Sevgi dünyadaki yaşam ırmağıdır. -Henry Ward Beecher |
|
||||||||||
|
ve dünya malına tamah gardaşı gardaşa düşman eder gülüm oysa ne toprak vergi ister ne zaman sorgu ister susar su bile birgün mecnun leylaya varamamıştır işte buda başka sürgün gülüm susuz çölün bir vaha gözyaşı vardı demek ki oda kurumuş adı ayrılık ölüm ile eş... küfrettiğimiz kendimiziz küfürü ki icat eden de kendimiz isek kitabı mukaddesi küfürden uzak okursak niye canına okuruz gülüm ayrılığın hemde arkasından ver yansın ana avrat hem küfür yaratmadı ki zalim ayrılığı bak yine yanlış söyledin işte hem kim dedi ki sana ayrılık zalim oy gülüm ayrılığın icadı insanın özü anlamamak yatar düşüncesinde anlamamanın içinde gülüm anlamayı anlatmak var anlamak var ayrılığın bir yolcu olduğuna inanmak var gülüm küfür ile değil elini bırakmamak var asıl ayrıldığın kendinde eksilen parçandır bir yanın sızılar zaten feleğe ne desen felek hangi bir işe yetişsin felek bir tek ama bir dünya dolusu suçlu göreni var... hangi çağdı acaba insan ilk aşka düştüğünde dişinin dişi kesti erkeğin güçlü erkekliğine güvenip atılgan yüreğinin delişmenliğini yelesiz ve kuyruksuz bir aslandan geriye bir gönül ocakbaşının köşesine hangi dişi hangi zaman oturttu uslu bir çocuk gibi ninni bekler gibi dört gözle uyku bekler gibi süzülgen gönül gözlü ama ölümü bile unutmuş çarpan yürekle adam adam olalı aşk boyundan uzun oldu ne dersin gülüm kim bile bilir ademden önce aşk hangi batından doğmuştur ki kadın bunca gücü alt etmiştir bir ok kirpikle ve esir etmiştir kahramanın kanına kadar bir ahu bakışla havva anamız adem babamız ile demek bundandır şimdilerde dünyaya sığmaz büyüklüktedir... Fırat asidir hep hele ki kış biterken dağların eteklerini yeşil nebat halısı örterken zemheriyi göçe zorlarken cemre güneş ateşli suyla yıkanıp tepesine çökerken en yüce dağ şapka çıkarır önünde mantosunu soyar ovaya akıtır gönül suyunu ağaçlar giyinir yaprak yaprak bir mevsim güller bir kızın dudaklarıdır öpülmüş ki kızıl utanmış ki pembe yari görmüştür ki apansız sapsarı işte öyle gülüm aşk toprağa düşer üzerinde nasipleniriz hepsi bu farkımız ayaklarımız değil aklımızdır bizimle gönül rençberliği edecek can toprağını bulmak buradaki ayrılık bir başka mevsime kalsın burada ayrılığın canımdan bir parça olması hesepsızca kadar senin oradaki yaraya sürülmesidir kalbim bundandır iki katlı bir zırh giymiş sn ayrılmazsan benim yüreğimin kalesini ayrılığın fethi ne mümkün gülüm... akardı Munzur toprağın kucağında zaman bir yaşlıya benzerdi nasıl ki her yaşlı kucağında hep ölümü taşırsa ölürdü mevsimini beklemeden zamansız içimde yokluğundan bu yürek gelmedin munzur suyunun yatağı içimdeydi şah damardan kestim kanım olmuş boşu boşuna akar işte ayrılık bu olsa gülüm ölümün gözlerine baka baka ölüyorum diyebileceğinin ölümden hızlı uzaklaştığını görmek düşüncede duygularını birer birer katletmesidir ümitsizliğin bitmektir gülüm ayrılık hiç olmamışça ayrılık demek gülüm hiç başlamamış olmaktır başlamaya bir hayal kurmaktır gülüm bizimkisi bu ayrılıktan değil biz biribirimizin gönlünün içinin içinde ayrılığ yaşarız bir baş yüzüdür bizimkisi ayrılık bile ayrılık olduğundan şüpheye düşer aynı yerde aynı canda bir başkalıktır yaşanan gülüm tarif edemiyorum işte gülüm, edemiyorum... inlerdi uçurumun önüne gelmiş bir yolcu korkuuyla inlerdi hasta gülerdi ölüm ve işine giderdi hastanın nefesinden atmosferi silerdi duygularındaki ekranı kapatırdır bitirirdi bütün filmi yakardı sinemayı seyredilen her şey yanar bütün seyircileri anların kaçardı kurtulmak için Hiroşima misali ot bile bitmemiş gibidir gülüm ayrılmış gönüllerle ölmüş bedenlerin kemiklerinde yaşamın hiç bir şeyi yazmaz çünkü... ciğerparem Ve nefesim cevahir gözlüm yürekliler yüreklerini yüreklilikle yürek yüreğe katar birbirbirlerine daha yaşıyor yüreklerimiz çıkaralım birbirine kaynatalım ölüm bizi hiç sevmediler bilsin hep yaşamaya günahtır her ayrılık insan bir kere ölür gülüm bu ayrılık ne ola... ve Kömürhan köprüsü hep Harput'a bakacaktır ben ölürüm sen ölürsün Fırat yine akacaktır Malatya'ya Beydağı selam duracaktır her gün yüreğimin başı Harput'tan gelip ışık hızından öte bir sevda ruhuyla düşecektir güneş olup gönlümdür gün gönlümdür gece gönlümdür yıldız mahı nurum kara gecemin meşalesi kurda, kuşa yem etmedim ayrılıktan yana ben ne kendimi ne içimdeki seni göz bebeğimin sevdiği mor ötesi sevda bildiğim renk kenger dikeni batmış oldu bugün yoksun gözümde arpacık ağrısı başladı bakışından sürsene akşama bu göz ağrısı bir başka sen sen diye sancılanır yüreğim iliğim donar ayrılık dersen, deme gülüm, deme... 26.12.2008 Taşkışla/Taksim Bayram Tunca 1956, Elazığ
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © bayram tunca, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |