Sanat hem bir coşma, hem bir yadsıma işidir. -Camus |
|
||||||||||
|
Zamana karşı yarışmadan, sakince girdiğim sokakta, 3 yaşlarındaki bir erkek çocuğunun ağladığını gördüm. Etrafında kimse yoktu ve küçük yeşil gözlerinde korku vardı. Duraksadım, çocuğa doğru hamle yaptığım sırada üç genç kız benden atik davranıp oğlanın yanına varmışlardı bile. Ona anne ve babasının nerede olduğunu sordular, onunla konuşmaya uğraştılar. Onların ilgisini görünce pasif bir izleyici olarak ortamda kalmayı daha uygun buldum. Bir kaç dakika içinde etraftan başka insanlar, çocuğun gürültü seviyesinin artmasına paralel olarak toplanmaya başladılar. Herkesin derdi aynıydı : ‘Çocuk kime ait?’ Sonunda oldukça pejmürde halde bir adam kalabalığı yarıp çocuğun yanına ulaştı. Adam ile çocuk, etraftaki kalabalığın oluşturduğu yapay bir sahnedeymiş hissi veren bir görüntü yarattılar. Adam ne yaparsa yapsın çocuğu kendisi ile gelmeye ikna edemiyordu. Bu defa kalabalık arasında mırıldanmalar başladı. Bu pejmürde kişi gerçekten bu çocuğun babası mıydı acaba? Birkaç dakika içinde yaşça daha büyük bir kız çocuğu ile adamla aynı pejmürdelikte olan bir kadın çıkageldiler. Durum daha da ilginç hale gelmeye başladı, çünkü çocuğun annesi olduğunu söyleyen kadın da onu sakinleştiremiyordu. Çocuğun devamlı söylediği “Git anne git...” cümlesinden ibaretti. Bunu söylerken bahsettiğim kadını sürekli itiyordu, adamla ise başından bu yana hiçbir bağı yoktu. Kalabalık içinde mırıldanmalar arttı, çocuk tamamen farklı bir fiziksel görüntü arz etmese de, büyük kız kadar adam ile kadına benzemediği aşikardı. Kaldı ki çocuk, her ikisi tarafından götürülmek istendiği istikametin tam tersine bir yere doğru ısrarla yönelmek istiyordu. Sonunda “Polis...”, “Karakol...” lafları kalabalık içinde mırıldanmaya başlandı. Adam karşı çıkıyor, kadın çocuğun dışarı çıktığında böyle davrandığını, rast gele göz temasları ile kalabalığa gelişigüzel anlatmaya uğraşıyordu. Kalabalık ise birkaç heyecanlı kişi dışında afyon yutmuş gibi duruyordu. Hem bir şeyler yapmaları gerektiğini düşünüyorlar, hem de eyleme geçme konusunda nasıl davranacaklarını kestiremiyorlardı. Sonunda adam ve kadın zorla kucaklayarak çocuğu oradan uzaklaştırdılar. Bu kısa hikayede Türk toplumunun bazı gizemleri mevcut diye düşündüm içimden. Kararsızız Bu gibi ani oluşan ve ne yapılması gerektiği pek belli olmayan durumlarda çözüme yönelme içgüdümüz pek yok. Baskı altında hızlı ve isabetli karar veremiyoruz. Kötü karar vermekten de kötü olan kararsızlık, maalesef hepimizi esir almış. Bu örnek olayda kalabalık, özel hayata müdahalede bulunmak ile belki de bir çocuğun yaşam akışının değişimine yataklık etmek arasında karar verememiştir. Çocuğun abartılı şekilde ağlaması ve bu esnada kendine sorulan sorulara bir türlü cevap verememesi ve kadına her ne kadar “Git...” dese de peşine ekleyiverdiği ‘anne’ sözcüğü insanları zor durumda bıraktı. Diğer yandan bu pejmürde insanların toplum tarafından anne-baba olabileceği inancı üzerinde kuşkular vardı, kaldı ki çocuk bir türlü ikna edilemiyordu. Sonuçta bir türlü karar alınamadı. “Adam sende”ciyiz ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.’ özdeyişinin söylendiği bu topraklarda, insanların başkaları için bir şeyler yapmaları oldukça güç oluyor. Bakmayın bizim yabancılardan farkımızın, dayanışma hislerimizin varlığı olduğu ile övünüyor olmamıza, bahsi geçen dayanışma en yakın birinci, bilemediniz ikinci kuşağın ötesine geçmiyor. Düşene bir tekme de biz atıp geçiyoruz. Sorumluluktan kaçıyoruz Vatandaşlık bilgimiz sınırlı ve girişeceğimiz işin ucunda tünelin hep karanlık olduğu, gereksiz bürokrasiler, şahitlik, durduk yere düşman edinme, işinin gücünün arasında başkası için mahkeme-karakol koşturmak sorumluluğu bizi sıkıyor. Vicdanımız var, ama biri çıkıp öncülük etsin diye etrafa bakıyoruz, ilk ortaya atılanın kendimiz olmaması için son ana kadar bekliyoruz. Bu huy elbette beraberinde eylemsizliği de getiriyor. Toplumsal hareketlerde amatörüz Topluluk halinde iken nasıl bir sinerji yaratılabileceği konusunu bilmiyoruz. Bunun için bir liderin ortaya çıkıp toplumu sürüklemesi gerekliliği ortaya çıkıyor. Biz de hiçbir zaman bir Fransız ihtilali gercekleşmezdi, neyse ki Atatürk varmış... NOT : Çocuk o çifte aitmiş, küçük bir araştırma ile olay ortaya çıktı. Son tespitim de o olsun; sakın yaşça küçük çocuklarınıza sokakta fazla sertlik yapmayın, sonra sizi tanımazlıktan gelirler!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Altuğ Hocaoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |