..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Sevginin bulunmadığı yerde us da arama. -Dostoyevski
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Bireysel > elvan




8 Eylül 2007
Alacakaranlık  
elvan
bir zaman önce yazdığım ama çok sevdiğim bir hikayeydi bu. hayatı bilmeyen birine hayatı anltamak gerekseydi neleri anlatırdım diye düşünürken çıkıveren bir hikaye...


:AFDH:

Annemin her an ağlayacakmış gibi duran yüzüne bakarken “Aman anne,ölüm yok ya sonunda” demek istedim ama son anda dilimi ısırdım. Onun yerine arkamı dönüp pencerenin yanına gittim. Dışarı baktım. Tülün ardından evlere, arabalara, belli belirsiz görünen insanlara... dışarıda benim gibi milyonlarcasının olabileceğini düşündüm. Her acı çekişimizde bunu yaşayanın bir tek biz olduğunu sanırız. Oysa dışarıda dolaşan,yemek yiyen, ayakkabı boyayan, yere tüküren, size çarpan onlarca insanın yüzünün arkasında, yüreğinde ne taşıdığını bilemeyiz. Neler taşıyabileceği ise meçhul. Çünkü insanoğlu bazen kendinden beklenin çok üzerinde bir dayanıklılık gösteriyor. Tıpkı müzik öğretmenimin öyküsü gibi... Mezuniyet gecemizin organizasyonu için bize yardım ediyordu. Bazı konularda konuşup karar vermek için O nun evinde toplanacaktık. Evine gittiğimizde kapıyı bize her zaman ki güler yüzlülüğüyle açıp “Buyurun çocuklar” dedi. İçeri girdikten on saniye sonra o kadının bize, bana gösterdiği hayat patır patır döküldü. İçeride, sol köşede, pencerenin önünde bir tekerlekli sandalye vardı. Üzerinde ise 13-14 yaşlarında, güzel yüzlü, esmer bir erkek çocuğu. Belli belirsiz gülümsedi bizi görünce. “Oğlum” dedi öğretmenim. Sonradan öğrendim kocasının iki yıl önce bir trafik kazasında öldüğünü. Ve aynı kazada oğlunun da ömür boyu tekerlekli sandalyeye mahkum olduğunu. Ne diyordum? Evet, hatırladım. İnsanoğlu tek kendi acı çekiyor zannediyor ama hepimiz bin türlü acıya gebe bu hayatı paylaştığımıza göre o bin türlü acıyı da paylaşıyoruz demektir. Başımı çevirip tekrar odaya bakınca annemin oturduğu koltuktan yavaş yavaş kalktığını gördüm. Çok severdi müzik öğretmenim Şahika hanımı. Kırmızısı ağarmış kadife terliklerini sürüye sürüye koridora çıktı. Arkasından öylece baktım. Üzüntüsünü öyle net görebiliyordum ki... ama boşuna bu üzüntü. Her şey bitti nasılsa, hem de hiç başlamadan. Biraz sancı,biraz kan ve... Onu ilk hissettiğim zamanı düşündüm. İçimde ki minik kıpırtıyı. Oynayan,değişen hücreleri hissettiğimi hatırlıyorum. “Orada mısın bebeğim,bak ben buradayım” demiştim. Her zaman da burada olacağım. Aslında sen beklenmeyen bir misafirsin. Ummuyordum gelmeni. Hazırlıksız yakaladın bizi valla... ama seni istiyorum. Çünkü sen hayatın bana verdiği yeni bir şanssın. Sanırım bu yüzden aileler çocuklarının hayatlarını şekillendirmeye çalışıyor. Hep senin mutluluğun için çalışacağım.mutlu da olacaksın ama 13 ne kadar.sonra ki 5-6 yıl korkunç geçecek. Ergenlik dönemi... Kendimi hatırlıyorum da....Acaba sen de annenle baban bunun gibi “hatırlıyorum da ben” diye başlayan cümleler kurduğunda nefret edecek misin? “Iğh” deyip,kulaklarını tıkayacak ve içinden o dönem en sevdiğin şarkıyı mırıldanmaya başlayacak mısın? Babanı merak ediyor musun? Senin orada olmana neden olan adamı. Seni korumayı kendine görev edinecek hatta bunu bazen fazla abartıp seni boğacak ama koşulsuz sevecek adamı. Sen de seveceksin onu eminim. Onun ışıldayan gözlerini,yumuşacık saçlarını,ağır ağır konuşmasını. Hatta tütün kokan ellerini,sürekli üşüyen ayaklarını,ağzı açık uyumasını bile değil mi? Dinliyor musun beni bebeğim? Dinle,demiştim. Uymasan da, doğru bulmasan da hep önce dinle sonra yargıla beni. Çünkü ben seni hep dinleyeceğim. Bunun nasıl bir ayrıcalık olduğunu bir bilsen. Dinlenilmenin,söylediklerine kulak verilmesinin,adam yerine konmanın. Hele de gençken,çocukken... Dinlemezler seni. Anlamadığın,bilmediğin varsayılır hep. Öğrencilik yıllarında hep böyle saçma varsayımlar, zorlamalar, kurallarla geçecek. Tıpkı langırt masasında ki plastik oyuncular gibi sürekli olarak bir kolun tuttuğu,bir çubuğa dizilmiş,aynı tip olamaya zorunlu öğrencilik yılların. Ülkeyi kurtarmak isterken kendini batıracağın üniversite yılların için şimdiden üzgünüm bebeğim. Bilmem sen büyüyene kadar neler değişir ama sanmam ki çok şey değişsin. Ben büyürken de çok şey değişmemişti. Öyle tatlı dillerle anlatırlar ki sana değişimi inanasın gelir. Ama değişim hiçbir zaman o atlı dillerin anlattığı gibi olmaz. Aynı diller sen bunu hatırlattığında seni öyle bir acılaşır seni öyle bir paylar ki neye uğradığını şaşırırsın. Bunlara hazırlıklı ol bebeğim. Ne kreş, ne anaokulu, ne dershane ne de akademi hiç biri sana hayatın öğrettiklerini öğretmeyecek. Toplamayı, çıkarmayı,muhasebeyi,sindirim sistemini öğrenebilirsin ama sırtında vurulmamayı, kazık yememeyi, aşkını arkadaşına kaptırmamayı,sütü taşırmadan kaynatmayı,geç kalınca yalan uydurmayı,gizliden iş yürütmeyi,sevmeyi,sevişmeyi,ağlamayı,ağlatmayı sana hayat öğretecek bebeğim. Hayat acayip bir macera, katıksız bir delilik. Haksızlıklar,acı sürprizler,ani kayıplar,dertler ve yitik hayallerle dolu bir kefe bir yanda; aşklar, kahkahalar, deniz kabukları, gelincik tarlaları, taze ekmek kokusu ve içine ışık vuran misketlerle dolu bir kefe bir yanda. Hep dengesiz , hep bir tarafı bir tarafına ağır basan bir terazi... Ama bil ki aşk iki kefede de olan tek şey bebeğim. Çünkü o çift karakterli bir vaka. Ne zaman mutluluktan deli edeceği ne zaman acıdan inim inim inleteceği belli olmaz. Seni bir tek ona karşı koruyamam. Ne kadar kaçırsam da, saklasam da o gelir seni bulur ve iyice ,bir silkeler. İçinde ki tüm tozları, pasları döker. Işıl ışıl olur,parıldarsın. Sonra sarsıntı yavaşlar, yavaşlar ve bir süre sonra da biter. Yeniden tozlanmaya başlarsın. Yine gelip seni buluncaya kadar. Ne kadar sarsılacağını yada ne kadar tozlanacağını asla bilemezsin bebeğim. Asla... Gözün mü korktu bebeği? Sakın, sakın korkma! Gel ve gör. Hiç beklenmeyeni veren, o plasentanın içindeki monoton düzeni unutacağın yeni plasentana gel. Bunları söylemiştim sana değil mi? Bunları anlatmıştım. Çok mu korktun? Ondan mı böyle oldu? Telefon çaldı. Arayan eski lise arkadaşlarımdan biri, Çiğdem. Öyle bir haber verdi ki akşam akşam... Telefonu kapatıp tekrar camın önüne dönünce iyice kafama vurdu hayat. Sırada annem içeri girdi. Suratı hala asık. Şişmiş gözlerini bana dikip “aç mısın?” diye sordu. “Hayır” dedim. “kimdi arayan?” diye devam etti. “Çiğdem.” Annem meraklı gözlerle devamını bekledi. “Selam söyledi” dedim. Sıkıldığını belli eden bir sesle “Bunun için mi aramış” dedi. Yüzümü dışarı çevirdim, “Şahika hanım ölmüş” dedim. Sessizlik. Sadece araba kornaları, fren cayırtıları, bildik akşam trafiği gürültüsü. Tekrar anneme döndüm. Yeleğine iyice sarındı. Üşüme gelmişti, belli. “Yazık” dedi en sonunda. “Nasıl olmuş?” “Kalp krizi” dedim. “Kalbi mi varmış” “Varmış ya...” annem bıkkın bir ifadeyle “Ya çocuk ne olacak?” dedi. Ben de bu soruyu bekliyordum zaten. Bilmiyorum. Bilemiyorum. Şimdi 23 yaşında filan olmalı. Hiçbir yeri tutmuyordu ki. Sadece boynundan yukarısı. Off!! İyice içim sıkıldı bu akşam. Odanın ışıklarını açmadığımızdan alacakaranlık içeri doldu. Ne karanlık ne aydınlık... annem lambanın düğmesine uzanıp ışığı açınca bir iki saniye gözlerim kamaştı. Sonra yine bana döndü. Daha o bir şey söylemeden ben “Boş ver anne” dedim. “Hep iki taraftan biri zamansız gidiyor işte. Bazen anne, bazen çocuk...” niye bilmem güldüm sonra karnıma dokunurken. Şimdi neredesin bebeğim?



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


elvan kimdir?

her seferinde ne hissettiysem en uçlardan en diplere hep elim kağıt kaleme uzanırdı. çokca zaman beni sakinleştirdi, yatıştırdı ve uyumamı sağladı. . . ama aslında en çok ayakta kalmamı sağladı. . .


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © elvan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.