Paranız varsa toprak alın. Artık üretmiyorlar. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Eylül ayının son günleriydi. Havalar gittikçe soğuyordu. Neredeyse kış yaklaşmıştı. Bir evin arka bahçesinde bir kiraz ağacı acı çekmekteydi. Nedense dallarına geçen sene bir hastalık musallat olmuştu ve ölüyordu. Biliyordu, bir dahaki baharı göremeyecekti. Kendinden tam on yaş küçük üç yaşında bir kiraz fidanı vardı hemen ilerisinde. Bu fidan neredeyse kendisi kadar büyüktü. Kiraz ağacı hayatın anlamının ne olduğunu düşünüyordu. Artık yaşamının son demlerinde olduğunu biliyordu. Çok şey görmüş geçirmişti. Bir zamanlar neler yaşadığını küçük fidana anlatmalıydı. O da kendisi gibi acılar çekmesin istiyordu. “Küçük fidan, dallarımdaki bu karalıklar bana acı veriyor, ancak senin gibi diğer ağaçlar gibi büyüyememek bana daha çok acı veriyor. Dallarımda salkım salkım kirazları; cıvıl cıvıl kuşların konduğunu görmeyi ne çok isterdim. Ben hep bu hayallerle yaşadım. Artık hayallerime kavuşamayacağımı biliyorum.” “Üzülmemelisin. Hasta dallarını keserler, yine iyileşirsin. Sen de benim gibi küçük bir fidansın. İleride hayallerin gerçekleşecek. Hep buna inan.” “Benim böyle küçük olduğuma bakma. Ben tam on üç bahar gördüm. Diğer ağaçlar gibi gelişip meyve veremedim, kuşlar dallarımda yuva yapıp cıvıldaşmadı.” “Bana, neden böyle küçük kaldığını anlatırsan sevinirim.” “Elbette, anlatırım.” “Ben sana hayatımı ta başından anlatayım. Sen de başka ağaçlara, kuşlara ya da kelebeklere anlatırsın.” “Tamam, dinliyorum” “Ben gözlerimi bir ilkbahar sabahı açtım. O zamanlar şu andaki yerimde değildim. Şu duvarın dibindeki nanelerin içindeydim. İki üç yaprağım vardı ancak. Benim bulunduğum yerde ise çok büyük bir kiraz ağacı vardı. O ağaç bana günaydın ‘küçük kiraz’ dediğinde ilk önce ne dediğini anlayamamıştım. Ben kendimi nanelerin içinde onlara benzer bir ot sanmıştım. Çünkü onlar gibi kokmuyordum. O kocaman kiraz ağacına baktım. Üzerinde yüzlerce belki de binlerce çiçek vardı. Çiçeklere konan arıların vızıltısı benim oraya kadar geliyordu. Bu ağacı çok sevmiştim, ona imreniyordum. Ben küçücüktüm. Onun gibi olmak için çok zaman geçeceğini bilemiyordum. Büyük kiraz ağacı bana her zaman şöyle derdi. ‘Sabret et. Bir gün benim gibi olacaksın. Dallarından kıpkırmızı meyveler sarkacak. Kuşlar yuva yapıp dallarında cıvıldayacak.” Beni o evde oturan gözleri gökyüzü rengindeki kız keşfetti. Bahçedeki bitkileri sularken bana daha çok verdiğinin farkındaydım. Köklerim biraz daha derinlere gitti, boyum biraz daha büyüdü. Köklerimin sert taşlara değdiğini hissediyordum. Bana gerekli gıdayı bulamıyordum topraktan. Az bir toprakla yetinmek zorundaydım, onu da nanelerle paylaşıyordum. Birkaç sene böyle geçti, ben ancak o mavi gözlü kızın boyuna erişebildim. Beni sularken, gözlerinin içinin güldüğünü görebiliyordum. O da benim büyümemi istiyordu, bunu biliyordum. Biraz ötemdeki kiraz ağacı gibi olacağım günleri görmek istiyordu o da. Bunu anlayabiliyordum. Ben yerimde büyümek için kıvranıp, büyük yaşlı kiraz ağacıyla konuşarak zamanımı geçiriyordum. Birkaç yıl böyle geçti. Bir gün büyük gürültüyle uyandım. Evin sahibi adam yaşlı ağacı kesiyordu. Yaşlı kiraz acı içerisinde kıvranıyordu, sesini ise diğer ağaçlar ve ben duyabiliyorduk ancak. Birkaç gün içinde adam, kestiği ağacın dallarını tek tek odun yaptı. Kışın yakmak için odunları bodrum katına götürdü. Bu adam beni de kesecektir. Ben sobada yanamayacak kadar küçüğüm. Olsa olsa benden bir kürek sapı olur. Bak dallarım nasıl da sızlıyor. Bu hastalık bana çok acı veriyor.” “Bence sen yaşayacaksın. Seneye birlikte çiçek açıp meyve vereceğiz.” “Neyse. Sana hikayemin devamını da anlatayım. Ertesi ilkbahar beni buraya diktiler. Yerimi çok sevdim. Hemen kollanıp budaklandım. Bu beni sevindirdiyse de can yoldaşımı özlüyordum. Mavi gözlü kızın beni sulayıp, bana şarkılar söylemesiyle avunuyordum artık. Bana “Bir gün büyüyüp kocaman bir ağaç olacaksın,” diyordu. Birkaç ay sonra bir kamyon geldi evin önüne. Evin eşyalarını alıp götürdü. O günden sonra mavi gözlü kızı göremez oldum. Bütün sevdiklerimi yitirince yaşam zehir oldu bana. Üç bahardır görmüyorum, beni bu kadar çok seven kızı. Beni sevseydi, ziyaretime gelirdi. Demek ki gerçekten sevmiyormuş. Bu beni daha çok kahrediyor. Sahi, sen onu hiç görüp tanımadın. Seni çok sonraları diktiler buraya.” Kiraz ağacı artık konuşamıyordu. Bir süre rüzgarın sesini dinlediler. Bir otomobilin gürültüsünü duydular. Artık o evde oturmayan ev sahibi gelmişti. Bahçeye girdiğinde kiraz ağacının kurumuş dallarını gördü. Bodrumda bulunan bir beli getirip onu yerinden söktü. Kendi kendine şöyle diyordu: “ Bundan iyi bel sapı olur.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Tülin Göncü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |