Yaşam ciddi, sanat neşelidir. -Schiller |
|
||||||||||
|
Birinci bölüm: karanlık lord malfoy malikhanesinde: Saat gece yarısını vurduğunda, genç kadın evinin bahçesinde kollarını kavuşturarak oturmuş kocasını bekliyordu. Yaklaşık 3 saat önce karanlık lordun çağrısını üzerine evden çıkmış, bir daha da geri dönmemişti. Elbette dönmezdi. Lort voldemort düştüğünden beri yıllar geçmişti. Buna rağmen kendisine en sadık olduğunu düşündüğü ölüm yiyenleri, onu aramaya bile zahmet etmemişti. Şimdi elbette onlara bunun hesabını sorardı. Düşmanlarına olduğu kadar dostlarına da acımasız olabiliyordu. Narcissa Malfoy ay ışığında parıl parıl parlayan sarı saçlarını geriye doğru attı. Daha fazla beklemesinin bir anlamı olmadığını düşünüyordu. Artık alışması gerektiğini biliyordu. Kocası da, canı pahasına sevdiği biricik oğlu da yaptıkları en küçük hatada bile işkence göreceklerdi. Göz göre göre nasıl katlanabilirdi. Birden voldemortun oğluna cruciatus laneti ile işkence ettiği gün geldi aklına O zamanlar draco malfoy daha 8-9 aylıktı. Voldemort bir bebeğe bile böyle davranırken şimdi kimbilir kimlere nasıl işkence yapacaktı? Ama hiçbir şey hiç kimse narcissa malfoyun umrunda değildi. Sadece oğlunu ve kocasının zarar görmemesi için voldemortun tekrar güçlenmesini istemiyordu. Hayatında yapacağı son şey olsada onu durdurmak için her şeyi yapacaktı.hatta ailenin yüzkarası olarak görülen kuzeni siriusa bile Yardım edecekti. Kararını vermişti. Artık voldemortun saflarında olmayacaktı. Narcissa malfoy hoşnutsuzlukla saatine baktı. Saat biri geçmişti. Ama hala kocası gelmemişti. Huzursuzca oturduğu yerden kalkıp görkemli Malfoy evine doğru yürümeye başladı. Tam kapıdan içeriye girecekken bir pof sesiyle irkildi. Eli otomatik olarak asasına gitti. Hızla arkasına döndü.gördükleri karşısında olduğu yerde öylece kalakaldı Lucius Malfoy yanındavoldemort ve severus snape ile birlikte doğruca ona bakıyordu. O daha ağzını bile açamadan, ortalığı tiz ve soğuk bir ses kapladı.”bizi evine davet etmeyecekmisin Narcissa.””yazık, bende bana en sadık ölüm yiyenlerimden birinin evinde kalabileceğimi umuyordum.” Narcissa Malfoy birden kendine geldi. Kendini voldemortun ayaklarının önüne attı ve sanki onun döndüğüne mutlu olmuş gibi voldemortuncüpbesinin eteğini öptü. “hoş geldiniz lordum. Elbette sizi evimizde görmekten onur duyarız. Bu şerefi bize uygun bulduğunuz için size minnettarım.” Voldemort, eteklerinekapanmış kadına tepeden bakarak o soğuk sesiyle yine konuştu: “ah, Narcissa. Lucius’da böyle düşünüyor.” Voldemort tekrar kadını süzdükten sonra ona kalkmasını söyledi. Hep birlikte malfoyların görkemli evlerine girdiler. Lort voldemort yıllardır görmediği evin hiç değişmemiş olduğuna hiç şaşırmamış görünüyordu. Hep birlikte salona geldiklerinde voldemort yıllar önce oturduğu koltuğa oturdu. Narcissa o ana kadar farkına varmadığı yılanı fark edince ürktü.bu voldemortun yıllardır yanından ayırmadığı nagini idi. Ama voldemort narcissanın ürkmüş olmasından hoşnut olmuş gibiydi. Elbette öyle olurdu. Yılanlar insanlardaki duygu ve düşüncelerin değiştiğini çok kolay anlarlardı. Hatta voldemort zihinfendle öğrenemediği yalanları nagini ile konuşarak, onun zihninden olayları görerek anlardı. Ama voldemort’un bilmediği bir şey vardı. İyi bir zihinbendar yılanlara bile sahte anılar yada sahte düşünceler gösterebilirdi ve Narcissa Malfoy’da geçen yıllar boyunca zihinbentde oldukça ilerlemişti. Voldemort tekrar konuşmaya başladığında herkes bir koltuğa oturmuştu. Nagini ise sürünerek oturma odasında bir oraya bir buraya gidiyor, adeta bir yalan makinesı gibi lucius narcissa ve severusun etrafında dolanıyordu. “lucius sanırım biraz harekete ihtiyacınız var öyle değilmi.” Dedi voldemort “siz nasıl emrederseniz lordum.” Diye karşılık verdi lucius. Voldemort sözlerine devam etmeden önce snapeye şöyle bir baktıktan sonra yüzünü tekrar lucius’a dönüp konuşmasına kaldığı yerden devam etti. “duyduğum kadarıyla sihir bakanını bayağı iyi tanıyormuşsun. O zaman senden bakanlık hakkında bazı bilgiler almanı istememde hiçbir sakınca yok demektir. Lucius hemen voldemortun önünde dis çöktü. “seve seve yaparım lordum. Siz ne isterseniz.” Dedi. Voldemort, sanki konuşması hiç kesilmemiş gibi devam etti: “ve sen Narcissa, sende askabana gidip bellatriks’i ziyaret edersin değilmi?” narcissa da Aynı kocası gibi voldemortun önünde dis çöktü. “tabi giderim lordum.” Dedi. Voldemort yüzünde pis sayılabilecek bir sırıtmayla: “eh, o zaman bellatriks’e en kısa zamanda onu ve diğer ölüm yiyenlerimi askabandan kaçıracağımı haber verirsin değilmi. Ayrıca bellatriks’e diagon yolundan bir asa satın alırsın değilmi.” Narcissa yine başını evet anlamında salladı. “güzel, gitmişken bella’ya ödüllendirileceğini söyle.” Narcissa bir kez daha başını salladı. Voldemort kendinden son derece memnun bir sesle: “şimdi siz gidebilirsiniz. Severus ve benim konuşmam gerekenler var.” Dedi. Bunun üzerine iki malfoyda son bir kez voldemort’a selam vererek odadan çık tılar. Şimdi odada sadece Snape ve voldemortvardı. “nihayet baş başa kalabildik benim sadık hizmetkarım.” Dedi voldemort. Bunları söylerken de nagini’nin başını okşamaya başlamıştı. Snape ise voldemortun karşısında diz çökmüş yere bakıyordu. Kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra voldemort tekrar konuştu. “yıllar önce bana kehaneti anlattın. Benim en sadık ölüm yiyenlerimden birisin severus.”Snape yüzünde belirgin bir memnuniyetle voldemortun önünde yere kapandı. Voldemort umursamazca sözlerine devam ediyordu. “şimdi senden yapması zor ve tehlikeli bir şey isteyeceğim. Hogvarts’da olan her şeyi özellikle de potter’la ilgili her şeyi bilmek istiyorum. Yanılmıyorsan dumbledore’a da onun tarafında olduğunu söylemişsin onun da neler yaptığını bilmek istiyorum. Ne dersin? Yapabilecekmisin” severus snape başını yavaşça yerden kaldırdı. “memnuniyetle lordum. Size hizmet etmekten zevk duyarım. benden istediklerinizi yapmaya hazırım dedi. Voldemort kendinden memnun bir şekilde koltuğunda kıpırdandı. “güzel. Öyleyse gidebilirsin.” Dedi. Snape de son bir selam verdikten sonra voldemort’un bulunduğu odadan çıktı. O sırada bahçede tek başına oturan Narcissa onun gittiğini görünce her türlü hoşnutsuzluk ifadesiyle ona baktı. O da tıpkı kız kardeşi bella gibiydi. Bir şeyler yapmalıydı. Sirius’a gitsem diye düşündü. Ama o zaten kaçaktı. Nerede olduğu belli değildi. Hem nerede olduğu belli olsa bile onunla konuşur muydu? Dumbledore’a gidemezdi. Snape hogvartsdaydı. Onu görürse voldemorta söylerdi. Andromeda’yı düşündü. Sırf bir muggle doğumlu büyücüyle evlendi diye dışladığı ablasını. Ama o ona inanırdı. Zaten küçüklüğünde de öyle olmazmıydı. Başı ne zaman derde girse hemen andromedaya koşmazmıydı. Karar verdi. En kısa zamanda andromedaya gidecek, her şeyi anlatacaktı. Bu düşüncelerin verdiği rahatlıkla tekrar eve girdi. Lucius büyük ihtimalle yatmıştır diye düşündü. Kendisini, ailesini ve büyücü toplumunu bekleyen kötü günlerin düşüncesini kafasından atıp, kendini yavaş yavaş uykunun kollarına bıraktı. 2. bölüm:Privet Drivede ilk gün; Harry, hogvarts ekspresinden indiğinden beri derin düşünceler içerisindeydi. Voldemort’un dönüşünü görmüştü. Hem muggle dünyası hem de büyücü dünyası çok büyük tehlikedeydi. Ama en çok da harry’nin çevresindeki insanlar tehlikedeydi. Veasleyler, hermione, sirius, hatta nefret ettiği teyzesi ve eniştesi de tehlikedeydi. Harry bunları düşünürken vernun dursley arabasıyla privet drive 4 numaranın bahçesinin biraz ilerisindeki garaja doğru yavaş yavaş ilerliyordu. Hiçbir şeyden haberi yoktu. Yıllardır inkar ettiği dünyada olup bitenlere kafa yoramazdı. Harry kendi kendine güldü. Beklide son gülüşümdür diye düşünmeden edemedi. Ama son gülüşü olsa bile, o kararını vermişti. voldemorta boyun eymeyecekti. Bir kez daha sevdiklerine zarar vermesine izin vermeyecekti. Harry’nin kendine gelmesini sağlayan petunya teyzesinin sesi oldu: “akşama kadar seni bekleyecek değiliz. Bir an önce şu irenç baykuşunu ve sandığını alıp odana çıksan iyi edersin. Komşularımızın seni görmesine katlanamam. Harry yavaşça hedviginkafesini ve sandığını arabadan aldı. Eve girdikten sonra merdivenleri olanca hızıyla çıkarak odasına girdi.kendini çok bitkin hissediyordu. Yatağına uzanıp düşünmeye başladı. Üç büyücü kupasını aldığı gece, albus dumbledore, veasleyler ve hermioneden başkası ona inanmamıştı. Özellikle, harrynin sevimli biri olabileceğini düşündüğü cornelius fudge olanları görmezden geliyordu. Voldemortun döndüğüne inanmak istemiyordu. “budala” diye düşündü Harry. Nasıl inanmazdı. Cedric’in ölümüne nasıl kaza diyip geçebilirdi. Cedric’i düşününce harrynin boğazı düğümlendi. Onun ölümünden kendini sorumlu tutuyordu. Kupayı birlikte almaları gerektiğini o söylemişti. Harry bunları düşünürken uykuya daldı. Tiz bir kahkaha duyarak uyandığında sabah olmak üzereydi. Harry bu soğuk ve tiz kahkahanın kime ait olduğunu gayet iyi biliyordu. Besbelli yapmayı istediği bir şey gerçekleşmişti. Voldemort neyin olmasını isteyebilirdi ki? Birden harry’nin aklına hogvarts ekspresinden inmeden önce olanlar geldi. Fred ve george’a üçbüyücü turnuvasından kazandığı parayı verdikten sonra onlar sevinçle trenden inmiş, Harry ise hedvigin kafesini ve sandığını almak için biraz daha oyalanmıştı. Bu arada da kurbağasını yitiren neville ile karşılaşmıştı. Tam trenden inecekken ise, narcissa malfoy önüne geçmiş ve: “sen öldün Harry potter! Karanlık lort, güçlendiğinde seni ve o pis bulanık kanı bozuk arkadaşlarını öldürecek. Karanlık lort, ona yaşattıklarının bedelini sana ödetecek. O her şeyin en iyisini bilir potter. O daima her şeyi bilir.” Demişti. Onun bu sözlerini neville de duymuştu. Ancak korkudan ağzını açamamıştı. Harry de narcissa’nın boş tehtitlerini önemsememiş, bu olanları ron’a ve hermione’ye anlatmamıştı. Ama şimdi bu olanları onlara anlatmadığı için büyük bir üzüntüve pişmanlık kaplamıştı içini.o an kararını verdi. Olanları arkadaşlarına anlatacaktı. Ama biraz düşününce sadece ron’a anlatmaya karar verdi. Eğer hermione duyarsa olanları çok büyütürdü çünkü. Hemen sandığından bir parça parşomen ve tül kalem çıkarıp ron’a mektup yazmaya başladı. Sevgili ron: Daha hogvartsdan ayrılır ayrılmaz benden mektup almayı beklemediğini biliyorum. Ama bilmen gereken bir sorun olduğunu düşündüğüm için sana yazıyorum. Yalnız senden bir şey istiyorum. Lütfen sana anlatacaklarımdan hermione’nin haberi olmasın. Tamamı. Neyse artık anlatmaya başlayabilirim. Siz hermione ile trenden indikten sonra neville ile karşılaştım. Kurbağasını kaybettiği için ona yardım ettim. Ama tam trenden inecekken bir şey oldu. Draco malfoyun annesi önüme geçti ve bana dediki: “sen öldün Harry potter! Karanlık lort güçlenince ilk seni ve pis bulanık kanı bozuk arkadaşlarını öldürecek. Karanlık lort her şeyi bilir potter. Her şeyin en doğrusunu bilir.” Her neyse söylediğim gibi bunu hermione’ye yada her hangi birine anlatmasan sevinirim. Bunları sana anlatmamın asıl sebebi ise, bu gece uyurken onun kahkahasını duydum. Ve ben sizin için çok endişeleniyorum. Kendine iyi bak. Herkese selam söyle. Umarım yaz tatili bitmeden kovuk’a gelirim. Görüşürüz. Harry mektubunu bitirip bir zarfa koydu. Usulca hedviğin kafesinin yanına gitti. Daha sabah olmadığı için dursley’lerin uyanmasını istemiyordu. Yavaşça kafesinde mışıl mışıl uyuyan hedvigin başını okşadı. Hedvik uykulu gözlerle harry’e baktı. Harry de onun bakışlarına gülümseyerek karşılık verdi. Elindeki mektubu hedvigin bacağına bağladıktan sonra bir kez daha onun başını okşadı. “bunu ron’a götüreceksin. Tamamı.” Dedi. Hedvig vakur vakur öttükten sonra pencereden uçup gitti. Harry gönül rahatlığıyla tekrar yatağına yattı. Artık içi rahattı. Yapması gereken tek şey ron’un cevabını beklemekti. Harry’i uykusundan uyandıran şey, vernon eniştesinin odasının kapısına attığı tekme oldu. Hemen yatağından kalkıp üstünü giyindi. Dursley’leri fazla bekletmemesi gerektiğini bildiği için hızla mutfağa indi. Dursleylerin evinde her şey harry’nin bıraktığı gibiydi. Vernon enişte her sabah yaptığı gibi bir yandan gazetesini okuyor, bir yandanda pastırmasını yiyordu. Dudley ise tabağına koyulan pastırmaları yıldırım hızı ile yiyor, daha ağzındakini bitirmeden annesinden bir tabak daha pastırma istiyordu. Petunya teyze de dudleye pastırma koymaktan kendi kahvaltısını doğru dürüst yapamıyordu. Harry onların bu haline gülmemek için kendini zor tuttu. Hemen kahvaltı masasındaki yerine oturup, tabağındakileri yemeye koyuldu. Çünkü onları çok çabuk yemezse dudleyin kendi tabağını bırakıp onunkine saldıracağını biliyordu. Kahvaltısını bitirdikten sonra bahçeye çıktı. Vernon eniştenin işe gitmesini bekledi. O işe gidince, hızla eve girip, mutfakta bıraktığı gazeteyi alıp okumaya başladı. Çünkü, voldemort’un geri döndükten sonra mugglelara yapacaklarından korkuyordu. Ama henüz muggle dünyasında hiçbir gariplik yoktu. Harry, gazetenin son sayfasını açmak üzereyken omzunda hissettiği bir elle irkildi. Petunya teyze soran gözlerle ona bakıyordu. Aslında böyle bakması gayet normaldi. Çünkü Harry muggle gazetelerini okumayı hiç sevmezdi. “bizim dünyamızdaki haberlerle ilgilendiğini bilmiyordum.” Dedi petunya teyze. “voldemort geri dönmüş olmasaydı ilgilenmezdim zaten.” Diye karşılık verdi Harry. Voldemortun adını duyan petunya teyzenin rengi attı. Harry bu duruma çok şaşırdı. Büyücü dünyasında voldemortun adını duyanların korkmasına alışmıştı ama petunya teyzenin bu hali ona çok tuhaf gelmişti. Harry gazetenin son sayfasına da göz gezdirdikten sonra, arkasında bembeyaz bir petunya teyze bırakarak mutfaktan çıktı. Harry’de, petunya teyzede gelecekteki tehlikeli günlerin endişesiyle yaşaması gerektiğinin farkındaydı. 3. bölüm: erken gelen doğumgünü; 30 temmuz akşamı saat 9 sularında Harry odasında bitki bilim ödevini yapıyordu. Harry’nin voldemort’un döndüğünü görmesinden bu yana 1 ay geçmiş, ancak ne muggle dünyasında nede büyücü dünyasında ters giden hiçbir şey olmamıştı. Harry bu duruma sevinmesimi üzülmesimi gerektiğini bilmiyordu. Hiçbir gariplik olmaması gayet iyi bir şeydi. Ama voldemortun bu sessizliği de hiç hayra alamet değildi. Voldemortun dönüşünden sonra harry’nin görebildiği tek değişiklik ise petunya teyze üzerindeydi. Harry’e eskisi kadar sert davranmıyor, onun evden çıkmasını engellemek için elinden geleni yapıyordu. Harry bitki bilim ödevini bitirdiğinde saat 10’u geçmişti. Tam kot pantolonunu çıkarıp pijamasını giymeye hazırlanırken pencereden gelen bir tıkırtıyla ayağa fırladı. Haftalardır ron’a yazdığı mektubun cevabı gelmemişti. Üstelik ne rondan ne hermioneden ne de siriustan hiçbir haber alamamıştı. Hızla pencereyi açtı. Pencereyi açmasıyla birlikte, 6 tane baykuş odaya daldı. Her birinde birer mektup birer tanede paket vardı. Yalnız bir tane baykuşta 2 tane paket ve bayağı uzun olduğunu düşündüğü bir mektup vardı. Baykuşlar hızla paketleri ve mektupları harry’nin yatağına koyup hedvigin kafesine doğru uçtular. Harry ilk önce hagridden olduğunu düşündüğü paketi açtı. Paketin içinden bir kutu dolusu çikolatalı kurbağa ve berti botun binbir çeşit şekerlemelerinden çıktı. Ayrıca hagrid ona çok güzel bir doğum günü kartı göndermişti. Hagrit’in gönderdiği paketi getiren kuşun bacağına bağlanmış üzerinde hogvarts armasının bulunduğu bir mektup vardı. Bu mektupta 5. sınıf için gerekli kitaplar ve araç gereçlerin listesi ile birlikte hogvarts ekspresinin 1 eylülde saat 11’De kinkscros’ta peron 9 3 çeyrekten kalkacağı yazıyordu. Harry bu mektubu ve hagridin hediyesini çalışma masasına bırakıp diğer paketleri açmaya koyuldu. Hermioneden bir tane snitch ve birde quidditch İLE ilgili bir kitap, siriustan da nerede olursan ol her yerde ışık saçan bir el feneri gelmişti. Fred ve George son icadları olan uzayan kulaklardan ve patladığında olduğu yerin birkaç metre ilerisine kadar sarsılmasını sağlayan ateş şekerinden göndermişti. Harry bunları açtıktan sonra ronun hediyesini açtı. Ron da ona kocaman bir doğum günü pastasıyla birlikte bir saat almıştı. Ayrıca da bir mektup yazmıştı. Mektupta şunlar yazılıydı. Sevgili Harry: Seni bu kadar uzun zaman beklettiğim için özürdilerim., Aslında cevap yazacaktım. Ama aile baykuşumuz ölünce yenisini almak biraz zor oldu. Her neyse öncelikle doğum günün kutlu olsun aslında biraz erken oldu. Ama 