Aradan geçen onca zaman hangimizi değiştirmedi ki? Hissedilir bir değişimden bahsetmiyorum. Bahsettiğim en derinimizde ki farketmeye zamanın bile yetmediği o an, o ince , saydam ve mor an. Herzaman gittiği koridora herzamanki adımlarla, hatta aynı sayıda adımlarla içten ama anlık bir gülümsemeyle girdi. Klasik mutsuz ama dik durmaya çalışan birinin gülümsemesi değildi bu. Belki dün gece izlediği filmdeki kızın gülümsemesiydi. Belki karşısındakinin başarılı bir yansımasıydı, olağandı. İçindekileri dışa vursa neyi değiştirebilirdi? Olan olmaya hızlı bir şekilde devam etmekteydi. En karanlık noktasını da kahkahalarla anlatmıştı, en mutlu anını anlatırken ise yüzünde herhangi bir mimik yoktu. Sadece anlatmıştı gelip geçen bir anı. Karşısındakinin dinlemediğini, dinlese bile onun için gerçekten sevinmediğini öğreneli sekiz sene olmuştu. O da dinlememeye alışmıştı. Dinliyormuş gibi yapmak zor değildi ve isteneni vermek yeterliydi. Neydi istenen? Gülümse ya da şaşır, dudaklarını şekilden şekile sok. Bunları dinlemeden yalnızca karşısındakinin göz bebeklerine bakarak yapabiliyordu...