Dünyanın her tarafından öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır. -Atatürk |
|
||||||||||
|
1992 yılında Rio’da yapılan Dünya Zirvesi’nde alınan karar ve imzalanan antlaşma metnine göre çölleşme: iklim değişiklikleri ve insan faaliyetleri de dahil olmak üzere muhtelif faktörlerin etkisi altında kurak, yarı kurak ve az yağış alan bölgelerdeki toprağın doğal özelliklerini yitirmesi veya kısaca toprağın aşınması olarak tanımlanıyor. Çöl denilince aklımıza ilk gelen yerlerden biri Sahra Çölü vb dir, değil mi? Artık adı belli çöllerle sınırlı değil, çöl ve çölleşme kavramları. Çünkü gezegenimiz üzerindeki verimli toprak kaybı o kadar arttı ki; karaların azımsanamayacak kadar oranı çölleşmekte. Hele de ülkemiz çölleşmenin en yoğun yaşandığı ülkelerden biri maalesef. Henüz ortaokul çağımdayken Türkçe dersinde okuduğumuz kitapta bir “Keltepe” hikayesi vardı.(yani bundan yirmi yıl önce.) İnsanların tarım arazisi elde etmek için tepe üzerindeki ağaçları keserek tepeyi kelleştirdikleri ve zamanla tarım da yapamayacak hale gelerek köyün insanlarının nasıl açlıkla karşı karşıya kaldığını anlatıyordu. Şimdilerde düşünüyorum da yirmi yıl öncesinde çölleşme yada kelleşme o zaman fark edilip , konu hakkında bilinçlendirme için eğitimin içine sokulmuş konuda bugün hala bir arpa boyu yol katedememişiz.Çölleşme her yıl belirgin oranda artmaya devam ediyor. Çölleşmenin zararını en çok hisseden ve çölleşmeye en çok sebebiyet veren ; insanlar.Çölleşmenin müsebbibi erozyon , erozyonun müsebbibi biz , hepimiz.Peki nedir erozyon? Erozyon, toprağın verimli üst katmanının muhtelif nedenlerle (sel, rüzgar, çığ, kar,vb…)taşınması, aşınmasıdır.Aklınızdan sakın bunların hepsi doğayla ilgili olaylar, biz masumuz gibi düşünceler geçmesin.Çünkü bu filmdeki kötü adam rolünü hep birlikte çook güzel oynuyoruz.Hatta rol yapmak ne kelime, kendimizi o kadar kaptırmışız ki; çok içten bir şekilde doğayı mahvediyoruz.(neyse konuyu dağıtmayayım, bıraksanız şimdi ne geyik yapılırdı bu konuda ama… şşşşt!Bu ciddi bir konu.) Erozyonun başlıca sebebi, toprağı koruyan bitki örtüsünün yok olmasıdır. Pekii bu bitki örtüsünü kim yok ediyor? Biz. Neden yok ediyoruz? 1-Tarım arazisi açmak için, 2-Hayvanlarımızın karnını doyurmak için, 3-Kestiğimiz ağaçları ev ya da eşya yapımında kullanmak için, 4-Yakacak olarak kullanmak için, 5-Canımız sıkıldığı için ( şaka olduğunu düşünüyorsanız, internette biraz araştırın göreceksiniz!) Her ne sebeple olursa olsun ormandan (ya da doğal bitki örtüsü her neyse) elde ettiğimiz araziyi ne kadar süre ekebiliyoruz? Taş çatlasın yirmi yıl. Neden bu kadar az?Çünkü bu süre içinde elde ettiğimiz toprağın verimli kısmını ya sel ya da rüzgar alıp götürüyor.Eeee sonra? Sonrasında ya ormandan ( kaldıysa eğer!) yeni ağaçlar kesip yeni arazi elde edeceksin ya da aç karnını doyurmak için başka yerlere göçeceksin.(Gideceğin yerlerde de seni hazır iş, hazır aş bekliyor olmayacak. Zaten o büyük yerlerde senden önce gelen pek çok işsiz vardır.) Velhasılı kelam anlaşıldığı üzere; işe insandan, insanı eğitmekten başlamak lazım.Özellikle kırsal kesimde yaşayan insanları konu hakkında bilgilendirmek, kamuoyu oluşturmak, onları da bu işin içine çekerek erozyonla mücadelede destek olmalarını sağlamalı.Yok eğer desteklerini sağlamadan, gerekli bilinci oluşturmadan istediğiniz kadar ağaç dikin, adam üç-beş keçisini beslemek uğruna güzelim körpe fidanlarına yem bitkisi muamelesi yapacaktır.(Kulakların çınlasın, Cem YILMAZ: Eğitim şart.) İnsanları eğitmek için de sivil toplum kuruluşlarından yararlanmak çok akıllıca olur. Çünkü işin içinde genelde maddi kazanç sağlama amacı yoktur. ( Tamam bazılarında var ama hepsinde değil en azından. Ne kızıyorsunuz ki hemen! )Mesela bunlardan biri hemen aklınıza geldiği gibi TEMA; bu konuda da pek çok spekülasyon var ama şimdi buna girip iyice dağılmayalım. Sivil toplum kuruluşları ve devletin konuyla ilgili organları elele vererek önce kırsal kesimde, özellikle de orman köylerinde yaşayan vatandaşlarımızı bilinçlendirmeli.Onların da desteğini alarak ağaçlandırma ve arazi ıslah çalışmaları yapılmalı. Bu arada hemen aklıma gelmişken bunu da yazayım; NASA’nın yaptığı bir araştırmaya göre ( Sanki NASA yerine başka bir kurum yapsa aynı araştırmayı daha mı az inandırıcı olurdu; evet. Bakın emperyalizmin ucu nerelere kadar dayanıyor! ) : çok yakın bir gelecekte yağış miktarı % 35 oranında düşecekmiş. Bu da şu demek oluyor ki , susuzluk ve kuraklıkla birlikte çölleşme artacak.Bu durumdan çıkacak belki ironik ama tek olumlu sonuç filmlerde gördüğümüz çöl hayatını bilfiil yaşama olanağı bulmak olabilir.Gerçek sonuç ise; açlık ve iç göçler… Muhtemelen siz de bu şekilde öğrenmişsinizdir; eskiden ilkokul hayat bilgisi dersi kitaplarında Türkiye için “kendi yağında kavrulan bir ülkeyiz” tanımı yer alırdı.Korkarım ki bu gidişle en çok elli yıl sonra pek çok tarım ürününü dışardan ithal etmek zorunda kalacağız( Şimdi de bazı ürünleri satın alıyoruz ama sebebi yetiştiremediğimiz için değil, ekonomik politikalardan dolayı. -Devlet büyüklerim pardon, yanlışlıkla yazdım bunu yoksa siz yanlış politika uygular mısınız? Cahilliğime verin artık.-) Büyük büyük dedem Evliya ÇELEBİ, “Seyahatname” isimli kitabında şöyle yazıyor: Hazar Deniz’inin kıyısında ağaca çıkan bir sincap, ayağını yere hiç basmadan Ege Denizi’ne ulaşır.Yani Anadolu baştan başa ağaçlarla kaplıymış.Bunun bir ispatını da ben müzelerde görüyorum.Müze Arboretum değil.Bildiğimiz arkeoloji müzeleri.Hemen her şehrimizde var olan arkeoloji müzelerinde mutlaka birkaç aslan heykeli veya kabartması görürüz.Peki aslan nerde yaşar? Ormanda..Yani orman var ki aslanlar da var.Artık ne ormanlar var, ne de aslanlar ve diğer orman canlıları. Şimdiye kadar yazdıklarımdan şöyle bir sonuca umarım varmışsınızdır; ( ben pek iyi anlatamadım ama sizin zekanıza güveniyorum) erozyonu, dolayısıyla çölleşmeyi önlemenin tek yolu ağaçlardan geçiyor. Doğduğumuzda içine yattığımız beşikten, öldüğümüzde içinde gideceğimiz beşiğimize kadar muhtaç olduğumuz ağaçlar… Kendime bir prensip edindim, görev yaptığım her okulun bahçesine mutlaka ağaç dikerim. (Bu orjinal bir fikir değil, itiraf ediyorum. Ordudaki üst rütbeliler de genelde her gittikleri yere ağaç dikiyorlar ya, fikri onlardan çaldım. Ben kötü bir çocuğum sanırım.) Yine de kendimle gurur duyuyorum.Göreve başladığımdan beri diktiğim ağaçlar yüzlerce oldu.(Bunları bana “Aferin” deyin diye yazıyorum.Hatta yorum bile yazabilirsiniz. Lütfen yazın, lütfen , lütfen..) Yani herkes iki ağaç bile dikse 70 milyon insan, 140 milyon ağaç.Of. be. Ne müthiş bir orman olurdu. Mesela doğan her çocuk için illerde belediyelerce belirlenen araziye beş fidan dikme kuralı getirilse.Her okulun bir hatıra ormanı olsa.Diploma törenlerinde ağaçlar dikilse, fena mı olur? Kısaca demem o ki; Neyse…. Anladınız siz onu… Sağlıcakla ….NALAN 2.07.2007
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © nalan gök, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |