"Anka kuşu gibi yalnızlığı adet edin! Öyle hareket et ki, adın daima dillerde dolaşsın ama seni görmek olanaksız olsun." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
gece saat üç gibi, uykusu kaçmış mutsuz insan moduyla yataktan kalkıp balkona çıktım. 26 haziran 2006 altı sabahı.sıcak bir gece. gökyüzünde yıldızlar hiç olmadığı kadar parlaklar hava da en ufak bir esinti yok, ağaçlara baktım yaprak kıpırdamıyor. oturduğum dört blokluk sitenin bahçe duvarlarının dışında küçük bir park vardı. neden bilmem? gözümü salıncağa dikip baktım. orada öylece hareketsiz duruyordu.sonra aşağıda park yerinde duran arabalara baktım. derin uykuda gibiydiler. üzerlerine makineleşmiş insan gücünün çirkin ve ruhsuz yüzü sinmişti.kafamı kaldırıp yukardaki evlerin balkon demirlerine baktım. üstümde dokuz kat daha vardı oysa daha önce sekiz saymıştım. demek ki bina on katlıymış dedim içimden. birden balkonda don atlet öylece dikilmiş aptal aptal etrafına bakan adamın ben olduğu geldi aklıma. nedense budalaca bir utanç duydum. yaşamımdaki onca değişiklikten sonra bir de geceleri uyuyamamaktan şikayet ediyordum.okulu bırakmıştım, evlenmiştim, karımın karnı burnundaydı. sürekli apış aram pişiyordu, kel olmak üzereydim ve elektronik tartı yüz bir kilo olduğumu söylüyordu. bu durumda nasıl uyuyabilirdin ki.artık eski havam kalmamıştı, 96 model tempram sürekli ağrıza çıkarıyor, üzerime giydiğim hiçbir şey yakışmıyordu. artık kızlar da eskisi gibi değildiler. gayet doğaldı. çünkü bende eski ben değildim. hiçbir şey eskisi gibi değildi. bu düşüncelerle yatağa dönüp yattım. sabah saat dokuz buçuk gibi uyandığım zaman, işe her seferinde geç kalmış olmanın verdiği moral bozukluyla kalktım yataktan. karşıda, tuvalet aynasının dayalı olduğu duvara çarptığım çalar saat, altı buçukta beni uyandırmaya çalışmış ama başaramamıştı. eğilip kırık plastik parçaları topladım.kırmızı alarm çubuğu, akrep, yelkovan... belki de bu lanet şeyin zırıltısı yüzünden uyanamıyordum.olur ya insanlar çeşit çeşit. saat tarafından uyandırılmak hoşuma gitmiyordu belki.karım mı ? uykusu çok ağırdır. ıslanmış deve gibi yatar. yüzümü yıkamadan giyinip yola düştüm.iğrenç bir trafik vardı yine. benzin bu kadar pahalıyken insanlar arabaya nasıl biniyordu? ben nasıl biniyorsam öyle biniyorlardır heralde. işyerine vardığım da kepenk kaldırılmış dükkan kapısı açılmıştı. bunları yapmak benim görevimdi. patronun 2006 model siyah Aoudisi dükkanın önündeydi.aşağılık herif dedim içimden. sabah sabah, zenginliğin ulaşılmazlığıyla kıskıvrak bir büyünün beni uçuruma yittiğini hissettim. saate baktım onu beş geçiyordu. içeri girdim. aralanmış kapıdan ona baktım. her sabah olduğu gibi masasının üzerine yığdığı gazeteleri karıştırıyordu. şehirdeki bütün yerel gazetelere aboneydik. içlerinden milliyetçi çizgide basılan bir gazeteye ortaklığıda vardı. kapıyı vurup kafamı uzattım şişkin gözlerle günaydın Cemil Bey dedim. __ ciddi bir tavır takınmaya çalışarak, gözlerini okuduğu siyah beyaz gazete küpüründen kaldırıp, __günaydın dedi. odasından çıkıp antredeki lavabosuz küçük mutfağa yöneldim. çaydanlığa suyu koyup ocağı yaktım ki Metin diye bağırdı . koşarak odasına girdim. __bundan sonra biraz erken gel dedi. hitabet gücü yerindeydi hıyarın. __ tabi efendim özür dilerim ben kahvenizi getireyim deyip