31 temmuzda gece yarısı seni oradan almaya geleceğimiz içinhediyelerini önceden göndermek daha iyi olur diye düşündük. Ayrıca Buraya gelince sana anlatmam gerekenler var. Hermione de senden birkaç gün sonra gelecek. Bizi merak etme. Hepimiz iyiyiz. Söylediğin gibi mektubundan hermioneye hiç söz etmedim. Ama mektubunu ginny gördü. Ne kadar engellemeye çalışsamda onu okumayı başardı.merak etme onu da kimseye bir şey söylememesi konusunda tembihledim. O da bana söz verdi. Neyse buraya geldiğinde görüşürüz Harry bu mektubu okuyunca içini inanılmaz bir sevinç doldurdu. Dursleylerden erken kurtulacağına seviniyordu. Ama mektubunu ginny’nin okuduğunu düşününce biraz endişelendi. Ginny’nin okuduklarını hermione’e anlatmasından korktu. “ron’a söz verdiğine göre anlatmaz.” Diye düşünüp rahatladı. Ve ronun hediyesini de açtığı diğer hediyelerin yanına koydu. Şimdi açmadığı tek bir hediye kalmıştı. Ginny’nin hediyesi. Ama birden ginny’nin hediyesini getiren baykuşun iki tane paket taşıdığını anımsayıp önce mektubu okumaya karar verdi. Sevgili Harry: Doğum günün kutlu olsun. Hediyelerini neden erken gönderdiğimizi sana ron söylemiştir sanırım. Her neyse umarım hediyelerini beğenirsin. Ayrıca ron’a yazdığın mektubu okudum. Merak etme hermione’e hiçbir şey anlatmayacağım. Zaten onun dinleyeceğini sanmıyorum. Biliyorsun bu yıl sbd’ler var. Ve hermione de ders çalışmaktan mektuplarımıza bile neredeyse tek bir cümleyle cevap veriyor. Buraya gelmeni sabırsızlıkla bekliyoruz. Kendine iyi bak. Harry mektubu bitirince çok mutlu oldu. Ginny’nin hermione’e hiçbir şey anlatmayacağından emindi artık. Tam ginny’nin hediye paketlerini açmak üzereyken küçük bir parşomen parçası ginny’nin mektubunun arkasından yere düştü. Harry hemen o parşomeni aldı. Aceleyle çiziktirilmiş birkaç sözcüğü bir solukta okudu. “Harry sana aldığım kitap çok eski. Bunu biliyorum. Senin kitap okumaktan fazla hoşlanmadığını da biliyorum. Ama bunu okumak isteyeceğini düşündüm.” Harry ginny’nin neden kendisine bir kitap aldığını merak etti. Aslında kitabın eski olmasını fazla umursamadı. Çünkü Harry zaten veasley’lerin çok fazla zengin olmadığını biliyordu. Bunu ginny’nin yanında hiçbir zaman söylememeye karar verdi. Önce kitap olmadığına emin olduğu paketi açtı. Paketin içinden gryffındor armalı bir kemer çıktı. Kemerin üzerinde gryffındor aslanı ve kılıcının resmi vardı. Bayağı eski durmasına rağmen Harry bu kemeri çok beğendi. Kitabın olduğu paketi ise sonradan açmaya karar verdi. Ginny’den gelen hediyeleri de diğerleri ile birlikte sandığının bir köşesine koydu. Birtek kitabın olduğu paketi çalışma masasında bıraktı.harry ginny’nin ona neden kitap aldığı konusunda uzun uzun düşündü. Ama sonra onunda her hangi bir hediye olduğuna karar verdi. Saatin gece yarısı olduğunugörüncegeceliklerini giyip yatağına uzandı. Sabah uyandığında saat 8’e geliyordu. Alt kattan dursley’lerin ayak sesleri geliyordu. Kahvaltı saatinin yaklaştığına kanaat getirdikten sonra üzerini değiştirip aşağı indi. Onun kalktığını gören petunya teyzenin yüzünde bellibir rahatlama seziliyordu. Çünkü o harry’i uyandırmaktan hiç hoşlanmazdı. Eliyle ona mutfağa gitmesini işaret edip, kendiside harry’nin peşinden mutfağa girdi. Her sabah olduğu gibi kahvaltılarını yaparlarken, Harry birden gece yarısı onu almaya geleceklerini hatırladı. Yüksek sesle boğazını temizleyip konuşmaya başladı. “bu gece yarısı beni almaya geliyorlar.” Petunya teyzede vernon eniştede bunu duyunce dönüp harry’e baktılar. “ne? Neden almaya geliyorlar seni?” diye sordu vernon enişte. Harry bunun nedenini bilmesede hiç belli etmeden cevap verdi. “dumbledore öyle istiyormuş.” Vernon enişte harry’den erken kurtulacağına sevinmişti. Ama bu sevinci uzun sürmedi. Aklına bir sene önce olanlar geldi. “seni almaya nasıl gelecekler?” diye sordu. Harry bunuda bilmiyordu.”bilmiyorum.” diye cevap verdi. Vernon eniştenin anlındaki damarın atmaya başladığını görünce ekledi. “komşularınızın göremeyeceği şekilde gelecekler.” Vernon enişte bunu duyunca rahatladı. Aynı rahatlama belirtisini petunya teyzede gösterince, Harry odasına gitmek için ayağa kalktı. Mutfaktan çıktı. yavaş yavaş merdivenleri aşarak odasına geldi. Eşyalarını toplamaya başladı. Akşam olduğunda Harry eşyalarını düzgün bir şekilde sandığına yerleştirmişti. Ginny’nin gönderdiği kitabı hala açmamış olduğunu gün içinde fark etmiş olsada bunun üzerinde fazla durmadı. O kitabıda sandığa koydu. Tam akşam yemeğini yemek için aşağı ineceği sırada hedvigin sabahtan beri bir şey yemediğini hatırlayıp önüne birkaç baykuş ikramı attı. Sonrada yavaş yavaş aşağı indi. Akşam yemeğini vernon eniştesi gelmeden bitirip tekrar odasına çekildi. Şimdi geriye sadece gece yarısı onu almaya gelecek olanları beklemek kalıyordu. Dördüncü bölüm: Zümrüdüanka yoldaşlığı: saat gece yarısına 5 kala Harry potter eşyalarını toplamış, sandığını ve hedvigin kafesini kapının önüne kadar getirmişti. Dursley’ler, harry’den erken kurtulacaklarının sevinciyle o gece kahve içme saatini biraz daha uzatmışlardı. Vernon eniştenin keyfi gayet yerinde görünüyordu. Petunya teyze de keyfi yerindeymiş gibi görünmeye çalışsada Harry onda bir gariplik olduğunu anlamıştı. Vernon enişte ise petunya teyzedeki bu durumu günün yorgunluğu olarak değerlendirmeyi tercih etmişti. Saat tam gece yarısı olduğunda, privet drive 4 numaranın kapısında siyah renkli oldukça lüks bir araba duruyordu. Arabanın içindeki uzun kahverengi saçlı kadın yavaş adımlarla evin kapısına doğru ilerliyordu. Hemen ardında genç görünümlü olmasına rağmen, gri saçlarının arasında beyazlar olan bir adam onu takip ediyordu. Kadın hafifçe kapı ziline dokundu. Harry potter onu almaya gelecek olanları kapının çok yakınındaki merdivenlere oturarak beklediği için, zil çalınca kapının yanına gitmesi uzun sürmedi.tam kapıyı açacakken dursley’ler de onun yanına geldi. Harry kısa bir süre teyzesi ve eniştesiyle bakıştıktan sonra kapıyı açtı. Karşısında duran kahverengi saçlı kadın kapıyı açar açmaz ona gülümsedi. Ama Harry onu tanımıyordu. Sonra birden kadının arkasındaki gri saçlı adama gözü takıldı. “profesör lupin.” Dedi. Lupin gülümseyerek kadının önüne geçti. Elini uzattı. “gitmeye hazırsın değil mi Harry.” Diye sordu. Harry evet anlamında başını salladı. Dursleyler harry’nin tam arkasında durmuş lupin ve yanındaki kadına bakıyorlardı. Aslında her ikiside oldukça normal görünüyordu. Belkide bu yüzden dursleyler kapının önünde komşularının rahatlıkla görebileceği bu yerde iki büyücünün böyle konuşmasına seslerini çıkarmıyorlardı. Lupin sözlerini bitirdikten sonra asasını sandık ve hedvigin kafesine doğrultarak “locomotor sandık.” Dedi. Dursley’ler karşılarında bu kadar rahat büyü yapan bu adama tiksintiyle baktılar. Sandık ve kafes kendi kendilerine arabanın bagajına kondu. Harry de son bir kez dursleylere bakıp kapıdan çıktı. Tam arabaya binecekken, lupin onu durdurdu. Harry ne olduğunu sormak için ağzını açtı. Ama lupin onun ne diyeceğini anladığı için: “şimdi değil.” Dedi. Kahverengi saçlı kadın “işaret geldi.” Diye fısıldadı. Lupin harry’e çabuk olmasını işaret etti. Harry arabanın arka koltuğuna oturmaya çalışırken lupinde öne sürücü koltuğuna oturmuştu. Kahverengi saçlı kadın “ikinci işaret de geldi.” deyip arkaya harrynin yanına oturdu. Lupin de arabayı çalıştırıp hızla privet driveden uzaklaşmaya başladı. Lupin tıpkı bir muggle gibi arabayı kullanırken kahverengi saçlı kadın da onu ilgiyle izliyordu. Lupin onun kendisini izlediğini fark edince “ne oldu tonks?” dedi. Tonks, biraz kırılmış bir ses tonuyla: “beni hala harry’le tanıştırmadın. Farkındasın değilmi?” diye sordu. Lupin yola bakarak: “bu tonks. Nymphadora tonks.” Dedi. Harry başıyla tonks’a selam verdi. Sonrada başından beri merak ettiği sorulardan birini sordu. “neden birlikte geldiniz?” “senin güvenliğin için.” Dedi tonks. Harry tekrar ağzını açmaya hazırlanıyorduki, lupin birden hızlandı. Tonks da arabadaki perdeleri asasının küçük bir hareketiyle kapattı. Harry daha ne olduğunu anlamadan lupin: “sıkı tutunun.” Diye bağırdı. Hemen ardından da araba havalandı. Harry bir şeylerin ters gittiğinianlamıştı. Hemen asasını kot pantolonunun cebinden çıkardı. Bu arada tonks’da asasını arabanın dışına doğrultmuş hızla kalkan büyüleri yapıyordu. “salliopheksia, protegototalum .” Harry daha tonks’un niye bunları yaptığını anlayamadan bir patlama sesi duyuldu. Arabanın camları havaya uçtu. Harry hemen “reparo” diye bağırdı. Camlar bir saniyeden daha kısa bir sürede kendini birleştirirken Harry çok yakınlarındaki bir gölgenin onlara yaklaştığını gördü. Lupin asasını o gölgeye doğrulttu. Gölge gitgide yaklaşıyordu. Harry sonunda onun yüzünü tamamen gördü. Siyahi kel bir büyücü asası elinde lupine bakıyordu. Sonra Harry birden kendini sağır olmuş gibi hissetti. Aynı anda da siyahi kel büyücünün lupine bir şey söylemek için dudaklarını oynattığını gördü. Bu arada tonks’da yavaşça perdeleri açtı.harry hala hiçbir şey duyamıyoeru. Siyahi kel büyücünün dudakları kıpırdamayı kestiği anda arabanın kapısı açıkld. Büyücü yavaşça içeri girerken harry’de kulaklarının yeniden duyabildiğini anladı. “bu kingsley shacklebolt.” Dedi tonks. Harry kingsley’e de başıyla selam verdi. tamamen kafası karışmış bir halde lupin’e döndü. “şey bu patlama neydi?” diye sordu. Lupinin yerine kingsley cevap verdi. Dolores jane umridge, ruh emicileri privet drive’a götürüyordu. Sihir bakanının haberi yok. Sanırım o ruh emicileri sana saldırması için kullanacaktı.””ama neden bana ruh emicilerin saldırmasını istiyorki?” diye sordu Harry. Kingsley: “bilmiyoruz. Bunu daha sonra hep birlikte öğreneceğiz. Karargaha geldik sayılır.” Dedi. Harry iyice afalladı. Tam başka bir soru soracakken lupin onu susturdu. Eline bir kağıt tutuşturdu. Harry kağıdı okudu. Kağıtta: “zümrüdü anka yoldaşlığının karargahına Grimmauld meydanı 12 numaradan ulaşılır. Harry bu okuduğundan hiçbir şey anlamadığını belirtmek için lupin’e baktı. Lupin: ” birazdan Harry.” dedi.yavaşça inişe geçerlerken kingsley endişeyle tonks’a bakarak sordu: “ yüzünüzü görmedi değilmi.” Tonks bakışlarını lupinden ayırıp kingsley’e döndü. Hayır anlamında başını sallarken de aynadan arkasına bakan lupinle gözgöze geldiler. Lupin hiç bi şey olmamış gibi arabayı yere indirdi. Tonks ise olduğu yerde hafifçe kıpırdandı. Kingsley yavaşça kapıyı açarak harry’e peşinden gelmesini işaret etti. Harry, kingsley’in peşinde giderken lupin ve tonks’da onun sandığını ve kafesini getiriyorlardı. Birbirinin ardısıra yürüyen dört kişilik grup, Grimmault Meydanına vardıklarında, kingsley durdu. Onun durmasıyla birlikte Harry, tonks ve lupinde durdu. Harry tam karşısında sıralanmış evlere baktı. Dokuz numara, on numara, onbir numara, onüç numara. “ama burada oniki” Harry daha sözünü tamamlayamadan, lupin: “şşt” dedi. “okuduklarını düşün. “ Harry kağıtta okuduklarını düşündü. “zümrütüanka yoldaşlığının karargahına, Grimmauld Meydanı oniki numaradan ulaşılır.”sonra birden karşıdaki evler yana doğru kaymaya başladı. Onbir ve onüç numaranın arasında biraz eski görünümlü bir ev belirdi. Evin kapısında oniki numara yazıyordu. Harry şaşkınlığını üzerinden atmaya çalışırken kingsley’in omzuna dokunmasıyla irkildi. “hadi Harry. Daha fazla dışarıda kalamayız” dedi lupin. Hep birlikte ilerlemeye başladılar. Merdivenin son basamağına çıktıklarında kingsley asasıyla yavaşça kapının kilidine vurdu. Asa kilide deyerdeymez kapıdan bir tık sesi geldi. Kingsley kapıyı iterek açtı. Diyerleride onun peşinden eve girdiler. Tonks arkadan kapıyı kapatınca Harry bir an hiçbir şey göremedi. Çünkü her yer çok karanlıktı. Gözleri karanlığa alışınca yavaş yavaş hole doğru yürümeye başladılar. Lupin “lumos” diyerek asasıyla küçük bir ışık yarattı. Asanın ışığında ilerlerken onlara doğru hızla gelen Mrs.weasley gördüler. Mrs.weasley koşarak harry’e sarıldı. “Harry canım hoş geldin. Nasılsın, Karnın açmı?” Diye sordu. Harry “iyiyim. Teşekkür ederim. Aç değilim.” Dedi. Bunun üzerine Mrs.weasley “öyleyse sana odanı göstereyim.” Dedi. Eliyle merdivenleri işaret ederek yürümeye başladı. Tam merdivenin birinci basamağına çıktığında. Ortalığı bir çığlık doldurdu. “bulanıklar! Pis fareler! Kanı bozuklar! Defolun evimden!” Harry çığlık atanın ne olduğuna bakmak için arkasına döndü. Bir kadının portresinin böyle çığlık atması onu çok şaşırtmıştı. Sonra uzun siyah saçlı bir adam elinde asasıyla koşarak hole girdi. “kes sesini!” diye bağırdı. Harry adamın yüzünü göremese de sesinden sirius olduğunu anlamıştı. Bu arada tablodaki kadının çığlığı susmuş, yerini boğucu bir sessizliğe brakmıştı. Sessizliği bozan sirius oldu. “hoş geldin Harry.” Dedi. “hoş bulduk.” Diye cevap verdi Harry. Mrs.weasley araya girerek: “Harry eşyalarını odana götürüp yerleştirdikten sonra aşağı in yemek yiyeceğiz.” Dedi. Sonrada yüzünü sirius’a dönerek: “Harry’e odasına kadar eşlik edebilirsin değil mi?” diye sordu. Sirius başını yukarı aşağı salladıktan sonra Harry ile birlikte merdivenden çıkmaya başladılar. İkinci kata geldiklerinde sirius harry’e odasını eliyle göstererek: “bizim, yani tonks, kingsley lupin ve benim konuşacaklarımız var.seninle de yerleştikten sonra konuşuruz.” Dedi. Harry: “tamam.” Dedi. Sandığını ve hedvigin kafesini alrak odanın kapısına doğru ilerledi. Kapıyı açtığında, bir tane kızıl kafanın ona doğru geldiğini gördü. Sonrada uzun kızıl saçların yüzünü örttüğünü hissetti. Ginny weasley ona sıkı sıkı sarılıyordu. Harry, ginny ona sarılınca içini dolduran rahatlık hissine aldırmayarak ginny’yi yavaşça yanağından öptü. Sonrada onu bırakıp ron’la el sıkıştı. Daha nasıl olduklarını soramadan odada bir şak sesi duyuldu. Fred ve George gelmişti. İkiside harry’e sırıtarak selam verdi. Harry de onlara gülümsede. Tam ron’a nasıl olduğunu soracakken fred ve George’nin yüzündeki ifadeyi gördü. “ne oldu.” Diye sordu. Ama daha soruyu sorarken cevabın ne olduğunu anlamıştı. Fred ve george’nin kulaklarından incecik sicimler sallanıyordu. Aynı şeyleri gini ve ron’un kulaklarında da görünce afalladı. Sonra birden fred’İn ona da bir tane sicim uzattığını gördü. “ne yapıyorsunuz.” Dedi. Onun bu sorusuna şaşırmış görünen fred cevap verdi. “sadece biraz eyleniyorduk. Sende eylencemize katılmak istermisin?” Harry onların ne yaptığını anlamıştı. Hemen başını evet anlamında salladı. Fred’in elindeki sicimi alıp kulağına taktı. Sonra kulagına gelen sesleri pürdikkat dinlemeye başladı. “ama bu nasıl olur! Fudge nasıl azkaban ruh emicilerinin kontrolünü lucius malfoya bırakır?” dedi tonks. “bu kadar budala olmasına bende şaşırmıyor değilim aslında.” Diye konuştu kingsley.”peki ya bu akşam ruh emicilerin bize saldırması, o neyin nesiydi?” dedi lupin. Onun sorusunu tonks yanıtladı. “o, lucius malfoyun ruh emicileri ne kadar iyi kontrol ettiğinin bir göstergesiydi. Arabaya sarsılmaz büyüsünü yapmış olmasaydık belkide.” Tonks sözlerini bitiremedi. Ruh emicilerden ne kadar korktuğu sesinden belli oluyordu. Kısa bir sessizlikten sonra sirius ilk defa söze girdi. “dolores mi ruh emicileri oraya götürüyordu.”“evet” dedi kingsley. “peki sizden birini gördümü?” diye sordu sirius. Sesinde ufak bir endişe seziliyordu. “hayır “ dedi tonks. “kingsley tam zamanında olaya müdahale etti.” Kısa süren bir sessizlik Sonrasında lupin konuştu. “ölüm yiyenlerin azkabandan kaçması an meselesi.” “elbette. Voldemort geri döndükten sonra azkabandaki ölüm yiyenleri yanında isteyecektir. Dedi kingsley. “toplantı ne zaman?” diye sordu sirius.” sanırım yarın.” Diye cevap verdi tonks. “eh öyleyse snape’den bu konuyla ilgili bir şeyler öğrenebiliriz demektir.” Dedi sirius. Harry daha fazlasını dinleyemeyeceğine de karar verdi. Diğerleri de öyle düşünmüş olacakki uzayan kulaklarını çıkardılar. Hepsi birbirlerine bakıyordu. İlk konuşan Harry oldu. “azkabandaki ruh emicileri denetleme görevi neden lucius malfoya düşsünki?” fred harry’nin sorusunu yanıtladı. “azkaban ruh emicilerini denetleyen büyücü 2 gün önce ölü bulundu. Lucius malfoy’da azkabandaki ruh emicilerin kontrolü görevine getirildi. Asına bakarsan fudge onun ve diğer dışarıda kalan ölüm yiyenlerin artık karanlık yanda olmadığını düşünüyor. Bunu büyücü dünyasına göstermek içinde böyle bir yola başvurdu.” Harry duyduklarına inanamadı. Ama merak ettiği bir sürü soru olduğu için şaşırmayı daha sonraya bıraktı. “peki Zümrüdüanka yoldaşlığı nedir?” “dumbledore’un voldemort’a karşı savaşmak amacıyla kurduğu yasadışı bir örgüt.” Dedi ron. “ne yaptıkları hakkında bir bilginiz varmı?” diye sordu Harry. Ginny sırıtarak: “aslında her yaptıklarını biliyoruz. Tabi fred’le george’un sayesinde.” Dedi. Fred ve George aynı anda gururla harry’ye baktılar. “bildiklerinizi banada anlatırsınız değil mi?” dedi Harry. “elbette bunu bilmek en çok senin hakkın.” Diyerek sırıttı George. “aslında yoldaşlıktakiler de bu konu üzerinde çok tartıştılar. Ama senin fazla bir şey öğrenmene gerek olmadığına karar verdiler.” Dedi ginny. Harry ginny’nin bu sözleri üzerine ayağa fırladı. Sinirden elleri ayakları titriyordu. Kan damarlarında şelale gibi akıyordu. Yüzü öfkeden kasılmış bir halde, sesini sakin tutmaya çalışarak konuştu. “voldemort’un elinden tam üç kere kurtuldum. Onun döndüğünü de ben haber verdim. Yinede çocuk muamelesi görüyorum. Sen karışma evde otur dumbledore’un yoldaşlığı voldemort’u yenip sana haber verir. Nasıl böyle?.”daha fazla bir şey söyleyemedi. Sesini sakin tutmaya çalışsada bunu başaramamıştı. Bunun üzerine fred ve George çözümü onun ağzını elleriyle kapatmakta buldular. Ron hemen: “onlar böyle düşünsede biz böyle düşünmüyoruz abi.” Dedi. Harry onu anladığı için, içinden ron’a minnet duyuyordu. Ron konuşmaya devam etti: “hepimiz onların ne yaptığını öğrenebileceğimiz bir yol bulduk. Ama sen şimdi bağırmaya devam edersen birileri seni duyup buraya gelir. Sırrımızı öğrenir ve bir daha asla onların neyaptıklarını duyamayız.” Harry ron’a hak verdi. Yavaşça yatağa oturdu. Bu arada merdivenden ayak sesleri geldiğini duydu. Odadaki herkes uzayan kulaklarını sakladı. Çok kısa bir süre sonra Mrs.weasley odaya girdi. Hadi çocuklar yemek yiyoruz.” Dedi. Sonrada arkasını dönüp odadan çıktı. Sırayla odadan çıktılar. Mutfağa geldiklerinde hazır bir yemek masası ve masada yan yana oturan tonks lupin ve sirius’u gördüler. Harry sirius’u görünce biraz önceki sinirli halinden eser kalmadı. Yavaşça tonks’un yanındaki sandalyeye otururken, sirius’a göz kırptı. Fred, George, ginny ve ron harrynin tam karşısına oturdular. Tonks’un sessizliği masadaki herkezin dikkatini çekti. Mrs.weasley tonks’a soran gözlerle bakıyordu. Ama tonks bu bakışlardan habersiz gibi görünüyordu. Herkes bir süre yemek yedikten sonra Mrs.weasley yüksek sesle boğazını temizledi. “bir şey mi oldu tonks?” diye sordu. Tonks onu duyduğuna dair hiçbir belirti göstermemişti. Mrs.weasley’in yüzünde endişeli bir ifade belirdi. Ama tekrar tonks’a seslenmeye cesaret edemedi. Mrs.weasley’in sessizliğinden yararlanan sirius: Harry”. dedi. o sırada fred ve george’un fısıldaşmalarını dinlemeye çalışan Harry başını sirius’un olduğu yere çevirdi. Bunun üzerine sirius konuşmasına kaldığı yerden devam etti. “ben senin buraya gelir gelmez voldemort hakkında bir şeyler öğrenmek isteyeceğini zannetmiştim.” Bunun üzerine masadaki herkes yaptığı işi bırakıp sirius ve Harry arasındaki konuşmayı dinlemeye başladı. Aslında Harry sirius’un bu sorusuna çok sinirlenmişti. Ama bunu hiç belli etmedi. Çünkü nasıl olsa yoldaşlıkta neler konuşulduğunu öğrenmenin bir yolunu bulmuşlardı. Harry uzun süredir cevap vermediğini farkedince : “voldemort artık ilgi alanıma girmiyor. Ben evde oturup birilerinin ağzıma mama vermesini bekleyeceğim.” Dedi. Harry’nin bu sözleri herkezi şok etmişti. Fred George ve ron Harry’ye endişeli bakışlar attılar. Ron harry’nin yoldaşlıkta konuşulanları öğrenme yollarını ağzından kaçırmasından korkup masanın altından bir tekme attı. Ama ayağı biraz daha sağa kayınca tekmesi harry’e değil tonks’a ulaştı. Tonks tekmeyi yiyince birden yerinden sıçradı. Aynı andada küçük bir çığlık attı. Tonks’un neden çığlık attığını ron haricinde kimse anlamamıştı. Mrs.weasley tonks’un tam karşısında oturan fred’e bakarak”tonks’a tekme mi attın? Tanrı aşkına fred şimdi eğlenmenin sırasımı?” fred mahsum bir ifade takınarak: “merlinin yırtık gömleği ve kirli donu adına yemin ederim ki ben o sırada ronun yemeğine nasıl cebimdeki sümüklü böceklerden atabilirim diye düşünüyordum.” Bunu duyan herkes kahkahalarla gülmeye başladı. Az önce Harry ve sirius arasında geçen konuşma unutulmuş gibiydi. Yemekler bitince Mrs.weasley herkese yatma vakti geldiğini ilan etti. Kimsenin bu duruma ihtiraz edecek hali yoktu. Herkes odasına çekildi. Ertesi gün olacak korkunç olayı bilmeden rahat bir uykuya daldılar. Beşinci bölüm: haberci; Gecenin karanlığında siyah pelerinli bir kadın azkaban kalesine doğru gitmek için evinden çıkmıştı. Kocası, karanlık lordun emri üzerine azkaban ruh emicilerini denetleyen büyücüyü öldürmüş, sonrada onun yerine azkabandaki ruh emici denetleme görevini üstlenmişti. Tabi bunda sihir bakanının da etkisi çoktu. Harry potter’ın voldemort’un döndüğünü söylemesi ve onun yanındaki ölüm yiyenlerin arasında lucius malfoyun da olduğunu belirtmesi üzerine, sihir bakanı lucius malfoy’un eskiden bir ölüm yiyen olduğunu, ancak şimdi karanlık taraf için çalışmadığını savunmuştu. Biraz da Harry potter’ın söylediğinin yalan olduğunu büyücü toplumuna kabul ettirmek için lucius malfoy’u azkabandaki ruh emicileri denetleme görevinde görmek istediğini söylemişti. “aptal adam.” Diye düşündü kadın. Harry potter, karanlık lordu daha bebekken alt eden kişi, neden yalan söyleyebilirdiki. Kadın evinin sınırlarından çıktıktan sonra kendi etrafında döndü. Birkaç saniyelik sıkışma hissinden sonra azkaban kalesinin girişine ulaştı. Aynı anda da ruh emicilerin yaydığı soğuk hava hissi bütün bedenini sardı. Daha fazla orada durmaması gerektiğini bilen kadın yavaşça ruh emicilere doğru ilerledi. Ruh emiciler onu görünce hemen kenara çekildiler.kadın hızla kalenin kapısından geçti. Tamamen taş duvarlardan yapılmış bu yer insanın içinin ister istemez ürpermesine neden oluyordu. Kadın kaledeki karanlığa ve ürkütücülüğe aldırmadan ilerlemeye devam etti. Sonunda demir bir kapısı olan bir odanın önünde durdu. Yavaşça asasını kaldırıp: “alohomora.” Dedi. Büyülü sözleri söylediği anda odanın kapısı ardına kadar açıldı. İçerideki sarışın solgun yüzlü adam, gelen kişiyi görmek için başını kapıya çevirmişti. Kadın adamın ona baktığını görünce yavaşça yüzünü açtı. Adamın yüzünde beliren rahatlığa aldırmayarak odaya girdi. Kapıyı kapattı. Adam hiçbir şey söylemeden kadına bakmaya devam ediyordu. Aslında karısını ve çocuğunu bu işe bulaştırdığı için çok mutsuzdu. Bir yandan onların zarar görmesinden korkuyor, diğer yandan lorduna bağlı kalmak istiyordu. Kadın konuşmaya başlamadan önce kocasının yüzüne boş gözlerle baktı.sonrada Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı. “karanlık lord yarın ruh emicilerle konuşmaya gelecek. Ayrıca bella’yı da görmek istiyor. Buraya geleceğinden bizden başka hiç kimseye söz etmemiş.severus’a bile. Karanlık lord bana bu konuda başka bi şey söylemedi. Ama sanırım snape’nin başka görevleri var. Neyse Saat tam iki’de burada olacak. Sana haber vermemi istedi.” Kadın oldukça soğuk ama kararlı bir ses tonuyla bir solukta ona verilen görevi yapmıştı. Kocası tamam anlamında başını salladı. Karısıyla konuşacak kadar gücü yoktu. Onu bu işe bulaştırmanın suçluluğu, günden güne içini acıtmaya başlıyordu. Kocasının başını salladığını gören kadın yavaşça ayağa kalktı. Kocası da onunla birlikte ayağa kalktı. Zarif bir hareketle karısının koluna girdi. Kalenin çıkışına kadar ona eşlik etti. Kadın kalenin kapısından çıktığı anda hiç vakit kaybetmeden etrafında döndü. Az önce yaşadığından biraz daha fazla sıkışma hissi yaşamıştı. “ Acaba Andromeda’ya gitmelimiyim?” diye düşündü. Ama karanlık lord ona on dakika içinde gidip geri dönmesini emretmişti. Bir dakika bile gecikirse sonuçlarının ne denli tehlikeli olabileceğini tahmin etmesi hiç de zor değildi. Hızlı adımlarla evine doğru ilerlerken bahçesindeki çiçeklere bastığının farkına bile varmadı. Hemen eve girip voldemord’un olduğu odanın önüne geldi. Hafifçe kapıyı tıklattı. Karanlık lordun gel demesini bekledi. İçerden ses gelmeyince bir daha kapıyı tıklattı. Bu sefer beklediği sesi duymuştu. Hemen zihnini boşaltıp odaya girdi. Girer girmez voldemort’un önünde yerlere kadar eğildi. “emrimi yerine getirdinmi narcissa?” diye sordu voldemort. Narcissa: “getirdim lordum.” Dedi. Bunun üzerine voldemort soğuk bir kahkaha attı. “gidebilirsin.” Dedi. Narcissa bunu duyunca geri geri giderek odadan çıktı. Yavaşça ikinci kata doğru ilerledi. Oğlunun yanına gidecekti. Merdivenleri çıktı. Draco’nun uyuduğunu bildiği için odasına neredeyse hiç ses çıkarmadan girdi. Yavaşça oğlunun yatağının baş ucuna oturdu. Draco malfoy annesinin geldiğini fark etmişti. Ama hiç sesini çıkarmadı. Genç kadının gözlerinden yaşlar birer birer draco’nun saçlarına dökülürken draco, hayretten yerinden kıpırdayamıyordu. Kadın hafifçe içini çekerek: ben böyle olmasını istemedim oğlum. Yemin ederim istemedim. Karanlık lord onun verdiği emirleri yerine getirmezsek seni öldüreceğini söylüyor. Eğer elimde olsaydı seni bu tehlikeden uzak tutardım. Beni affet. Sonra yavaşça kalkıp oğlunun odasından çıktı. Draco malfoy o anı hayatı boyunca unutamayacaktı. Altıncı bölüm: bilinmez ada; Ay ışığının aydınlattığı Grimmauld meydanı 12 numara da yaşayan herkes, gecenin ürpertici sessizliğine inat mışıl mışıl uyuyordu. Hepside başlarına gelecek tehlikeden habersizdi. Saat 4 sularında dağınık siyah saçlı çocuk yatağında huzursuzca kıpırdandı. Uyanmak istediği belliydi. Ama uyanamıyordu. Kapkaranlık bir koridorda ilerliyordu. Gözlerinin seçebildiği kadarıyla koridorun duvarlarında yılan resimleri vardı. Biri onu çağırıyordu. “tehlike büyümeden buraya gel!” şimdi koşmaya başlamıştı. Koridorun sonu görünmüyordu. Ama çocuk hiç durmuyordu. Birden birkaç metre ilerde bir ışık huzmesi gördü. Hızlandı. Hızlandı. Elinden geldiğince hızlı koşuyordu. Ama bir türlü yetişemiyordu. O ışık huzmesine ne kadar yaklaşırsa, ışık huzmesi de ondan o kadar uzaklaşıyordu. Aynı ses yeniden konuştu. Bu sefer daha yakından geliyordu. “kitabı aç. Tehlike başlamadan burada olmalısın.” Harry tam ağzını açacakken düştüğünü hissetti. Karanlığın içinde nereye düştüğünü bilmeden düşüyordu. birden yerinde sıçradı. Ter içinde kalmıştı. Gördüğü rüyayı düşündü. Onunla konuşan kimdi. Nereye gelmesini istiyordu. Hangi kitaptan söz ediyordu. Harry’nin kafasında bir ışık çaktı. Acaba ginny’nin ona doğum gününde gönderdiği kitap olabilirmiydi. Hemen yattığı yerden kalktı. Yan yatakta yatan ronun yüksek sesle horlamalarına aldırmadan sandığına doğru ilerledi. Sandığının kapağını ses çıkarmadan açtı. Bu arada ron birkez daha yüksek sesle horlamıştı. ” Ron’un horlamalarının duyulduğu yerde kitap okumak imkansız.”diye düşündü Harry. Ginny’nin ona gönderdiği kitabı da alarak odadan çıktı. Biraz düşününce, harry’e bu çok saçma geldi. Ginny’nin ona aldığı kitapla ne ilgisi olabilirdiki? Ama yinede kitabı okumaya karar verdi. Hızlı adımlarla merdivenlerden indi. Holü geçerken elinden geldiğince sessiz olmaya çalıştı. Mutfağa girdi. Şöminenin ateşi söndüğü için içerde hafif bir serinlik vardı. Harry yavaşça oradaki sandalyelerden birine oturdu. Kitabı masanın üzerine koydu. Ardından da kitabın üzerindeki pakedi açtı. Kitap oldukça eski görünüyordu. Yüzyıllardır hiç okunmamış gibiydi. Harry daha fazla düşünmenin zaman kaybı olduğuna karar verip kitabı okumaya başladı. …. Bilinmez ada efsanesi; Ms. 900’lü yıllarda hogvarts cadılık ve büyücülük okulunun 4 kurucularından olan Godric gryffındor ve Salazar slytherın aralarında çıkan anlaşmazlık sonucu bir düello yapmaya karar verirler. Buna göre düelloyu kim kazanırsa hogvarts’a geri dönecek, kaybedense hogvarts’ı ebediyen terk edecektir. Bilinmez ada efsanesi de burada başlamaktadır. Rivayete göre Godric gryffındor ve Salazar slytherin bir sabah hogvarts’dan ayrılırlar. İki büyücü de düello edecekleri uygun bir yer aramaya başlarlar. Sonunda Godric gryffındor bilinmez ada da düello yapmayı önerir. Salazar slytherin ilk başta buna sıcak bakmasa da sonradan bu öneriyi kabul etmek zorunda kalır. Çünkü; bilinmez ada hogvarts’ın diğer kurucularının ve dünyada yaşayan hiçbir canlının kolay kolay ulaşamayacağı bir yerde bulunmaktadır. İki büyücü bilinmez adaya gelir. Ancak bu ada da hiç ummadıkları bir güç kaynağıyla karşılaşırlar. Salazar slytherin bu gücü almak için godric gryffındor’un hiç ummadığı anda ona saldırır. Onu öldürmek için elinden geleni yapar. Çünkü eğer Godric gryffındor ölürse o ada da bulunan güç salazar slytherin’e geçecektir. Ama ölmezde öldürülürse onun soyundan gelecek olan ve karanlığı destekleyen herkes, kendi düşmanını kendi yaratacaktır. Bu bilginin kaynağı henüz bilinmemektedir. Bu ada ile ilgili bilinen diğer bir bilgi ise godric gryffındor’un o adaya gitmeden önce adanın yerini gösteren bir haritayı hogvarts’ta bir yere sakladığıdır. Harry kitabın diğer sayfalarına baktı. Ama kitapta bundan başka hiçbir şey yazmıyordu. Zaten kitap 20 sayfadan oluşuyordu. Sırayla sayfalara tekrar baktı. Son sayfaya geldiğinde kitaptakinden çok daha değişik bir biçimde yazılmış bir cümle gördü. “bu kitap, godric gryffındor’un hayatını ve kendine özgü bilgilerini yazdığı bir kitaptır.” Harry kitabın arka kapağında da aynı el yazısıyla yazılmış bir cümle daha gördü. “yalnızca gerçek bir gryffındorlu olduğunu kanıtlamış olanlar bu kitabın tamamını okuyabilir. Harry bu cümleden hiçbir şey anlamadı. Gerçek bir gryffındorlu olduğunu kanıtlamak ne demekti. Birden Harry 2. sınıfta başına gelenleri hatırladı. Sırlar odasında seçmen şapka ona Godric gryffındorun kılıcını vermişti. Dumbledore’da ona, “yalnızca gerçek bir gryffındorlu o kılıcı alabilir.” Demişti. Öyleyse neden hala kitabın tamamını okuyamıyordu. “acaba kitabın tamamını okuyabilmem için kılıcın bende mi olması gerekiyor?. Diye düşündü. Öyleyse bu kitabı bir daha okuması imkansız gibi bir şeydi. Harry kılıcı dumbledore’a vermişti. Geri isterse dumbledore ona nedenini sormazmıydı. Hatta kitabı elinden almazmıydı. Harry merakına yenik düşmeyip dumbledore’dan kılıcı hiç istememeye karar verdi. Olanları sabah fred, George, ron ve ginny’e anlatacaktı. Aslında hermione’ye de anlatırdı ama onun böyle bir durumda hemen dumbledore’a gideceğini biliyordu. Kitaba son bir kez daha baktıktan sonra tekrar yattığı odaya gidip onu sandığına koydu. Hala ne yapacağına tam olarak karar vermemişti. Dumbledore’a gitme fikrini hiç beğenmiyordu. Kaç kez voldemort’un elinden kurtulmasına rağmen ona güvenmiyordu. Yoldaşlığın ne yaptığını ona söylememişti. Bu işi kendi başına da çözemezdi. Onun için sabah kahvaltıdan sonra kitaptakileri ron’a fred’e gorge’a ve ginny’e anlatmaya karar verdi. Sirius’a da anlatmak istiyordu. Ama onada çok kızgındı. Dumbledore ona söylemese bile sirius’un her şeyi söylemesi gerektiğini düşünüyordu. Sabah olduğunda grimmaould meydanı 12 numara sakinleri yavaş yavaş mutfağa inmiş, kahvaltı yapmak için Mrs.weasley’İn kahvaltı hazırlamasını bekliyordu. O gün grimmaould meydanı 12 numaradaki hogvarts öğrencileri için önemli günlerden biriydi. Nihayet hermione de aralarına katılacaktı. Herkes çok sevinçliydi. Buna memnun olmayan bir kişi vardı. Harry potter. Aslında Harry hermione ile çok yakın arkadaş olmasına rağmen, o gelince bilinmez ada ile ilgili kitaptan rahatça söz edemeyeceği için gelişine o kadar da sevinmemişti. ama yinede hermione öğleden sonra geleceğinden olanları anlatmaya biraz vakti olduğunu düşünüp rahatladı. Kahvaltı bitince Mrs.weasley ortalığı toplamak için herkesi mutfaktan kovaladı. Harry beklediği fırsatı bulmuştu. Hemen fred’e george’a ron’a ve ginny’e bir bakış attı.onların hiçbir şeyden haberi olmadığı için başta biraz şaşırdılar. Ama Harry ısrarla onlara merdivenleri gösterince hepsi sessizce onu takip ettiler. Sirius olanlardan biraz şüphelendi ama bunu belli etmemenin daha iyi olacağını düşündü. Harry, weasleyler2le birlikte odaya girdiğinde, ginny dayanamayıp sordu. “Harry! Ne oldu. Neden bizi buraya çağırdın?. “çünkü size anlatmam gereken bir şey var.” Harry onların yüzündeki meraklı ifadeye aldırmayarak devam etti. “dün gece bir rüya gördüm. Rüyamda karanlık bir koridorda koşuyordum. Koridorun duvarları yemyeşil yılan resimleriyle doluydu. Sonra bir ışık gördüm o ışığı takip ettim. Sonrada bir adam bana kitabı okumamı söyledi. Daha sonrada uyandım.” Şimdi odadaki herkesin yüzünde hafif bir endişe seziliyordu. Fred harry’e dikkatli dikkatli bakarak: “hangi kitaptan bahsettiğini anladınmı peki?” diye sordu. “bunu anlamam hiçde zor olmadı. Ginny’nin doğum günümde bana aldığı kitaptan bahsediyordu. En azından ben böyle düşünüyorum.” “ne!” dedi ginny. Herkes dönüp ginny’e baktı. Ginny’nin yüzünde korku ve şaşkınlık karışımı bir ifade vardı. “Harry, ben sana doğum gününde kitap almadımki.” Dedi. Şimdi ginny’nin yüzünde beliren ifadenin aynısı odadaki herkesin yüzünde de belirmişti. Yaklaşık on dakika kimse konuşmadı. Sonunda sessizliği bozan George oldu. “peki sen almadıysan kim aldı.” Ginny bilmediğine dair bir şeyler mırıldandı. Fred yüzünde meraklı bir ifadeyle harry’e döndü: “o kitabı okudunmu.” Harry evet anlamında başını salladı. Sonrada kitapta okuduklarını harfiyen onlara anlattı. Harry anlatmayı bitirdiğinde hepside çok etkilenmiş görünüyordu. Fred dayanamayıp: “o kitabı görebilirmiyiz.” Diye sordu. Harry başını yukarı aşagı salladı. Sonrada oturduğu yerden kalkıp sandığına doğru ilerledi. Şimdi odadaki herkes nefesini tutmuş harry’e bakıyordu. Harry sandığının kapağını kaldırıp büyük bir dikkatle kitabı çıkardı.. fred hemen elini uzattı. Kitabı alıp incelemeye başladı. Teker teker sayfaları çevirdi. Sonunda bembeyaz bir yüzle ayağa fırladı. Bu arada kitabı george’a vermişti. Harry neler olduğunu anlamaya çalışırken george’ta ayağa fırladı. Kitabı inceleme işi bu kezde ron’a düşmüştü. Ama ron nedense fred ve George gibi ayağa fırlamak yerine şaşkınca harry’e baktı. Harry artık sabrının iyice taştığını hissetmişti. “ne oluyor?”diye sordu. Üç weasley birden “o kitapta hiçbir şey yazmıyorki.” Dediler. Harry duyduğu şey karşısında şaşırıp kalmıştı. Yedinci bölüm: karanlık yeniden doğuyor; grimmauld meydanı 12 numara sakinleri o gün olacaklardan habersiz, günlük işleri üzerinde yoğunlaşmıştı. Mrs.weasley mutfakta temizlik yapıyor, bir yandan da “pislikten gözgözü görmeyecek yakında bu evde.” Diye yakınıp duruyordu. Sirius Black ise dün akşam vaftiz oğlunun söylediklerinin şokunu ancak atlatabilmiş, harry’nin neden böyle yaptığını düşünüyordu. Sonunda şahgaga’nın yemini verdikten sonra Harry’yle konuşmaya karar verdi. Bunu ne kadar çabuk yaparsa o kadar mutlu olacağını düşünüyordu. Çünkü, Harry ona en yakın arkadaşının emanetiydi. Onu da tıpkı arkadaşı gibi çok seviyordu. Harry’nin mutsuz olmasını arkadaşıda (James potter) istemezdi. Sirius, harry’nin dün akşam ki söylediği, “voldemort artık ilgi alanıma girmiyor. Ben evde oturup birilerinin ağzıma mama vermesini bekliyeceğim.”sözlerini harry’nin mutsuz olmasından söylediğini zannediyordu. Aslında haklıydı. Tabi mutsuz olurdu. Voldemort’la 2 kere karşılaşıpta sağ kalabilentek büyücü olmasına rağmen Dumbledore da yoldaşlıkta Harry’nin Voldemort’un planlarından haberdar olmasını istemiyordu. Ona kalsa vaftiz oğlundan hiçbir şey saklamazdı. Ama biraz daha beklemesi gerektiğini biliyordu. Birden Harry’e söylemesi gereken bir şey olduğunu hatırladı. Hızla Harry’nin odasına doğru yürümeye başladı. Merdivenlerden çıkarken ses çıkarmamaya hiç özen göstermediğinden annesinin portresi ve yanındaki diğer portreleri uyandırmıştı. Birden koridoru çığlık sesleri doldurdu. Bu sesler Harry’i ve odada bulunan weasley’leri kendilerine getirmişti. Harry hemen kitabı alıp sandığına koydu. Weasleyler de kendilerini toparladılar. Odanın kapısı açıldığında her şey normal görünüyordu. Sirius herkesin üzerinde göz gezdirdi. Harry’e gelince durdu. “biraz konuşabilirmiyiz?” dedi. Ginny Ron’un kolundan çekerek: “anneme yardım etmemiz gerek. Ayrıca Hogvarts’dan gelecek olan mektuplarımızın bu gün burada olması gerekiyordu. Gidelim.” Dedi. Ron hiç sesini çıkarmadan Ginny’i takip etti. Fred ve george’ta Harry’e göz kırparak odadan ayrıldı. Onlar gözden kaybolmadan önce sirius yüksek bir sesle: “mektuplarınız çoktan geldi. Ama onları Tonks ve Lupin götürdü. Bu gün Hermione’i almaya gittikten sonra Diagon yolundan gerekenleri alacaklar. Dedi. Sonra da kapıyı kapattı. Yüzünde gayet sakin bir ifade ile Harry’e döndü. “nasılsın?” Harry hiç cevap vermeden iyi olduğunu belirttiğini umduğu bir bakış attı. Aklı hala kitaptaydı. Sirius Harry’nin halinden anlamış gibi: “senden bazı şeylerin saklanmasına kızıyorsun değil mi?” Harry sirius’a karşı büyük bir sevgi duydu. “evet.” Dedi. Sirius gülümsedi. “o zaman sana küçük bir bilgi. Dumbledore, sana bu geceden itibaren okullar açılana kadar özel ders verecek. Yalnız bunu hiç kimse bilmesin. Hatta ron ve Hermione bile.” Harry tamamen afallamış bir şekilde sirius’a bakıyordu. Duyduklarına inanmakta oldukça güçlük çekmişti.ama artık kendisinden bazı şeylerin de olsa saklanmayacağını bilmenin sevinci içinde sirius’a sarıldı. Güneş, Londra göklerinde sanki son kez kendini gösteriyormuşcasına gök yüzünde salına salına yükseliyordu. Sanki insanlara: “bir daha beni doyasıya seyretme fırsatı bulamayacaksınız.” Mesajı veriyordu. harry de sirius da bu anın tadını çıkarmak için birbirlerinden uzun bir süre ayrılamadılar. Ancak kapı zilinin çalmasıyla ikiside birbirini bıraktı. Sirius hızla aşağı inmeye koyuldu. Çünkü annesinin portresi yeniden bağarıp çağarmaya başlamıştı. Harry ise o kadar acele etmiyordu. Merdivenlerin sonuna geldiğinde karşısında Hermione Lupin ve Tonks duruyordu. Hepsininde elinde paketler vardı. Harry Lupin ve tonks’un hermione’i almaya gittiklerinde diagon yoluna da uğrayacaklarını bildiğinden paketlerle ilgilenmedi. Bu arada Mrs.weasley de mutfaktan çıkmış Hermione tonks ve lupin’in elindeki paketleri alıyordu. Hermione elindeki paketlerden kurtulduktan sonra hızla harry’ye doğru koşup ona sarıldı. Harry’de ona sarıldı. Hermione sevinçten ağlamak üzereydi. Arkadaşlarını çok özlemişti. Onları görmeyeli sadece birbuçuk ay olmasına rağmen, yinede Harry ve ron olmadan yapamayacağını biliyordu.gür kahverengi saçları harry’nin yüzünü tamamen kapattığı için Harry nefes almakta biraz zorlanmıştı. Hermione bunu fark edince hemen harry’i bıraktı. “sizleri çok özledim.” Diye haykırdı. Sırayla ron ve ginny’e sarıldı. Fred ve george’Un elini sıktı. Hep birlikte oturma odasına giderlerken lupin ve tonks’un mutfağa doğru ilerlediklerini gördüler. Sirius’da onların peşinden gidiyordu. Hermione tatilde S.b.d.lere çalışmak için aldığı kitaplardan bahsederken fred ve George kimseye fark ettirmeden uzayan kulaklarını takmışlardı. Ginny de durumu fark edince fred’e bir “bende isterim.” Bakışı fırlattı. Fret’de ona bir tane uzayan kulak uzattı. Bunu yaparken hermione’nin birden onlara doğru dönmesiyle biraz şaşırdı. Hermione kitapları anlatmayı bırakmış biraz şaşkın bir yüzle fred ve george’a bakıyordu. Daha ne olduğunu soramadan Harry ve ron’un da aynı şeylerden kulaklarına taktıklarını görünce şaşkınlığı bir kat daha arttı. Fred’in elindeki ipe benzer bu şeylerden bir tane alıp kulağına götürdü. Şimdi odadaki herkes pürdikkat mutfakta konuşulanları dinliyordu. “Acilen azkabana gitmemiz gerekiyor.” Dedi tonks. Sesinde belli bir endişe seziliyordu. “cornelius fudge, malfoy denen pisliği tebrik etmeye gidecekmiş. Lucius malfoy gerçekten bir ölüm yiyen olsaydı; şimdiye kadar ölüm yiyenleri çoktan serbest bırakırdı diyor.”diye sözlerine devam etti. “en azından birkaç yoldaşlık üyesi azkabanın çevresinde olmalı.” Bunun üzerine mutfaktan sandalye sesleri yükseldi. “ben geliyorum.” Dedi Sirius.lupin “olmaz.” Dediysede Sirius kararlıydı. En yakın dostunu ve kuzenini orada yalnız bırakamazdı. Tonks ona bir kaçak olduğunu hatırlatınca da” hayalbozan büyüsü yaparız. Yada çok özlü iksir içerim.” Demişti. Mrs.weasley de gitmeye gönüllü olmuştu.lupin onada karşı çıktı. Bunun üzerine Mrs.weasley: “ o ölüm yiyenlerle tek başına mı dövüşmeyi düşünüyorsun remus? Eğer sana bir şey olursa hogvarts bu seneki KSKS öğretmenini kaybetmiş olur. Hiçbir öğrenci KSKS gibi önemli bir dersten mahrum kalmak istemez.” Demişti. Azkaban’ı kontrole gidecek olanların belirlenmesi yaklaşık on dakika sürdü. Buna göre tonks, lupin, Mrs.weasley, Sirius ve birkaç seherbaz askabana gidecekti. Oturma odasında mutfaktaki konuşmaları büyük bir dikkatle dinleyen grupta sessizliği ilk bozan hermione oldu. “yoldaşlıktaki toplantıları böylemi dinliyorsunuz? “ hepsi birden kafalarını yukarı aşağı sallayınca Hermione’Nin yüzü asıldı. “sizden yoldaşlıkt a konuşulanları bilmeniz istenseydi yoldaşlığa direk alınırdınız. Neden böyle?” daha sözlerini bitirmeden fred George ve ginny ayağa kalktı. Ginny yüzünde büyük bir kızgınlıkla, sesi titreyerek: “eğer biz bunları duymasaydık annemizin hayatının şu anda tehlikeye gireceğini bilmemişOlurduk. Sonra ağabeylerine döndü. Tam bir şey söylemeye hazırlanırken hermione yine konuştu. “siz ikiniz; neden böyle bir şeyi dumbledore’a.” Harry de şimdi hermione’e öfkeyle bakıyordu.hermione bu bakışları görür görmez olduğu yerde dondukaldı. Dumbledore harry’den bazı şeyleri saklamasaydı, Harry de elbette dürüstce her şeyi dumbledore’a anlatırdı. Hermione bunları düşününce harry’e biraz hak verdi. O da harry’nin yerinde olsaydi tıpkı harry’nin yaptığı şeyleri yapardı.hermione.i düşüncelerinden koparan harry’nin sesi oldu. “vaftiz babamın hayatı tehlikede! Sen kalkmış yaptığımızın yanlış olduğunu söylüyorsun.sen hiç voldemort’la karşılaştınmı ki? Onun neler yapabileceğini tahmin bile edemesin. Ben hayattaki tek yakınımı kaybetmek istemiyorum tamamı?” Gelen ayak seslerini duyunca hepside kendilerini topladı. Uzayan kulaklar bir anda fred’in cübbesinin cebinin derinliklerinde kaybolmuştu. Odanın kapısı açıldı. İçeri Mrs.weasley girdi. Sesi bellibelirsiz titreyerek konuştu. “çocuklar biz diagon yolundan bu ev için gereken bazı şeyleri almaya gideceğiz. Evden dışarı çıkmayın kendinize dikkat edin tamamı?” Hepsi başını salladı. Mrs.weasley dışarı çıktı. Aradan bir iki dakika geçti. Tekrar odanın kapısı açıldı. Bu sefer gelen siriustu. “Harry sakın evden çıkmayın. Dikkat edin en ufak bir şüpheli olayda pelerinini kullan. Ayrıca bu anahtarı al. Bu anahtar tavan arasındaki iksir dolabını açar. Bu dolaptan çok özlü iksir bulabilirsiniz. Bazı saç telleri de bulabilirsiniz. Onları kullanıp doğruca sihir bakanlığına gidin tamamı?” dedi. Harry tamam anlamında başını salladı. Sirius biraz endişeli bir ifade ile harry’nin gözlerinin içine baktı. Sonrada odadan çıktı. Evin dış kapısının kapanma sesi duyulduğunda ginny hemen ayağa fırladı. “ne yapacağız?” Harry de ayağa kalktı. “sizi bilmem. Ama ben oraya gideceğim.” Hermione bir dehşet çığlığı koyuverdi. “Harry kim olduğunu bilirsin sen seni istiyor. Sen onun ayağına böylece gidemezsin.” Harry hermione’e bakmadan konuştu. “voldemort’un vaftiz babamı öldürmesini mi seyredeyim yani.” Hermione buna diyecek bir şey bulamamıştı. Fred ve George de bunun üzerine aynı anda haykırdılar: “biz olmadan bir yere gidemezsiniz. Biz reşidiz. Ama siz değilsiniz. Sizin büyü yaptığınız hemen anlaşılır.” Harry onları haklı buluyordu. Ama onlara bir şey olmasından da korkuyordu. Daha karşı çıkmaya fırsat bulamadan ron’da ayağa kalktı. “bizimde annemiz orada. Bizde geleceğiz.” Dedi. Hermione hala azkabana gitme fikrini doğru bulmuyordu. Ama arkadaşlarını da yalnız bırakmak istemiyordu. O da ayağa kalktı. Bunu üzerine ginny hepsine bakarak konuştu. “bir şeyler planlamadan gitmemeliyiz.” Fred kardeşine sırıttı. “haklısın. Şu iksir dolabına bir bakalım. Ama önce siriusunn söz ettiği pelerinin ne olduğunu bilmeliyiz. Değil mi?” Harry hiç vakit kaybetmeden bir görünmezlik pelerini olduğunu onlara anlattı. Bunun üzerine George: “o pelerine hepimiz sığamayız.” Dedi. Fred’e bakıyordu. Fred ise sanki cadılar bayramı erken gelmiş gibi sevinçle hepsinin üzerinde göz gezdirdi. “şu iksir dolabında her türlü iksir bulunuyorsa o pelerinin altına hepimiz girebiliriz.” Dedi. Şimdi herkes nasıl olacak der gibi fred’e bakıyordu. Fred daha da çok sırıtarak: “görünmezlik sıvısı.” Harry de ron da ginnyde hiçbir şey anlamamış gibiydi.ama George ve hermionenin yüzü aydınlandı. “neler olduğunu birde bize söyleseniz.” Dedi ginny. George hemen atıldı. “görünmezlik sıvısını vücudunun her hangi bir yerine sürdüğünde o yerin görünmez olur. Ancak vücudunun, her yerinde aynı anda kullanamazsın..” dedi. O pelerini sadece başımızı ve gövdemizi örtecek şekilde kullanırız.”dedi fred. “ yani belimizden ayak parmak uçlarımıza kadar o iksirden kullanmak zorundayız.” Harry hemen anahtarı fred’e uzattı. “siz iksiri ararken bende pelerini alacağım.” Hızla koşarak yattığı odanın kapısını açtı. Sandığına koştu. Pelerini ararkenbirden kitap eline geldi. Ama harry’nin kitaba bakacak hali yoktu. Bu yüzden de sağ avucu kitab deyer deymez kitabun kapağındaki değişen yazıyı göremedi. Hemen pelerinini alıp aşağı indi. Fred, George, Hermione ve ronun orada olmadığını gördü. Biraz sonra onlarda ellerinde bir şişe ile geri döndüler. Hermione’nin yüzünde endişeli bir ifade vardı. Diğerleri ise kendinden emin gibi görünüyordu. Harry, george’nin elinde tuttuğu şişeye baktı. Şişenin içinden masmavi dumanlar çıkıyordu. İksir, akışkan gibi görünmesine rağmen tıpkı bir krem kıvamındaydı. “eminmisiniz. Görünmezlik sıvısı bu mu?” Dedi Harry. Fred ve George başlarını salladılar. Hermione ise hala şüphe duyuyormuş gibiydi. Başını sallamadı. Ama harry’nin ona aldıracak kadar vakti yoktu. Birazdanhayatta en çok değer verdiği vaftiz babası belkide öldürülecekti. Hızlı adımlarla george’a doğru yürüdü. Şişeyi onun elinden aldı. Şişeye dokunduğunda hafif bir sıcaklık hissetti. Ama bunun üzerinde fazla durmadı. “nasıl kullanılıyor.” Dedi. Fred sırıtarak onun sorusunu yanıtladı. “görünmez olmasını istediğin yere sürüyorsun. Ama bu iksir sadece 77 dakika etkili. Sihirsel en güçlü sayı bu olduğu için bu iksirin etkisinin bu kadar olmasına karar verilmiş.” Harry fred’in son sözlerini dinlememişti bile. Aceleyle iksiri belinden başlayarak ayak parmak uçlarına doğru sürmeye başlamıştı. Harry bunu yapmaya başladığında hermione’nin yüzündeki ifade gitgide değişmiş, önce sararmış sonrada beyazlamıştı. Harry iksiri sürmeyi bitirdiğindevücunun belinden aşağı kısmının yavaş yavaş uyuşmaya başladığını hissetti. Sanki boşlukta sadece başı ve gövdesinin bulunduğu gibi bir hisse kapıldı. Aynı anda Ginny ve hermione bir çığlık koyuverdi.fred ve george’ta kahkahayı bastılar. Ron ise şaşırmış, birazda etkilenmiş gibi görünüyordu. “hadi ne duruyorsunuz! Şunu kullanında bir an önce gidelim. Hepimizin yakınları tehlikede. Siz burada öylece durmuş bekliyorsunuz .”dedi Harry. Bunu duyan fred ciddileşerek iksir şişesini harry’nin elinden kaptı. O da tıpkı Harry gibi belden aşağısına iksiri sürdü. Herkes sırayla aynı işlemi yaptı.yaklaşık 5 dakika sonra hepsinin sadece başı ve gövdesi görünüyordu. Harry diğerlerininde yanına gelmesini işaret etti. Sonrada pelerinini çıkardı. Pelerini ilk kez gören fred, George ve ginny’nin ağzı açık kalmıştı. Hepsi yan yana dizildiler. Ama hiç birinin hesaba katmadığı bir şey vardı. Azkabana nasıl gideceklerini hiç düşünmemişlerdi. Bunu dile getiren ginny oldu. Sonunda biraz düşündükten sonra hermione çözüm buldu. “fred yada George bir anahtar yapar. Bizde öyle gideriz. Yalnız anahtarı yapmadan önce bir gizlilik büyüsü yapmanız gerekiyor. Yoksa bakanlık izinsiz anahtar yapıldığını fark edebilir.” Dedi. Bunun üzerine George asasını çıkardı. “accoltus” diye haykırdı. Birdenbire altısının da etrafını saran mor bir ışık dalgası oluştu. Işık dalgası büyüdü, büyüdü. Tam hepsinin başını kapatacak kadar büyüdüğünde fred asasını önündeki şemsiyeliğin yanında duran ifrit bacağına doğrulttu. “portus” diye mırıldandı. İfrit bacağı bir süre mavi bir alevle parladı. Sonrada eski haline geri döndü. Yavaşça ifrit bacağına doğru ilerlediler. Sanki işaret verilmiş gibi aynı anda ellerini uzatıp anahtara dönüştürülmüş ifrit bacağına dokundular. Birkaç saniye için göbeğinden çekiliyormuş hissini yaşadıktan sonra, kendilerini denizin ortasında bir adada buldular. Adayı denizden ayıran yüksek bir duvar vardı. Hepsinin yüzleri duvara bakıyordu. Büyük bir cesaretle ginny arkasına döndü. Tam karşısında çevresi demir parmaklıklarla örülü, taş duvarlardan oluşmuş kocaman bir kale duruyordu. Ginny arkasına döndükten bir süre sonra, diyerleride döndüler. Aradan bir dakika geçmeden Harry bir şeyin farkına vardı. “ruh emiciler! Burada olmaları gerekiyordu. “ bunları duyunca hepsinin yüzündeki şaşkın ifade korkuya ve telaşa dönüşmüştü. “ne yapacağız?” diye sordu ginny korkuyla. Ron kesin bir ifadeyle ginny ve hermiyone’e bakarak: “ siz burada kalıyorsunuz. Şuradaki taşların arkasına gizlenirsiniz. Bizde içeriye girip, neler oluyor diye bakacağız. Eğer bir gelen olursa, uzayan kulakları takacağımız için, fısıltıyla bize haber vereceksiniz. Yoldaşlıktakiler daha gelmemiş anlaşılan.“ dedi. Fred ve George afallamış bir şekilde ron’a bakıyorlardı. Ron’un bu kadar akıllıca plan yapabilmesi neredeyse imkansızdı. Hermione ron’un gösterdiği yere bakarak: “iyi ama buradaki taşlar bizi gizleyecek şekilde dizilmemiş ki. “fred hızla hermionenin baktığı yöne asasını doğrulttu. Küçük bir bilek hareketiyle taşları hermione ve ginny’i saklayacak şekle getirdi. Ginny ve hermione hiç vakit kaybetmeden saklanma yerlerine geçtiler. Sonrada uzayan kulakları kulaklarına taktılar. Fred George ron ve Harry taş duvarlarla kaplı azkaban kalesine doğru ilerlemeye başladılar. Bir yandan da pelerini düzgün bir şekilde üzerlerine örtmeye çalışıyorlardı. Sonunda tamamen görünmez olmayı başardılar. Uzayan kulaklarıda taktıktan sonra adımlarını hızlandırdılar. Tam kalenin kapısına geldiklerinde ginny ve hermionenin fısıldadıklarını duydular. “geliyor! O geliyor!” hepside pelerinin kaymamasına dikkat ederek arkalarına döndüler. Tam karşılarında uzun boylu, soluk yüzlü, kırmızı gözleri çizgi çizgi olan bir adam duruyordu. Voldemort. Ama onları görmüşe benzemiyordu. Hatta görmesi olanaksızdı. Onlar tammen görünmezdi. Oysa görünmez olmayan birileri vardı ve voldemort onların varlığını anlamıştı. Doğrudan asasını ginny ve hermionenin saklandığı yere doğrulttu. “bombarda” ama daha büyüsünü tamamlayamadan aynı anda altı tane sersemletme büyüsü ona doğru uçmuştu. Voldemort asasının tembel bir hareketiyle o büyüleri engelledi. Sonrada sözsüz bir şekilde ginny ve hermione’nin saklandığı yeri havaya uçurdu. Patlama o kadar büyüktüki dünyanın öbür ucundaki insan bile duyabilirdi. Voldemort yüksek sesle bir kahkaha patlattı. Harry bu kahkahayı duyduğunda kanın beynine sıçradığını hissetti. Hızla pelerinin altından çıktı. Voldemort karşısında harry’i görünce büsbütün sırıttı. “vay vay vay, potter. Buraya beni yok edebileceğini zannettiğin içinmi geldin? Yoksa artık dumbledore’un sana çocuk muamelesi yapmasından sıkıldında bana katılmak için mi geldin?” Harry buz gibi bir sesle: dünya tersine dönse senin köpeğin olmam tom ridle.” Diye haykırdı. Harrynin bu sözlerinden sonra voldemort’un sırıtması bütün yüzüne yayıldı. Tam bir şey daha söyleyecekken askabanın kapısı aralandı. Parmaklıklar büyük bir gürültüyle yok oldu. İçerden yüzleri kapalı, siyah pelerinli insanlar çıkmaya başladı. En önden gelen bir kadının yüzü açıktı. Uzun siyah saçlı şiş göz kapaklı kadın büyük bir ilgi ve saygıyla lorduna bakıyordu.hızla koşarak voldemort’un ayaklarının önünde diz çöktü. Kadının gözlerinden oluk oluk şükran göz yaşları akıyordu. “lordum. Hoş geldiniz. Biliyordum. Geleceğinizi biliyordum.” Voldemort kadına susmasını işaret etti. “sus bela. Potter’ı öldürdükten sonra hepinizle ayrı ayrı konuşacağım.” Bunu duyan kadın hemen lordunun önünden çekilip diğer yandaşlarının yanına katıldı. Şimdi bütün ölüm yiyenler, az önce fred, ron ve george’unolduğu yerde yan yana dizilmişlerdi. Harry bu manzarayı gördüğünde şaşırmadan edemedi. Arkadaşlarının nerede olduğunu bilmemek onu deli ediyordu. Ama şimdi onların yanına gitmesi imkansızdı. “belkide bir yolunu bulup görünmezlik pelerinin altına hermione ve ginny’i de almışlardır.” Diye düşündü. Böyle düşününce içi rahatlamıştı. Ama bu rahatlaması uzun sürmedi. Aniden içini bir umutsuzluk kapladı. Dondurucu bir soğuk dalgası tüm vücudunu yavaş yavaş sarıyordu. Kulaklarında annesinin çığlığı, sanki ayarı bozuk bir radyodan geliyormuş gibi bir netleşip bir bulanıklaşıyordu. İmkansızdı. O kadar ölümyiyenin arasında kurtulması imkansızdı. Öpülecekti. Yada ölecekti. Annesinin çığlığını duyarak ölecekti. Sonra bir anda ne olduysa oldu. Harry daha ağzını bile açmadan bir çatal boynuzlu geyik asasının ucundan fırlamıştı. Ölümyiyenler de voldemortta çatal boynuzlu geyiğe doğru asalarını sallıyorlardı. Ancak geyik hızla ruh emicilerin üzerine doğru ilerlemeye devam ediyordu. Sanki ona büyü işlemiyordu. Sonra etrafı pof sesleri doldurdu. Harrynin geyiğine bir de anka kuşu katılmıştı şimdi. Ölümyiyenler karşılarında dumbledore ve birkaç yoldaşlık üyesini gördüklerinde oldukları yere mıhlanmış gibi kalakaldılar. Ama şaşkınlıkları uzun sürmedi. Her ölüm yiyen bir başka yoldaşlık üyesine doğru büyüler yollamaya başlamıştı. Harry de hızla voldemort’un karşısından çekildi. Fred, George, ginny, ron ve hermione’i bulması gerekiyordu. Harry voldemort’un karşısından çekilince dumbledore onun yerine geçti. Şimdi voldemort’la o düello ediyordu. Voldemort, dumbledore’a doğru yeşil bir alev topu gönderdi. Aynı anda da o soğuk kahkahasını patlattı. Ama dumbledore çok hızlı bir şekilde etrafında döndü. Birden ortadan kayboldu. Voldemort, onun nerede belireceğini biliyormuş gibi arkasına döndü. Ama bu büyük bir hataydı. Çünkü dumbledore voldemort’Un arkasında belirmek yerine eski yerinde ortaya çıkmıştı. Ama voldemort bunu fark etmekte birazcık geç kalınca, dumbledore’Un ona doğru yolladığı mavi ışına hedef oldu. Ne yazıkki bu büyünün de etkisi fazla sürmedi. Voldemort asasının bir hareketiyle, kendine yapılanbüyünün etkisinden kurtuldu. Onların düellosu devam ederken Harry de hala arkadaşlarını bulmaya uğraşıyordu. Onları ararkende kendine doğru gelen büyülerden kaçması gerekiyordu. Bir ara lupin ve tonks’un düello ettiği bir ölümyiyen harry’i fark edip onunla düello etmeye kalktı. Ama Harry ölümyiyenin tahmin ettiği kadar kolay lokma olmadığını kanıtladı. Ölümyiyenin ona doğru yolladığı bir lanetten kurtulmak için kendini yere attı. Sonrada hiç beklemeden ölümyiyene doğru bir sersemletme büyüsü yolladı. Ölümyiyen son anda büyüyü fark edep bir kalkan yarattı. Büyü havada yön değiştirip doğrudan harry’e doğru gitti. Ama Harry yerden kalkmadığı için onun tam arkasında Mrs.weasley’le düello eden ölüm yiyenin tam sırtına çarptı. Büyünün etkisiyle ölüm yiyen yere kapaklandı. Mrs.weasley de harry’nin düello ettiği ölüm yiyenle düelloya başladı. Ama Harry orada durup Mrs.weasley’e yardım etmek için beklemedi. O kendi başının çağresine bakabilirdi. En azından Harry böyle umuyordu. Koşmaya devam etti. Kendisine doğru gelen bir büyüden zorlukla kurtuldu. Sürekli etrafına bakmasına rağmen hala arkadaşlarından eser yoktu. Harry tam hermione ve ginny’nin az önce saklandığı yere doğru dönecekken tiz bir kahkahayla olduğu yerde dondu kaldı. Hemen kahkahanın geldiği yere doğru döndü.gördüklerine ilk önce inanamadı. Az önce voldemort’un önünde eğilen şiş göz kapaklı kadın, asasını hermione’e doğru tutmuştu. Hermione ise çok kötü görünüyordu. Harry hemen oraya doğru koştu. Ama o daha bir şey yapamadan sirius asasına kadına doğrultup sözsüz bir büyü yaptı. Kadın hermione’e o kadar dalmıştı ki sirius’un ona doğru yaptığı büyüyü fark etmedi. Büyü kadına çarpınca ortalığı inanılmaz derece de tiz bir çığlık doldurdu. Kadın yerde kanlar içinde yatıyordu. Hermione asasını yerden aldı. Tam kadına doğru bir büyü yollayacakken geriye doğru uçtu. Doğrudan denize doğru gidiyordu. Kadın yerden kalktı. Sirius’a bir büyü yapmak için hazırlandı. Ama o daha büyüyü tamamlayamadan önüne birisi uçtu. Kocası Rodohupus’tu. O anda kadının zihninde bir ışık çaktı. Eğer kocasını öldürürse, voldemort’a daha yakın olabilirdi. Kocası yüzünden voldemort’la yeterince görüşemiyordu. Lord ona değil kocasına görev veriyordu çünkü. Kadın asasını kaldırdı. “avada kedavra.” Kadının asasından çıkan yeşil bir ışık yerde sersemlemiş bir halde yatan adamın kalbine çarptı. Kadın bir zafer çığlığı attı. Onu kimsenin görmediğinden öylesine emindiki dönüp arkasına bile bakmadı.doğruca efendisinin yanına gitti. Voldemort hala dumbledore’la düello ediyordu. Ama hala hangisinin yendiği belli değildi. Harry vaftiz babasının yanına koştu. Çünkü herkes dövüşmeyi bırakmış voldemort’la dumbledore arasındaki düelloyu seyrediyordu. Harrybir yandan düelloyu seyrederken bir yandan da etrafına bakmaya devam ediyordu.ama arkadaşlarından hiç birini göremedi. Bu durum uzun sürmedi. Voldemort dumbledore’a bir tane daha öldürme laneti yollamıştı ki, birkaç tane farklı büyü kendisinden birkaç metre ilerde duran ölümyiyen kalabalığına doğru gidiyordu. Ölüm yiyenlerin bazıları büyüleri karşılayımadılar. Ama bazıları eyilip büyüden kurtuldu. Büyülerden kurtulanlar, şimdi yeniden saldırmaya başlamıştı. Tam bu sırada iki tane pop sesi daha duyuldu. Harry her dakika daha da afallıyordu. Sihir bakanı cornelius fudge, yanında kısa boylu, kurbağa suratlı bir kadınla orada belirmişti. Fudge’in gözleri şokla açıldı. Ama bir anda yanındaki kurbağa suratlı kadının yere düştüğünü görünce yüzü korkuyla gerildi. İçinden kendine lanet okuyordu. Harry potter’a inanmamanın cezasını hem kendisi, hem de büyücü toplumu çekecekti. Fudge’un bunları düşünmeye daha fazla zamanı olmadı. Çünkü hem arkasından hemde önünden iki farklı renkte ışın ona doğru geliyordu. Çevresi ölümyiyenler tarafından sarılmıştı. Kaçacak bir yeri kalmamıştı. Ölecekti. Ölüm yiyenler asalarını kaldırdılar. Hepside farklı bir şeyler söylemeye başlamıştı. Ama büyülerini tamamlayamadılar. Çünkü dumbledore inanılmaz bir şekilde fudge’un etrafındaki ölümyiyenleri farklı yönlere doğru uçurmuştu. Fudge’n ağzı açık kaldı. Dumbledore ona yardım ediyordu. Şimdi Harry potter da ona doğru koşuyordu. Ama ona doğru gelen sadece Harry potter değildi. Lucius malfoy da elinde asasıyla fudge’a e doğru geliyordu. Aralarında sadece birkaç metre kalmıştı. Malfoy asasını kaldırdı. “avada.” Ama daha sözlerini tamamlayamadan asası elinden uçtu. Harry malfoy’dan önce davranmış, böylece o daha büyülü sözleri söyleyemeden onu asasız bırakmıştı. Fudge de asasını çıkardı. Ama o daha bir büyü yapamadan malfoy çoktan başka bir yere gitmişti. Şimdi malfoy tonks’la düello ediyordu. Tonks tüm gücüyle malfoya lanetler yağdırıyordu. Ancak malfoy bir ölüm yiyendi. Karanlık sanatları voldemort’tan öğrenmişti.bu yüzden Tonks’un ona karşı fazla bir şansı olamazdı. Malfoy ‘un tonks’la düello ettiği orada bulunan bir yoldaşlık üyesinin de gözünden kaçmamıştı. Remus lupin. Her ne kadar tonks’u sevdiğini inkar etse de, onunla olamayacağını düşünsede kalbinin derinliklerinden gelen tarifsiz bir acı ve korku tüm bedenini sarmıştı. Tonks’un ölmesi ihtimalini düşündükçe içi içini yiyordu. Ama onunda yenmesi gereken bir ölümyiyen vardı. Tonks’u şimdi düşünmemeliydi.ona doğru gelen rengarenk ışıklardan kaçmak zorundaydı. Ayrıca hiç durmadan kendisiyle düello eden ölüm yiyene de sersemletme büyüsü yolluyordu. Tonks’da lupin’in düello ettiğini görmüştü. Malfoy’u bir an önce yenip ona yardım etmek istiyordu. Malfoy ona doğru bir yeşil ışın gönderdi. Tonks’un başka çağresi kalmamıştı. Hızla kendi etrafında döndü. “carpe_portus.” Dedi içinden. O anda bir rüzgara kapılmış gibi hissetti kendini. şimdi Lupin’İn düello ettiği ölüm yiyeninde, malfoyun da arkası tonks’a dönüktü.malfoy tonks’un korkup kaçtığını düşündüğü için arkasına dönmek yerine, başka bir yoldaşlık üyesi olan dedarus digle ili düelloya başlamıştı. Lupin’le düello eden ölüm yiyen korkunç bir kahkaha attı. Tonks’un ağzı açık kaldı. Ama bekleyemezdi. Ne olduğunu bilmediği bir büyü doğrudan lupine doğru gidiyordu. Tonks sadece lupin’i düşündü. Kendini hızla lupin’in olduğu yere doğru fırlattı. Tam lupin’in önüne yüz üstü düştü. Ama hemen kalktı. Asasını kaldırdı. Sadece lupini düşündü. Bu büyüyü durduracak kalkanı bilmediği için tek bir şansı kalmıştı.ölüm yiyenin yaptığı büyü her neyse, asadan çıkan masmavi bir alev topu gittikçe koyulaşarak ve yavaş yavaş onlara doğru gidiyordu. Ama büyünün etkisi daha onlara ulaşmadan başlamıştı. Ne tonks ne de lupin kıpırdayamıyorlardı. Harry ve sirius da durumun farkına varmıştı. İkisininde asaları alev topuna dönüktü. Birden harry’nin asasından simsiyah bir alev topu fırladı. Hızla ölümyiyenin oluşturduğu büyünün üzerine doğru gidiyordu. Siyah alev topu artık iyice koyulaşıp laciverte dönmüş alev topuna yaklaştıkça rengi açıldı.büyüdü. büyüdü. Büyüdü ve bir saniye sonra ölümyiyenin yarattığı alev topuyla birleşti. Büyü hızla yön değiştirdi. Her şey o kadar ani olduki harry’nin de sirius’un da lupin’inde tonks’Unda ağızları açık kaldı. Birleşen alev topları, neredeyse saniyenin onda biri kadar bir sürede kıpkırmızı oldu. Ölüm yiyenin tam suratına çarptı ve yine saniyenin onda biri denilebilecek bir süre sonra büyük bir gümbürtüyle patladı. Bu patlama, voldemort’un ginny ve hermione’nin saklandığı yeri dağıtmak için kullandığı büyünün oluşturduğu patlamanın üç katı şiddetindeydi. Patlamadan hemen sonra ortalığı şak pop sesleri doldurdu. Ölüm yiyenler buharlaşıyorlardı. Voldemort ise çoktan olay yerinden ayrılmıştı. Ama oradan ayrılırken döndüğünün en büyük kanıtlarından birini unutmuştu. Daha doğrusu onun bundan haberi bile yoktu. En değer verdiği ölüm yiyenlerden biri kocasını öldürmüştü. Voldemort ise sadece kendini düşündüğünden ölüm yiyenlerini kontrol etmemişti. Öte yandan sihir bakanını da öldürememişti. Kahrolası dumbledore olmasıydı, çoktan sihir bakanı ölmüştü. Voldemort malfoy’ların evine geldiğinde, her şeyin bıraktığı gibi olduğunu gördü. Aradan biraz zaman geçince malfoyların evinin bahçesinde birer birer cisimlenen ölüm yiyenlerin sesini duydu. Yılanı nagini’i yanına çağardı. Ona ihtiyacı vardı. Hayatta en çokgüvendiği canlı yılanıydı. Ölüm yiyenler yavaş adımlarla malfoy malikanesinin görkemli koridorlarından karanlık lordun bulunduğu odaya doğru yürüyorlardı. Hepsinin yüzünde de korku ve saygı ifadesinin karışımından oluşmuş bir ifade vardı. İçlerinden sadece biri güvenle lorduna doğru ilerlemeye cesaret edebilmişti. Şiş göz kapaklı kadın, büyük bir saygı ve hayranlık ile lorduna neredeyse koşarcasına yaklaştı. Onun önünde yerlere kadar eğildi. “lordum.” Dedi. Kadının voldemort’a olan hayranlığını sesinden anlamak mümkündü. Voldemort gözlerini kısarak önünde yere yapışmak üzere olan kadına baktı. Sonrada oldukça sert ama kısık bir sesle konuştu. “bella. “ şimdi ölüm yiyenler nefeslerini tutmuş efendilerinin söyleyeceklerini dinlemeye başlamışlardı. Kadın hala voldemort’Un önünde eğilmiş duruyordu. “kocan nerede?” diye devam etti aynı soğuk sesle. Kadının gözlerinde ilk defa beliren korku ifadesi dikkatini çekmişti. “lordum. O, öldürüldü. Ben o sıra da melez lupin’le düello ediyordum. “ Voldemort birkaç saniye sessiz kaldı. “rodohupus, en sadık ölüm yiyenlerimdendi. Sen de öylesin. Bella. Ancak kocan kendini savunamayacak kadar güçsüz düşüp öldüyse, “ devam etmedi. Gözleriyle kalabalığı taradı. Sanki tüm bunların sorumlusunu arıyordu. “lucius.” Dedi. Şimdi sesi ipeksileşmişti. Malfoy yavaşça öne çıkıp eğildi. “dumbledore nasıl haber aldı dersin?” malfoy yerinde titredi. “bu sorumsuzluğunun cezasını sana bizzat kendim vereceğim.” Sonra yine kalabalığa döndü. Gözleri kısa bir süre kalabalığı taradıktan sonra Narcissa malfoy’Un üzerinde sabitlendi. “narcissa, draco’yu getir.” Eğer voldemort’un karşısında olmasaydı her an çığlık atabileceğini düşündü Narcissa. İçinde bir yerlerde, tarifi mümkün olmayan bir acı, adeta damarlarını delercesine vücudununtamamını esir alıyordu. Hemen lordun emrini yerine getirmesi gerektiğini biliyordu. Ama duyguları ona karşı çıkıyordu. Kendi oğlunu göz göre göre lordun önüne götürecekti. Yapabileceği hiçbir şey yoktu. Adımlarını sıklaştırarak geri geri giderken, lordun “dur.” Demesi için her zerresiyle dua ediyordu. Ölüm yiyenlerin olduğu odadan çıktığında kendini tutamayacağını anladı. Hızla ikinci kata doğru koştu. Bir yandan da gözlerinden akmak için fırsat bekleyen göz yaşlarına engel olmaya çalışıyordu. İşte tam karşısındaydı. Oğlunun odasının kapısı bütün ihtişamıyla önünde duruyordu. Kendine hakim olmaya çalışmanın anlamsız olduğunu o da biliyordu. Bir adım attı. Draco’nun odasına sadece dört-beş adım mesafe kalmıştı. Bir adım daha attı. Neden andromeda’ya gitmemişti ki? Gücünün son damlasını harcayarak draco’nunodasına girmek için atması gereken son iki adımı da attı.şimdi sadece kapıyı çalmak kalıyordu. İçinden kendine lanetler yağdırdı. Nasıl olmuştu da birilerinden yardım istememişti. Nasıl kılkuyruk’un onların evinde olduğunu sihir bakanlığına haber vermemişti. O anda kararını verdi. Fırsatını bulduğu ilk anda, andromeda’ya gidecekti. Asasını çıkardı. Tam kalbine doğrulttu. Asasının ucundan kırmızı kıvılcımlar çıkmaya başlamıştı. Aldırmadı. İçinden, sadece kendi duyabileceği, ama olabildiğince yüksekbir sesle: “yemin ederim onun sana yaptığı işkencelerin hiçbiri yanına kalmayacak. Ben artık karanlık tarafta olmayacağım. Asla! Onun yanında olmayacağım. Bellatriks ve lucius’u karşıma almam gerekse bile, ben senin için ikisinden de vazgeçmeye hazırım oğlum.” Kadının sözleri bittiğinde asasının çıkardığı kıvılcımlar kırmızıdan beyaza döndü. Hiç vakit kaybetmemesi gerektiğini bildiğinden hemen kapıyı tıklattı. Oğlunun gir demesini beklemeden odaya girdi. Girer girmez bir çivt mavi göz kendi gözleriyle buluştu. Draco çok şaşırmış görünüyordu. Annesinin ne diyeceğini merak etmişti. Ama iyi bir şeyler söylemeyeceği yüzünden okunuyordu. “karanlık lord, seni huzurunda görmek istiyor.” Dedi Narcissa. draco duyduklarına bir an inanamadı. Lord onu çağırmıştı. İyi ama neden onu çağırmıştı ki? Hızla oturduğu sandalyeden kalktı. Kapıya doğru ilerledi. Açık kapıdan ürkek adımlarla dışarı çıktı. Narcissa onu arkasından takip ediyordu. Merdivenlerden neredeyse parmak uçlarına basarak indi. Lordun ve diğer ölüm yiyenlerin bulunduğu odanın tam önünde durdu. Kapı açıktı. Ölüm yiyenler lordlarının cüpbesinin eteklerini öpme merasımini tamamlamış gibi görünüyordu. Odanın tam ortasında kırmızı göz bebekleri, ve sadece damarlardan oluşan elleri insanı donduran voldemort oturuyordu. Ölüm yiyenler ise bir çember halinde onun etrafında dizilmişlerdi. Buz gibi bir ses: “genç malfoy nihayet teşrif ettiler.” Dedi. Draco titremesine engel olamıyordu. Karanlık lordun gözlerine bakmaması gerektiğini biliyordu. Bu yüzden onun oturduğu koltukla çok ilgileniyormuş gibi görünmeye karar verdi.ama karşısın da gördüğü manzara onu daha da şiddetle titretti. Voldemort’un ayaklarının dibinde yerde babası yatıyordu. Draco’nun babasını gördüğünü voldemort da fark etmişti. “baban bu gün en büyük hatalarından birini yaptı. Benim ruh emicilerle konuşmaya geleceğimi bildiği halde Fudge’in onu ziyarete gelmesini istedi. Aslında engel olabilirdi. Ama yapmadı. Eğer severus beni tam zamanında uyarmasaydı. Yoldaşlığın bakanı korumak için bir iki saat önce azkabanda olacağını söylemeseydi, şimdi burada bulunan hizmetkarlarım hala hapiste olacaklardı. Bunun cezasını şimdi çekecek. Oğluna gözlerinin önünde işkence etmek ona en büyük ceza olacak.” Dedi. Sonra gözlerini draco’dan ayırıp narcissa’ya odakladı. Sen gidebilirsin narcissa. Knockton yolundan alınması gereken bazı iksir ve karanlık sanat malzemeleri var. Sen hata yapmadığın için ceza çekmene gerek yok. Karanlık lord hizmetkarlarının düzgün yaptığı işleri ödüllendirmeyi bilir.” Narcissa zaten kapının yanında durduğu için hızla odadan çıktı. O arada bellatriks ve voldemort arasında kısa bir bakışma yaşandı. Hemen ardından da bellatriks odadan çıktı. Kardeşinin yanına koştu. Tam dış kapıdan çıkmak üzereyken onu yakaladı. “karanlık lord oğluna bizzat kendi işkence edecek. Gurur duymalısın cissy.” Dedi. Narcissa onun bu sözlerini duymamış gibi hızla evden çıktı. … Grimmauld meydanı 12 numara da çok telaşlı bir hava hakimdi. Azkabanda olanlardan sonra yoldaşlık acilen toplanmıştı. Hermione yaralanmıştı. Bu yüzden de st.mungo sihirsel hastalıklar ve sakatlıklar hastanesine kaldırılmıştı. Mrs.weasley onun yanında kalmaya gönüllü olmuştu. Harry ise eve gelir gelmez fred, George, ron ve ginny ile birlikte bir odaya kapanmıştı. Ölüm yiyenler olay yerinden kaçtıktan sonra dumbledore bir anahtarla Harry ve weasley’leri yoldaşlık karargahına göndermişti. Hermione, bellatriks’in ona yaptığı işkence sonucunda kanlar içinde kalmış, birde nereden geldiği bilinmeyen bir itme büyüsüyle denize uçmuştu. Onu mr.weasley kurtarmıştı Aslında Harry ve diğerlerinin nasıl azkabana geldiği tüm yoldaşlık üyeleri tarafından merak ediliyordu. Harry oda da weasleylerle birlikte sessizce otururken yoldaşlık tarafından nasıl ve neden azkabana gittiklerinin onlara sorulacağını tahmin ediyordu. Ama şimdi bunu dile getirmenin sırası değildi. “hermione nasıl oldu acaba?” dedi fred. Azkabandan geldiklerinden beri ilk konuşan o olmuştu. “iyidir her halde.” Dedi ginny. Aslında bu söylediklerinin doğru olduğundan emin olmadığı her halinden belli oluyordu. “hepsi benim yüzümden. Eğer ben azkabana gidelim demeseydim bunların hiçbiri olmazdı.” Diyebildi Harry. Sesi çatallı çıkmıştı. Boğazı kurumuştu. Ama George harry’nin daha fazla konuşmasına izin vermedi. “eğer sen azkabana gidelim demeseydin voldemort çok kolay bir şekilde ölüm yiyenleri oradan kaçırırdı. Kimsenin ruhu bile duymazdı. Sihir bakanı bile biz voldemortu oyaladığımız için olayları görebildi. Yoksa o hala lucius malfoy iyi tarafta diye böğürüp duracaktı. Üstelik hepimizin aileleri tehlikedeydi. Sen söylemesen bile biz söylerdik.”diyerek sırıttı. Onun bu sözleri Harry’i biraz da olsa rahatlatmıştı. “peki ben pelerinin altından çıktıktan sonra ne yaptınız?” diye sordu. Onun sorusuna fred cevap verdi. “hemen hermione ve ginny’nin yanına gittik.zaten voldemort seninle konuşmaya öylesine dalmıştıki, bizi fark etmedi. Aslında biz hermioneron ve ginny’i buraya getirmek için bir anahtar yaptık. Ama son anda hermione elini çekti. Bizde sadece ron ve ginny’i gönderdik. Onlar da gelmek istemediler ama zorla ikna ettik. Gerisini biliyorsun işte.” Harry duyduklarından bir parça olsada mutluluk duydu. Çünkü sadece hermione zarar görmüştü. Diğerlerine bir şey olmamıştı. Harry hermione’nin o hale gelmesine çok üzülmüştü. Daha kötüsü de olabilirdi ama Harry bunu düşünmedi. Hermione’den bir şeylerisakladığı için oldukça pişman olmuştu. ” O her zamanbenim yanımdaydı. Bu gün bile öyle oldu. Bense hermione’den bir şeyler saklıyorum. Bilinmez adayı hermione’e anlatsam o dumbledore’a gitmezdiki. “ demekten kendini alamadı. Ama bunları sesli söylemişti.odada bulunan herkes dönüp harry’e baktı. “bence de ondan saklamalıyız. Ne de olsa içimizde en çok kitap okuyan o. Üstelikte bizim en yakın arkadaşımız.” Dedi ron. Diğerleri de onu onayladılar. Bunun üzerine Harry hermione gelir gelmez ona her şeyi anlatmaya karar verdi. “şimdi de başka bir sorunumuzu belirtmekten üzüntü duyacağım.” Dedi George. Hepsi de bu önemli sorunun ne olduğunu biliyorlardı. Ama yinede George cesaret edip seslice söyledi. “azkabana neden ve nasıl gittiğimizi nasıl açıklayacağız?”ginny sırıttı. “çok basit. O kadar yüksek sesle konuştularki, bizde konuşmayı bırakıp onları dinlemekten kendimizi alamadık. Zaten hiç meraklı olmadığımız için onları dikkatle dinlemedik ve sadece azkabana gitmeleri gerektiğini duyduk.” Odadaki herkez kahkahayı bastı. Ama fazla uzun sürmedi. Fred cebinden bir uzayan kulak çıkardı.diğerleri de onun ne yaptığını anlayıp kendi uzayan kulaklarını çıkardılar. Yoldaşlık toplantısı başlamıştı çünkü. “sizce çocuklar nasıl oraya geldiler?” “sanırım ifrit bacağını anahtara çevirdiler.” “peki konuştuklarımızı nasıl duymuş olabilirler?” “orasını bilmiyorum. Ama sanırım biraz yüksek sesle konuşuyorduk.” “ah işte geliyorlar toplantı başlıyor galiba.” Harry ve arkadaşlarının biraz önce duyduğu konuşmalar tonks ve lupin’e ayitti. “toplantı daha yeni başlıyor her halde.” Dedi ron. “off bu gün o toplantıyı dinlemek hiç içimden gelmiyor.” Dedi ginny. Onun bu sözleri üzerine Harry de dayanamadı. “ben de istemiyorum.” Hepsi uzayan kulaklarını çıkardılar. “şu kitaba bir daha bakalım mı?” dedi George. Harry onu onayladı. Yavaşça kalktı. Sandığından kitabı çıkarmasıyla kitabın üzerindeki yazıların değiştiğini fark etmesi bir oldu. Hemen yazıları yüksek sesle okumaya başladı. “kitabın sahibi gerçek bir gryffındorlu olduğunu tamamen kanıtlamasan da bilmen gereken şeyler var. Sana buraya gelmeni söylemiştim. Karanlık yeniden doğuyor. Eğer buraya hemen gelmezsen karanlık daha da güçlenir. Burayı bul. Harita hogwarts’da.” Şimdi odadaki herkes tamamen şaşırmış bir şekilde bir harry’e birde elinde tuttuğu kitaba bakıyordu. Hiç biri konuşacak cesareti kendinde bulamamıştı. Harry tam kitabı koyacakken odanınkapısı açıldı. Kapının girişinde sirius belirmişti. Bir odadakilerin yüzüne, bir de harry’nin elindeki kitaba baktı. Sekizinci bölüm: narcissa’nın planı; Sirius bir an duraksadı. Neden odadaki herkesin yüzünde bir korku ifadesi vardı? Neden hepsi de harry’nin elinde tuttuğu kitaptan bir türlü gözlerini alamıyordu? Aklındaki bu sorulara cevap bulmak için odaya girdi. Harry o kadar şaşırmıştı ki, sirius’un odaya girmesine bile her hangi bir tepki veremedi. Kitap ne demek istiyordu? Tamam voldemort geri dönmüştü ama, kitap bunu nereden bilebilirdiki? Sirius yüksek sesle boğazını temizledi. Onun bu hareketi üzerine odadaki herkez kendine geldi. Harry hemen kitabı sandığa koymak için olduğu yerde döndü. Ama sirius onun omzundan tuttu. “o ne?” diye yumuşak bir sesle sordu. Şimdi Harry bir seçim yapmak zorundaydı. Ya her şeyi vaftiz babasına anlatacak ve dumbledore’un kitabı elinden almasını bekleyecekti, ya da vaftiz babasına, hayatta kendine en yakın olan insana yalan söyleyecekti. Yavaşça yüzünü sirius’un olduğu yöne çevirdi. Onun gözlerinin içine baktı. Orada gördüğü sevgiyi, güveni hiç kimsenin gözlerinde görmemişti. Yutkundu.ağzını açtı ama ses çıkmadı. Ona kitabı anlatmak istiyordu. Ama onun bu kitaptan hiç kimseye söz etmesini de istemiyordu.anlatmak istediğinden tamamen emin olmadığı için sırayla arkadaşlarına baktı. Hepside kararı harry’nin vermesini istemişti. Sirius ise bu uzun sessizliği anlayışla karşılıyordu. Sonunda Harry kararını verdi. “bu kitap, bana doğum günümden bir gün önce baykuş postasıyla gönderildi. Şimdi sana anlatacaklarımı hiç kimseye söylemeyeceğine söz verir misin?” sirius şaşkın bir şekilde harry’e baktı. Ama merakına yenik düştü.. “söz. Gryffındor sözü.” Harry vaftiz babasının verdiği sözden tatmin olmuştu. Kitapta okuduklarını, gördüğü rüyayı ve değişen yazıyı ona anlattı. Sirius hiç konuşmadan vaftiz oğlunun sözlerini bitirmesini bekledi. Harry anlatmayı bitirdiğinde ise derin bir nefes alıp konuşmaya başladı. “daha önce bilinmez ada hakkında hiçbir şey duymadım. Bir tuzak olmadığından eminmisin Harry? Biliyorsun voldemort, seni elegeçirmek için elinden geleni yapacaktır.” Harry nedense bunun bir tuzak olma ihtimalini hiç düşünmemişti. Nedense içinde bir yerlerde kitapta yazanların doğru olduğuna tamamen inanan bir şey vardı. “olabilir ama voldemort, godric gryffındor’a ayit hiçbir şeyle ilgilenmez.” Dedi. Sirius biraz düşünceli bir ses tonuyla, “yinede iyi bir araştırma yapmadan hiçbir şey yapmamalısın. Ayrıca kitabı senden başka hiç kimsenin okuyamaması da ilginç bir durum. “ dedi. Sonra da kitabı harry’nin elinden aldı. Biraz inceledi. Belki o okuyabilmiştir diye odadaki herkez sirius’a bakıyordu. Bir süre sonra başını kaldırıp umutsuzca etrafta göz gezdirince onunda bir şey okuyamadığını anladılar. Sirius kitabı harry’e verdi. Oturduğu yerden kalktı. Kapıdan çıkmadan önce: ” dumbledore sizi birkaç dakika içinde mutfakta görmek istiyor. Sanırım azkabanda olanları konuşacak. Doğrusu herkez sabırsızlıkla sizin oraya nasıl gittiğinizi ve nasıl döndüğünüzü merak ediyor. Gerçi harry’nin nasıl geldiğini biliyoruz ama yinede hepinizle konuşmamız gerek.” Dedi. Sonrada kapıyı hafifçe aralık bırakıp mutfağa doğru ilerledi. Harry kitabı sandığına koyduktan sonra diğerlerine baktı. “gitmiyormuyuz?” ron ve ginny hızla ayağa fırladı. Fred ve George ise oldukça yavaş hareket etmeye özen göstererek onları takip etti. Mutfak kapısının önüne geldiklerinde ron büyük bir cesaret örneğisergilemek üzereyken kapı zili çaldı. Koridoru her zamanki çığlık sesleri doldururken mutfaktan hızla iki kişi dışarı fırladı. Harry ve diğerleri de onları takip etmek üzereyken mutfaktan dışarıya doğru gelen başka bir yoldaşlık üyesi tarafından mutfağa sürüklendiler. Onlar girer girmez mutfak kapısı kapandı. Harry yavaşça başını kaldırıp etrafına baktı. Bir masanın etrafında dizilmiş yüz kadar cadı ve büyücü ilgiyle onu izliyordu. Dumbledore’la gözgöze geldiler. Harry’nin o an yaşamak istediği son şey de buydu. Kendini yine suçlu hissediyordu. Ama dumbledore hiçte onu suçluyormuş gibi değildi. Yine o delici bakışlarıyla harry’i süzüyordu. Bu duygu harry’i rahatlatmaya yetmemişti. Dumbledore dabunu bildiği için sesini çıkarmadan harry’nin kendine gelmesini bekledi. Aralarındaki bakışma beş dakika kadar sürdü. Sonunda Harry dayanamadı. Tam bir şeyler söyleyecekken başının döndüğünü hissetti. Vücudundaki her kemik teker teker parçalanıyordu sanki. Yara izi hayatında hiç olmadığı kadar acıyordu. Görüşü bulandı. Yere düştüğünü hissetti. Kulaklarında türlü türlü insanların sesi inanılmaz derecede telaşlı fısıltılar halinde yavaş yavaş yükseliyordu. Nefes almakta zorlandı. Birileri ona sesleniyordu. Cevap vermek istedi. Ama yapamıyordu. Bir yere doğru çekiliyordu.” Bunun Kapkaranlık bir koridorda yolculuk yapmaktan hiçbir farkı yok.” diye düşündü. Geri dönmek istedi. Ama kıpırdayamıyordu. Bir şeyler, onun gitmesini engelliyordu. Gözlerini açmak istedi. Daha önce hiç duymadığı sesler duyuyordu. Sonunda gözlerini açtığında, neye uğradığını şaşırdı. Ama hiç de şaşırmış gibi bakmıyordu. Tam aksine, o burada olmaktan oldukça memnundu. Oturduğu koltukta yavaşça döndü. İyi ama o bir koltukta oturmuyorduki? Ağzının açıldığını hissetti. Neler söyleyeceğini kendi de merak ediyordu. Karşısında oturan üç kişiye sırayla baktı. İyi ama onlar burada ne arıyordu. Ya da o burada ne arıyordu. Gözleri bir süre etrafı taradı.her geçen saniye gördükleri karşısında daha da afallıyordu. Lucius malfoy narcissa malfoy ve azkaban da gördüğü şiş göz kapaklı kadın önünde eğilmişlerdi. Konuşmaya başladığında üçününde istemsizce titrediğini fark etti. “knockton yolundan istediklerimi aldın değil mi narcissa?” “evet lordum.” Dedi narcissa korkuyla. “ah bu harika. Ama onları daha sonra kullanacağım. Önce potter’ı nasıl ele geçireceğimi planlamam lazım.” “lordum.” Dedi şiş göz kapaklı kadın. Sanki sevgilisine sesleniyordu. “evet bela.” Dedi Harry kendine ayit olmayan bir sesle. “onun zihnine uzaktan girmeyi deneyemez misiniz?” “sen severus?un bu gün söylediklerini dinlemedin mi bela? yaşlı bunak ona zihinbend dersleri verecekmiş. Onu ele geçirmek için çok basit, bir o kadar da zekice bir plan yapmam lazım. Aynı anda hem onu, hem de kehaneti ele geçirmenin bir yolu olmalı. “ Narcissa malfoy hızla düşünüyordu. Harry potter ele geçirilirse lordu durduracak kimse kalmazdı. Lordun yapacağı planı o belirlemeliydi. Öyle bir plan yapmalıydı ki. Hem lordun ikna olacağı, hem de potter’ın aptallık etmeyeceği bir şey olmalıydı. Sonra birden beyninde bir ışık çaktı. “lordum.” Dedi Kendisine en az kız kardeşi kadar lordu seviyormuş süsü vererek. Harry’nin başı ona doğru döndü. “bir fikrinmi var narcissa?” “evet. İzniniz olursasöyleyebilirmiyim?” Harry onun söylediklerini hiç önemsemiyordu. Ama yine de biraz dinlemeliydi. Nede olsa dönüşünden sonra onun verdiği ilk görevi başarıyla yapan hizmetkarı oydu. “evet.” Narcissa derin bir nefes aldı. “potter’a baykuş postasıyla, bir mektup yollayabiliriz. Kim olduğumuzu yazmadan ona saçma bir masal uydururuz. Karanlığı durdurabilecek gücün kehanetin bulunduğu yerde olduğuyla ilgili. Potter meraklıdır. Kimden geldiği belli olmayan bu mektuplar dikkatini çeker.” Harry narcissa’nın söylediklerine şaşırmadan edemedi. “olabilir. İii bir plan.” Narcissa sanki voldemort’un ona söylediği sözler karşısında gurur duymuş gibi bir tavır takındı. Lucius ve bellatriks ise hayretle narcissa’ya baktılar. Harry tekrar konuştuğunda oda da derin bir hakimiyet süren sessizlik, yerini korkuyla karışık kıskançlık ifadesine bürünmüş suratlara bırakmak zorunda kaldı. “peki. Bu görevi hanginize verebilirim acaba?” Harry bu sözleri söyledikten sonra birkaç saniye düşündü.kararını verdiğinde dudakları hafif bir gülümsemeyle kıvrıldı. “lucius, sen bu işi çok iyi yaparsın. Bu görevi sana veriyorum. Eğer bu görevi de eline yüzüne bulaştırırsan, seni bizzat kendim öldüreceğim.” Kendi ağzından istemsizce çıkan bu sözlerden sonra tekrar gözleri karardı. Gidiyordu işte. Ayit olduğu yere geri dönüyordu. Voldemort’un gözünden görmeye başlamadan önce duyduğu fısıldaşmalar bir az azalmış gibiydi.ama yine de onları duyuyordu. İçini inanılmaz bir rahatlık kapladı. Hala başı ağrıyordu. Ama bunun hiç önemi yoktu. Şu an olduğu yerde çok mutluydu. Gözlerini açtı. Kendini yatağında yatarken buldu. Onun gözlerini açtığını ilk gören sirius olmuştu. “Harry iyimisin?” dedi. Harry; “iyiyim.” Diye karşılık verdi. Sirius’un içi biraz rahatlamıştı. Harry ve sirius arasında geçen konuşmayı duyan herkesin de içi rahatladı. Harry Odanın kapısının açıldığını duyunca gelenin kim olduğunu merak edip kapıya doğru baktı. Dumbledore, gözlüklerinin ardından endişeli bir şekildeharry’i süzüyordu. Harry ona gülümsemeye çalıştı. Onun bu çabası dumbledore’uda mutlu etmişti. Önce harry’e gülümsedi. Sonrada odadaki kalabalığa dönüp: “acaba bu ihtiyarın harry’le birkaç dakika gevezelik etmesine izin verirmisiniz?” dedi. Dumbledore’Un bu sözlerinden sonra odadaki herkez yavaş yavaş dışarı çıkmaya başladı. En son fred ve George’ta odadan çıkınca dumbledore kapıyı kapatıp asasının bir hareketiyle odayı mühürledi. Sonra da bir sandalye yaratıp harry’nin baş ucuna oturdu. Harry soran gözlerle dumbledore’a bakıyordu. Kendisine neler olduğunu öğrenmek istiyordu. Dumbledore da bunu anlamış olacakki konuşmaya başladı. “az önce mutfakta bayıldın. Sanırım yara izin acıyordu. Değil mi?” Harry dumbledore’un bunu nasıl bildiğini sorgulamaya hazırlanırken birden az önceki yaşadıklarını hatırladı. Elinde olmadan titredi. Bu dumbledore’un gözünden kaçmamıştı. Soran gözlerle harry’e baktı. Harry’de hiç vakit kaybetmeden anlatmaya başladı. Voldemort’un konuşmalarını, narcissa’nın planını ve lucius’un görevini. Anlatmayı bitirdiğinde dumbledore biraz düşünceli bir şekilde harry’e bakıyordu. “sana voldemort’la aranızdaki bağdan geçen sene söz etmiştim Harry. O bağ günden güne daha da güçleniyor. Ve sen bu bağ sayesinde onun gözünden, daha doğrusu onun zihninden görebiliyorsun. Ama bu süreç tersine de işleyebilir. Aslında sirius’un sana bu gün söylediği gibi benim sana herkesten gizli olarak vereceğim özel derslerde bunula ilgili.” Harry dumbledore’u hiç sözünü kesmeden dinledi. Dinlerken de aklından “acaba kitabı dumbledore’a anlatmalımıyım?” diye geçiriyordu. Ama nedense bunu her düşündüğünde kalbinin derinliklerinden gelen bir ses onun bunu yapmasını engelliyordu. Dumbledore harry’nin neden suskun kaldığını merak ediyordu. Çünkü harry’nin gözlerine baktığında zihninin bir yerlerinde bulanık şeyler görüyordu.ne gördüğünü bir türlü anlayamamıştı. Bunun nasıl olduğunu da anlayamamıştı. Ama yinede harry’nin konuşmasını beklemenin en doğrusu olacağını düşündü. Harry’de uzun süredir konuşmadığının farkındaydı. “şey efendim. Acaba derslere ne zaman başlıyacağız?” dumbledore duyduğu bu soruya hiç şaşırmadı. Zaten Harry’nin bunu sormasını bekliyordu. “aslında bu gün başlamayı planlamıştım ama maalesef yarın başlamak zorunda kaldık. Sihir bakanı voldemort’un geri döndüğünü büyücü toplumuna açıklamadan önce seni görmek istiyor. Yarın birlikte bakanlığa gideceğiz. Sonra da derslere başlayacağız.” Dedi. Harry sihir bakanının onunla görüşmek istemesine nedense hiç şaşırmadı. Ne konuşacaklarınıda az çok tahmin ediyordu zaten. Dumbledore yavaşça ayağa kalktı. Harry’de onun kalktığını biraz geç olsada görmüştü.dumbledore odadan çıkmadan önce cebinden bir şişe uzatıp harry’e verdi. “bu uyku iksiri. Rahat bir uykuya ihtiyacın var. Ah unutmadan sana bir şey söylemem gerekiyor. Hermione iyileşti. Şu anda burada onu görmek istersin sanırım.” Dedi. Harry başını sağa sola salladı. Dumbledore kapıyı açtı. Hermione tam kapının önünde bekliyordu. Dumbledore kenara çekilip ona yol verdi. Hermione hızla odaya girdi. Harry onu gördüğüne çok sevinmişti. Dumbledore odanın kapısını kapattıktan sonra hermione harry’nin gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı. “benim başıma gelenlerden kendini sorumlu hissettiğini biliyorum Harry. Ama inan bana orada seninle kalmayı kendim istedim. Ayrıca bu gün azkabana gitmek istemene biraz fazla tepki verdiğim için özür dilerim. Senin için çok korkuyorum Harry. Kim olduğunu bilirsin senin en çok istediği sensin.” Harry hermione’nin daha fazla devam etmesine izin vermedi. Çünkü hermione ağlamak üzereydi. Ona her şeyi anlatma kararını hatırladı. Daha fazla beklemenin bir anlamı olmadığını düşündü. Onbeş dakika içinde Harry her şeyi hermione’e anlatmıştı. Hermione hemen kitabı görmek istedi. Ama harry’nin yerinden kalkacak hali yoktu. Bu yüzden hermione’e yarın göstereceğini söyledi. Bunun üzerine hermione harry’e bilinmez ada hakkında araştırma yapmak istediğini söyleyip odadan çıktı. Harry hermione’e her şeyi anlattığı için içi tamamen rahatladı. Dumbledore’un ona verdiği iksiri içip kendini uykunun derinliklerine doğru bıraktı. Dokuzuncu bölüm: zihindeki boşluk; Güneş, İngiltere göklerinde yavaş yavaş boy göstermeye başlamıştı. Her zaman insanın içini ısıtan, bu gün ise kendinden beklenmeyecek kadar kibirli, ama bir o kadarda cana yakın bir rüzgar esiyordu. Hava gayet güzel olmasına rağmen ürkütücülüğüelinden bırakmayacak kadar temkinliydi. Yan yana evlerin dizili olduğu grimmauld meydanında hiçbir şey eskisinden farklı değildi. Rüzgar, evlerin tam karşısında bulunan kara dut ağacının yapraklarından birini daha yere düşürdü. Yere düşen yaprağın birkaç metre gerisinde hafif bir pof sesi duyuldu. Bir az önce bomboş olan yolda, şimdi yağlı siyah saçları omzuna kadar dökülen, uzun boylu soluk yüzlü bir adam yürüyordu. Sürekli etrafına bakması, onun bir şeylerden kaçındığının kanıtıydı. Birkaç metre kadar yürüdükten sonra tam evlerin karşısında durdu. Bir şeyler düşünüyor gibiydi. Ama ne düşündüğünü anlamak imkansızdı. Adamın karşısında duran evler yana doğru kaymaya başladı. Ama o bu duruma hiç şaşırmamıştı.ileri doğru bir adım atmıştıki aklına gelenlerden sonra durdu. Önce o ağaçtan yapraklar almalıydı.asasını cebinden çıkardı. Ağacın yanına gitmeye zahmet edemezdi.asasını yapraklara doğru sallayıp bir şeyler söyledi. Ağaçtan bir demet yaprak doğruca onun eline uçtu. Yaprakları ustalıkla yakalayıp cebine koydu. Sonrada hızla eve doğru yürümeye başladi. Yapması gereken şeyler vardı. Lordunun ona dün gece verdiği görevi yapması gerekiyordu. Çocuğun zihnine girmeliydi. Hemde hiç kimsenin haberi olmadan.iyi ama bunu nasıl yapacaktı. Çocuk sürekli dumbledore’un gözetimi altındaydı. Onun zihnine girebilmek için yalnız olmaları gerekiyordu. O evde çocukla yalnız kalması imkansızdı. Evin kapısının önüne geldiğini fark edince durdu. Asasını çıkarıp yavaşça kapının kilidine dokundu. Kilit hafif bir tık sesiyle açıldı. Evdeki sessizliğe bakılırsa henüz kimse uyanmamıştı. Öyleyse işi daha kolaydı. Tavan arasındaki iksir dolabına gidip mutlaka onu almalıydı. Holü neredeyse parmak uçlarına basarak geçti. Merdivenlerden çıkarken de en az holdeki kadar dikkatliydi.birinci katı çıktı.uyanık olupta onu gözetlemeye çalışan biri varmı diye etrafını bir kez kontrol etti. Ona engel olacak hiç kimse yoktu işte. “aptal black.” Diye düşündü. Bu kadar değerli iksir malzemelerini nasıl bu kadar güvenilmez yerlerde tutabilirdi. Sonunda tavan arasına ulaştı. İksir dolabı tam karşısındaydı. Dolabın kapağı camdan yapılmış olduğundan, içindeki renk renk sıvılarla dolu şişeler ve çeşitli paketlerde bulunan ilginç görünümlü otlar ve bunun gibi daha birçok iksir malzemesi rahatlıkla görülebiliyordu. Yavaşça dolaba doğru ilerledi. Normalde kalbinde duygulara yer olmamasına rağmen, heyecanlanmıştı. İlk defa yapacağı bu iksir, belkide hayatının dönüm noktası olacaktı. “Harry Harry! Kalk artık.biraz daha uyumaya devam edersen annem mutfakta cinnet geçirecek.” Diye bağırdı ron. Harry de ne kadar istemesede yataktan kalkmak zorunda kalmıştı. Esneyerek geceliklerini çıkarırken bir yandan da kendine gelmeye çalışıyordu. Kot pantolonunu doğru dürüst giymeyi başardığında tamamen kendine gelmişti. Ron’la birlikte mutfağa inerlerken Harry yavaşça ron’un kulağına: “hermione kütüphanede mi?” diye fısıldadı. Çünkü Harry tam bunları söylerken oturma odasının önünden geçiyorlardı ve içerden mr.weasley çıkmak üzereydi. Ron evet anlamında başını salladı. Azkaban olayından üç gün geçmişti. O gün hermione’e her şeyi anlattıklarından beri hermione sürekli black ailesinin özel kütüphanesinde hogwarts kurucularının hayatları ile ilgili kitapları araştırıyordu. Üç gündür hiçbir şey bulamamasına rağmen o bıkmadan usanmadan araştırmaya devam ediyordu. Ginny’de onunla birlikte kütüphaneye gidiyordu. Ama o daha çok uğursuzluk büyüleri ve lanetlerin olduğu kitaplarla ilgileniyordu. Hatta beğendiği bazı kitapları harry’e veriyor, Harry’de o kitaplarda ilgisini çeken büyüler olursa hogwarts’da denemeyi aklının bir köşesine not ediyordu. Aslında sirius harry’e istediği kitabı alabileceğini söylemişti. Çünkü onun voldemort’a karşı hazırlanması gerekiyordu. Mutfağa geldiklerinde harry’i kötü bir sürpriz bekliyordu. Snape mrs.weasley’e bir şeyler söylüyordu. Harry ve ron’Un mutfağa girdiğini görünce ikiside konuşmalarını kestiler. Ron sanki yıllardır yemek yemiyormuş gibi sosis tabağına saldırdı.harry’de kendi tabağına birkaç tane sosis koydu. Bal kabağı sularını yudumlamaya başlarken snape’nin hiç sesini çıkarmadanmutfaktan çıktığını görmediler. Kahvaltı yapmaya başladıktan birkaç dakika sonra hermione, ginny,fred ve George de onlara katıldı. Hermione hala aradığını bulamamıştı. Onlar kahvaltı ederken mutfağın kapısı açıldı. İçeri dumbledore girdi. Biraz ciddi görünüyordu. Ama yine de her zamanki sevecenliği üzerindeydi. Onun geldiğini mrs.weasley’de görmüştü. Tam çocukları mutfaktan kovmaya hazırlanma çalışmalarına başlayacakken dumbledore onu durdurdu. “onlar kalabilir moly. “ dedi. “duymalarında bir sakınca olduğunu sanmıyorum.” Dumbledore’un bu sözleri üzerine mrs.weasley kalktığı yere tekrar oturdu. Aradan birkaç dakika geçmiştiki birkaç cadı ve büyücü mutfağa girdiler. Mrs.weasley biraz önce geçen dakikalarda kahvaltı masasını toplamıştı. Cadı ve büyücülerin çoğu masaya oturdu. Harry bu gelenleri tanımasa da onları üç gün önceki yoldaşlık toplantısında gördüğü için yabancılık çekmedi. Sonunda sirius lupin ve tonks’da geldiğinde dumbledore konuşmaya başladı. “toplantıya başlamadan önce Harry ve arkadaşlarının da duymasını istediğim bazı şeyler var. Az önce cornelius’la konuştum. O da voldemort’un döndüğünü kabul etti. Ve gelecek postası muhabirlerini toplayıp bir açıklama yaptı. Aslında söylemek istediğim şey bu değildi. Ancak fudge harry’lede konuşmak istiyor. Tabi ben fudge’la konuşup konuşmama kararını harry’e bırakma taraftarıyım. Bir de fudge bu sene hogwarts’da bir tane seherbaz bulunması gerektiğini düşünüyor. Bunun için tonks’u görevlendirdi. Aslında KSKS öğretmeni olarak da bir seherbazı görmek istediğini söylemişti. Ama ben lupin’in bu işi yapması konusunda ısrarcı oldum. Bakanlığın kurt adamlara karşı iyi bir tutumu olmasada fudge sanırım benim söylediklerime güvenmek zorunda olduğunu hissediyor. Her neyse Harry, sen fudge’la konuşmak istiyormusun?” Harry biraz düşündü. Aslında düşünmesine gerek olmadığını kendi de biliyordu. Ama yinede düşündü. Fudge’la konuşmak istemiyordu. Dumbledore delici bakışlarıyla Harry süzüyordu. Onun konuşmak istemediğini biliyordu. Ama yinede doğru olan harry’nin bunu kendisinin söylemeseydi. Harry sonunda kararını verdi. “hayır. İstemiyorum.” Dumbledore zaten bunu biliyordu. Bazı yoldaşlık üyeleri de bunu biliyormuş gibiydi. Harry bunu söyledikten sonra dumbledore: “kusura bakmayın çocuklar. Biz ihtiyarların konuşacak bazı şeyleri var.” Dumbledore’Un bu sözlerinden sonra Harry, ron, hermione, fred ve George hızla ayağa kalktılar. Aslında hepsi de yoldaşlık toplantısında neler konuşulacağını dinleyebilirdi. Ama şu anda onların tek istediği dumbledore’Un bu söyledikleri hakkında fikir yürütmekti. Mutfaktan çıkıp hızla harry’nin odasına gittiler. Odanın kapısını kapattıktan sonra konuşmaya başladılar. Harry ve arkadaşları mutfaktan çıkar çıkmaz dumbledore lupine döndü. Bir şeyler söylemeye başladı. Ama mutfakta konuşulanlara kendini veremeyen biri vardı. Sirius black. Üç gündür aklını karıştıran konu üzerinde düşünüyordu. Bilinmez ada hakkındaki bildikleri voldemort’un bir tuzağı olabilir miydi? Voldemort’un tuzağı olmasa bile nereden geldigi belli değildiki. Bunu dumbledore’a anlatmalıydı. Başını kaldırıp dumbledore’a baktı. Dumbledore şu anda deianeiera Johnson denen yoldaşlık üyesiyle konuşuyordu. Deianeiera Johnson, uzun boylu siyahi derili bir kadındı. Oldukça bilgiliydi. Aynı zamanda da hogwarts cadılık ve büyücülük okulunda okuyan angelina johnson’Un annesiydi. Dumbledore onunla konuşmasını bitirdiğinde sirius’un ona baktığını fark etti. “bir şey mi söyleyeceksin sirius?” diye sordu. Sirius sonunda kararını verdi. “evet.” Dumbledore ona seni dinliyorum dermiş gibi bakıyordu. Sirius kitap hakkındaki bildiklerini söylemek için ağzını açtı. Ama sesi çıkmadı. Sanki sesini kaybetmişti. Yavaş yavaş gözlerinin karardığını hissetti. Çevresindeki şekiller bir bulanıklaşıp bir netleşiyordu. En son hatırladığı deianeiera Johnson denen kadının çığlığıydı. … Uyandığında baş ucunda harry’i gördü. Ayrıca weasley’ler lupin ve tonks’da vardı. Neler olduğunu hatırlamıyordu. En son dumbledore’a bir şeyler söyleyecekti. Ama ne söyleyecektiki? Onu da hatırlamıyordu. Zihninin bir yerlerinde büyük bir boşluk vardı sanki. “en son dumbledore’a bir şeyler söyleyecekti.” Diye anlattı tonks. Hıçkırıkları arasından ne dediğini anlamak zordu. Kuzeni için çok endişelendiği belliydi. Harry ve arkadaşları dane olduğunu anlayamamıştı. Sirius durup dururken neden bayılmıştı? Harry bir süre düşündü. Zihnindeki boşlukta neyi ne kadar düşündüğünü anlayamadı. Tek bildiği, sirius’a bilinmez ada hakkında hiçbir şey anlatmadığıydı. Onuncu bölüm: özel ders: Sirius yattığı yerde huzursuzca kıpırdandı. Yoldaşlık toplantısında bayıldığından beri yataktan kalkmasına hiç kimse izin vermiyordu. Yanında sürekli birileri kalıyordu. O her ne kadar yalnız olmamaktan memnun olsada, sürekli yatmak onu huzursuz ediyordu. “bayılmak sirius’a konuşmayı unutturmuş baksanıza.” Dedi ron. Sirius hafifçe güldü. “konuşmayı unutmadım ron, sadece neden bayıldığımı düşünüyordum.” “üzülme.” Dedi tonks. “annem birazdan burada olur ona sorarız. Biliyorsun. O st.mungo’nun en iyi şifacılarındandır.” Sirius şaşırdı. “andromeda da mı geliyor?” tonks başını sağa sola salladı. “eh uzun zamandır kuzenimi göremiyordum. Ama yinede bu kadar telaş yapmanıza gerek yoktu.” Harry vaftiz babasının bu sözlerine güldü. “ben bayıldığımda st.mungo’daki tüm şifacıları bu eve taşımak istediğini bilmiyorum sanma.” “evet. Bu evde kesinlikle bir şifacının bulunması gerekiyor. Baksanıza her gün bir kişi bayılıyor.” Dedi hermione. Onun bu sözleri odadaki herkesi güldürdü. Onlar gülerken mrs.weasley elinde kaymak birası şişeleriyle odaya girdi. Hepsine birer şişe kaymak birası ikram etti. Sonrada elinde tuttuğu gelecek postasını açıp ilk sayfadaki haberi yüksek sesle okumaya başladı. “ sihir bakanı fudge nihayet açıklama yaptı: bu sabah sihir bakanlığında acil bir basın toplantısı düzenleyen sihir bakanı cornelius fudge: “üzülerek söylemek zorundayımki adı anılmaması gereken kişi geri döndü. Harry potter üç büyücü turnuvasını kazandığı gece, bu durumdan bakanlığı haberdar etsede onun bu konudaki sözlerine sihir bakanlığındaki hiçbir cadı ve büyücü inanmamıştı. Bunun için Harry potter’dan özür diliyorum. Ayrıca bütün büyücü toplumundan dikkatli olmalarını istiyorum. Birde iki yıl önce azkabandan kaçan, hepimizin suçlu sandığı sirius black’in suçsuz olduğu anlaşıldı. Bu yüzden sirius black’tende özür diliyoruz.” Şeklinde konuştu.” Bu haberin sevinci tahmin edileceği gibi odada bayram havası yarattı. Özellikle sirius artık özgürce dışarı çıkabileceği, ve artık suçlu olmadığını herkesin anladığı için çok mutluydu. “bu harika!”diye haykırdı tonks. Hızla oturduğu yerden kalkıp sirius’a sarıldı. Aynı şekilde harry’de vaftiz babasına sarıldı. Aradan birkaç dakika geçmeden kapı çaldı. Sirius’un annesinin ve diğer ölmüş aile ferdlerinin tabloları uyanıp çığlıklar astada onları hiç biri umursamıyordu. Mrs.weasley kapıya bakmaya gideceğini yüksek sesle ilan etti. Tabloların seslerinden onunki ne kadar duyulabilirse. Gelenler andromeda tonks ve dumbledore’du. İkiside çok mutlu görünüyordu. Odaya geldiklerinde sirius ve diğerlerinin de haberi öğrendiğini anladılar. Andromeda hemen sirius’un yanına geçti. “izin verirseniz kuzenimin sağlığını kontrol etmem gerekiyor.” Dedi. Bunun üzerine odada bulunan herkes dışarı çıktı. Harry de arkadaşlarıyla birlikte kendi odasına gidecekken dumbledore onu durdurdu. “seninle biraz konuşmamız gerekiyor Harry. “ dedi. Harry arkadaşlarını bırakıp dumbledore’un yanına gitti. İkisi birlikte tavan arasına doğru çıkmaya başladılar. İkiside kütüphanenin yanında bulunan odaya girene kadar hiç konuşmadılar. Harry dumbledore’un onunla ne konuşacağını çok merak ediyordu. Aslında azçok bunu biliyordu. Ama özel derslerinin bu gün başlayacağından da emin değildi. Dumbledore asasıyla iki tane sandalye yarattı. Birine harry’nin oturmasını işaret etti. Diğerine de kendi oturdu. Harry sabırsızlıkla dumbledore’un söyleyeceklerini dinlemeyi bekliyordu. Sonunda dumbledore konuştu. “seninde bildiğin gibi özel derslerimize başlamakta oldukça geciktik Harry. Bu yüzden seninle yapması zor ama oldukça hızlı bir yöntem ile çalışacağız. Yalnız unutma bundan hiç kimsenin haberi olmayacak. “ Harry bütün dikkatini dumbledore’a vermişti. “peki hangi yöntem ile çalışacağız profesör?” “bende bunu sormanı bekliyordum Harry. Seninle zihinsel aktarma yoluyla çalışacağız. Yani ben kendi zihinimdeki bilgileri senin zihnine aktaracağım. Böylece hem kolayca öğrenmiş olacaksın, hemde bu öğrendiklerin en hızlı bir şekildegerçekleşecek.” Dedi. Harry her dakika daha da afallıyordu. Ama dumbledore’un söylediklerini dinlemeye devam etti. “şimdi gözlerini sakın benim gözlerimden ayırma. çünkü zihinsel yolla her hangi bir şey yapmak istersen göz teması gereklidir. “ harry artık şaşkınlığını gizleme gereği duymuyordu. Gözlerini dumbledore’Ungözleriyle buluşturdu. Bunu yapar yapmaz beyninde ani bir karıncalanma oldu. Sanki beyninin her hücresi titriyordu. Birkaç dakika daha bu şekilde devam ettiler. Harry bu süre içinde gözünün önünden çeşitli şekillerin geçtiğini hissetti. Ama daha onların ne olduğunu anlayamadan bir başka şekille yer değiştiriyordu. Onbeş yirmi dakika sonunda dumbledore gözlerini harry’nin gözlerinden ayırdı. Harry inanılmaz bir rahatlık hissetti. Dumbledore’a baktığında onunda yüzünde belli bir rahatlık gördü. Bir süre ikiside konuşmadılar. Sonunda dumbledore: “zihinsel aktarma yoluyla sana öğreteceklerim bitti harry. Şimdi seninle zihinbend çalışacağız.” Dedi. Harry bir şey anlamadığı için boş gözlerle dumbledore’a baktı. Dumbledore zaten harry’nin anlamadığını bildiği için anlatmaya koyuldu. “zihinbend, zihnini başkasından gelecek tehlikelere karşı korumak için yapılır. Binevi zihin kapatma işlemi de denilebilir. Biliyorsun, sana geçen sene voldemort’la aranda bir bağ olduğundan söz etmiştim. Voldemort bu bağ sayesinde senin zihnine girebilir. Bunun için zihinbend’i öğrenmen gerekiyor.” Harry sorması gereken daha birçok soru olduğunu biliyordu. Ama susmayı tercih etti. Dumbledore ise onun bir şeyler söylemesini istiyordu. Bu yüzden biraz bekledi. Harry bunun üzerine: “yani voldemort kendisine yalan söyleyen ölüm yiyenleri bu yolla yakalayabilir. Eğer ölüm yiyenler zihinbend bilmiyorlarsa,” dumbledore evet anlamında başını salladı. “voldemort çok iyi bir zihnifendardır. Yani başkalarının zihnine girebilir. Onlara ait her şeyi görebilir. Şimdi istersen zihinbend çalışmaya başlayalım.” Dedi. Harry bi an bilinmez ada hakkındaki her şeyi bilen bir voldemort düşündü. Ve zihinbendi bi an önce öğrenmesi gerektiğine karar verdi. Dumbledore’a tamam anlamında baktı. Dumbledore asasını çıkardı. “şimdi. Ben senin zihnine girmeye çalışacağım. Sende beni engellemeye çalışacaksın. Ne yapman gerektiğini biliyorsun.” Dedi. Harry ilk önce şaşırdı. Nasıl ne yapması gerektiğini bilebilirdiki? sonra kafasının içindeki bir ses bu soruyu yanıtladı. “Düşünmemek gerekir hissetmemek gerekir. Zihnimin tamamen boşalmış olması gerekir.”harry kendini topladı. Zihnini boşalttı. Dumbledore: “hazır mısın?” dedi. Harry: “evet profesör.” Diye karşılık verdi. Bunun üzerine dumbledore: “zihni fendet.” Diye bağırdı. Harry bi an afalladı. Sonra anıları gözünün önünden geçmeye başladı. Ama nedense anıların tamamı değil, bir kısmı gözünün önünden geçiyordu. Ve zaten o kısımlar da oldukça bulanık görünüyordu. Birkaç saniye sonra harry anıların durduğunu hissetti. “ilk denemede çok iyiydin harry.” Dedi dumbledore. Harry ona gülümsedi. Dumbledore da ona karşılık verdi. “bu günlük bu kadar. Yarın hogwarts’da görüşürüz. Benim şimdi gitmem gerekiyor. Uyumadan önce zihnini boşaltmalısın. Sakın unutma.” Dedi. Sonrada kapıya doğru yöneldi. Harry de onun peşinden gitti. Odasına girer girmez ron ve hermione’nin hatta diğerlerinin onu soru yağmuruna tutacağını biliyordu. O yüzden yavaş yavaş yürüdü. Tatil ne kadar da çabuk bitmişti. İşte yarın hogwarts’a dönüyorlardı. Harry hogwarts’ı her sene olduğu gibi bu sene de özlemişti. Hatta nedense bu sene snape’nin iksir dersini bile özlediğini söyleyebilirdi. Odasına geldiğinde her şey tam tahmin ettiği gibi oldu. Ancak harry ustalıkla kendisine sorulan soruları geçiştirdi. Sandığını hazırlamaya koyuldu. Ron’da harry’le birlikte sandığını hazırlıyordu. Harry tam ileri düzey iksir yapımı kitabını da sandığına koyacakken ron’un elindeki bir şey dikkatini çekti. Soran gözlerle ron’a baktı. Ron biraz kızararak: “şey bu sene hermione ve ben sınıf başkanı olduk.” Dedi. “o kadar çok şey olduki söylemeye fırsat bulamadık.” Harry ron’un adına çok sevindi. Aslında o da sınıf başkanı olmak isterdi. Ama yapması gereken onca şeyin arasında bir de sınıf başkanlığıyla uğraşamazdı. Sonunda resmi cüpbesini de sandığına koyduğunda saat dokuz olmuştu. Harry kendi sandığını hazırladıktan sonra ron’un sandığını da hazırlamaya yardım etti. Daha sonra da yatağına yattı. Dumbledore’la derslerini, ve bu sene hogwarts’da olacakları düşünerek uykuya daldı. Zihnini boşaltmayı da unutmamıştı. Onbirinci bölüm: kurt adam ve kavga: Sabah olduğunda grimmauld meydanı oniki numarada ilk uyanan her zaman ki gibi mrs.weasley olmuştu. Normalde bu kadar telaşlı olmamasına ragmen, her sene eylülün ilk pazartesi günlerinde telaşının sınırlarını zorlardı. Kendisinden beklenenin iki katı hızında kahvaltıyı hazırladıktan sonra çocukları uyandırmak için yukarıya çıkmaya karar verdi. Ancak onları odalarında bulamadı. Çünkü harry, ron, ginny, ve hermione black ailesinin özel kütüphanesinde özel tılsımlar ve lanetlerin olduğu kitapları araştırıyorlardı. Araştırmaları bittiğinde, hep birlikte kütüphaneden çıktılar. Ancak onları kapının önünde bir sürpriz bekliyordu. Mrs.weasley biraz şaşkın bir şekilde kütüphanenin önünde duruyordu. Çocukların elindeki kitapları görünce şaşkınlığı kızgınlığa dönüştü. “bunları neyapacaksınız?” dedi. Onun sorusunu hermione yanıtladı. “işimize yarayacak büyüleri hogwarts’da deneyeceğiz.” Mrs.weasley neden dermiş gibi hermione’e baktı. “çünkü, voldemort’a karşı kendimizi savunmamızı öğrenmemiz gerekiyor.” Dedi hermione. Mrs.weasley hemen hermione’in elindeki kitapları aldı. “size gerekli büyüleri öğretecek bir KSKS öğretmeniniz var. Ayrıca siz daha çok küçüksünüz.” Dedi. Sonra da asasının bir hareketiyle kitapları kütüphanedeki yerlerine geri gönderdi. “şimdi. Hepiniz mutfağa iniyorsunuz, ve hızlı hızlı kahvaltınızı ediyorsunuz. Hogwarts’a gitmenize tam iki saat var.” Diye bağırdı. Bunun üzerine harry ve arkadaşları, mutfağa indiler. Kahvaltılarını yaparken mutfağın kapısı açıldı. İçeri, tonks, lupin, kingsley, deligöz, hestia jones, ve sirius girdi. Harry bu kalabalığı görünce şaşırmadan edemedi. “hogwarts’a sizinlemi gideceğiz?” diye sordu ginny. Sirius evet der gibi başını salladı. Sonra da harry’nin yanına oturdu. Herkez hazır olduğunda mrs.weasley önde diğerleri arkada olacak şekilde bakanlıktan gönderilen arabalara bindiler. Harry ortadaki arabaya bindi. Önünde ve arkasında ikişer tane daha araba vardı. Harry’nin bindiği arabaya hermione, weasley’ler, tonks, lupin, sirius, kingsley ve harry’nin yoldaşlıkta olduğunu bildiği deianeiera Johnson binmişti. Deianeiera Johnson, yanında angelina’yı da getirmişti. Harry yolculuk boyunca arkadaşlarıyla quidditch hakkında konuştu. Angelina’nın bu sene gryffındor quidditch takımının kaptanı olduğunu öğrendi. Yolculuk çok eylenceli geçmişti. En azından bazıları için. Harry yolculuk boyunca herkesin birbiriyle sohbet halinde olduğunu gördü. Ancak birbirleriyle konuşmayan, hatta birbirinin yüzüne bile bakmayan iki kişi dikkatini çekmişti. (deianeiera Johnson ve kingsley shacklebolt ) Kinkscros’a geldiklerinde harry hemen arabadan indi. Onunla birlikte yaklaşık yirmi seherbaz da inmişti. Harry bu durumdan sıkıntı duysada hogwarts’a gideceğinin sevinci sayesinde buna aldırmadı. Peron dokuz üç çeyrekten sirius’la birlikte geçti. Sandığını ve hedvig’in kafesini taşıma görevini bir bakanlık görevlisi üstlenmişti. Boş bir kompartımana sandığını ve hedvigin kafesini yerleştirdikten sonra trenden inip sirius’un yanına gitti. Seherbazların gözlerini üzerinde hissediyordu. “kendine iyi bak harry. Beladan uzak durmalısın. Nasihat dinlemekten hoşlanmadığını biliyorum. Ancak yinede kendine dikkat. Tamam mı?” dedi sirius. Vaftiz oğlundan ayrılacağı için üzgün olduğu sesinden belli oluyordu. “tamam. Sende kendine iyi bak.” Dedi harry. Sonrada sirius’a sarıldı. Ondan ayrıldıktan sonra mrs.weasley ve mr.weasley’le vedalaştı. Yavaş yavaş hogwarts ekspresine doğru yürümeye başladı. Trene binmek üzereyken, parvati patil’in sandığını taşımakta zorlandığını fark etti. Hemen onun yanına gitti. “yardım istermisin?” diye sordu. Parvati, yavaşça başını kaldırdı. Harry’e gülümsedi. “evet. İyi olur.” Dedi. Harry parvati’nin sandığını yerden kaldırdı. Birlikte trene bindiler. Harry sandığını parvati’ye uzattı. Parvati ona sıcacık bir gülümsemeyle teşekkür etti. Sandığını aldı. Tam arkasını dönüp kendine bir kompartıman aramaya gidecekken harry’le göz göze geldiler. Maviler yeşilleri bulduğunda, her iki gencin midesi hafif bir ters takla attı. Ama bu bakışma uzun sürmedi. Lavender parvati’yi kolundan sürükleyerek götürürken harry’de kendi kompartımanına doğru yürüdü. Kompartımanına girmeden önce hermione ve ron’la karşılaştı. Ama onların sınıf başkanlarının kompartımanlarına gittiğini öğrendi. Yalnız kalacağı için biraz üzüldü. Nede olsa hogwarts’a başladığından beri hiç yalnız kalmamıştı. Kompartımanın kapısını kapatıp içeri girdi. Hedvig vakur bir ötüşle onu karşıladı. O da hedvig’e gülümsedi. Birkaç dakika geçmeden kompartımanın kapısı açıldı. Ginny, yanında neville ve harry’nin tanımadığı bir kızla gelmişti. “gelebilr miyiz?” dedi ginny. Harry başını salladı. Üçü birlikte kompartımana girdiler. “bu luna. Rawenclaw’dan. Bizim dönemde.” Diye sözlerine devam etti ginny. “bunu da tanıyorsun zaten.” Dedi harry luna’ya göstererek. Harry ve luna el sıkıştılar. Biraz sonra aralarına hermione ve ron’da katıldı. Yolculuk bitene kadar uzun uzun konuştular. Voldemort’tan, bundan sonra neler olacağından, vb.tren yavaşlayıp herkez inmeye hazır hale gelince ron ve hermione koridorları dolaşmaya gittiler. Ginny’de luna’yla birlikte kendi dönemlerinde okuyan arkadaşlarının yanına gitti. Kompartıman’da sadece neville ve harry kalmıştı. Cüpbelerini giydikten sonra, trenden indiler. “birinci sınıflar buradan.” Harry duyduğu bu yabancı sesle oldugu yerde dondu kaldı. Hagrid neredeydi? Bu kadın kimdi? Harry bu soruları arkadaşlarıyla tartışmayı aklına yazarak boş bir araba bulmak için ilerledi. Sonunda boş bir araba buldu. İyi ama, bu arabaların önünde harry’nin daha önce görmediği yaratıklar duruyordu. Ron, hermione ve ginny’de gelince “onlar da ne?” diye sordu. Üçü de anlamamış bi şekilde harry’e baktılar. Arkadan hülyalı bir ses: “onları sende görebiliyor musun?” dedi. Luna yanında neville ile onlara doğru geliyordu. Bu konuyu fazla uzatmadılar. Hepsinin de aklında bir yerlerde elbetteki bazı sorular vardı. Ama kimse bunları söylemeye cesaret edemedi. Arabalara bindiler. Kısa süren yolculuktan sonra nihayet hogwarts’a varmışlardı. Hep birlikte arabadan inip büyük salona doğru yürüdüler. Ron şimdiden “karnım zil çalıyor. Açlıktan ölmek üzereyim.” Diye homurdanmaya başlamıştı. Sonunda büyük salona geldiler. Harry, ron ve hermione’in ortasına oturdu. Tam karşısında da parvati patil oturuyordu. Birkez daha göz göze geldiler. Ama bu kez bakışmaları trendeki kadar uzun sürmedi. Harry’nin parvati’yle olan bakışmasını ron ve hermione görmüştü. Ron harry’e inanamaz gözlerle bakıyordu. Hermione ise gülmemek için kendini zor tutuyor gibiydi. Sonunda herkez yerine yerleştikten sonra Mcgonagal elinde bir tabure ve seçmen şapkayla salona girdi. Peşinden de heyecanlı görünen birinci sınıflar geliyordu. Yaklaşık yarım saat süren seçme töreninden sonra dumbledore konuşmasını yapmak için ayağa kalktı. “ işte yine yeni bir ders yılı başlangıcı şölenindeyiz. Uzun uzun konuşup başınızı ağrıtmak gibi bir niyetim olmadığı için sizlere söylemem gereken üç şeydenbirincisini söylüyorum. Hepinizin bildiği gibi voldemort geri döndü. Bu yüzden hepinizin çok dikkatli olması gerekiyor. Bakanlık her ihtimale karşı şatoda bir seherbazın bulunmasını istiyor. Bunun içinde nymphadora tonks’u görevlendirdi.” Tonks hafifçe öğrencilere selam verdi. “ikinci söylemem gereken ise, bir yıl aradan sonra KSKS dersine profesör lupin girecek.” Gryffındor, huflepuf ve rawenclaw masalarından büyük bir alkış koptu. Slytherinler ise sanki suratlarına tezek bombası atılmış gibi kalakaldılar. Lupinde öğrencileri selamladıktan sonra dumbledore devam etti. “üçüncü söylemem gereken şey ise, yumulun.” Dumbledore’un bu sözlerinden sonra masalarda binbir çeşit yemek belirdi. Slytherinler hariç herkez yemeğe başlayacakken: “bir kurt adam bize ders veremez.” Diye bir haykırış yükseldi. Harry kanın beynine sıçradığını hissetti. Hemen ayağa kalktı. Bu sözleri söyleyen draco malfoy’du. Birkaç slytherinliyle birlikte ayağa kalkmıştı. “eğer profesör lupin yerine voldemort’un sana ders vermesini istiyorsan, evine gidebilirsin malfoy. Hogwarts’dan bir ölüm yiyen eksilmiş olur en azından. Eğer kalmak istiyorsan.. o koca çeneni kapa ve otur.” Diye bağırdı Harry. Gözü hiçbir şey görmüyordu. Asasını nasıl çıkardığını bile fark etmemişti. Herkezin gözü harry’nin üzerindeydi. Malfoy kalktığı yere otururken, öğretmenler masasındaki hareketlilik gözden kaçacak gibi değildi. Lupin masadan kalktı. Salonun çıkış kapısına doğru ilerledi. Tonks’da onun peşinden gidiyordu. Mcgonagal hızla slytherin masasına gidip, “bir profesöre hakaret ettiğin için slytherinden yüz elli puan ayrıca cezalısınız mr.malfoy.” diye bağırdı. Bu olaydan sonra yemek oldukça sessiz geçti. Yemekler bitince de herkez binasının ortak salonuna gitmek için büyük sallondan çıktı. Hermione birinci sınıfları yönlendirirken, ronda isteksizce ona katıldı. Harry ise bildiği kestirme yollardan gitmeye karar verip gruptan ayrıldı. Koridorlarda yürürken arkasından gelen hafif ayak sesleri işitti. Dönüp baktığında parvati’yi gördü. Ama onu gördüğünü belli etmek istemiyordu. Onun için adımlarını hızlandırıp gryffındor kulesine kadar hiç durmadı. Sonunda yatakhanesine geldiğinde, dört direkli karyolasını ne kadar özlediğinin farkına vardı. Hemen üzerini değiştirip yatağa uzandı. Yatakhanenin kapısı açıldı. İçeriye neville, dean ve seanus girdi. Hepside kahkahalarla gülüyorlardı. Ron ise hala yatakhane’ye gelememişti. Harry sınıf başkanı olmadığı için bildiği bütün tanrılara şükrediyordu. Yavaşça perdelerini çekip başını yastığa koydu. “üzülme. Senin suçun değil.” Dedi tonks. Lupin’in böyle olması canını acıtıyordu. “haklılar. Ya onlardan birine zarar verirsem, ya onları” “şşt.” Dedi tonks.”sen asla böyle bir şey yapmazsın. Hem iksirini de alıyorsun. Kurt adam olmak senin suçun değil. Sen değil, onlar utanmalı. Malfoy’ları tanımıyor musun? Kendilerinin ölüm yiyen olduklarını unutup, başkalarına laf atarlar. Aldırma.” Lupin hala çok üzgündü. Bu işi nasıl kabul etmişti ki. Ama yinede tonks’un yanında olması ona güç veriyordu. Başını kaldırdı. Tonks’a gülümsedi. Tonks’da ona aynı gülümsemeyle karşılık verdi. Lupin hayatında ilk kez, bir kadının ona gülümsemesinden, yanında olmasından mutluydu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © Joanne, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |