Öküzün rengini dışında, insanın rengini içinde ara. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Kimse aldırış etmedi.Herkes tahtadaki soruyu defterine geçirmekle meşgul. -Ya vallahi yağıyor.Bu sefer şaka değil. Yeminin üzerine tüm kafalar pencereye çevrildi.Evet,bu sefer şaka değildi.Kar yağıyordu,hem de lâpa lâpa. Tüm sınıfı bir gürültüdür, kapladı.Herkes sevincinden derste olduğunu unutmuş,espriler yapıyor yanındaki ile konuşuyordu.Hoca sınıfa artık ders anlatmanın imkansız olduğunu anlayıp,kar görmenin de sevincinden olacak ki,zaten 10 dakika kalan dersi bitirmişti. Ders zili çalar çalmaz herkes yatakhaneye doğru delicesine koşuyordu.Okul kıyafetleri değişecek,etüt ve akşam yemeğinden sonra yapılacak olan kartopu savaşına hazırlanacaktı.Semih bu tatlı hengâmede arkadan ilerliyordu.Onun bu halini gören Yasin: -Hayırdır Semih iyi gözükmüyorsun.Bir şey mi oldu? -Bilmem,içimde kavrayamadığım bir sıkıntı...Sanki kötü bir şeyler olacak gibi. -Halla halla hayırdır inşallah, bu tatlı kar tablosu varken.Neyse hadi gidelim,daha akşamki savaşa hazırlanacağız. Beraber yurda doğru ilerlerken Semih'in pencereden baktığında, kuşların bu ansızın gelen kara hazırlıksız yakalandıklarını görünce, tüm gün boyunca solgun olan yüzü bir parça tebessümden payını aldı. Yemekler yenmiş ikinci etüt başlamıştı.Saatler geçmiyordu ki etütler bitsin, bitsinde kartopu savaşları başlasın.Serdar bu bekleyişe dayanamayıp kitabın üzerine yığılı vermişti.Etüt belletmeni dışarıya çıktığı an, herkes birbirini tehdit ediyor; “dışarıda seni yakalamıyayım boynundan karları,karnına karnına yollayacağım” diye etüdü geçirmeye çalışıyordu.Öyle ki bazen elektriklerde gidince gürültü inanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Hiç durmadan yağan kar, seviyesini topuk hizasına kadar getirmişti.Lâpa lâpa yağış yerini tipi şekline bırakmıştı, daha uzun soluklu geldiğini hissettirircesine.Danışma binası artık gözükmüyor, kantin yolu ise kapanmıştı.Tablo karamsar gözükse de kartopu oynayacaktılar. Ve sabırsızlıkla beklenen zil çaldı.Herkes dışarıya koştu.Birbirine çarpanlar, birbirini düşürenler, heyecanla nereye gittiğini bilmez halde koşuşturanlar, hepsinin hali görülmeye değerdi. Son kez yurda girip eldivenler alındı.Daha öncede planlandığı gibi herkes koca çınarın yanındaydı.Yasin sabırsızca: -Hadi beyler biran önce takımı oluşturalım,dedi. Serdar: -Ben, Berk, Mahmut, Hamza bir takım olalım.Semih, Yasin, Murat ve Salim de bir takım,dedi. Bunu der dermez herkesin gözü Salimi aradı.Salim yoktu.Birden ortam gerildi.Yasin kızgın bir şekilde: -Nerde olum bu, ne yapmaya çalışıyor, ne kararlaştırdık biz. Semih: -10 dakika bekleyelim.Sonra onsuz devam ederiz.Ama hep böyle yapıyor.Son zamanlarda ne zamandır buluşsak, gelmiyor, farklı mı olmaya çalışıyor ,dikkat mi çekmeye? ... Semih, uzun zamandır grubu ilgilendiren bu konuyu laf arasında değinmiş, zihinleri dağıtmıştı.Bir an herkes düşüncelere daldı, sanki karı unutmuşlardı.Tam tartışma büyüyecekti ki, okul binasının üçüncü katından salimi gören Yasin: -Beyler yukarıda, diye işaret etti.İkiye ayrılalım, yakalayalım, kara sokalım onu. Herkes okula doğru hızla koşmaya başladı.Salim de olduğu yerden ayrıldı, güya onları atlatacak, biraz daha kızdıracaktı.Okul girişinde ikiye ayrılan merdivenlerden herkes sağdakinden yukarıya doğru çıkmaya başlayınca, yukarıda onları atlatmak için birinci kata kadar gelmesini bekleyen Salim sol merdivenden aşağıya inmeye başladı.Ayarlamayı iyi yapamayınca ikinci kata çıkmadan Salimin sol merdivenden aşağı indiğini görünce oraya yöneldiler hızla.Mesafe o kadar kısalmıştı ki üç-beş merdiven vardı sadece.Merdivenleri ikişer iki şer atlıyordular.İnişte merdivenlerin sonunda Salim düştü ancak müthiş bir çeviklikle kendini toparladı.Yurt koridoruna doğru yöneldi. En önde Salim arkada Semih, Mahmut, Hamza diye devam ediyordu.O kadar hızlı ilerliyorlardı ki yolda düşenler vardı.İleride yarısından yukarısı camdan olan demir kapı vardı.Aradaki mesafe kısa olduğundan,çaresizdi, kapıya dokunur dokunmaz yakalanacaktı Salim. İşte ne olduysa burada oldu.Salim dikkat etmeden kapının açık olduğunu düşünerek, ellerinin, üst kısımdaki camı itmesiyle kapının hızla açılacağını zannediyordu.Ancak tam bu sırada cam kırılmıştı.Salim birden ürperdi.Ellerine bakıyordu.Kolundan kanlar damlıyordu yere.Kabanı yırtılmış ellerini camlar kesmişti.Biraz bilinci gitmişti.Bir şey yok hafiften kesti, diyordu.Hemen arkasında olan Semih koltuk altından kavrayarak lavaboya doğru götürdü. Hızla yurda doğru ilerlerken yere kanlar damlıyordu.Yurt girişinde herkes onları izliyordu.Kötü bir şey olduğu açıktı.Acı bakışlar Salimi izliyordu.Kimseden ses çıkmıyordu. Semih: -Bir şeyin yok Salim hafif sıyrık.Hem lavaboya geldik.Şöyle bir güzelce yıkayalım geçer, diye üzüntüyle Salimi teselli etmeye çalışıyor. Semih, Salimin kollarını sıvayıp ellerini suyun altına sokunca birden kanların artmaya başladığını gördü.Hemen geri çekti.Gördüğü manzara korkunçtu.Kolu dirsek boyunca bir karış kadar derince kesilmiş, beyaz et gözüküyordu.Herkes panik oldu.Ne yapacağını bilmez halde bir oraya bir buraya koşuyordular.Yasin: -Ben Osman hocayı çağırmaya gidiyorum, Serdar sende git bir belletmen bul.Çabuk olun çocuk gidiyor, dedi. Semih, Salimi Hamzaya bırakıp, hemen kanı kesecek bir şeyler bulmaya çalıştı.Sağa sola deliler gibi gidiyor.Aynı zamanda ağlıyordu.Durum ciddiydi.Ya ölürse?Ya canından çok sevdiği arkadaşına bir şey olursa?Oradan ayrılmakta istemiyordu.Hiçbir şey bulamadı.Derken boynundaki atkı aklına geldi.Çıkardığı gibi Salimin yanına geldi kolunu kaldırmasını söyleyip amatörce kesik olan kolunu yukarıdan sıktı.Böylece kanın akmasını engelledi. Semih tekrar koltuk altından kavradı.Hastaneye gitmek için danışma binasına doğru ilerliyorlardı, Salim bilincini kaybetmiş, kandan korkar halde bayılmak üzereydi.Bilincini açık tutmak Can onu konuşturuyordu.Danışmanın oraya geldiklerinde korktuğu şey başına geldi Semihin.Yurt müdürünün arabası yok sadece kantin sahibinin arabası vardı.Hemen Salimi Cana bırakıp kantine koştu.İçeri girer girmez Kantinci Ali’ye: -Arkadaşım ölüyor,eli kesildi.Hemen hastaneye gitmemiz gerek.Araç lazım.Hadi abi sallanma, dedi. Kantinci Ali, Semihin bu haline anlam veremedi.Olayın ciddi olduğuna kanaat getirince dışarıya çıktılar.Arabaya doğru yönelmişlerdi.Bu arada Serdar, İsmail abi ile beraber onlara doğru koşuyordu.Ardından Yasin de onlara yetişti.Osman hocanın uyuduğunu, yetişemeyeceğini, sonradan geleceğini söyledi. Hemen Arabaya bindiler.Can ve Yasin ön koltuğa, Semih, İsmail Abi, Serdar ve Salim arka koltuğa oturdular.Salimi dizlerinin üstüne uzatmışlardı.Yollar buzlu olduğu için sanki kaplumbağa gibi ilerliyorlardı.Okul yolunu ana caddeye bağlayan ara yolun böyle olduğunu düşündüler ama ana yola çıktıklarında hastaneye varmaları hayli zaman alacaktı.Nitekim bir can kurtarmak isterken yedi can gidebilirdi.Bunun farkındaydı Kantinci Ali.Dikkatle kullanıyordu arabayı. Arkada İsmail abi Salimin kolunu her beş dakikada bir açıp kapıyor, profesyonel ilkyardım bilgisi ile dikkatli davranıyordu.Bu arada Salimin inlemeleri artmıştı.Yarı baygın ve ağlıyor halde: -Hakkınızı helal edin.Hakkınız çok geçti bana, benden yana helal olsun, diye sayıklıyor, sanki ölecekmiş gibi konuşuyordu.Semih bu sesleri işitince iyice kötü olmuş, zor tuttuğu göz yaşlarına hakım olamamıştı. Daha iki gün önce rüyasında İsmail abiyi baltayla başına vururken görmüş, bunu diğer arkadaşlarına birazda