Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür -Atatürk |
|
||||||||||
|
Asif Ata Dünyayla görüş “Mutlaka inam” 1. Kutsal Kitapdan İnsan ana karnından dünyaya uçuruma düştüğü kibi düştü. Yadlık, namalumluk, meçhulluk onun yüreğini korkuyla, telaşla doldurdu. Uzaklığın büyüsü insanda hem de derin ve gözlenilmez bir hayret uyatdı. Dünya insana yad idi; ancak bu yadlıkta anlaşılmaz bir çekimlilik vardı. Dünyayla ilk görüşde yadlık insana korkulu görünüyordu. O, dünyaya gelişini korkunç yaygara ile bildirdi. Bu yaygarada acı feryat da var idi, sonsuz merak da. Uçurum korkunç idi, ancak hem de çekimli, tılsımlı, mucizeli idi. İnsan dünyada yaşıyordu ve büyüdükce dünyaya yanaşması da büyüdü. İnsanı yalkızlık felaketinden Ana kurtardı. O, yavrusunu bağrına bastı, okşadı, sevdi ve insan anasını dünya saydı. Uçurumun korkusu yok oldu, çekimliliği kaldı. Ana karnından kopup dünyaya düşmüş insan ana muhabbetinde öz ilkin manevi konutunu buldu ve bu konutu aklında, tahayyülünde yeniden yaratmaya başladı. Dünyayla ilk temasta yüreğinde yaranan merak, hayret duygusu çiçeklendi. Ana adlanan sıradan varlık yere-göke sığmayan kudrete dönüştü. Anayla görüşmekle insan dünyayla görüştü. Ananın yüzünde, gülüşünde, şevkatında dünya başlanıyordu ve kurtarmıyordu. İnsan anladı ki, ana dünyası mucizeli dünyadır. Ananın elleri sıradan el değil, gözleri sıradan göz değil, analıkta sonsuz güzellik var. Demek, insanın düştüğü uçurum da sıradan uçurum değil ve dünya insana yad değil, dünya ile insan birdirler. Ana ile yavru bir olan kibi. Dünyayla insan arasında ilişkilerin anlamını duygulu cocuk yüreği çok tez duydu. Ana sıradan kadındırmı? YOK. Demek, dünya da sıradan dünya değil. Ana evlatından ayrıdırmı? YOK. Demek, dünya da insandan ayrı değil. Ana her kesin gördüğü, bildiği adamdırmı? YOK. Anayla yavrunun temasda olduğu oda her kesin gördüğü, bildiği odadırmı? YOK. O, masaldır, büyükdür, mucizedir. Dünyanın asil anlamını yavru anasında buldu. Sonralar o, büyüdü, yetkinleşti, dünyada yalan, edaletsizlik, çirkinlik, gaddarlık, hile, riya gördü, gamlendi, göz yaşı dökdü, ancak dünyanın ana ulviyyetinden ayrılmadı! İnsanlara bigane dünya – dünya değil! Yalanı tahta bindiren dünya – dünya değil! – dedi. Çirkinliği dağ başına çıkaran dünya - dünya değil! - dedi. Her görünen dünya – dünya değil! – dedi. Her yaşayan dünya – dünya değil! - dedi. Eğer insanların göz yaşı denizin sularından çoktursa, eğer coşgun istekler insana mutluluk yok, felaket getiriyorlarsa, eğer dünyanın yüreği çirkefle doludursa, mazlumlar cellatlara secde kılıyorsa, eğer hamlık bilgeliği üsteliyorsa, eğer hile sadakata gülüyorsa, demek, dünya – dünya değil! Uçurumun dünya olduğunu bildikden sonra insan uçuruma benzer dünyanı dünya saymadı! Çünki o, dünyanın asil anlamına kavuştu. Ana şevkati insanı dünyaya yakın etmişti. İnsan anladı ki, onu kapsayan dünya asil dünyanın özü değil! Burada asil dünyanın yalnız ayrı-ayrı belirtileri var. Ulvi muhabbet adlanan belirtisi! Yigitlik, özverililik adlanan belirtisi! Güzellik adlanan belirtisi! İdrak aşkı adlanan belirtisi! İnsanın gerçeklikte yeni yadlığı başladı. O, başkasıyla bütün manevi birliğe can attı, ancak becermedi, mutlak manevi birlik yaranmadı, yadlık ortadan kalkmadı. İnsan hakikat yolu tutdu, ancak hakikatseverlik sevilmedi, yalan hakikati bedel yaptı. İnsan sadakat istedi – ona ihanet verdiler, muhabbet istedi – nefret verdiler, içtenlik istedi – hileyle öğündüler. Yırtıcılık, şehvanelik, zalimlık yere-göke sığmadı! Yürekle yürek arasında uçurum yarandı! Dünyadan korktular, küstüler, koştular! “Bu, dünya değil!” – diye İnsan dillendi! Dünyanı özünde ara! Dünya murdardır, sen murdar olma! Dünya hamdır, sen ham olma! Dünya çirkindir, sen çirkin olma! Özünü halisleştir, ulvileştir, dünyalaştır! Nakıs dünyanı kanınla temizle! Öl – dünyanı diriltmek için! Koy seni assınlar, koy derini boğazından çıkarsınlar, bedenini ocakta yaksınlar! Bununla sen asil dünyanı tasdik edeceksin! Toprağı, yeri, gökü, çimeni, çayı şiirinle beze, ilahileştir, musikinle asil dünyanın sesini işit. İnsan çevresindeki dünyanın dünya olduğuna inanmadı, gerçekliğe sığmadı. Hayatda yalnız o, bir kere dünyaya sığmıştı: Anasının kucağında. Ancak o zaman dünya sıradan dünya değildi, ondan son derece büyük, ali, sırlı idi! Kısası, İnsan dünyaya öz dünyasını özüyle, ruhunda getirmişti. İnsan dünyaya atılmıştı. Gerçeklikte o, hiç zaman yadlıktan ayrılamamıştı. Ancak yadlık onu öldürmemişti. Çünki öz dünyası vardı. Gerçeklikle insan savaşmıştı, onun üzerinde uğur kazanmıştı, ancak dünya yadlığından bütün ayrılamamıştı. İnsan anlamıştı ki, ilkbahar onun için açılmıyor, sonbahar onun için ağlamıyor, kış onun için toprağı kara kark etmiyor, yaz onun için Yeryüzünü isitmiyor, gök onun için karanlığa bürünmüyor! Ancak o, gecede de, tan yerinde de, kışta da, ilkbaharda da öz dünyasını görüyordu, yüreği doğayla konuşuyordu. O, gerçek dünyada asil dünyanın belirtilerine kavuşuyordu. Böylelikle de dünyada iki dünya yaranıyordu: İnsana yad ve İnsana yakın olan dünya! Tan yerinin açılması doğanın insandan bağımlığı olmayan kanunlarına göre oluşuyordu. Ancak insan onda özünün iç talepine uyarlı olan nitelikler görüyordu: doğal olay insan için yakın oluyordu. Tan yeri insana yad bir nedenden açılıyordu, ancak onun açılması insana son derece kaçınılmaz görünüyordu. İlkbahar insana sevinç vermek için gelmiyordu, ancak sevinç veriyordu. Böylelikle de insan alğıladı ki, dünya büyük, ali anlamına göre İnsana yakındır, dünya ile İnsan arasında kırılmaz birlik var. Dünya dağı, çayı insanı sevindirmek, esinlendirmek, vecte getirmek için yaratmamıştı. Ancak dağsız, çaysız insan hayatı sönmüş, anlamsız olurdu. Dünyayla insanın yakınlığı insanın yalkızlığını, yadlığını azaltıyordu. Ancak insan dünyaya geçici bakımdan yanaşanda yalkızlık korkusu yeniden uyanıyordu. Dağdan, çaydan maddi yararlandıkta insan doğa ile ulvi birliğini yitiriyordu. Adamların birbirleriyle ilişkilerinde de bu yön özünü gösteriyordu, kumandanın askere, fatihin tuttuğu ülkeye, yetkililerin rayete yanaşmasında yadlık tasdik olunuyordu. Böylelikle de insan onu kapsayan dünyada daim yalkızlığa dönüyordu. Ancak hiç zaman gerçeklikle yeterlenmiyor, ona göre de yadlık bütünlükle üstün gelmiyordu. Bir çok hallerde İnsan yapay birliğin tanığı oluyordu. Adamlar gaddar, zalim, kaniçenleri özüne yakın bilip, onların kudretiyle öğünüyordu. İnsan bu “yakınlığı” en çirkin yadlık olduğunu biliyordu, o anlamıştı ki, dünya üzerinde hakimiyet aslında dünyadan uzak olmak demektir. Bir çağlar dünyada saysız hayvanlar vardı. İnsan aklının güçüyle onları yendi, öldürdüğünü öldürdü, koruduğunu korudu, Yeryüzünün ağası oldu ve bununla da öz yalkızlığını sonsuz derecede artırdı. Şimdi yer-gök insanın elindedir, ancak dünya insandan uzakdır. İnsanın dünya üzerinde zaferleri ona muhtaşemlik kazantırdı, yakınlık kazantırmadı. İnsanın yalkızlığı, yadlığı durmadan arttı. Ancak insan sarsılmadı. O, yakınlığı, uyumluluğu, birliği gerçeklikte yok, öz dünyasında aradı ve buldu. O, çevredeki dünyaya sığmadı. İnsan özünü öğrendi, özünü beğenmedi, özüyle yakın olamadı, özünden uzaklaştı... O gördü ki, içerisinde ulviyetle beraber, kabahat da yaşıyor. Duygu alemi yırtıcı sevkıtabiiliklerle doludur. İç dünyaya indikce insan özünü lanetledi, dövdü, ancak özüne ve dünyaya inamını yitirmedi. “Sen asil insan değilsin, ona göre nakıssın!” – dedi. Asil olmak için özünü yeniden yaratmalısın! Özünü öldürmelisin ve yeniden diriltmelisin! Asil dünyanın talepleriyle yaşamalısın! İnsan gördü ki, dünyada sonsuz belalar, yaşlılık korkusu, ölüm sonluğu var. İnsan gördü ki, bugün çirkin yaşlıdır, yarınsa soneve (-mezara) gömülen meyyit! İstekler, niyyetler ulaşılmazlık zirvesinde ulvi görünüyordular, gerçekleşdiğinde küçülüyor, bayağılaşıyordular, insan çok arayıp az buluyor, yaşadıkca ölüme yakınlaşıyor, hayat bahçesinde zehirli çiçekler de bitiyor, mutluluğun ömrü çok kısa, felaketinki uzun oluyor. Dünyadakılar çalışıyor, çabalıyor, neyse yaratıyor, sonra yarattığını öz eliyle dağıtıp yok ediyor, sonra yenisini yaratıyor, ancak onu da dağıtıyor, daim yeniden başlıyorlar. İnsan bunları gördü, kederlendi, ağladı, ancak iradesini toparladı, göz yaşlarını sildi ve gerçek dünyaya dedi: “Bil ki, sen – bu muhtaşem, büyük, sonsuz dünya – ben İNSAN için dar, küçük, bucuklu ve nakıssın. Ben buraya özüm gelmedim. Beni buraya getirdiler ve dediler: yaşa! Ancak bu benim, İnsanın dünyası değil! Benim dünyam özümde, ruhumda, tahayyülümde, isteklerimdedir. Benim dünyam senden sonsuz derecede güzeldir, yetkindir, ulvidir, anlamlıdır. Sen yalnız onun çok zaaf ve sönmüş bir gerçekliğisin! Asil dünya olacak, olmalı, ulaşılmaz, mutlak dünyadır. İnsanın mekanı odur. Asil dünya, benim dünyam - ebedi yarındır, hiç zaman bugün olmayan, bugüne tamamen dönüşmeyen, bugünle sınırlanmayan, bugne sığmayan, sonsuz, hadsız, mutlak YARIN!” İnsan bugünle hiç zaman yeterlenmeyip! İnsanı bugünde saklayan, bugünde durduran, bugünle barıştıran güç yoktur. İnsanın dünyası sonu görünmeyen uzaklıktır. İnsan yakınlıkta oluşuyor, uzaklıkta yaşıyor. O, ana karnından dünyaya öz dünyasını aramak için düşüp. O, ana karnına sığmadı, dünyadan kenara çıktı, hiç yerde durmadı, meçhulluğa, yetkinliğe, asilliğe doğru durmadan adımlıyor. İnsan sözünü bitirdi ve yola yöneldi. Gök yere serpilen yağmuruyla İnsanı uğurladı. Azerbaycan türkcesinden Türkiye türkcesine uyarlayan Yolruh Atalı 16 Aralık 2007
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Odtekin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |