Bu hafifçe kenara itilecek bir roman değil. Daha büyük bir şiddetle uzağa fırlatılmalıdır. -Dorothy Parker |
|
||||||||||
|
Dümenin yanındaki pusulayı göstererek, hafif bir şaplak attı adamın kafasına... İki günden bu yana uyku yoktu gözlerinde, kolay değildi, on beş bin kasa hamsi dağıtılmıştı limandan, memleketin dört yanına... - Gözlerimi açamıyom be reis! sen diyorsun kırmızıya git, uykusunu almıştır Mümin, kaç paket sigara içtim sende görüyon, zaten alacağım bunların parasını senden ekstradan, kaldıralım onu da geçsin biraz o da dümene! - De get ula! Gün ağarmadan bir balık daha bulalım, sen gider yatarsın. - Valla balığı bulduk bulduk, " Mola" dediğim an giderim yatmaya, kimsede kaldırmasın beni; - Sen balığı bul da; gerisi önemli değil, iri hamsiyi iyi ayırun radarda... - Tamam. Usunda sunturlu bir küfür " parasının da, pulunun da, kayığı’nın, kaşuğunun da, deniz’inin, domuzunun da; topunun ......! " Tarama’lının "dıt dıt dıt " çıkan sesini duymamak için radyoda istasyon aramaya başladı, Kazım Reis horlamaya başlamıştı bile, uzandığı kanepenin üzerinde... " Bak yine karanlıklar gidiyor/ gün doğdu doğacak/ bak yine yeşillendi dünya/ çiçek açtı açacak/ bin yıllık cefa artık bitmeli/ insanlar gülmeli, insanlar gülmeli/ açıver kollarını / kollarını yaşama/ bir adımlık yol uzakta değil/ ölümsüz dünya... Gülümsedi " Ah be Hüseyin! " diye geçirdi... Soğuk bir yılbaşı başlangıcıydı, iki gün önceden kararlaştırmışlardı; on da geçireceklerdi yılbaşını, paraları toparlamış, hazırlık yapmak için alışverişe çıkmışlardı büyük marketlerden birinde Çiğdem’le beraber... Hummalı bir hazırlık vardı evin içinde, aylardan bu yana boş duvarlarına baktığı ev, oturduğu koltukta taşınamayan anılar, yattığı yatakta paylaşılamayan zamanlar, balkonda; geceden bir dem de aysu’ yla geçen sonsuzluk, eşinin farketmeyen gözlerinde sendromsal bakışlar..." İyi gelecekti bu kalabalık..." Kız arkadaşları ev de hazırlık yaparken onlarda lokalde Tuncay’ı bekliyorlardı, gelecek ve gideceklerdi... Yan masalarında oturan kalabalıkda ağız kavgası başlamış, sonra da dağılmışlardı, uzun boylu bir kız kalmıştı geriye.. Cemil’le tavla oynarken kesiyordu kızı bir yandan, oturduğu masadan kalkmış bir öndeki masaya oturup tv de kanallarla oynamaya başlamıştı... Kumandanın ayar mekanizmalarını soruyordu iki de bir ona... Uzaktan Tuncay’ın geldiğini görünce ayaklandılar hep beraber, merdivenlerin başına yürürken, Aslı: - Tarık içimizde bir bekar sen varsın, seninde yanında olsaydı bir tane eşit olurduk, Suna’yı neden çağırmadın, aşağıda gözlerinin içine bakıyordu... - Bırak şu uçuğu, illa ki kız mı lazım? - Olsa iyi olurdu; - Şimdi o kızı alıp gelecem!.. Tuncay: - Çağıramazsın ki nerde sen de o yürek! - Ula dellendirme da! " bekleyin burda! " Kızın yanına doğru yürüdü, masanın üstündeki sigaradan sigara çıkarmış dudaklarına koyarken çaktı çakmağı... " Merhaba" dedi Kız da " Merhaba" dedi... - Bizim arkadaşlarla iddiaya girdik, sizi davet edemezmişim ben bu geceki eğlentiye, etsem de gelmezmişsiniz siz. Ben de gelir dedim... Mümkün mü bu geceyi biz dostlara ayırmanız, şiir var, sohbet var, bağlama var, gitar var, hüseyin var, hani şu: " Eftelya yok mu? onu kendi yazıp müziğini kendisi yapan; Kendi aramızda ufak bir eğlenti anlayacağınız... " Peki " deyip kalkmıştı ayağa, arkadaşlarının şaşkın bakışlarına gülümseyerek " İşte benim kız arkadaşımda bu, pardon adınız neydi? " diye tanıştırmıştı Selma’yı... Hüseyin söylerken bu şarkıyı " Ne biçim Karadeniz’lisin sen be! hadi çal bir karşılama oynayalım da! " demişti... " Sende Mican’ı söyleyeceksin ama ardından da bir şiir Nazım Üstad’dan; o hep sevdiğin şiir "Tahir ile Zühre " İlk kurdukları partinin açılış yemeğinde söylemişti " Mican’ı" - Yahu hep ruhi su, Nazım gidiyoruz, Sen bilmiyor musun yörenin türküsünü, yıllardır dostuz, hadi söyle hatırım için bir tane... Uzatmıştı elindeki mikrofonu Sıtkı, tutuk bir sesle başlayıp açılarak söylemiş, bir alkış kopmuştu salonda eşinin dudağı yanaklarında " şimdi daha da çok seviyorum seni... " Taramalı’nın çıkardığı sesle uyandı düşlerinden, ekranda kırmızı bir renk kümesi, altı yüz metre ötelerinde duruyordu, İkinci makinayı çalıştırdı, gaz koluna yüklendi, rengin olduğu yere kerteriz koyup döndürdü dümeni sancağa doğru... Kamaradaki gürültüler yukarıya geliyordu... Yine Baron’a takılıyorlardı; " Kağıtları yakmışlar, gürültü yaparak delirtmeye başlamışlardır mutlaka..." diye geçirdi içinden... Balıkesir’in bir köyünden gelmişlerdi beş arkadaş hepsinde de vardı aynı tikler, köylerinin genelinde yaygındı, ki; Tv’ye bile çıkmışlardı... " tik’liler köyü " diye. Gürültü, ateş, suya tahammülü yoktu, öyle bir harekette yanında kim olduğu farketmez: " ana’nı s.....m!" der basardı tokadı. Çelimsizdi halbuki, isteseler bir harekette alt edecekleri adamdan bile bile dayak yerlerdi... Alican’ a vurmuş gözünü patlatmıştı bir keresinde, o zaman kızmış; " Bu çocuk sana takılmadığı sürece bir daha dokunursan, yatağını yorganını al s....r git kayıktan!" demişti... Hem çocuğa vurmasına kızmış, hem de psikolojik tepkisi ne oluyor onu gözlemlemek istemişti... O günden sonra bir daha vuramamıştı çocuğa... Alican’a baktığı zaman oğlunu görür gibi oluyordu, uzun boylu, uzun saçlı deli dolu tavırları " Tarık abi: sen nereye gidersen bende oraya gitcem." der gülüşürlerdi... çocuğa sarılır uzun saçlarını okşar gözleri dolmaya başlardı... Telefonlaşmalarda; " Baba nerdesin şimdi!" diye sorardı, Denizin ortasında bir yerler söylerdi; " Senle geleceğim ben! " derdi... söz verirdi yaz tatilinde bir yerler için... - Çökertmeye gidelim baba, Ferya Ablada orda seni seviyor ya banada iyi davranıyor, otel parası vermeyiz... - Zaman gelsin bakarız be evlat.. Denizle haşır neşir olmasını istemiyordu onun, içine girip fırtınalarına karşı savaşmasınıda, tutku olacaktı o zaman, dönemeyecekti geri, sosyal uyumsuz biri olacak çıkacaktı... kendisi tutunamamıştı ki; seksen sancılarından geçen bir ülkede, diretmiş olmamış, dayanamamış Denize gitmişti... Gidiş o gidiş! İdare amirliği yapmış, bol paralı işlerde çalışmış, kaygan sınıf geçişlerine yakalanmış, yine de yapamamıştı... Aynı sancıları onunda çekmesini istemiyordu... " Kaptan ol!" demişti - Uzak denizlere git, değişik ülkeler, değişik insanlar, değişik coğrafyalar gör, ufkuna baktığın zaman göreceğin ve yaşayabileceğin şeylerin olsun, en azından düşmekten korkmazsın... - Tamam! diye onaylamıştı... Taramalıda yazan noktanın üzerine geldiğinde, ekrandaki kırmızı sarı öbeğe bakıp, " Bu iri hamsi, istavrit karışık" diye geçirdi içinden...bütona bastı üç kez... Kamarada çınladı sirenin sesi, tayfalardan biri: " A...na koduğumun balığı bizimi buluyo be, herkes yatıyo limanda, çek git limana, iki gündür uyumuyoz işte, vicdanını si.....min şerefsizi, Balık balık kıçına so...sın!.. " diye söyleniyordu... Gürültüyle düştü bot, üç makine tam yol, pervaneden çıkan köpük, akıp giden ağlar... Gürültüye uyandı Kazım Reis. - Ne oldi ula, ağ mı attın? - He! - Ne kada balık var? - İki bin çıkar, tam çıkaramadım. Ya Çinakop ya da İstavrit var balığın içinde. Dördüncü boyda taşın üstünden geçtim, inşallah geçmez altına, gerçi suya göre geçmemesi lazım da ne olur ne olmaz, ağın altı gelene kadar beklerim... Sonrada yatmaya giderim. - İyi, kahve içcem koyi mi sanada? - Yok uykum kaçar. Bir çığlıkla uyandı uykudan, önce rüya sandı, değildi; Biri bağırıyordu güvertede... " Denize adam düştü " Apar topar indi güverteye, karanlığa far tutulan yerde bir el gördü suyun üstünde; " Hadi ercan dalalım!" deyip atladı soğuk suya... Yanına gelip tuttu elini, çekmeye çalıştı çekemedi, Ercan da diğer elinden tutuyordu, " sen tut ben çizmelerini çıkarım!" deyip daldı dibe, suyun basıncıyla dolan çizmeler çıkmıyordu, hep birlikte gidiyorlardı dibe doğru, kulaklarının zonkladığını, başına şiddetli bir ağrının saplandığını hissetti, bırakmak zorunda kaldı... suyun üstüne çıkıp derin bir soluk aldığında," Çabuk ercan kompresörü çalıştıralım, başka türlü olmaz!.." dedi Titriyordu, soğuk, birşey yapamamanın aciziyeti, tayfalar elinden tutup aldı güverteye. Kazım Reis:" Git üstünü değiş hasta olcan! " diyerek üzerine paltosunu verdi... Ana Baba günü olmuştu suyun üstü, Duyan balıkçı tekneleri, sahil güvenlik, dalgıç ekibi... Gecenin ortasında panayır yerine benzeyen ada gibiydi Deniz... Heyecanlı heyecanlı anlatıyordu tayfalardan biri " Tam burdaydık, botun halatını çekecektik, boşunu alıyordu, birden bot yol verdi, halatla beraber gitti denize..." "Vira edin" dedi suyun üzerindeki dalgıçlardan biri, Belinden bağlanmıştı halat, üzerinde balıkçı muşambasından sızan su, yüzüne düşen morluk, güverteye uzattılar... Gözleri doluk, çizmelerine uzandı önce... " Alican Ölmüştü!.."
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ishak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |