Özyaşamöyküsü başka insanlarla ilgili gerçekleri anlatmak için eşsiz bir araç. -Philip Guedella |
|
||||||||||
|
Ve Linyar'ın hizmetlileri, Diemna, coşkulu ve hünerli, üstlerinde Tek Olan'ın ışıltısıyla ve tüm ışıklardan daha hızlı, kapıdan geçip girdiler. Evrenin eski düzeninde durup dinlenmeden yol aldılar; sadece alametleri bekliyorlardı. Diemna, Linyar'ın hizmetlileridir. Linyar ve diğer tüm şeyleri ise Tek Olan yaratmıştır. İradesinin ulaşmadığı hiçbiryer yoktur O'nun ve tüm varoluş O'na secde eder. Ve birçok irfanı bir arada taşıyan, tüm isimleri birleştiren bir ismi vardır bilinen; Nanda'dır O; sevgiyle işleyen ve sevgiyi işleyen... Şimdi ise yeni bir ilham ile tüm varoluşa yeni bir eserini daha katacaktır. Linyar'ın bilinen hiçbirşeyle ölçülemeyen coskusu, bu muazzam eserin harikuladeliğinin ilk alametidir aslında lakin Diemna'nın beklediği alametler başkaydı. Şimdi Diemna, bir gezegene denk geldi. Bu gezegenin tabirini bugünkü bilinen harflerlyarake yapmak imkansız, cüce harfleri bile yeteri kadar açıklayıcı olurlar mıydı bilmem. Ama bu gezegenin adı Yakatuna idi ve yanıyordu. Derin homurtuları evrenin her bir köşesinden duyuluyordu. Sonrada çatırdamaya ve homurdanmaya başladı ve tüm evreni titreten bir patlamayla infilak etti. Öyle ki sadece gürültüsü bile varoluşun sütunlarını titretti ve alevleri tüm boşluğu kapladı; evren ateşe verilmişcesine tutuştu da tutuştu. Mavi, mor ve yeşil karardı, isli bir peçe tüm gözlerin üzerine kapandı. Kahinat döndü, Yakatura koca ağızlı bir dinozor gibi tüm karanlığı yuttu. Sonra boşluğu baştan başa yaran kıvılcımlar parladı ve rengarenk alevler yeniden etrafa saçıldı. Şimdi herbiri renkli birer yıldız gibi parlıyorlardı. Sonra Yakatura'nın kalbinden bir çekirdek fırladı. Homurdanarak döndü ve delice bir ateşle parladı. Ve böylece yaratıldı Sused, daha sonra onu gören nice halklar tarafından 'güneş' diye anılacaktı. Ve böylece de doğrulanmış oldu ilk alamet; Kambal kapısındaki patlama gerçekleşmişti. Diemna ise yoluna devam etti. Hatta daha sonra ikinci alamet gerçekleştiğinde de durmadılar. Bu ise Kambala kapısındaki alametti. Yakatuna'nın buzdan eşi Donarca, Ramanda, bambaşka bir güçle infilak etmişti. Öyle ki karanlığın içerisine buzdan kristal parçaları saçılırken, renkli yıldızlar bembeyaz parıldadı ve Yokoluş'a kadar da öyle kaldılar. Bir süre ateş ve buz kol kola, ışık zerrecikleri gibi nüfuz ederek her yanı dolaştı. Yine de Diemna ne durdu ne de yavaşladı. Sonra her iki kapı da tekrar kendi derin sessizliklerine gömülürken, onlar buzdan küreleri ve ateşten yokuşları çoktan aşmışlardı. Hızları zamanın kendisine yetişti, onunla yarıştı. Üç boyutun üçüncüsü onların hızından çekinip saklandı. Evrenin böylece yeniden düzenlenmesinin sayısız asırlarca sürdüğü söylenir. Sayısız gezegen evrenin dört bir yanına savruldu ve önce uçsuz bucaksız olan bir hiçlik daireler etrafında toplanmaya başladı. Öyle ki her şey, akıp giden, tarifsiz bir seyir halinde dönmeye başladı. Enna parıldadı ve daha sonra bütün yıldızlar ışıldayıp, kırpıştı. Kambal ve Kambala, hiçliğin ardına uzanan dev kapılar, karanlığa büründü. Denir ki Diemna tüm bu Düzenleniş esnasında hep yol almışlar. Fakat varacakları yere varmadan önce ne durup dinlenmişler ne de böyle bir ihtiyaç hissetmişler. Çünkü hain iblis hep onların peşindeymiş. Niyeti işlerini bozmak ve kendi kara düşünceleriyle üstlerine hakimiyet kurmakmış. Ama gel gör ki onlara asla yetişememiş. Ve böylece uzakta, iskelet halinde koca bir gezegenin belirdiği bir an geldi. Daha da yaklaştıkça görüntü daha da büyüdü. Onun kızıl bir alevle içten içe yandığını gördüler. Bu Tazl’dı, kızıl şimşekler gezegenin arşını yarıyor, daha derinlerden büyük gümbürdemeler duyuluyordu. Tam bir cehennem gibiydi, ateşten fırtınalar ve alevli hortumlar vardı. Dört bir yanına dev gibi kor parçaları savuruyordu. Diemna ise burada durmadı. Tazl’ın daha ötesinde grimsi bir demir renginde ışıldayan başka bir gezegen daha vardı; Tazlum. İşte orası uzun yolculuklarının son durağı olacaktı. Aradaki mesafeyi bir kalp atımı süresinde aldılar. Gezegenin Azif katmanına geldiler. Bu katmana ne hızla olursa olsun çarpan bir göktaşı, ufacık parçalara ayrılmadan asla geçemezdi. Lakin Diemna ne bir göktaşıydı ne de herhangi bir engel tarafından durdurulabilirdi. Korkunç bir hızla, yağan deli bir yağmur gibi indiler yeryüzüne ve her bir yana dağıldılar. Okyanuslar taştı, yeryüzü köklerinden sarsıldı ve sanki karşılama borazanları gibi derin homurtularla Tazlum Diemna’yı selamladı. Yeryüzünün her bir yanına dev kayalar düşüyordu. Bunlar Tazl’ın öfkesiyle savrulan koca kor kütleleriydi ve düştüğü yerleri eritip koca oyuklar açıyorlardı. Bu oyukların çevrelerinde yüksek tepeler boy veriyor, her biri dağdan kuleler meydana getirip başlarını uzattıkça uzatıyorlardı. Kimi kayalar ise okyanuslara düşerek onların taşmalarına sebep oluyor, taşan sular da uzun mesafeler katedip oyuklara doluyor ve küçük gölcükler oluşturuyorlardı. İşte Tazlum, Tazl’ın kor yağmurları altında böyle başlıyordu şekillenmeye ve bu şekillenme milyarlarca insan hayatı boyunca da devam edecekti. Diemna’ya gelince; onlar yeryüzüne iner inmez çalışmaya başlamışlardı bile. Lakin çok uzun bir süre sadece işlediler. Nihayet Enna tam bininci kez göz kırparken Tazlum’un sert toprağının üzerinde bir fidancık boy verdi. Kökleri toprağın altında gizlenmiş, etrafında yeşil yeşil parıldayan yapraklarıyla bir ağaç fidanıydı bu. Büyüyüp yavaş yavaş serpildi. Sonra gökyüzünde kalem çizgileri gibi incecik ve bembeyaz şekiller belirdi. Bunlar zamanla kendi gibi olan birçoğuyla bir araya gelip koca bir bulut kütlesi oluşturdular. Ve bir gece toprağın üzerinde bir pıtırtı halinde bambaşka bir canlı dolanmaya başladı. Bu ise uzun dişleri, kemiksiz bedeni ve yumru yumru elleriyle bir tarla faresiydi. Nihayetinde bir an geldi: Bulutlar, gökyüzünde bir araya gelip karadıkça karardılar. Tazlum’un zifiri karanlığında aniden gümbürdemeye başladılar ve yeryüzüne bir su damlası düştü. Onu bir diğeri izledi, sonra bir başkası ve biraz sonra perdeler halinde gökyüzünden toprağa yağmur damlaları düşmeye başladı. Minik ağaç fidanı yapraklarına düşen ilk damlayı kana kana içti ve içtikçe de uzadı da uzadı. Ucu bulutlara erişinceye kadar büyüdü ve dallarının arasından küçücük, altın rengi bir yemiş fışkırdı, yemiş zamanla dolgunlaştı, rengi daha da sarardı ve dalından ayrılıp yere düştü. Fare onu aldı. Önce kokladı, her bir yanını güzelce yokladı. Sonra bir ısırık aldı ve hepsini koca bir lokmada yiyip bitirdi. Lakin şimdide bir yılan belirdi kısacık yetişmeye başlayan otların arasından. Fare onu görmedi. Yılan sinsice yaklaşıp farenin ta dibine kadar geldi. Onu önce sıkı sıkı sardı vücuduyla, sonra da bir lokmada yedi. Yağmur durduğunda ise yeryüzü otlarla ve ağaçlarla, nehirler ve göllerle ve çeşit çeşit hayvanla dolmuştu artık. Sonra toprağın kemiklerinden bir şekil yükselmeye başladı. Göğe doğru uzadıkça genişleyip büyüdü. Dört bir yanına dallanıp budaklandıkça yeryüzü titredi ve sarsıldı. Nihayet en yüksek ucu arşın tavanına değince durdu. Uçları mora, etekleri boz rengine boyandı ve içten içe madeni bir ışıltı yayarak parlamaya başladı. Parlayanlar Simut idi elbette ve burası ise daha sonra Simut Dağı olarak bilinecekti; Tazlum’un gri zirveleri… Diemna vazifesini tamamlamıştı. Tazlum her cinsten yaratıkla ve canlıyla dolmuş devasa bir bahçe gibi ilk mutlu günlerine başladı. Lakin geriye tek bir şey kalıyordu ki, Diemna dahi bunu sabırsızlıkla bekliyordu… Yine de şunuda söylemek gerekir ki Hain ibliste boş durmamıştı. Diemna’dan habersiz Tazlum’da gezindi ve kendi karanlığını bulaştırabildiği her şeye bulaştırdı. Bazı hayvanların kalbini bozdu, bazılarınıysa vahşileştirdi. Bunun sonucunda vicdansız, kötü kalpli sırtlanlar ve acımasız dev dinozorlar peydah oldular. Sonra gezegenin kıyısına köşesine kendi karanlığını ördü. Ağaçlara ve bitkilere musallat oldu, rüzgarların kulağına kötü sözler fısıldadı durdu. Ve Diemna tüm işlerini tamamlayıp, uyanacak olanları sabırsızlıkla beklemeye başladığında o da sinsice bir köşeye çekildi ve kara planlar kurdu. Öte yandan Tazlum’un üzerinde iblisin eseri olmayan bazı kara güçler de yok değildi. Gezegenin diğer yarısı hala kara bir örtünün altında ve buzdan rüzgarların pençesindeydi; çünkü Tazlum henüz sabitti, durağandı. Bu yüzden ışığı ve ısıyı henüz görememiş olan diğer kısmı kalın buz örtüleri altında sızlıyor, öfkeli rüzgarın acımasız ısırığı altında can çekişiyordu. Bu öyle bir rüzgardı ki, bir uçtan bir uca olan engin mesafeleri bir nefes alış hızında katediyor, derin buzul oyuklarının üzerinden geçerken havanın ortasında donup kalıyor, varolan bütün havayı yok ediyordu. Diemna’nın eli buraya da değmişti belki ama, o an için hiçbir çiçek yoktu ki, o kalın buz perdesini delipte boy verebilsin. Ya da hiçbir hayvan yoktu ki, bir nebze olsun ihtiyacı olan havadan soluyabilsin. Hatta bulutlar bile oraya asla uğramıyorlardı. Kalın buzulların altında, kimi yerlerde, bazı başka oluşumların donmuş suretleri vardı; Tazlum’un eski düzende ki yaşantısından geriye kalan acı yadigarlar, ve bunların bazıları insan suretlerine benziyordu. Bu Buzul Diyar’da yaşayabilen tek bir canlı vardı. Kadim Dil’deki isimleri Hipiplis idi ve zamanın kendisi kadar hızla hareket edebiliyorlardı. Bu yüzden de ne vahşi rüzgarlar ne de kalın buzullar onlara engel olamıyordu. En ince toz zerresinden daha küçüktüler, içerisinden geçemeyecekleri hiçbir şey yoktu ve zamanda ister geriye ister ileriye yolculuk yapabiliyorlardı. Ve belki de bu yüzden gelecekteki yaşantılar için büyük tehlikeler oluşturmaktaydılar ama Tazlum’un bir parçasıydılar ve yazgıları Diemna’dan bile gizlenmişti. En nihayetinde bir an geldi. Bu Diemna’nın akibetini sabırsızlıkla beklediği ve Yeni Düzen’in temel amacını oluşturan kutlu bir andı. Önce derinden derine bir fokurdama tüm yeryüzünü sarstı. Sonra Simut Dağı’nın eteklerinde dev kayalar peydah oluverdiler. Kayalar yumurtaya benziyorlardı her şeyden çok. Binlercesi tıkırdayıp, gümbürdeyerek sallanıp durdular. Ve bir feryat başladı, kayaların; her bir kayanın; çatırdaması gökleri doldurdu. Diemna gök kubbeye çıkıp seyretmeye başladı. Ve taşlarda parçalanıp açıldılar. İçlerinden kısa boylu kısa bacaklı ama kaslı ve pek bir güçlü, sakallı mı sakallı canlılar çıkmaya başladılar; cüceler. Yırtınıp gerindiler, doğrulup bakındılar ve daha o anda, henüz birbirlerine ilk kez bakarlarken içlerinde bir öfke kabardı, çılgınlıkları onları esir aldı, kibirleri gönüllerini doldurdu ve birbirlerine saldırmaya başladılar. Acımasızca, insafsızca, öfkeyle vurdular, tırmıkladılar ve daha da feci olan birçok şey yaptılar. Lakin Diemna bunları görmedi. Onlar, cücelerin uyanmalarını büyük bir neşeyle izlediler ve sonra büyük bir hızla, bir daha dönmemek üzere Tazlum’u terk ettiler. Çünkü böyle yapmaları buyrulmuştu. Ve cüceler çok uzun süre birbirleriyle boğuşup durdular. Çiçekleri, tepeleri, bozkırları, mağaraları, ağaçları görmediler, yüzlerine vuran rüzgarı hissetmediler. Ne yağmurlar yağdı, ne şimşekler paraladı yüksek tepeleri ama onlar asla fark etmediler. Kibirleri çok büyüktü çünkü, doğaları gereği saldırgandılar ve fena halde cahildiler. Üstelik birbirlerinden de hiç hoşlanmamışlardı. Lakin bu sonsuza kadar böyle süremezdi ve sürmedi de. Bir gün yoruldular ya da belki sıkıldılar, durdular. Her biri gözlerini birbirlerinden çevirdi. Kendilerine baktılar ve yürekleri biraz olsun yumuşadı. Ellerni, kaslı ve sert kollarını, bacaklarını inceleyip durdular. Sonra başlarını kaldırıp etrafa baktılar. Simut Dağı’nın boz eteklerinin gri ışıltısı gözlerinde yansıdı. Ormanları ve denizleri gördüler. Birkaç kuş üstlerinden süzülerek geçti ve sincaplar ayaklarının altından koşuşturdu. Serin ovalara baktılar ve yeşil ovaları fark ettiler. Ve her biri, bir kez daha dönüp bir diğerine bakmadan yürümeye başladı. Kimi dağın eteklerinden dümdüz aşağı indi, bazısı dağın tepesinden aşıp bayırlara ve çalılıklara vurdu. Kimisi dağın etrafında dolaştı da dolaştı. Lakin hepsi bir diğerinden ayrı durdu ve birbirlerine olan öfkelerini unutmadılar. Ve böylece başlamış oldu Tazlum üzerinde Cüceler’in Günleri. Şimdi Simut üzerinden binlerce cüce,
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © onur kesgin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |