Gerçeğin dili çok yalın. -Euripides |
|
||||||||||
|
1.Bölüm “Yahu oynayacağımda yerim dar”…” Oyna be kardeşim oyna…kaldır, indir elini yeter ”. Bir sabah nereden geldi bilinmez, adının Mücteba olduğunu kendi takdimi ile anladığımız bir adam geldi. *Bir yer, zaman, herhangi bir zaman, önemide yok zaten.”Dün dündür, bugün bugün” sözü gündeme girer. Manası anlaşılamaz…alkış tutulur . Biteviye iktidarında, kerameti kendinden menkul beyefendinin ifadesi “ fiziki yol aşınmaları “ tesbit edildiğinde tam anlaşıldı zannedilirken , kırkbeş sene geçmesine rağmen hala anlaşılamadığı hakikattir.Nasıl bir hakikat olduğuna siz karar verin veya boşverin gitsin. Mücteba bey zayıf, çelimsiz görünümlü, kısa boylu, heyecanlı, gözleri fıldır fıldır, takım elbiseli, kravatlı bir adam Mücteba bey. “ efendim sizler ile paylaşmak istediğim önemli bilgiler var “ diyerek başladı söze. Nereye mi geldi? . Yahu önemli mi, durma ayrıntıların üzerinde.Ayrıntıları irdelemek şimdi mi aklına geldi.Diyelim ki öğrendin, ne olacak? diğerleri gibi unutup gideceksin. “ efendim gücüm kalmadı artık, beklemekten yoruldum “ diyerek söze başladı Mücteba bey. “Yaş’ta kemale erdi, geldik gidiyoruz.Elli senedir işi gücü bırakıp her Cuma Eyüp Sultana Camii’ne gittim,döndüm.Gitmeyi sorun etmedim hiçbir zaman, ancak her dönüşte yaşadığım hüsranlar ruhumda derin izler bıraktı.Aslında param olsa dava edeceğim, kandırıldım gibime geliyor! ” dedi.Anlamadık. *Sene 1965 çocuğum. Yer Isparta. Alışılmış gün manzaralarından farklı bir gün olduğu aşikar.Her neyse sebep sokaklar süsleniyor.Tak’lar görüyorum okul güzergahımda, afişler asılmış aynı çeşit.Anlamadım, anlayamadım meraklıda bir çocuğum. Eczacı Halit abiye uğradım. “ Halit Abi nedir bu telaş “ diye sordum. Güldü ilk önce ve sonra , “ karamanın koyunu geliyor, anlatırım, sohbette ederiz ancak boşver hadi sen okula git bakalım “ dedi…anlamadım. Okula geldim. Dersimizin başlamasına onbeş dakika daha var.Öğretmenler odasına gittim.Kapıyı çaldım.İşte oradaydı.Yanına gittim. Ayağını indirdi.”Hoş geldin oğlum”dedi.Sizinle konuşmak istiyorum bir sorum var, dedim. Oturunuz lütfen diyerek yer gösterdi. Direk olarak sorumu ifade ettim ve “ şehirdeki bu farklı telaşın, anlamını sordum. Teşekkür ederim sorun için,dedi, yarın cevabını alacaksın…yarına kadar bekle eve gel sana bir sürprizim var…yarın beraberiz, dedi, şaşırdım. Kim mi? ...Türkçe Öğretmenimiz Av.Ali Şahap Gürelli Beyefendi. Akşam yemeği esnasında Babam Beyefendiye konuyu açtım.Babam “ evet oğlum yarın Başbakan Süleyman Demirel Ispartaya geliyor “ dedi.Bakalım Öğretmeninin sana ne sürpriz yapacak , yarın öğreneceğiz, diyerek ilave etti. Sabah nihayet oldu ancak saat onüç’ e daha çok var…onbeş dakika kala koşa koşa Öğretmenimin evine gitmek üzere yola çıktım. Valiliğin önü mahşeri kalabalıktı.Eve ulaştım zili çaldım, kapı açıldı Ali Şahap Bey karşımda takım elbisesi, kravatlı, cilalanmış ayakkabıları ile hazırdı.Ev ile kalabalığın arası elli metre. Valiliğin kapısından zahmetli bir şekilde girdik. Üzerinde Vali yazan kapıyı tıkladı Ali Bey.İçeri girdik. İstisnasız herkes ayağa kalktı.Ancak şişmanca, orta boylu insan bir ayrı samimiyet ve mahalli şive ile karşıladı Öğretmenimi…hoş geldin Ali , dedi …öğretmenimde, hoşbulduk sayın Başbakan, dedi…etme kardeşim , Süleyman ben, senin çocukluk arkadaşın, ne Başbakanı, baksana ne kadar özlemişim meğer, dedi, sonra dönerek beni gösterdi, Öğretmenim; Serdar, dedi, okulumuzun değerli bir öğrencisi, diyerek söyleyince. Aferin Serdar , ne kadar güzel bir durum bu, baksana Öğretmenin seni alarak buraya gelmiş, gel tanışalım bakalım, dedi. Bindokuzyüzelliyedi’de yüzellidört lira maaşı vardı Baba’mın . Istanbul/ Kadiköy / Kızıltorak/Kördere sokak / No.37 ‘de ikamet ediyorduk. Babam Beyefendi sabah beş’te kalkar ve üç vesait ile Rami’ye, oradan Metris’teki askeri birliğine giderdi…bilirim şaşırmayınız lütfen. Günlerden bir gün Babam eve büyük bir paket ile geldi. Elini, yüzünü yıkayıp gelinceye kadar ne merak ile beklediğimi dün gibi hatırlarım. Babam her zamanki gibi zarif ve o zerafetine uygun bir şekilde paketi açtı. Ne göreyim bir radyo…aman Yarabbi bir radyo…artık bizimde bir radyomuz vardı. Ancak, kimbilir bu bahalı aleti ne şartlar ile almıştı Değerli Babam. Evet, evet sizler ile paylaştığım çocuk düşüncelerime hayret etmeyiniz lütfen. Bu arada Annem Hanımefendi radyomuzun yerini hazırlamıştı bile…yemek masamızın yan tarafında ceviz komidinin üstüne Babam radyomuzu yerleştirdi. Babam prize fişini taktı…ışık yandı, bekledik, bekledik, bekledik…bir türlü geçmedi o ısınma vakti neden mi…o zamanlar radyolar lambalı ve akülü idi.Ancak Dedemin evinde gördüğüm radyonun yanındaki akü bizim radyomuzda yoktu. Aküyümü nerden biliyorum…Dedemden. *Dedem Behçet Usta bir otomobil tamircisi idi.O yıllarda Kızıltoprakta bir tamirci vardı O’da Dedem Behçet Usta. Bir gün tamirhanede gördüğüm, üzerinde çıkıntılar olan şeyi sorduğumda bana , akü demişti…ve ilave etmişti…” Serdar hani evdeki tel dolaplarımızda yemek saklıyoruz ya…bunun içindede elektrik saklanıyor, diyerek ilave etmişti. İlk okul mezunu idi. Çevresi tarafından tanınan, saygı gören, çalışkan bir Adam’dı Dedem Behçet Çiçek.Eli açık ve misafiri hiç eksik olmazdı. Onurlu bir İnsandı.Gece gündüz çalışmış, Aynalı Fırında, Altıyolda, Kızıltoprakta , müştemilat evinin önünde (Fenerbahçe stadının hemen arkasında) dördüncü tamirhanesi kurmuştu. Torunu onun için herşeydi.Bir taneydi torunu onun için…gerçektende tek torunuydum. Bir keresinde yine beraber sohbet ederken şöyle demişti…Serdar sana bisiklet alacağım ancak düşerde bir yerini acıtırsın diye alamıyorum…birde, birde Baba’nı üzmek istemiyorum, demişti…anlamamıştım, çünkü benim böyle bir isteğim olmamıştı ve Babam neden üzülecekti, yoksa Dedem bisiklete Baba’mın binmesine müsaade mi etmeyecek Babam’da üzülecekti.Fakat benim gördüğüm ve bana göre olan bisikletler Baba’ma ufak gelir ve zaten binemezdi, yoksa başka bir şeyler mi vardı Babamı üzecek? . Akşam üzeri Dedem ile eve döndük.Annem her zaman ki gibi hemen üstümü değiştirdi…ve “ oğlum Geldim Amcan(mahallemizin bakkalı/ evlere ekmek ve erzak dağıtırdı) gelmedi, git ve ekmeğimizi al dedi. Bu çok önemli. Yıllar sonra Annem ile sohbetimizde öğrendim…meğer gönderir arkamdan beni takip edermiş “ küçük sorumluluklar almayı öğretmek adına Geldim Amca’dan ekmek almaz O’na da beni göndereceğini tenbih edermiş. Geldim Amca sadece bir bakkal değil, uçurtma yapıp satan, bisiklet tamir eden de bir Adam’dı. İşte fırsatı yakalamıştım…acaba bir bisiklet kaç kuruştu! …belki yirmibeşkuruş harçlıklarımı toplar ben alırdım bisikleti! ...sordum “ Geldim Amca bir bisiklet kaç kuruş…şaşırdı. Serdar bir bisiklet aşağı yukarı elli lira. Lira? ...aman Yarabbi ne kadar bahalı. Dışarı her neresi ise oradan geliyormuş. Ekmeği alıp koşa koşa eve döndüm…zilin mekanizmasını döndürdüm…kapı açılmadı, birde baktım ki Annem Hanımefendi arkamda…komşuya gitmiş! . Akşam yemeğine kadar, yirmibeşkuruşları nekadar zaman toplarsam bir bisiklet alabilirim hesabını yapmaya çalıştım…bir şeyler eksikti…bu hesabın sonu her ne ise on günlük harçlığımın toplamından fazla olmalı idi…parmaklarım on taneydi.Ayak parmaklarımı hesaba sokmadan Babam Beyefendi geldi ve yemeğe oturduk. Tam yemek esnasında Babam Beyefendiye sordum…bindokuzyüzelliyedi…sobaların hazırlandığı vakit…üstümde yeleğim ile ; “ Baba; paramız var mı bizim? “...sessizlik, sessizlik, sessizlik …utandım, utandım, utandım. Acaba ne hata yapmıştım. Yoksa hatanın ötesinde başka bir şey mi vardı sorumda. Babam “ yemeğimizi bitirelim konuşalım oğlum “ dedi. Vakit gelmişti , Annem mutfakta , sedirimize oturduk … Oğlum, diyerek anlatmaya başladı Babam. Her sabah işe gidiyorum…otuz gün sonunda yapmış olduğum işimin karşılığında adına maaş denilen topluca bir para alıyorum…bunun toplamı yüzellidört lira, bunun bir kısmını ev sahibimize, bir kısmını diğer ihtiyaçlarımız için Anne’ne veriyorum kalan kısmı ile evimizin eksiklerini tamamlamaya çalışıyoruz hep birlikte.Sen, Annen ve Ben. Kalan miktar ise senin sorduğun sorunun cevabı olacaktır inşaallah, dedi. Dedemi anlamıştım, cevabı bulmuştum kendimce…ancak bulduğum cevap ilk ve son cevabım oldu yaşamım boyunca…bir bisikletim olmadı ancak hiçbir zaman bunu sorun yapmadım. Onurlu bir İnsan ancak Onurlu bir İnsanın halini anlayabilir ve takdir edebilirdi. Dedem Onurlu bir İnsandı, onurlu Babamı üzmek istememişti, benimde hiçbir yerim acımamıştı. Serdar TUNÇLUER Devamı var
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Serdar TUNÇLUER, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |