..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Anlamak beğenmenin başlangıcıdır. -Spinoza
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Sanat > ATEŞce




26 Ocak 2008
Taşlaşarock  
ATEŞce
Taşlaşan Kalplerimizden Gelen Sesler


:AIAA:
TAŞLAŞAROCK

Geçmişten günümüze, yaşayalım diye bize anne gibi kucağını açan Dünya’mıza insanlığı tehdit edecek bir meteor düşmemiş. Ancak şu bir gerçek ki korumasız yüreğimize her gün şeytan taşlarcasına saldırıda bulunuyoruz. Nasıl mı? Ruhumuzun gıdası olan müziğin gün geçtikçe sertleşme derecesinin artmasına göz yumarak. Şimdi oturup düşünmek lazım, acaba insanlığı gökten gelen taşlar mı yok edecek, yoksa taşlaşan müziklerimiz mi? Hangisi daha derinden yaralar varlığımızı sizce?
Ruhumuz doyurulmayı bekleyen bebek gibi kimi zaman bizden, adına müzik dediğimiz gıdayı ona sunmamızı bekliyor. Bizler de iyi insanlar olarak ruhumuz ne buyurursa ikiletmeksizin yerine getiriyoruz. Bu dünyadaki yolculuğumuz süresince birçok şeyin değiştiği gibi ruhumuzun istekleri de değişiyor doğal olarak. Belki de eline baston tutturulmuş bir dedeye öykünürcesine yaşlanıyor ruhumuz ve maalesef kulakları da duymaz oluyor. Zira bizden kulağına ince ince şarkılar, türküler fısıldamamızı dilemiyor, bilakis şarkılar bağırmamızı diliyor elinden oyuncağı alınmış çocuğa benzer şekilde köşeye çekilip ağladığı zaman. Taşlaşıyor ruhumuz, taşlaşıyor yüreğimiz, taşlaşıyor şarkılarımız… Peki neden bu duruma izin veriyoruz?
Taşlaşan müziğin dünyaya getirdiği son çocuğuna rock adını koyduk 20.yy’ın sonlarında. Bu çocuğun gelişiminde önemli rol oynayan hizmetkarları beyazlar ile siyahlar arasındaki çatışmalara yönelik isyanları ile tanınıyor. İçimden yükselen “Biz kime isyan ediyoruz?” çığlıkları kulaklarınıza kadar gelmiştir tahminimce. Rockın Klasik Müzik, Caz ve Blues gibi açık bir sertleşim sürecinin sonunda doğduğunu söylersek müziğin hangi aşamalardan geçerek taşlaştığını hiç keyfimizi bozmadan anlayabiliriz. Bu arada rocktan söz açıp da rockla meydana gelen insanlardaki tarz değişimini dile getirmezsek olmaz diye düşünüyorum. Rockın en tepedeki iki türü olan Punk Rock ve Hard Rock’tan ilki ne kadar insanları renk cümbüşüne davet ediyorsa, ikinci de o derecede karanlığa gömüp siyahlar ülkesine giden taşıtın biletini tutuşturuyor elimize. Bilet demişken: Rock, günün birinde bir bilet alıp dünya turuna çıkmış ve rockın yolu medeniyetlerin beşiği olan Anadolu’ya düşmüş. Gezmiş, dolaşmış Anadolu insanını tanıyıp, kendini de ona tanıttıktan sonra eve dönmeye karar vermiş. İnsanımız rockı bize yakışır şekilde ağırlayıp yolcu ederken bir de ne görsün? Rock çocuklarından birini burada unutmuş. Hayırsever sanatçılarımız tarafından bize özgü bir terbiye ile yetiştirilen Küçük Rock ne kadar kendi benliğini yansıtsa da bizden biri olmuş. Nihayetinde bu çocuğa bir ad vermek gerekmiş ve bunun için de ad verme töreni hazırlanmış. Sanatçı büyüklerimizce düzenlenen bu törende çocuğa hem kendi değerlerini hem de bizim değerlerimizi yansıtacak bir ad verilmiş: Anadolu Rock.
Taşlaşan müziğin ülkemize böyle şirin bir şekilde girip masum masum nefes almaya devam ettiğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Eserdeki sözlere çok da önem vermeyen, amacı yalnızca bağırarak yüreklere inmek olan rock şimdilerde duyamadığımız birçok eserimizi bize tekrar sunuyor. Yüreklerimiz –biz hiç fark etmeden- hızlı bir şekilde taşlaşmış ki 20 30 yıl öncesi duyduğumuzu günümüzde duyamaz olmuşuz. Birileri şu an sahnelerde “Ben de özledim ben de ” diye, “Masum değiliz hiçbirimiz ” diye bağırıyor işiteniniz var mı? Bu arada affınıza sığınarak, ışıklar yerini karanlığa bıraktıktan sonra sahnede yerini alan bir konuğuma bırakmak istiyorum sözü: Köyden yeni geldim İstanbul’a. İş yok memlekette. Burada iş var dedi bizim amca oğlu. Şarkı türkü söylenen bir yere girdim temizlikçi olarak. Bazen kulak verirdim sahnedeki şarkıcılara. Maşallah pek de güzel söylerlerdi, yürekleri sağ olsun. Bizim çocukları da getirdim düzeni kurduktan sonra. Yardımcı oldular bana. Çoluk çocuk o muhterem şarkıcıları dinleyerek büyüdü. Ben yaşlanınca,bizim oralarda adettendir, mesleği bizim büyük oğlana bıraktım. Şimdi o, alın teriyle ekmeğini kazanıyor o mekanda. Ara sıra uğruyorum ne var ne yok diye yanına. Zaman ne çabuk tesir etmiş müziğe; bağırıp çağırıyorlar hiçbir şey anlamıyorum, ben de çıkıp geliyorum bizim fakirhaneye. Yahu şunu da söylemeden geçmeyim: Yeni nesil bir garip söylüyor şarkıları; ama pek vefalılar, hiç dokunmamışlar bestelere… Bu ifadelerin yeterince değişimi açıkladığını düşünüyorum.
Uzmanlar, yeni doğan bebeklere klasik müzik dinletmemiz yönünde açıklamalarda bulunuyor. Neden böyle bir arzuları var? Konunun bilimsel yanına karışmak istemem; ancak ruhsal yönüne dair bir iki kelime söyleme hakkını bana bahşedersiniz umarım. Özel yetenekleri tavan yapan, hayatını bu müziğe adayan kişilerce yaratılan klasik müziğin, insanı bulutların üzerine çıkarıp orada insanın ruhunu dinlendirdiği aşikardır. Bebeklere de böyle bir olanak sunarak onları huzur denizine çağırıp orada dinginliğe boğmaya izin verilmelidir. Çocuklardaki yaşın rakamsal büyüklüğü arttıkça onlara, bulunduğu kültüre ait halk müzikleri dinlettirilmeli ve kalplerinin toz bulutu altında bırakılan bir kaya parçası haline gelmesine seyirci kalınmamalıdır. Belli bir yaştan sonra gencimiz gayeli ve düzenli bir ruh geliştirme evresi geçirdiği için vasatın üstünde bir müzik zevkine sahip olmakla birlikte kaliteli seslere kulağını yaklaştıracaktır. En önemlisi de yüreği taşlaşmayacaktır.
Sonuç olarak müzik zevkimizi ruhun dışa vurumu olarak algılarsak, insanların ruh halini dinlediği müzikten çıkarabiliriz. Kendini dış dünyadan soyutlayıp kalbinin çevresini de taşlarla ören birisine “Neden rock dinliyorsun?” diye bir sualin yöneltilmesi pek de mantıklı olmaz diye düşünmekteyim. Şayet şu saatten sonra insanların kulaklarına zarar vermesine göz yummak istemiyorsak bir an evvel onların kalplerine ördükleri duvarı aşmalıyız, deyim yerindeyse kaleyi içten fethetmeliyiz. Yoksa huzur kaynaklarının, pınar misali insanlarla buluşmasını yalnızca sepya renk tonu ile hayalimizde canlandırabiliriz. Yüreklerin dile gelip seslerin sessizleştiği yaşam tarzını bekleyene dek -bakalım- daha ne kadar meteor düşmeye devam edecek yüreklerimize.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


ATEŞce kimdir?

Ateşce diye başlayıp, tüm kalpleri toplamak adına bir ateş yakmak ve o ateşin sıcaklığında romantizmi yaratmak amacıyla yağmurlar yağdırmaktır şiirin doğuşu. . Doğan şiiri yaşatmak da bizlerin görevi. .

Etkilendiği Yazarlar:
Şeyh Galib, Sunay Akın, Mevlana, Nietzsche


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © ATEŞce, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.