kapısını çektim. bu iş yerinde ikinci ayımdı. bu süre benim için rekor sayılabilirdi aslında. patronumun benim için bir iyilik düşündüğünü biliyordum. aslına bakarsanız bütün imza yetkileri bendeydi. onun patronu bendim. fakat kendi iş yerimde kendi kendimin odacılığını yapıyordum. senin bu yaptığıma kerizliğin dik alası derler. diyenleri duyar gibiyim. neyse her zaman olduğu gibi işsizlik hat safha daydı,evliydim. çocuk geliyordu. karımın istekleri bitmiyordu. telefonun kontorü sürekli bitiyordu ama. apartmanın aidatı vardı. elektrik su faturalarını merdivenden çıkarken yerlerden süpürüyordum. kredi kartlarımın limitleri hiç boşalmıyordu falan filan. herkesin bildiği hikaye. akaryakıt dolandırıcılığından bir kaç işçisinin suçu üstlenmesi sayesinde hapisten son anda yırtmış ve bir daha şirket kuramama cezasına çarptırılmıştı. işlerin yeniden rayında gidebilmesi için şirketi kuracak ve bütün mal varlığını devredecek güvenilir birine ihtiyacı vardı. tabi aynı zamanda bütün ayak işlerine de yetişecek birine.para kazanabilmek için ayak işlerine yetişip, aşağılanmak gerekti. *** bankalara gidip krediler çekiyordum. hiçbir şeyi okumadan altına imzayı basıyordum. bazı günler kırk elli imza attığım oluyordu. hızlı olmalıydın. üç kuruş için abanın altında olmak diye ben buna derim. tabi böyle bir özdeyiş varsa. bana kıçımdan uydurmuşum gibi geldi. tankerler sürekli işliyordu. amansızca... hiç durmadan. sizce huylu huyundan vazgeçer mi? aman ne stressiz iş. damarlarımda kan hiç bu kadar hızlı akmamıştı. bir gün iki polisin gelip, karımın şaşkın bakışları altında beni sıcak yatağımdan kaldırıp kelepçeleyerek götürüşünü hayal ederdim sık sık... *** Cemil beyin kahvesini verdim. çiçekleri suladım. küllükleri çay bardaklarını yıkadım. yemek salonunda ki masaları sildim. klimayı açtım. akvaryumdaki balıkları yemledim. bir gün önce tembihlendiğim, buzdolabının üzerindeki gereksiz eşyaları, toplama işini yapmaya koyuldum. çoğu milliyetçi yayın yapan birçok dergi ve gazete birikip , yığılmıştı. bu arada dolabın arkasından kırmızı böcekler fışkırıyordu. kırmızı, kahverengi, yeşil böcekler. orospu çocukları ofisi istila etmişlerdi. birkaçını hakladım. bir ikisi duvarı silerken boynumdan içeri kaçtı öyle huylandım ki tişortumu atletimi çıkarttım. nerdeyse donuma kadar soyunacaktım. patronun karşımda dikildiğini bile fark edememiştim. inanılmaz bir kayıtsızlık ve insanı çileden çıkaran bir soğuk kanlılıkla, __''tüh dedi adam. yazıhaneyi böcekler basmış. __evet dedim. ilaçlatın, yoksa hastalık kapacağız. __pissiniz dedi. yüzünü tiksinir gibi ekşiterek. hep pislikten oluyor bunlar dedi. sonra cep telefonunu kulağına götürüp, odasına girdi. o gün ofiste pek kayda değer bir şey olmadı. vakıfbanka gidip bir kaç imza çaktım. patronun ziraatçı dostunun dükkanına böcek ilacı almak üzere yollandım. adam bana ilacı nasıl hazırlayacağımı filan gösterdi. çok tesirli bir ilaç olduğunu söyleyip beni uyardı. ilacının .mına koyim dedim içimden. tek düze, bayağı esnaf zihniyeti işte. madem bu işi yapıyorsun gidip sen ilaçla. akşam saat on ikiye değin patronumun bağ evinde dostlarına içki ve kebap hizmeti sunduktan sonra mutsuz ve son derece moralsiz eve döndüm. karım kapı da ağzımı kokladı. içmişsin dedi. vallahi içmişsin. bak rakı kokuyor üzerine de sinmiş. yatak odasında soyunurken nefret dolu bakışlarını üzerime dikmiş, öylece bana bakıyordu. sebepsiz bir şekilde sırıttım. ''yahu ne rakısı bırakta yatayım. dedim. içmişsin işte! beni aptal yerine koyma nerdeydin bu saate kadar? dedi. ''şişeyi açtım ama içmedim dedim. patron, bağında misafir ağırladı ordaydım. ateşlerini yaktım, rakılarını doldurdum. dansöz kıyafeti giyip oynadım. neyi yapmam gerekiyorsa onu yaptım. senin koca kıçını rahat ettirebilmek için hanım efendi. ama kime söylüyordum.anlattıklarım anlayışsızlığın katı duvarına çarpıp bana geri dönüyordu. duş alıp yatağa uzandım. nafile, bütün gece bir sağa bir sola dönüp dönüp durdum. saat dört buçuğa doğru kalkıp çekmeceden defter kalem aldım. salonun ışıklarını yakıp yemek masasına oturdum. ''İŞE GİDERKEN'' başlıklı tuhaf bir şiir yazdım.nedense salondan hoşlanmıştım. başka da bir şey çıkmadı. bir sigara yakıp balkona çıktım. demir korkuluğa yaslanıp sigaramı içtim. hafif bir rüzgar saçlarımı, sesi iç gıcıklayan kızıl bir fahişenin sıcak dili gibi yaladı. sigaranın izmaritini sol elimin baş ve orta parmağı arasına kıstırıp, acaba sitenin duvarlarından dışarıya atabilirmiyim diye savurdum. ama o anda birden yön değiştiren izmarit rüzgarla savrulup balkonun tam altında duran metalik gri hyundai 'in ön panjurundan içeri girdi. inanamıyordum. umarım arabanın radyatörü plastik değildir dedim içimden. bir süre hiç kıpırdamadan baktım. heralde izmarit sönmüştür diye düşündüm. ama kazın ayağının öyle olmadığı çıktı ortaya. arabanın panjurundan hafif bir duman, ağır ağır tütmeye başladı. hayır dedim olamaz. bütün bunlar hayal,göz yanılsaması, koşullandırılmışlık araba tutuşmuş olamaz. maalesef hayal olmadığı apaçıktı. işte şu burnumda karıncalanan yanmış plastik kokusu değildi de neydi? siktir. panjur alev almaya başladı. balkonun musluğundan, altında ki kovaya su doldurup arabanın yanan yerine dökmeye başladım. dört beş kova su döktüm cayırtı mucizevi bir şekilde kesildi. ardından iki kova daha döktüm. nefes nefese kalmıştım.tanrım neydi bütün bunlar? cehennemden bir gece mi? kızıl saçlı fahişenin gecesi olmadığı kesindi. kapı görevlimiz kel adam koşup geldi. balkonda beni gördü. hayırdır ne oldu dedi? içimden adamın bütün sülalesinin güzelce bir hatrını sorduktan sonra saçmalayarak konuşmaya başladım. namaza kalkmıştım dedim.( yalandı yaptığım iş değildi). abdest almadan evvel şöyle bir hava almak için balkona çıktım. baktım ki Ahmet beyin aracından duman tütüyor. kovayı alıp su döktüm. söndürdüm şükür. adam düşünceli uykusuz gözlerle bana bakıp ''yav araba durduk yerde niye yaniy ?dedi. ''ne bileyim ben , elektrik arızasıdır heralde diye geçiştirmek istedim. hiç de yutmuş görünmüyordu .arabanın önüne doğru dolandı. şöyle bir süzdü. ''yoh dedi. Amet Beyin aracı deel bu. '' garşı blok on dört numero Sami Beyin arabası. '' kiminse kimin lan diye bağırdım. ertesi gece akşam üstü kapı çalındı. kalkıp açtım. Sami Bey di gelen. Beni mahkemeye verdiğini söyledi. o yavşak kapıcının beni ispiyonladığını biliyordum. neye dayanarak diye sormadım. bu arada Sami götoşu avukatmış. *** çok kez ofise en geç gelen o olurdu.baygın ve yeni su çarpılmış kireç gibi yüzüyle gelir, bize kıçının ucuyla şöyle bir günaydın çekip, arka tarafta ki odasına girerdi. benim masam hemen giriş de olduğundan ilk günaydını bana verirdi. bende masanın altına zulaladığım John Fante kitaplarından birini okurken birden bire sandelyemden doğrulup, ona karşılık verirdim. iki dakika sonra beni yanına çağrır bir aspirin ile bir bardak su veya özel kupasında şekersiz yeşil çay isterdi. kızıla boyanmış kısa saçları vardı Feryal Hanımın. ona zevkle hizmet ederdim. otuz sekizinde olgun ve gizlemeye çalıştığı bakışlarında ki şapşallığı saymazsak güzel sayılabilecek bir hatundu. ilk kapıdan girer girmez , beş metre uzunluğunda koridorun bir duvarına yaslanmış küçük bir masa ve üzerinde eski model bir IBM bilgisayar vardı. burada ben otururdum. internet ten virüs bulaşmış bilgisayarın beyni allak bullak olmuştu. fırsat bulduğum zamanlarda kurcalamak için her açışımda porno resimlerle dolu bir sayfa ekranda belirir ve ne yaparsan yap hiç kaybolmazdı. ekranda ki porno resimleri kapamaya çalışırken bir kaç kez patrona yakalanmışlığım vardı. iki kez de Feryal Hanıma basılmıştım. olayın tamamen yanlış anlama olduğunu bilmem izahate gerek varmıydı? bu yüzden ne zaman beni bilgisayarın başında otururken görseler bir şey sormak bahanesiyle gelip kontrol ederlerdi. bende yutar gibi görünüp sesimi çıkarmazdım. *** bir gün şehrin yirmi kilometre doğusundaki sanayi bölgesine yollandım.büyük fabrikalar ve depolar vardı. keskin bir virajdan bütün meydanı gören bir tepeye tırmandım. belediyenin şantiyesi bu tepenini tam zirvesindeydi.kullandığım lacivert tiponun lastiklerini boyayan kırmızı toprakla döşenmiş patika bir yolun üzerinden geçip, demir bir kapıdan içeri girer girmez bizim şoförleri gördüm. ikisi de tankerin yanın da küçük bir ağacın gölgesine sığınmış konuşuyorlardı. , temiz malı getirdin mi dediler. evet dedim. getirdim. temiz mal ofisteki bidon da dururdu. ondan üç kavanoz numune doldurup getirmiştim. belediyeye verilecak mal ise tankerdeydi. bu arada malın adı akaryakıttı.yani esrar vb. olmadığını belirtmek isterim. beklemeye başladık. belediye den bir kaç memur ve sivil bir polis on dakika kadar sonra çıkıp geldiler. numune alınıp tahlile gidilecekti. adamlardan ikisi pencere camları olmayan betondan bir kulübeye girip konuşmaya başladılar.ben, adamlar gelmeden evvel malları kamyonun şoför koltuğunun ardına gizlemiştim. sivil polisle tankerin üstüne çıkıp kavanozlara malı doldurmaya başladık. ilk kavanozu ön gözden aldık. sonra sırayla diğerlerini doldurduk. polis işbirlikçimiz olduğundan ağır hareket ediyordu. yakıtı kavanozlara doldururken bir yandan da belediyenin adamlarını gözlüyordu. bense tankerin üzerinden aşağıya bakınca ürküyordum. tabanlarımdan kanımın çekildiği hissine kapılmış gibi tuhaf bir izlenim vardı vücudumda. polis ; ''tuh gömleğin anasını siktik dedi. beyaz gömleğinin sol cebi ve üst tarafına yağ sıçratmıştı. kavanozun birini bana verdi. bende çaktırmadan arka tarafta ki şoförlerden birine verdim. o da, kapıyı açıp içerdekiyle değiştirmeye başladı.tepemizde ki dayanılmaz sıcak ve stres kıçımdan boncuk boncuk terler döktürüyordu. üçünü de değiştirdikten sonra, önce polis atladı tankerden. hafif göbekli, ortadan kısa, kütüz bir adamdı. yere düşerken osurdu. yahu dedi. ''miğdemizde gaz var ne yapacağımızı şaşırdık. . ellerini çırpıp üstünün tozunu tıpışladı. ardından ben atladım. sonra temiz malları, gönül rahatlığiyle üniversiteye