Yaşamak için topu toplam altı haftam kalsaydı ne mi yapardım? Tuşlara daha hızlı basmaya bakardım. -Isaac Asimov |
|
||||||||||
|
BURAK DOĞAN Dedelerimiz, babalarımız, amcalarımız yıllardır bizlere hep gerçekleştiremedikleri hayallerini anlattıp durdular. 78’li abilerimiz çektikleri acıları, 88’liler yükselen değerleri anlatırken, 98’lilerin ise gelecekte çocuklarına anlatacakları “televole” kıvamında günleri olacak... Onların ne hoyratça tükettikleri hayalleri, ne ellerini yüzlerini kana buladıkları mücadeleleri, ne de her şeyi göze alıp ulaşmaya çalıştıkları para ya da kariyer hesapları var. Onlar sadece haberciler. Kendilerinin takipçisi bir kuşağın habercisi... Kral TV önünde yemek yemiş, uykuya dalmış, bir kuşağın habercisi... 98’lilere “aptallar” deyip kendilerinden sonra gelecek kuşağa hakaret etmiş olmayalım. Henüz hala düşünebiliyorlar. Ancak, ellerinde kumanda aletleri ile 'aptallığa' hızlı adımlarla koşan bir kuşağı da ne yazık ki temsil ediyorlar. Bir çoğu büyüdüğünde en güzel, en popüler olanı yakalamaya çalışıyor. Bir de 'en'leri var... Her ne ise o “en”, işte ondan olmak istiyorlar. Ne ekonomik kriz, ne hangi bankanın kurtarılmak istendiği, ne de Salkım Hanımın naneleri... Bir elleri uzaktan kumanda da , bir elleri ağızlarında, umurlarında mı dünya? Onlar sadece eğlenmek, daha çok eğlenmek, daha da çok eğlenmek istiyorlar... Bu yüzden kendilerine idol olarak Tarkan’ı seçiyorlar. Arsız şarkı sözlerini bir kaç gün içinde böyle ezberleyebiliyorlar. Onlar doktor , mühendis ya da pilot olmak istemiyor. Hatta artık 'adam' olmam bile istemiyorlar. Onlar, Tolk Şov’cular. Konuk ya da sunucu hayalleri ile uykuya dalıyorlar. Rüyalarında ya popçu ya da futbolcular... Tolk Şovlarının hem sunucusu hem konuklarılar... Nasıl biz abilerimizi , abilerimiz de kendi abilerini örnek almışlarsa onlarda bizleri örnek alıyorlar. Belki bu yüzden kendilerini izleyen bir sonraki kuşağa ileride pek de saygıyla anılmayacak bir miras bırakıyorlar. Bu arada üzerinde yaşadığımız verimli topraklar hiç de hak etmediği kayıp kuşaklarla yaşamaya alışıyor. Tek partili cumhuriyetten , demokrasiye geçmeyi başarabilen ancak hala nasıl bir hayat yaşamak istediğine karar veremeyen basiretsiz kuşaklara ev sahipliği yapıyor. Bu topraklar farkında olmasak da yüzyıllarca kopya çekmeyi, örnek almaya... Taklit etmeyi, yeni bir kişilik oluşturmaya tercih eden kuşaklardan utanç duyuyor. Eskiden feodal toprak ağaları vardı, insanlara nasıl yaşanacağını gösteren. Şimdi basın patronları, meclis ağaları, politika cambazları var. Eskiden diktatörler bizi güderdi şimdi “kimileri” politikacılara bile gerek duymuyorlar. Her seferinde gütme şekillerini insanlara farklı paketlerin içinde sunuyorlar, ortaya çok farklı seçenekler atıyormuş gibi gözüküyorlar... Oysa sonuçta tüm kuşakları ayırt etmeksizin aynı kabın içinde boğuyorlar. Ne bizden öncekiler uyanabildi bu duruma , ne bizler , ne de bizden sonrakiler. Geçen yıllar içinde ne yeni politikalar üretilebildi, ne de son 35 yıldır yeni bir lider adayı çıkartıldı. Hadi diyelim 68’liler Che’yi örnek aldİlar, 78’liler de Deniz’leri... Ve diyelim biz istesek de istemesek de Özal’lı yıllarda büyüdük. Peki bu kuşak kendine Tarkan dışında kimi idol olarak belirleyecek.? İbrahim Tatlıses'i mi yoksa.. Tercih hakları var mı zannediyorsunuz? Biz edebildik mi ki onlar edebilecekler? Biz hayatın karşısında ne kadar çaresizsek onlar da o kadar çaresizler... Düşlerin , eylemlerin, sözlerin anlamını yitirdiği günümüzün Türkiye’sinde bu yeni gelen kuşak kendine neyi örnek alacak, neyi tercih edecek? Hamasi laflar, boş nutuklar, iğneleyici güzel cümleler hayal kurmaya yetmiyor. Televizyon çocuklarının yaşam alanlarını, önünde büyüdükleri ve kalan hayatlarını da önünde tüketecekleri beyaz cam belirliyor. Şu içinde yaşadığımız hayatın standardını da bu yüzden en iyi televoleler özetliyor. Yaşadığımız seviyesizliği, inadına gözümüze sokuyorlar. Bir değil iki değil hep birden “işte siz busunuz, bunu seviyorsunuz, bunu istiyorsunuz...” diyorlar. İşin trajik yanı her seferinde de haklı çıkıyorlar. Biliyor musunuz, her Pazartesi en çok aynı şeyleri söyleyen bu televoleler seyrediliyorlar. Televizyonun karşısındakilerin yaşadıkları hayatlar ancak bu kadarını hak ediyor. Pek çok aile yaşadıkları acıları kara bir gölge gibi kuşaktan kuşağa üzerlerinde taşıyor. Cahillik, sefalet ve yalnızlık ırsi bir hastalık gibi soyadlarının ardına saklanıyor. Ve yılbaşı çekilişlerinde içlerinden yalnızca bir kişiye büyük ikramiye isabet edebiliyor. Geriye kalan milyonlarca kişiye aynı talihsiz hayata boyun eğmek düşüyor. Kayıp kuşaklara ise amorti tesellisi ya bu hayatın anlamını biraz fazla yüceltmek ya da sefilliği kabullenmeyi erdem saymak düşüyor. Oysa bu dünyanın adaleti “kader” kavramının sınırlarını zorluyor. Zengin doğan daha zengin ölüyor. Fakir doğan iyice sürünüyor. Kiminin afedersiniz it gibi çalışıp bir ayda kazandığını, kimi bir akşam yemeği sonrasında masaya bahşiş olarak bırakıyor. Kimse de “ne oluyor?” demiyor, bu farkın sonunun nereye varacağını düşünmüyor, düşünse bile dile getiremiyor. Dile getirse de harekete geçmiyor. Kanallar değişiyor konular değişmiyor. TELEVOLE gibi... Kuşaklar değişiyor, kurallar değişmiyor... Bu topraklarda çaresizlik,alınlarımıza yazılı bir kader çizgisi gibi duruyor. Hadi geçelim uluslararasİ ilişkileri, jeopolitik gelişmeleri ya da sosyo - ekonomik dengeleri, o kadar çaresiz kuşakların mirası ile başbaşayız ki kendi etrafımızdaki çemberi bile aşamıyoruz. Aynı yoz , sıkıcı ilişkileri renkli bir hayat olarak görmekten kendimizi alamıyoruz. Kaçımız istediği okula gidebiliyor, istediği bölümü seçebiliyor , kaçımız beğenmediği işi değiştirebiliyor. Biz “kaç ortalı defterler” kullanacağı önceden belirlenmiş bir kuşağız. Müfredat programını harfiyen takip eden , devamsızlık yapmayan, okuldan (şayet varsa) atılmayı bile başaramayan disiplin kurulu cezalılarıyız. Meltemlerin ardından gelen karayeller bizim masum yüzlerimizi yeterince buza kesiyor. Her kuşak kurulamayan düşlerinin, yapılamayan tercihlerin altında kalan kendi enkazıyla avunuyor. Görülenler bundan sonra görüleceklerin habercisi. Savulun! Yeni bir kuşak ; Televizyon kuşağı azzz sonraaaa geliyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Burak Doğan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |