İnsan özgür doğar, ama her yanı zincire vurulmuştur. -Rouesseau |
|
||||||||||
|
İnce uzun parmakları titreyerek tuşladı telefonu. İçinde öylesi bir öfke, ıslak gözlerinde çaresizlik o kadar yansıyordu ki verdiği derin nefese. Niye böyle acımasızdı hayat kendisine karşı, nerede yanlış yapıyordu hiç sorgulamamıştı şimdiye kadar. Bunu ilk kez sordu kendine. İnandıkları, değer verdikleriydi her defasında canını acıtan. Hep en yakınıydı bedelsiz yaşlarının sebebi ve bütün ‘niçin? ’leri cevapsızdı. Telefon çalmaya başladığında içinden bir ses, - ne olur açmasın- diyordu. Bu kızgınlığıyla, acıyan yüreğiyle geri dönülmez laflar etmekten korkuyordu. O kadar çok sitem doluydu ki, zehirli bir yılanın dilinden farksızdı suskun harfleri. Sadece - açma, diyordu. Telefonu kapatmamak için direndi. Farkındaydı savunmasız kaldığının. Yatağın ucuna fırlattı telefonu ve aynı hızda dudağından döküldü ‘kahretsin’ sözleri. Onca öfke ne kadar sıkışık kalırdı ki sesinde. Bağırmalıydı, ağlayana kadar ağzına geleni söylemeliydi, sonra çıplak kalmalıydı gözyaşları, sesinde sadece hıçkırığı dökülmeliydi. Sırtını duvara yaslayıp, bacaklarını kendine doğru çekti. İki eli kavuştu dizlerinin altında –elleri ne kadar soğuktu- Üşüyen onca taraf vardı bedeninde. Dudak izleri, saçlarında kalan sıcak nefes, hele bir de iki göğsünün ortasında kanat çırpan çöl kelebekleri... her şey üşüyordu, üşütüyordu. Masadaki magazin dergisinde falancanın aşkı diye renkli ve iri puntolu yazıya takıldı gözleri. Kızgınlıkla kalktı yerinden bir makas aldı ve tek tek kesmeye başladı harfleri ve diğer sayfadakileri de. Kucağında rengarenk kağıt parçaları doldu. Keşke bu kadar basit olabilseydi hayatı renklendirmek. Cam bir kaseye doldurdu renkli harfleri, sonra yere oturdu. Küçük şiirler yazmaya başladı yan yana koyarak. İsimler, şehirler... irili ufaklı renkli kurdelelerden farksızdı bej renkli halının üstünde duranlar. Çocuk gibiydi. Bir yandan ağlıyor, bir yandan sevdiği renkte sıradaki harfi bulmaya çalışıyordu. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadı, soluk halının üzerine uzanıp uyuya kaldı. Tarifsiz bir baş ağrısıyla gözlerini açtığında her yeri tutulmuştu, yerde ne arıyorum dercesine bakındı etrafına. Ellerine, eteğine yapışan kağıtları gördü. Kalktı harfleri toparladı ve kırık bir aşk hikayesi daha kaldı elimde diye düşündü. Aklında ne kadar üzüntüsü varsa ılık duşla bitsin istedi. Belki de son gözyaşlarıydı artık üzerinden akıp ayağının altında girdaplaşan köpüklere damlayan. Durulanırken suyun vücudunda aktığı kıvrımlarına baktı ve karşı duvardaki aynada seyretti kendini. –Güzelim, dedi ürkek bir sesle. Banyodan çıktığında kendisini üzdüğü için, kendine kızdı. Ne olursa olsun, hiç kimse için kendi canını acıtmaya değmeyecek kadar değerliydi hayat. Doğduğundan beri gidişi olmayan tek kendiydi, kendine. Ailesi, yıllarca aynı sınıfı paylaştığı arkadaşları, dostları vs.vs...ne kadar uzun listeydi hayatına girip çıkanlar. Balkona küçük bir masa çıkardı ve güzel bir kahvaltı hazırladı. Sabahın ilk saatlerinde kuşların bu kadar neşeli öttüklerini şimdiye kadar hiç fark etmemişti. Küçük saksıdaki çiçekleri açarken kokusu yayılmaya başladı balkona. İçeri girdi, tekrar balkona geldiğinde elinde küçük bir kum saati vardı. Masanın kenarına koydu ve çayının son demlerini yudumladı. Bardak bittiğinde kum saati de son anları demliyordu geçmişe. Bitti kumlar, tepetaklak etti zamanı ve güldü kız. Son zamanlarda hiç böyle çocukça bir gülüş konmamıştı dudaklarına. Şımarık kız edasıyla yan yatırarak masanın üstüne bıraktı kum saatini, zaman durmuştu, Keşke her an böyle istendiği zaman durdurulabilseydi. Akmayan zaman diliminde, tüm hayatı geçti gözlerinden. Birkaç soluklanmada bitti hepsi. Otuz beş yıl demek bu kadar kısaymış dedi. Bir müddet sonra kum saatini doğrulttu. Masasını toplarken, bir çok hataların kırıntısını sıyırdı avucuna. Ellerini yıkadı, giyinip işe gitmesi gerekiyordu. Dolabın önünde durup en renkli giysilerini çıkardı, bahar gibi uçuk makyaj yaptı, kaç aydır makyaj yapmadığını hatırladı. Saçlarını açtı, tüm gece döküldü bir anda omuzlarına. Masada renkli harflerin yanına gitti. Dün akşam telefon açarken titreyen parmakları değildi kaseye uzanan. Ne tutacağını biliyordu ya elleri, kararlı bir şekilde karıştırdı. Bir avuç kağıt kırpıntıların koydu ve yanyana yazmaya başladı. ‘ Önce ben, sonra her şey’ bu kadardı işte ve bu kadarım işte. Yani çok şeyim kendim için kendime, dedi. Gülümseyerek çıktı evden. Caddede somurtan insanlarla karşılaştıkça hayatı geciktirdiklerini biliyordu artık. Alıp verdiği her nefesin, yediği her lokmanın, içtiği her suyun, hatta bastığı ve dokunduğu her yerin bir değer olduğunu artık biliyordu. Benden başka ben yok bana sarılacak dedi. Yeşili yakalayıp karşı caddeye geçtiğinde yorgun ayak izlerinin üzerinden geçmişti arabalar. İş yerine geldi, herkes ‘bugün çok hoş görünüyorsun’ dedikçe daha da içi içine sığmaz oldu. Hayata gülümsemek ve yansıması bu kadar kolaydı işte. Güzel bir günün ardında evine döndüğünde, her şeyi daha basit yaşamanın tatlı yorgunluğu vardı. Odasına girdiğinde telefonu dün gece fırlattığı yerde olduğunu gördü. Makinenin içinden kartı çıkarttı ve çöpe attı. O kimseye ulaşmak istemiyordu, ona ulaşmak isteyenlerse zaten bir şekilde bulurdu izini. Akşam yemeği sonrası aldığı bir çok dergiden renkli harfler kesti. Her akşam defterine kısa şiirler, küçük öyküler yazmaya başladı. Zordu ama keyifliydi yapması. Hele ki bittiğinde rengarenk sayfaya bakmak ilkokul sırasındaki çocukların suluboyayla oynaması gibiydi. İki ay geçmişti, masasındaki defterde rengarenk birikmişti suskun harfleri. Cam kumbarada kalan üç kağıt parçasına uzandı. Arkası dönük oldukları için ne rengini, ne de hangi harf olduğunu biliyordu. Üç harf kalmış, nasılsa işe yaramaz deyip alıp atmak istedi. Kumbaradan yere düşen üç siyah harfe baktı ve güldü. A Ş K Gerçekten de işe yaramazmış dedi, üzerine basıp cam kumbarayı yıkamaya gitti. Hayata gülümsedikçe renklenir hayat dedi. Oturma odasında duvardaki tablo önünde durdu. Bunu yazdığı akşamı hatırladı ve gülümseyerek okudu; ÖnCe B E N, sOnrA H e R ş e y.... HayAt BEnİM. Hayatın hep sıcak renklerinde, içten tebessümle kalın. Arzu Altınçiçek
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Arzu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |