Egoistlerin en güzel yanı başkaları hakkında konuşmuyor olmaları. -Lucille S. Harper |
|
||||||||||
|
Telefonunun alarmı çalmaktadır artıp azalarak, saat sabah 6.45’i gösterirken. Sesin artıp azalması arasında uykusuyla cebelleşen, uyanmakla uyumaya devam etmek arası savaşlarından birini daha yaşayan Mr. Ticktock, aniden gözlerini açtı bir galibiyet havasıyla. Çok geçmeden bakışlarındaki muzaffer ifade, karanlık odada ışığı yanıp sönen cep telefonunu görünce yok oluverdi. Zira gece yatmadan önce telefonu uzanamayacağı bir yere koyan bilinç, sabahın bu soğuk karanlığında çok ama çok uzaktadır ve işine bugün de geç kalmayı tolere edebilecek kıvama çoktan gelmiştir. "Ne var canım" dedi Mr. Ticktock. Nasıl olsa eşek gibi çalıştırmıyor muydu adi patronu onu? Fazladan bir yarım saat kestirmek onun en doğal hakkı değil miydi? Hem zaten Mr. Ticktock’un sabah gecikmeleri için patrona sunduğu ya da sunmayı planladığı güvenilir ve kalabalık bir mazeret listesi de vardı. Banka işleri, fatura ödemeleri, vs vs.. Bütün bunların muhasebesini saniyeler mertebesinde yaptı bitirdi. Nasıl olsa bu düzenbazlığa alışan vicdanıyla hesaplaşıp kendini aklayacağından emindi. Geriye halledilmesi gereken tek bir sorun kalıyordu, o da artıp azalan çığlığıyla onun işine gitmesi gerektiğini hatırlatan lanet telefonu susturmaktı. Gel gör ki, gene her zamanki hadiseyle karşı karşıyaydı Mr. Ticktock. Telefon gene çok uzaktaydı ve uyumaya devam etmek için yapması gereken şey çok basitti; kalkıp telefonu koyduğu, odanın diğer ucundaki sehpaya kadar yürümesi gerekiyordu. Ve ciyak ciyak öten telefonun herhangi bir tuşuna basması, ekstradan sessiz bir on dakida demekti. Sonrası ise kolay, telefonu yanına alıp birkaç erteleme daha yaptıktan sonra kalkıp işine gidecekti. Ne var ki, o sımsıcak uyku kokan yataktan kalkıp buz kesmiş odada iki adım atmanın, uykudaki lezzetin bir daha geri gelmemek üzere kaybolması demek olduğunu çok iyi biliyordu. Tıpkı yaşamındaki geride kalmış bütün güzelliklerin gidip bir daha dönmediği gibi. Değişen hiçbir şey yok bu savaşların dışında. Uykuda ve uyanık veya her ikisi de. Emin olamama... Çalan telefona karşı pes edip uyansa ve işe gitmek üzere hazırlansa mı; yoksa direnip zil sesine, yatakta, kafasını yastığın altına geçirip uyumaya mı çalışsa? Acaba hangi seçenek daha az kötü olandı, buna bir türlü karar veremiyordu işte. İki ucu boklu değnek bu olsa gerekti. Birden, içinde bulunduğu anın, bu cebelleşmenin, nasıl da hayatının tümünü özetleyen bir numunelik olduğunu fark etti. Ve derhal kendisini böylesine ezik hissettiği anlarda her zaman yaptığı gibi, seyretmekten en fazla haz aldığı görüntüyü aklına getirmeye çalıştı. Bu ne uçsuz bucaksız engin bir deniz, ne de bir Van Gogh tablosunu andıran geniş bir çiçek tarlasıydı. Mr. Ticktock, en çok okul bahçesinde koşuşturan çocukları bir kenara geçip seyretmeyi, onların gamsız tasasız koşuşuturmalarını, yere düşüp ve yeniden kalkarak koşmaya devam etmelerini, ve bütün bunlar esnasında ortaya çıkan o saf çocuk gürültüsünü işitmeyi çok ama çok seviyordu. Bütün gün öylece oturup seyredebilecek kadar çok sevdiği bu manzara, içinin tarifsiz bir huzurla dolmasına yetiyordu. Nitekim öyle de oldu, o huzursuz ikilemin yarattığı gerginlik yavaş yavaş kayboldu, ve Mr. Ticktock kendini daha iyi hissetmenin farkındalığıyla, suratında sakin bir gülümseme olduğu halde yatağında sırt üstü uzanmaya devam etti. “Neden yaşamının büyük bir çoğunluğunda mutsuz ve umutsuzdu?” “Hayatın geri kalanı da böyle mi devam edecekti?” ve “Nasıl oluyor da okul bahçesinde koşuşturup oynayan çocukları seyretmek onun bütün bu sıkıntıları unutmasına yetiyordu?”. Buna benzer bir çok “neden” ve “nasıl” gelebilirdi Mr. Ticktock’un aklına. Ama o bunlara kafa yormak yerine, zihninde yarattığı manzaranın keyfini çıkarmayı yeğledi. Rahatladı... Ta ki anlam vermediği bir nedenden dolayı çocukların kümeler halinde bahçeden okul binasına doğru ilerlemeye başladıklarını farkedene kadar. Çocuklar üçer beşer azalırken, çıkardıkları pür neşeli gürültüde daha zor duyulacak şekilde uzaklaşıyordu. Mr. Ticktock buna engel olmak istedi istemesine, -nihayetinde bu onun kurguladığı bir görüntü değil miydi hem-, ama mümkün olmadı ve teneffüsün bittiğini ilan eden okul zilini farketti birden. Bahçenin bomboş ve sessiz kalmasına sebep olan okul ziline okkalı bir küfür etti! “Lanet zili neden çalarlar ki, bu kadar kısa teneffüs mü olur hem. 5-10 dakika daha oynamalarını çok görüyorlar yavrucaklara ve bu büyük bir haksızlık.” diye söylendi okul zili adeta kulaklarında çınlarken. Beep BEEP beep BEEP... “Off, kahretsin!” Telefonunun alarmı çalmaktadır artıp azalarak, saat sabah 6.45’i gösterirken. Mr. Ticktock çalan telefon alarmına da içinden bir küfür savurdu ve her gün kalktığı saatte yatağından fırlayıp, işe gitmek üzere hazırlanmaya başladı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Orhan Civelek, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |