Önce ışıkları söndürdüm. Salona geçtim. İçersi karanlıktı. Camdan sızan ışık hüzmeleri dikdörtgenler oluşturuyordu duvarda. İlerliyor belirsizleşip kayboluyor. Arabalar gelip geçiyor caddede. Akıcı bir dilden yoksun olduğum için tuvalette oturup dişlerimi gıcırdatıyordum. Kafam kaşınıyordu ama duş almaya üşendim ve evi adım adım dolaşmayı yeğledim. Evde kaldırım yol ayrımı olmadığından özgürce dolaşabiliyordum. Okul bitince bir boşlukta kalıyorsun. Ben de orta yoldan yürüdüm. Ne gelen var ne geçen. Allahın günü yürüyorum boşlukta. Ağzımı oyalasın diye bir sakız attım ağzıma. Gözlerimi kırpıştırdım. Saçlarımı kestirmeyi düşünüyordum. Böylece kafamın çabuk kaşınması da bitecek veya azalacaktı. Ama henüz karar vermemiştim. Bulunduğum boşluk da böyle bir şey zaten. Karar yok, boşluk var. Yürürken ayağım kaydı ve yere yapıştım mutfakta. Bir saat kadar öyle kaldım, sonra hareket etmeyi unutmayayım diye ayaklandım. Sakızı çöpe yolladım, bir iki ceviz attım ağzıma. Gözümün önündeki perdeleri görebilseydim, herhalde ayıklamaktan yorgun düşer uyuyakalırdım. Hala kan dolaşıyordu damarlarımda, yaşıyordum. Odaya girdim ve yatağın kenarına oturdum. Tırnaklarım uzamıştı ama şimdi kesmek istemiyordu canım. Yatağa uzanıp belirsizliği düşündüm bir süre.