tahlile yolladık. iyi kötü hayatlarımızı sürdürebilmek pahasına içine girdiğimiz girdaplarda,yok olup gittiğimizi görmek beni delirtiyordu. öyle yada böyle hayat da kalabilmek için bu acımasız sahne de olmak zorundaydın. gerçekten de tükenmekte olan hayatların varlığı beni dehşete düşürüyordu.ne zaman öleceğini bilmiyordun. yaşlanabileceğinin garantisi yoktu. zaten yaşlanmayı kim ister. götünü yıkayamayacak kadar yaşlanan insanlar tanıdım. insanın zavallılığına lanet okudum. ne boktan bir düzen içinde yaşıyorduk. bir başka acı gerçek de şu ; insan, ömrünün neredeyse yarısını uykuda geçiriyormuş. tabi bunun yanında tuvaletde, trafikte, banyoda market de, banka da kuyruklarda, hastane de iyileşmeyi beklerken, yaşamın içine sıkışmış boktan formalitelere, zorunluluklara akıp giden bir kum saati gibi harcadığımız ömrümüzü de ekleyelim. geriye kalan şu kısacık yaşamımızı, aşkla nefretle, ihanetle eğitimle iğrenç evliliklerle pornoyla siyasetle iş hayatıyla çürütürüz. ortalama insan tipinin maruz kaldığı çekilmez hayat oyununa karşı, takındığı tavır karakterden karaktere değişir tabi ki. bir genel ev orospusuyla, devlet başkanının bakış açısı farklıdır mesela. ama bana sorarsanız realite açısından genel evde çalışan orospu modelini yeğlerim.çünkü önemli dediğimiz insanlar çoğu kez ışıklı çerçeveden yansıyan birer kukladan ibarettir. onları televizyonda tartışırken, açıklama yaparken, bir yerlere seyahat ederken izleriz. onlar camın ardında yapay birer televizyon maymunudur. barların önünde duran göbekli pezevenkler, hastanelere taşınan siren sesleri, rüşvetçi polis memurları,okul çıkışlarında öğrenci kavgaları, dolup dolup başalan toplu taşıma araçları, iddiasız insanlar, köşedeki iddia bayii, karısından korkan adam, yağmur başladığı halde ilk şemsiyeyi açmış olmaktan utanıp etrafını gözleyenler gerçektir. kendini gerçeği aramaya adarsan, istemediğin kadarıyla karşılaşabilirdin. o halde aşmış insan, umursamayan insandır. hiç bir şeyi dert etmeyen, tınmayan adamdır da diyebiliriz. *** o gece karım, annesinde kaldığından serbesttim. işten erken dönmüş sayılırdım. gece beni bekliyordu ama yapabileceğim fazla bir şey yoktu. çünkü param yoktu. eve doğru sürüyordum tafik ışıklarına varmadan katran siyahı bir 5.20 BMW yanımdan öyle bir geçti ki anlatmam imkansız. yanaşıp durdum. kolunda yılan döğmesi olan kel bir adam kullanıyordu arabayı. yanında sarışın bir fıstık vardı. bana bakıp güldüler. adam camı açıp bir şeyler söyledi ama anlayamadım. adres sormuştu galiba. yeşil yandı. ilk soldan dönüp şehir büfe isminde bir tekel bayinin önünde durdum. '' bir winston light birde 2 şişe 1 litrelik skoll bira ''dedim. ''bira soğuk olsun lütfen''. neyse kafam fevkalade bozuktu. zaten kafamın çalıştığı nadirdir. öncelikle kendimi çalıştığım yerden siktir ettirmenin bir yolunu bulmalıydım. üzerimdeki şirketi devredip kendime patronsuz bir iş ayarlasam iyi olacaktı. şehrin dışında çevre yolundan yeni imara açılmış, orman olmayı başaramamış kısa ağaçların olduğu toprak, kuytu bir yola girdim ve yüz metre daha sürüp durdum.radyoyu açıp içmeye başladım. arabanın koltuğunu yatırıp hayatımı düşündüm. şimdiden hep bir yıl geriye doğru sayarak. bu gerçektende yararlı bir yöntemdi. aksi halde çok şey atlardınız yaşamınızdan. böylece babamın pornolarını izlerken beni yakaladığı ana kadar gittim. dokuz yaşındaydım galiba. şimdi o pornoların tadını alamıyorum. ruhlarıyla vuruşurlardı. şimdikilerse hep aynı. hamallık. vücut yapmış erkeklerle sıska kıçlı kadınların dünyası.... şişeyi yarılamıştım. yudumlarımı git gide daha da büyütüyordum. kafam hafiften cilalanmış gibiydi. radyoda kadın sürekli istek parça çalıyordu. neden benimde istek parçam olmasın dı. bu kadar mı yalnızdım? içki içip dertleşecek dostum bile yoktu. anons edilen numarayı aramaya başladım. sürekli meşguldü kahrolası. bunu gurur meselesi yapmışçasına ısrarla arıyordum. yaklaşık yarım saat kadar sonra şişemden son yudumumu alırken bir adam çıkıp birazdan yayına bağlanacağımı söyledi. bekledim. evet. olan olmuştu. daha evvel hiç canlı yayın deneyimim olmadığından heyecanlamıştım. öyleki bir an telefonu kapatmak istedim fakat laubali bir ses; ''alo alo ordamısınız? dedi. şaşkınlıkla ''evet diyebildim. ''iyi geceler efendim sizi tanıyabilirmiyiz? ''adımın önemi var mı? ''pekala söylemek zorunda değilsiniz?.... o zzaman bizden hangi parçayı istiyorsunuz ve kimlere gidecek? ''burdan anneme, eşime, liseden arkadaşım caner'e ve almanyada ki mihri teyzeme selalarımı yolluyorum. ''bizde gönderiyoruz, parçayı alalım lütfen ''ha... evet mümkünse patronum için gelsin '' vaaaaoooov patronunuz için öylemi? jest yapmak istediniz heralde . ilginç. çok mu seversiniz onu''? ''aslında ona karşı nefret kusuyorum. ''yaaa!! ''akon ve snopp dog dan'' ı wanna fuck you'' yu çalarsanız sevinirim. dirty versiyonu olsun lütfen. ''biz çalmasına çalarız... siz işsiz kalmayında! '' işinin canı cehenneme deyip kapadım. ''spiker kadın'' anlaşılan bu dinleyicimiz patronuna çok kızmış olmalı ''diye yorum yaptı ve parçayı girdi. bir sigara yakıp yıldızları izlemeye başladım. onlara hayran olmamak imkansızdı.hele bir tanesi öylesine parıldıyordu ki, gözlerim kamaşdı. büyüdü, büyüdü. kaymaya başladı. heyecandan çişim gelmişti. üzerime gelen yıldıza karşı savunmasızdım. koca dünyada düşe düşe benim üzerime mi düşeceksin kahrolası. öylesine parıldadı ki gözlerimi kapatıp, doğacak olan çocuğumu düşündüm. babasının üzerine yıldız düştüğü için öldüğünü söyleyeceklerdi.sonra bir hışırtıyla, toprağın üzerinde adımlayan bir şey işittim. birisi arabanın kapısını açtı. elinde el feneri vardı. iyi akşamlar beyim dedi ihtiyar. içiyorsunuz herhalde? ''şey sizi yıldız sandım dedim ''yıldız değilim ben. buranın bekçisiyim, özel bir arazidesiniz. ''ha anladım.zaten benden çekinmenize gerek yok. sarhoşluğum kötü değildir.hemen giderim. ''mümkünse beyim kusura kalma dedi. *** ertesi sabah ofise herkesten evvel gidip, günlük temizliğimi bitirdim. patron gelip her yeri gezdi. bütün odaları dolaştı. dudağını büküp bir bahane bulmaya çalıştı fakat bir şey çıkmadı ağzından. odasına girdi. bende yerime oturup, Fantenin; Bunker Hill Tepesi Düşleri adlı kitabını okumaya başladım. iki dakika geçmemişti ki patron bej rengi yazlık takımıyla koridora fırladı. ''sen gerizekalısın oğlum dedi. ''estağfirulla h efendim ne oldu ki diyebildim. ''sen vallahi salak sın Metin. ''haklısınız dedim. ''ulan fişi neden çektin gerizekalı. ''ne fişi? anlamıştım .akvaryumun içinde balıkların suyunu köpürten cihazın fişiydi. ''yahu seni tembihlemekten ağzım göt oldu.'' insaf arkadaş, deli edeceksiniz beni. fıttıracağım elinizden. iki milyarlık balığın anasını eşşek cennetine göndermişsin. ala gel buyur. bak suyun üzerinde yüzüyor hepsi ''bugün yoğun bakımda yatan insanların fişlerini çekiyorlar efendim. sizin gösteriş merakınız yüzünden milyarlar döktüğünüz kıçı kırık balıklarınızın götüne koyim demek geldi. ama ne çare gıkım çıkmadı. '' olum bak . kendine çeki düzen ver. burası seçkin bir iş yeri. kafanı işine ver dedi. beni bir süre daha zavurladıktan sonra, para vermem için dostunun yanına yolladı. beş yüz doları swetlananın dairesine gidip verdim. bu rus kadına ayrı bir ev açmıştı. iki günde bir pompalamaya giderdi. varlıklı adamlar arasında rus kadın modası esiyordu sanki. herkesin kapatma bir rus' u vardı. bende her para vermeye gidişimde bir şeyler umardım. ama kaltak aralık kapıdan kafasını uzatıp 'sağöl canim derdi sadece. arada bir de;'' ben şimdi daha çok lazim para. sen cemil söyle ben kostüm lazim canim tamam '' derdi. patron onu cepten aramaması için tembihlediğinden beni telefon niyetine kullanırlardı orospu çocukları. yazık ne de güzelsin? saçların gün doğumlarında başak tarlası, gözlerini bilinmez hayatlara uzanan gizemli bir sandalla mavi okyanuslara salmışsın. demek gelirdi kalbimden güzelliğin, karşısında bocalamayan, heyecanlanmayan varmıdır? insanı, aklını yitirme sine sebep olacak kadar şehvete düşürür güzellik. iyi aşıklar dünyanın en büyük üç kağıtçılarıdır. çünkü parayı en çok onlar kazanır. ve el sürmeye kıyamayacağınız kadınları düdüklerler. suç adi düzenindir. *** bir gün, gri bir mercedes brabanous ofisin önüne yanaştı ve içinden orta boylu crispino dan siyah gömlek giymiş kolları oldukça kıllı, çirkin yüzlü kıvırcık saçlı ama zengin insanlara has o cezbeden kaliteli parfüm kokusu ve küçük dağları ben yarattım havasıyla karga burun bir herif çıktı. bizim patronun dostlarından dı. adamın avrupada betting (bahis) bayileri varmış. aracını yıkamaya götürüp yıkattım. yolda herkes dönüp bana bakıyordu. daha doğrusu arabaya. böyle bir araba insanın hayatını değiştirmeye yeterde artardı bile. trafik ışıklarında bile durmuyordum. polisler elleriyle yön gösterip baş sallıyorlardı bana. kendimi bir bok sanmıştım. yıkamaya girdiğimde iki göt oğlanı oturdukları sandelyeden fırlayıp işgüzar üşgüzar aracı kanala çekmeme yardım ettiler. içlerinden bir tanesi gemi bu gemi diyordu. içimden denizsiz geminin mına koyim dedim. içimden konuşmaya alışmıştım. bazen içimden mi dışımdan mı konuştuğumun ayırdına varamıyordum. haklısın abi dedi yalaka yıkamacı. demek ki dışımdan konuşmuştum. ''koçum boyayı çizmeden, herhangi bir zahiyat vermeden şunun tozunu alın hadi bakalım. dedi. camlı bölmeden kafasını uzatan kel adam beni selamladıktan sonra. götoşlar işe koyuldular.kanaldan çıkıp caddenin karşısına geçtim. köşede ki büfeden bir soda aldım. onun kapağını dişlerinle sökebilirmisin dedi. orada duran küçük oğlan. hayır yapamam dedim oğlana. benim babam yapar dedi. senin baban azmandır her halde dedim. çocuk elindeki boş bira şişelerini büfeciye teslim etti ve gitti. büfeci kafasını tezgahtan dışarı uzatıp, bu mersedesler acayip usta dedi. boş ver dedim adama zenginin malı züğürtün çenesini yorar... bitti...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © erkan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |