esiyordu.
Tesadüf bu ya iki katın kiracıları da evlerine aynı gün taşındılar. Neyse ki her katta bir daire vardı da eşyaların çıkarılması çok fazla sorun yaratmadı. Ama daracık sokakta park eden eşya yüklü iki kamyonun ve binaya girip çıkan bir yığın insanın yarattığı telaş içerisinde kimse evlerin gerçek sahiplerinin kimler olduğunu anlayamadı. Bir kaç gün sonra her iki daire de pencerelerinde perdeleri, balkonlarında çiçek saksıları ve köşelere tıkıştırılmış bir kaç gereksiz eşyasıyla ötekilerden ayırdedilemez olmuşlardı. Yeni taşınanlar epey kalabalıktı. Bakkal bir kaç gün her yeni müşterisinin yeni kiracılardan biri olduğunu düşündü, ama bir süre sonra işin içinden çıkamayınca bu meseleyi kafasından silip attı. Apartmanın eski sakinleri de ondan daha iyi bir durumda değillerdi. Sabah işlerine giderken, akşam evlerine dönerken, komşuya bir uğrayacakları sırada merdivenlerde, kapının ağzında onlara "Günaydın," "İyi akşamlar," "Buyrun siz önden geçin," diyen yeni yeni insanlarla karşılaşıyorlardı sürekli olarak. Hayır, gördüklerine bir itirazları yoktu elbette. Temiz suratlı, kendi halinde insanlardı bunlar. Ama tüm bildikleri buydu. Onlara daha şimdiden onlarca yeni yüzle karşılaşmışlar gibi geliyordu. Böyle durumlarda en erken ve en sağlıklı haber alınabilecek merciye, yani kapıcıya başvuranlar pek aydınlatıcı cevaplar alamadılar. İkinci katta oturanların kapıcıya şimdiye kadar hiç işi düşmemişti, bir kaç sabah ekmek dağıtırken kapılarını çalmış, kimse açmayınca da bir daha uğraşmamıştı. Öteki dairede, yani üst kattakinde her sabah kapıyı bir genç kız açıyor, iki ekmek alıyor ve daha kapıcı servisini tamamlamadan çıkıp gidiyordu. Akşamları ne zaman geri döndüğünü bilemiyordu kapıcı, çünkü hiç görmemişti.
Küçük bir merak dalgası yavaş yavaş sokağı kaplamaya başladı. Önce bu durum karşı apartmanın alt katında oturan ve yaşının getirdiği bütün sevimlilik ve inatçılıkla mahallenin olaylarına eğilen Safiye teyzenin kulağına ulaştı. Penceresinden her iki balkonu da rahatça görebildiği için bu konuyu kolayca çözebileceğine emindi Safiye teyze. Her sabah eski bir gazetenin içine doldurduğu yemek artıklarıyla, kendi apartmanında herkes karşı çıktığı için yan apartmanın bahçesinde mahallenin kedilerine bir ziyafet çektikten sonra kahvesini alıp penceresinin önüne yerleştiğinde karşısındaki balkonları ayrı bir ilgiyle izler olmuştu artık. Ama neredeyse bir hafta dikkatli bir gözlem yapmasına karşın pek bir sonuç elde edemedi. Alt katta oturanlar nasıl yapıyorlarsa tam o bakmadığı sırada balkona çıkmayı başarıyorlardı. Birilerinin balkona çıktığına emindi, çünkü ne zaman bir işi için mutfağa ya da başka bir yere gitse döndüğünde balkonda bir şeylerin değişmiş olduğunu görüyordu. Ya çiçekler sulanmış oluyor, yapraklarında kocaman su damlaları parlıyordu, ya daha önce görmediği bir kutu oluyordu balkonda. Kimi zaman kenardaki çamaşır ipine bir kaç çamaşır asılmış ya da bunlar toplanmış oluyordu o içerdeyken. Üst kat balkonunun durumu daha da vahimdi. Zaten gözlem koşulları da biraz elverişsizdi Safiye teyze için. Balkonun yalnızca alt kısmını görebiliyordu oturduğu yerden. Bu da az bir şey değildi tabi. En azından o balkonda sık sık dolaşan bir takım ayaklar olduğunu öğrenebilmişti. Romatizmalarının izin verdiği ölçüde kafasını yana eğerek biraz daha yukarıyı görmeye çok uğraşmıştı ama ayakların sahiplerinin belden yukarılarını görebilmek kısmet olmamıştı henüz.
Safiye teyze çabalarının sonunda elde ettiği bilgileri kendine saklamayacak kadar cömert bir yüreğe sahipti. Tanıdığı herkesle paylaştı. Sokakta tanımadığı hiç kimse yoktu zaten şu yeni kiracılar dışında. Yalnızca onlar değil her gün sokaktan geçen sebze satıcısı, tüpçü ve sucu da Safiye teyzenin bilgi dağarcığından nasiplerini aldılar. Aslında onlar da cömert insanlardı, birşeyler biliyor olsalardı elbette Safiye teyzenin anlattıklarına onlar da katkıda bulunmak isterlerdi. Ama ne yazık ki söyleyebilecekleri hiçbir şey yoktu. Sebze satıcısının bu sokaktaki müşterilerinde bir artış olmamıştı son günlerde. Tüpçü her iki daireye de ilk taşındıkları gün birer tüp bırakmıştı, bunların bitmesine daha epey zaman olduğunu tahmin ediyordu. Taşımacıların kargaşasında kimsenin yüzünü bile görmemişti doğru dürüst. Sucu biraz daha çok şey biliyordu. Alt kattakiler üç günde bir, üsttekiler her gün su alıyorlardı ama telefonda siparişleri alan kız arayanların adresleri dışında hiçbir şeyle ilgilenmediği için dikkate değer bir bilgi edinmek zordu. Tamam, suyu kapılara o götürüyordu, ama genellikle gittiğinde boş su kabı kapının önünde getirilmiş oluyor, zili çalıp dolusunu bırakıyor, kapıdan kendisine uzatılan parayı alıp gidiyordu. Nedense kendisine parayı uzatan elin sahibine bakma fırsatı bulamamıştı şimdiye kadar. Hem zaten o kadar katı sırtında bilmem kaç litre suyla tırmandıktan sonra insanda hal mi kalıyordu ki! Yine de bir dahaki sefere unutmayıp kim olduklarına bakacağına söz verdi de Safiye teyzenin "Ne günlere kaldık, insanlar artık karşılarındakinin yüzüne bile bakmaz oldu," türünden sızlanmalarına bir son verdirebildi.
Sokağa yavaş yavaş yayılan merak dalgası havaların her gün daha güzelleşmesiyle gelen hareketlilikten dolayı Safiye teyze dışında hiç kimsenin yüreğinde bir köpük bile yaratmadan başladığı gibi söndü gitti. Yapılacak bir yığın iş vardı şimdi. Bahar temizliği, yaz temizliği, tatil hazırlığı, yaklaşan karne zamanıyla birlikte çocukları okula gidenleri saran telaş, daha büyük öğrencilerin türlü çeşitli okullara girme savaşı verecekleri sınavların derdi. Tabi bütün bunların arasına birazcık da eğlence sıkıştırmak gerektiğinden hafta sonları artık şu giderek az bulunan 'açık hava'yı elde etmek için verilen mücadelelere ayrılmıştı. Kimsenin kendi işlerinden başka bir şeyi görecek hali yoktu.
Ta ki geceleri sokağa çöken derin sessizlik her gece yaklaşık aynı saatlerde ilginç bir müzikle bölünmeye başlayıncaya kadar. Sabaha doğru, sessizliğin en koyu, seslerin en güçlü olduğu saatlerde sokakta kısa bir süre için tuhaf bir piyano sesi yankılanıyordu. Önce bütün tuşlara basılıyormuşçasına gürültülü bir ses, ardından bir nota, ardından bir tane daha, sonra kısa bir ara, sonra ardarda dökülen notalar ve yeniden sessizlik. Bütün bunlar çok kısa sürdüğünden önceleri hiç kimse farkına varmadı. Ama her gece aynı şeyler tekrarlandığı için tam o saatte kimbilir hangi nedenle uyanmış birilerinin bunu duyması kaçınılmazdı. Sesler yeni kiracıların taşındığı apartmandan geliyordu. Bir süre hangi kattan geldiğini kimse çıkaramadı çünkü o saatte bütün sesler yankılandığından uzaklardaki bir gürültüyü bile insan hemen yanıbaşındaymışçasına rahat duyabiliyordu. Bir kaç gün bunu anlamakla geçti. Bir yandan da giderek artan bir öfke dalgası kaplıyordu sokak sakinlerini. Bu da ne demek oluyordu böyle... İnsan gecenin o saatinde piyano çalar mıydı... Yaşlıları, hastaları, uyuyan çocukları rahatsız etmek ayıp değil miydi... Birilerinin bu işe bir dur demesi gerekiyordu. Tamam, herkes dur demeye hazırdı ama kime diyeceklerini bilmiyorlardı. Bunun üzerine ilk önce hangi daireden geldiğini anlamaya karar verdiler. Bunu anlamanın kolay bir yolu vardı. Piyano sesini duyunca apartmanda oturanlardan birinin çıkıp iki dairenin de kapısına kulağını dayaması yeterdi. Ama söylemek yapmaktan daha kolaydı. Gece vakti pijamaları, gecelikleriyle merdivenlerde koşuşturup elalemin kapısını dinlemeye hiç kimse yanaşmıyordu. Bu görevi kapıcıya yıkmaya çalıştılarsa da başarılı olamadılar. Adam "Kalkıp kapıyı biri açsa, bana ağzına geleni söylese ne yaparım abi..." deyip duruyordu. Bu bir işe yaramayınca onların anlayacakları dilden konuşmaya karar verdi ve bu işin kapıcının sorumlulukları arasına girmediğini daha hukuki bir dille anlattı onlara. Tecrübeli adamdı, gerektiğinde kendini savunmayı bilirdi. Kapıcının sert muhalefeti karşısında iş başa düşmüştü. Birinci katta oturan yaşlı karı koca romatizma, tansiyon ve benzeri nedenlerle bu eyleme katılamayacaklarını bildirdiklerinden görev en üst kattaki iki çocuklu genç çifte düştü. Evin babası üzerine yüklenen bu sorumluluğun ağırlığı altında uykusuz geceler geçirmeye hazırladı kendini, ne var ki hazırlık yetmiyordu anlaşılan. Üç dört gece üst üste karısının onu dürtüp "Kalksana, bak yine başladılar çalmaya;" demesi bir işe yaramadı. Karısının giderek sertleşen dürtüklemeleriyle dehşet içinde gözlerini açan adam bir seferinde yataktan yere yuvarlandı, bir başkasında gece lambasını devirdi, yine bir gece odadan dışarı koşarken ayağı sandalyeye takılıp yere düştü. Bütün bu çabaların sonucunda tek elde ettikleri şey uykularından uyanıp ortalıkta dolaşmaya başlayan iki ufaklık oldu. Çünkü her seferinde adam daha salon kapısına ulaşmadan sesler kesilmiş oluyordu. Erkeğinin sorunu çözmekte gösterdiği büyük başarısızlık sonunda evin annesini o kadar rahatsız etmişti ki işi kendisi üstlenmeye karar verdi. Anneliğin verdiği keskin kulaklarıyla bu iş onun için çok kolaydı. Kararını verdiğini ertesi gece piyano sesini duyar duymaz yatağından kalktı, ayağına terliklerini bile giymeden doğru merdivenlerden aşağı inip kulağını daire kapısına dayadı. Tamam, ses buradan geliyordu, hiç kuşku yoktu. Piyanonun sesi kesildikten sonra içeriyi biraz daha dinledi. Tek duyabildiği şey homurtulu bir sesle çalışan eski bir motordu. Herhalde buzdolabı olmalıydı bu: Bu sesi tanıyordu, çünkü kendilerininki de böyle ses çıkarıyordu. Bu sırada içeride küçük tıkırtılar duyunca telaşla merdivenlerden yukarı çıkıp yatağına döndü.
Suçluyu bulmanın verdiği huzur herkesi pek bir cesaretlendirmişti. Bir an önce gidip şu kendini bilmezlerle konuşmak için yanıp tutuşuyorlardı. Birinci kattaki yaşlı adam bu konuşmayı yapmanın kendisine düştüğüne karar verdi. Ne de olsa tansiyonu vardı onun, böyle her gece uyandırılmak sağlığına zararlıydı. Her ne kadar karısı daha şimdiye kadar yalnızca bir kere uyandığını söylüyorsa da aslında o kimseyi rahatsız etmemek için uyuyormuş gibi yapıyordu, yoksa hep duyuyordu geceleri kopan cümbüşü. Sözlerine karşı çıkan olmadığını görünce gençlere taş çıkartacak bir kararlılıkla merdivenleri çıktı. Üçüncü katın ziline bastığını duydu aşağıda toplananlar. Başka bir şey de duymadılar. Sonra yine zil sesi, sessizlik. Bu böyle bir kaç kez yineledikten sonra bu kez de kapıyı yumruklamayı denedi adam. Ama bütün bunlar bir işe yaramamıştı. Merdivenlerden yorgun ayak sesleri duyuldu. Yeniden romatizmalarını ve tansiyonunu sırtlanmış yaşlı bir adam indi aşağı. "Evde yoklar," diye homurdandı. Herkes hayal kırıklığına uğramıştı. Yaşlı adamın merdivenleri çıkarken hazırladığı insan hakları konusundaki uzun ve etkili konuşmayı aşağıda bekleyenlerin üzerinde denemesi durumu değiştirmiyordu. Eğer bütün olan biteni yerinde izlemek için yanlarına gelen Safiye teyze olmasaydı bir sonuç elde edemeden dağılacaktı herkes. Ama Safiye teyze öyle kolay teslim olmazdı. Yeni bir çözüm bulmuştu. Madem piyano sahipleriyle konuşamıyorlardı öyleyse onları bir de yeni taşınan öteki kiracılara şikayet edeceklerdi. Hem zaten bu işten en çok rahatsız olması gerekenler de onlar değil miydi... Aslında bunun ne işe yarayacağını kimse bilmiyordu ama Safiye teyze öylesine inançla konuşuyordu ki anlamasalar da kabul ettiler. Üstelik konuşma işini de Safiye teyze üstlenmeyi kabul ediyordu.
Safiye teyzenin yüreciği heyecanla çarpıyordu şimdi. Kendilerini göstermeden balkonda dolaşıp duran şu insanları görebilecek, görmek ne kelime, onlarla konuşabilecekti bile. Uçar adımlarla merdivenleri tırmandı, zile bastı. Aşağıdakiler soluklarını tutmuş bekliyorlardı. Acaba bu kez başarılı olabilecekler miydi... Zilin ikinci kez çalınmasına gerek kalmadan kapının açıldığını duydular. Safiye teyzenin şarkı söyler gibi kelimeleri uzatarak anlattığı şeyleri tam olarak duyamamışlardı ama gelen cevap çok kısa olduğu için kimse anlamakta güçlük çekmedi. Tok bir erkek sesi "ben hallederim teyze, sen meraklanma!" demişti.
Safiye teyze al al olmuş yanaklarıyla aşağı indiğinde mutluluktan gözleri parlıyordu. Bir taşla iki kuş vurmuştu. Hemen çevresine toplananlara rapor vermeye girişti. "Kapıyı önce efendi bir kadın açtı, beni görür görmez içeriden kocasını çağırdı. Kadıncağız biraz çekingendi ama adam durumu hemen halledeceğini söyledi. Dediğini de yapar böyleleri. Görürsünüz, yarın gece hepimiz rahat bir uyku uyuyacağız."
Yeni kiracılar konusunda edindiği son bilgiler Safiye teyzenin yepyeni kuramlar geliştirmesini de sağlamıştı. Ertesi gün bakkaldan eve dönerken kendi kendine bildiklerini sıralıyordu. Alt katta oturanları görmüştü artık. Demek ki o her gün öğlen saatlerinde pencerenin önünden geçen iri yarı adam ikinci katta oturuyordu. Karısını daha önce gördüğünü hiç hatırlamıyordu. Pek dışarı çıkmaya meraklı biri değildi herhalde. Acaba eve girip çıkan bütün o yeni insanlar kimdi... Hepsi de üçüncü katta oturuyor olamayacaklarına göre demek ki oraya gelip giden epey fazlaydı. Safiye teyze başını salladı. "Ah şu gençler!" diye mırıldandı durup dururken. Tam o sırada üçüncü kat balkonunda bir çift ayak göründü yine. Elindeki poşetleri yere koyup biraz dinlenmek için evinin kapısının hemen yanıbaşında durmuş sokağı seyreden Safiye teyze için bugün gerçekten şanslı bir gündü. Başını biraz yukarı kaldırınca ayakların üzerinde mavi pantolonlu ince bir çift bacak, gri bir gömlek ve gömleğin üzerinde kısa saçlı genç bir kız kafasının durduğunu gördü. Kız balkonda bir kaç adım attı, yere diz çöktü, bir şeylerle uğraştı, sonra doğrulup yeniden içeri girdi. Piyanoyu çalan bu kız olmalıydı. Düşüncesiz, saygısız, umursamaz bir şekilde geceleri bütün sokağın uykularını bölmenin ne demek olduğunu anlayacaktı şimdi. Alt kattaki adamın tok sesi gelir gibi oldu kulağına. "Ben hallederim teyze, sen meraklanma!" Kıza acır gibi oldu bir an, ama o da böyle densizlikler yapmayaydı canım. Bu sırada kız yeniden balkona çıkmıştı, kucağında küçük bir tekir kedi vardı bu kez. Safiye teyze bu küçük kediyi tanıyordu. Mahallenin bütün kedilerini tanırdı o. Bunlar bir kaç ay önce doğmuştu. Anaları tam beş yavru doğurmuş, hepsini de bir güzel büyütmüştü bir süre. Sonra yavrulardan biri yoldan geçen bir arabanın altında kalmıştı. Birini bakkalın karısı almıştı evine. Kalan üç yavru yuvarlana yuvarlana büyüyorlardı. Bir gün iki tane kalıvermişlerdi. Safiye teyze yine bir tanesinin arabanın altında kaldığını sanmıştı. Demek yanılmış. Kız eğilip yavruyu yere bırakırken yukarı seslendi, "Yavrum, baksana bir dakika!" Sokakta yankılanan çatallı sesi kıza kadar ulaşmamış olabilir diye bir daha sesleniyordu ki kızın eğilip ona bakmakta olduğunu gördü.
"Ne var teyze..."
"O kediyi şu yandaki bahçeden aldın değil mi..."
"Evet, yoksa sizin kediniz miydi..."
"Onların hepsi benim kedilerim."
"Özür dilerim, bilmiyordum, sokak kedisi sanmıştım."
"Sokak kedisi zaten yavrum. Ben beslemeye çalışıyorum elimden geldiğince."
"Yani bende kalabilir mi..."
"Tabi canım, istiyorsan öteki yavruları da al, hayır işlemiş olursun."
"Yok, bir tanesine anca yetiyor gücüm. Hem zaten önümüzdeki ay annemler gelecekler, bakalım onlar ne diyecek..."
"Bu sabah akciğer haşlamıştım ben de. Seninki pek sever ciğeri, gel de sana da vereyim birazını."
Kız bir an durakladı. Sonra kediyi yere bırakıp "tamam, şimdi geliyorum," diye seslendi.
Safiye teyzenin beyni yeni verileri çoktan işleme koymuştu bile. Demek bu yavrucak evde kendi başınaydı. Pek de küçük görünüyordu. Analar nasıl oluyordu da böyle küçücük kızları bir başlarına bırakıyorlardı. Okul, sınavlar türünden şeyler geçti aklından. Kız apartmanın kapısında belirdiğinde o çoktan kıza analık etme görevinin ona düştüğüne karar vermişti bile.
Kız ihtiyarın çay ve sabun kokulu mutfağında yaptıkları tatlı sohbetten sonra, bir elinde haşlanmış akciğer dolu küçük bir kase, ötekinde bir tabak peynirli börek, yüzünde biraz şaşkın bir ifadeyle apartmanın kapısına doğru yürürken Safiye teyze birden unuttuğu bir şeyi hatırladı. Arkasından seslendi:
"Baksana kızım, sen piyano da çalıyor musun..."
Kız biraz şaşırmıştı ama yine de kibarca cevap verdi.
"Yok, ben çalmıyorum ama kardeşim çalıyor."
"Ee, hani onlar daha gelmemişlerdi."
"Gelmediler, yazın sonunda gelecekler. Benim sınavlardan sonra staj yapmam gerekiyor, onun için burada kalıyorum."
"İyi de kim çalıyor sizin piyanoyu..."
Kız iyice afallamış bir yüzle bakıyordu şimdi. "Hiç kimse... Hem siz bizde piyano olduğunu nereden biliyorsunuz..."
Safiye teyzenin de kafası karışmıştı. "Mahallede bilmeyen mi kaldı yavrucuğum... Her gece, her gece. Bir kıyamettir kopuyor sizin evde. Belki o gelen giden arkadaşların çalıyorlardır."
Kız karşısındaki sevimli ihtiyarın bunamış olup olmadığını anlamaya çalışır gibi bakıyordu şimdi. "Hangi gelen giden arkadaşlarım. Siz alt kattakilerle karıştırıyor olmayasınız. Sanırım çok kalabalık bir aile olmalılar. Akşamları geç saatlere kadar oturup konuştuklarını duyuyorum hep. Bana gelen pek olmaz. Annem eve arkadaş çağırmamı pek sevmiyor, komşuların laf edeceğinden çekiniyor biraz da sanırım. Onun için çoğunlukla ben arkadaşlara giderim."
Safiye teyze kendi kendine konuşur gibi "peki ya o piyano sesi..." diye mırıldandı.
"Hangi piyano sesi..."
"Hani şu gece vakti çalıp duran piyano var ya."
İkisi de çaresiz bir yüzle birbirlerine bakıyorlardı. Ortalık bir anda sessizleşmişti ya da onlara öyle geliyordu. Tek duydukları şey sokağın yukarısında dalgalanan bir piyano tıngırtısıydı. Notalar bir süre birbirlerini kovaladılar, sonra bir anda kesildiler. İlk kendini toplayan Safiye teyze oldu, "İşte bak duymadın mı... Sizin evden gelmiyor mu bu ses... Evde bir arkadaşın mı vardı..."
Kız olayı anlamıştı artık, gülüyordu.
"Evet var tabi. Benim küçük kedim var ya. Yemeğini beklerken sanırım bize küçük bir konser veriyor. Piyanonun üzerinde dolaşmayı pek sever de. Bir görseniz, patilerini koyduğu yerlerden ses çıktığını görünce nasıl da zıplıyor tuşların üzerinde."
Safiye teyze de gülümsemeye çalıştı. Kız yeniden teşekkür edip kendi evine doğru yürürken o olduğu yerde durmuş ciddi bir sorunu çözmeye çalışıyordu. Şu iri kıyım "ben hallederim teyze," ne zaman dönüyordu acaba evine... Bu akşam onun dönüşüne kadar pencerenin önünden ayrılmaması gerekiyordu. Adamın tok sesi hala kulağındaydı.

Başa Dön