sevinerek anlatmıştı.Bunun da vermiş olduğu vicdani rahatsızlıkla helallik istiyordu. Hastane geldiler.Hemen sedye ile acile kaldırıldı.Dışarıda acı bekleyiş.Herkes bir yere dağılmış, kimse üzüntüsünü belli etmemeye çalışıyordu. Semih alışkın değildi hastane ortamına.Hep ölümlerle kalmıştı aklında.Havası, sıkıntı vericiydi.Daralmıştı.Uzaklaştı diğerlerinden.Oturacak bir yer bulamayınca, eğildi, dizlerini karnına çekip, sırtını duvara dayayıp ağlamaya başladı .Hem ağlıyor hem dua ediyordu: -Allahım nedir bu başımıza gelen.Sen büyüksün.Bitir sıkıntımızı.Onu bize bağışla.Her şeye sebep olan benim, hepsi benim yüzümden oldu.Neden kızgınlıkla kovaladık ki, onsuz oynar sonra kızardık ona.Şimdi ailesine ne diyeceğiz.Nasıl anlatacağız durumu.Ne derler bize, diyerek kendisini suçluyordu. Tek dayanak noktasının "Allah" olduğunu biliyordu.Canı veren O idi.Bağışlayacak olan da O. “Havf ve Reca” ile Ona sığınındı.Bildiği tüm duaları okudu. Sonra onunla geçirdi anlar aklına geldi.Çok seviyordu onu.Her ne kadar o sevmese de, anlamasa da.Neden kendisini anlamadığını, neden sevgisine karşılık görmediğini de düşününce iyice üzüldü.Kendisini hatalı buldu.Kendisini böyle sorgularken birden birisinin feryadı yükseldi.Ses bir kadın sesiydi.Hemen ayağa kalktı ve göz yaşlarını sildi, diğerlerinin olduğu tarafa yöneldi. Gördü ki birisini de sedye ile acile kaldırmışlar.Kadın sedyeden tutuyor, beni de götürün diye yalvarıyordu beyaz önlüklülere. Yaşlıydı sedyede yatan.Aniden kalp krizi geçirmiş.Karısıydı yanındaki.Kadıncağız türkü söyleyerek ağlıyordu.Göğsüne vuruyordu.Sonra içeriden bir görevli çıktı adamın öldüğünü söylemedi ona.Nitekim oda yaşlıydı.Her an yığılabilirdi.Görevli kadına: -Annecim, oğlun yok mu, çağıralım gelsin, dedi. Bunu duyan kadın: -Yoksa Öldü mü kocam, söyleyin öldü mü?Vay benim başıma gelenler, göçtü dağım, vay benim dağım vay!Gitti direğim, diyerek ölümünü anlamışçasına bir oradan bir oraya çaresiz gidiyordu. Herkes kadıncağızı ikna etmeye çalışırken o sırada Salimi tedavi eden doktor dışarı çıktı.Hemen etrafını sardılar.Doktorun ağzından çıkacakları sabırsızca bekliyorlardı.Doktor: -Beş dakika daha geç kalsaydınız, kolunu kaybetmiştik.Allah korumuş.Şimdi durumu iyi, otuz beş dikiş atıldı.Cam derin kesmiş.Lakin eli kalem tutamayacak bir ay.Günde iki kere pansuman gerekecek.İyi bir dinlenmeye ihtiyacı var.Geçmiş olsun. Serdar: -Ne zaman taburcu edilecek? Doktor: -Bugün götürebilirsiniz. Bunun üzerine herkesin yüzü gülmeye, soğuk olan bedenleri ısınmaya başladı.Kara bulutlar dağılmıştı.Birbirlerine sarıldılar.On beş dakika sonra Salim ve İsmail abi yan yana çıktı.Arkada kalan Semih, Salimi görür görmez önüne atılarak boynuna sarıldı, gözleri doluydu, utanmasa ağlayacaktı: -Bizi çok korkuttun.Hakkını helal et.Biz sebep olduk, dedi.Ardından sırayla diğerleri de sarıldılar.Adeta yıllardır görüşmemiş gibi hasret giderdiler.Ayrı geçen dört saat sanki dört yıldı. Yaptıklarından pişman olan Salim, samimiyetle: -Sakın kendinizde suç aramayın.Hepsi benim dengesizliğimdi.Asıl siz hakkınızı helal edin.Ne zamandır sizi ihmal ettim.Kararlara riayet etmedim.Hakkınıza geçtim.Bu bir şefkat tokadıydı.Çok şükür Rabbime dersimi aldım.Artık sizleri üzmeyeceğim. Herkes bu söylenenlere çok sevinmiş, mutlulukları iyice artmıştı.Birbirlerine bakıyorlardı. İsmail abi: -Hadiyin çocuklar, yurda dönüyoruz. Düğünden çıkar gibi hastaneden çıktılar.Semih Salimin tekrar kolduk altına girdi, birden o dehşet anı aklına gelse de, bir şefkat tokadının arkadaşını kazandırmasıyla, Saliminde duyacağı şekilde "Çok şükür Ya Rab!" dedi.Bakıştılar.Sadece tebessüm ediyorlardı...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Fatih Polat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |