..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yaşamak için topu toplam altı haftam kalsaydı ne mi yapardım? Tuşlara daha hızlı basmaya bakardım. -Isaac Asimov
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Fantastik > Tahir Atik




27 Kasım 2006
Babamın Kırık Kalbi  
Kirli ve Zayıf

Tahir Atik


Önümdeki ambulansta babam ölmek üzere. Onun kaburgalarını kırdım. Onun kaburgalarını kırdım. Onun kalbini de çok kırdım. Şimdi kırdığım kaburgalarının altında duran o yumuşacık, güvenilir, sıcak ve güçlü kalbi , babamın kalbini kimbilir kaç kere kırdım. Bunlar için bir kez özür dileyebilecek miyim?


:CBID:
1.Bölüm = Günah
Dudaklarının arasından hafif bir inleme çıkıyor. Ben terliyim. O da terli. Islak bedenlerimiz alev alev yanıyor. Gözlerinin üstünden öpüyorum.Yanakları pembe. Ellerimden biri ile memelerini okşuyorum. Sonra usulca öpüyorum memelerini. Suna yeniden garip sesler çıkarıyor. Kışkırtıcı, yakıcı sesler.
Suna bizim hastanede nadiren gördüğüm, aslında sadece bir iki kez konuştuğum bir kız. Yaklaşık benim boylarımda, uzun sarı saçlı, her zaman makyajlı ve bakımlı. Gerçekten çok güzel bir kız. Yani her gördüğümde aklıma türlü hoş düşüncelerin geldiği bir hayal. Dolgun dudakları adeta setini aşmaya çalışan bir sel suyu gibi coşkulu ve vahşi bir şekilde duruyor yüzünün alt yarısında. Saçları en çılgın rüzgarları hizmetkar edercesine kendi rüzgarını yaratıyor yürürken.Memeleri…Ahh memeleri..Tarif edemem, anlatamam, utanırım anlatırsam düşüncelerimi.
Öğrenci Suna. Güzel bir öğrenci. Güzel, alımlı bir öğrenci. Güzel, alımlı ve kendisinin ve çevresindeki tüm erkeklerin onu arzuladığını fark eden bir öğrenci. Akıllı mı? Bilmiyorum.
Bilmediğim bir şey daha var. Şu an bilmediğim bir evde, bilmediğim bir yatakta terli, çok mutlu , heyecanlıyım. Peki karşımda çırılçıplak duran bu kız, Suna ve ellerimde memeleri nasıl oluyor. Ne zaman görüştük, yakınlaştık, buraya geldik, soyunduk, sevişmeye başladık…Hiç hatırlamıyorum. Bir an içimi bir korku kaplıyor. Sanki yabancısı olduğum uçsuz bucaksız bir dünyaya düşmüşüm gibi…Sanki ölmek üzereymişim gibi…Hayır sanki babam ölmek üzereymiş gibi…Sahipsiz kalmışım gibi.
Tam erkekliğim sıcak bir reçel gibi erimek üzereyken Suna elleriyle döndürüyor beni dünyama. Tekrar dönüyorum yatağa. Nasıl olduysa oldu, karşımda hayallerimin kızı var. Kaç kez rüyalarımda birlikte olduğum kız. Şimdi karşımda, çırılçıplak. Öpmeye başlıyorum onu. Sonra tekrar okşuyorum memelerini. Bir elimle önce ıslaklığına dokunuyorum. Usulcacık yaklaştırıyorum erkekliğimi yerleştiriyorum, Suna’nın sıcacık kadınlığına. Terli göbeklerimiz değiyor birbirine. Suna dudaklarını aralıyor ve ‘Sevgilim’ demesini bekliyorum.
Ama ‘oğlum’ diyor acıklı bir sesle. Allahım neler oluyor. Çırılçıplak Suna tamı tamına annemin sesiyle sesleniyor. Çıldırmak üzereyim tekrarlıyor Suna annemin sesiyle ‘oğlum’, ‘oğlum’ çok acıklı , ağlamaklı, bağırmaya başlıyor. ‘Oğlum uyan’, oğlum uyan’……

2.Bölüm = Aniden
Suna giderek uzaklaşıyor ama annemin sesi yakınlaşıyor. Ortalık aniden aydınlanıyor. Uyanıyorum. Başımda gözlerinde kıpkırmızı gözyaşları ile annem duruyor. Derin bir nefes alıyorum.
‘anne rüya gördüm, kabus’. Annem beni dinlemiyor. Yeni fark ediyorum. Annem hem ağlıyor hem haykırıyor.
‘oğlum…baban…babana bişey oldu…’
Kendime geliyorum ve hemen onların yatak odasına koşuyorum. Babam gözlerini tavandaki tek bir noktaya dikmiş, gözlerinin akı görünüyor. Sağ eli ve sağ kolu dimdik duruyor. Babam havale geçiriyor. Ama neden. Nedenin sırası değil şimdi. Ne yapmalıyım. Nerden bileyim, ben daha 3. sınıftayım. Allah kahretsin, Allah kahretsin.
‘baba… baba, ne olur kendine gel, ne olursun baba’ birden duruyor havale. Allahım beni duyuyor musun. 'allahım şükürler olsun…babacım…’. Ama, hayır, nefes almıyor şimdi de, mosmor oldu. Allah kahretsin. Neden duymadın beni tanrım. Neden? Suna ile ilgili gördüğüm rüya yüzünden mi? Tövbe. Yüzbinkere tövbe. Allahım.
‘Baba, nefes al’ ne yapmalıyım? Kalbi. Aman tanrım nabzı atmıyor. Annem içerden haykırıyor. Kapıda bir ara yan komşunun kocasını görüyorum. ‘Hemen ambulansı ara’
‘Numarası ne?’
‘Ne bileyim ben allahın cezası’ ne dedim ben ‘112 mi 118 mi hadi araaa, babam ölüyor’
Kahretsin kalp masajı ve suni teneffüs yapılmalı, ama benden başka kimse yok ki bilen. Tek başıma, babama, onu hayata döndürmek için kalp masajı ve suni teneffüs yapmaya başlıyorum. Kendi babam. Kaburga kırılma sesleri geliyor. Allahım. Babamın kaburgalarını kırdım…Ellerimin üzeri ıslanmış. Ağladığımı fark etmemişim. Masajı sürdürüyorum, babamın dudakları çok soğuk. Allah kahretsin. Sunanın dudakları geliyor aklıma. Allah kahretsin. Tövbe, yüzbinkere tövbe. Babam. O sırada zaman sanki yavaşlıyor. Kalp masajı yavaşlıyor. Suni solunum, babamın dudaklarına dokunuşum, annemin çığrınışları. Kapının dibinde küçük kız kardeşim sessizce oturuyor. Siren sesleri. İki bıyıklı adam odadan içeri giriyor. Birisi doktor beyaz önlüklü. Bir de hemşire giriyor arkalarından elinde bir çantayla. Doktor bana sesleniyor.
‘Evlat bana devret bakalım. Bravo, en baştan beri masaj yaptın değil mi’ diyor ve babamın üstüne çıkıyor. Hemşire solunum balonu ile babama suni tenefüs yaptırmaya başlıyor.
‘evet’ diyorum ‘o benim babam’….
Bir yandan canlandırmaya çalışıyorlar babamı, bir yandan bir sedyeye koyuyorlar. Sonra da sedyeyle ambulansa. Ben annemi alıp arabayla takip ediyorum ambulansı. Kızkardeşimi komşulara bıraktık. Ne olacak şimdi? Babam ölecek mi? Neden oldu şimdi bu? Yüzbinkere tövbe? Allahım benim canımı al…
Daha elliiki yaşında babam….

3.Bölüm = Babam…
Öğretmen. Çok eskilerden. Hani şu devrimci olanlarından. Zamanından çok kavgalar etmiş, çok dayak yemiş polisten, meydanlarda bağırmış. Şimdi mi. Onların çoğu gibi bıraktı bu işleri. ’Devrim diye bir şey yok oğlum, para var’ dediğinde yaklaşık iki saat tartışmıştık. 'Herşey para değil baba, onur var, emek var, sen yaşlandıkça tam bir kapitalist oluyorsun’ diyerek bitirmiştim kendimce tartışmayı. Bana her zaman verecek bir cevabı olan babam yavaşça gülümsemiş ve susmuştu. İşte o zaman ben kazandım demiştim içimden. Haklıyım tabii ki. Fakir, zengin ayırt etmeden parayı verene özel ders vermiyor muydu bi kere. Cevap verse de bunu yüzüne vururdum, hazırlıklıydım. Ama cevap vermemişti. Ben haklıydım. Yoksa o mu haklıydı.
Şeytan tüyü vardır onda. İnanın bana geçmesi için neler vermezdim o şeytan tüyünün. Ama herhalde genetik geçmiyor bu melet. Baksana Suna sadece rüyalarımda görüyor beni. Babam hangi ortama girse ne yapıp eder tüm dikkatleri üzerine çekerdi. Hele kadınlar. Hatta bir keresinde benim gözlerimin önünde bir tanesi babamın telefonunu istedi de babam vermemişti. Ne de olsa annemi seviyor diye düşünüm sevinmiştim. İşte benim babam bu. Tabi sonra aynı kadının mesajını babamın telefonunda gördüğümde çok şaşırmıştım. Gülsem mi ağlasam mı bilemeden babama çıkışmıştım. ’Oğlum karda yürüyeceksin iz bırakmayacaksın’ deyip mesajı silmişti. Hayretler içinde çıkışmıştım ‘anneni hiç üzmedim bu güne kadar evlat, arada olur böyle şeyler, sende erkeksin, hadi, aramızda…’ demişti. Çok bilmiş ve iğneli konuşuyormuş gibi yaparak ‘ama o da seni hiç üzmedi’ demiştim. ’Ben böyle şeyler yapmıycam’. Annemin bu olaydan hiç haberi olmadı. Kardaki benim görmediğim diğer izlerden de.
Şimşekler çakıyor şimdi beynimde. Önümdeki ambulansta babam ölmek üzere. Onun kaburgalarını kırdım. Onun kaburgalarını kırdım. Onun kalbini de çok kırdım. Şimdi kırdığım kaburgalarının altında duran o yumuşacık, güvenilir, sıcak ve güçlü kalbi , babamın kalbini kimbilir kaç kere kırdım. Bunlar için bir kez özür dileyebilecek miyim? Bir şans daha ver tanrım.
‘İyi yaşamak isteyen herkes iyi yaşar. Mutluluk görebilenin gözlerindedir.’ İyi yaşamak. Biliyor muyum ben yaşamı? Azıcık gülümsüyorum şimdi. Hadi baba lütfen yaşamı iste ve bize dön. Bana dön.
Dedemin öldüğü günü hatırlıyorum aniden. Gözlerimin önüne geliyor. Dedem hiç de doğal olmayan bir yolla ölmüştü. O yaşlarda –ki 8 yaşımdaydım- bana çok yaşlı gibi gelse de dedem öldüğünde 58 yaşındaydı. Çok sigara içerdi, nargile de, keyifli bir adamdı hatırladığım. Akciğer kanserine yakalanmıştı. Siz bunun doğal bir ölüm, ecel olduğunu düşünüyorsanız, dedem inanmıyordu. İnanmadığı için, kendini kanserden ölümüne mahkum etmemek için intihar etti. Balıkçıydı dedem. Bir sabah yatağında bulamadık. Biraz sonra telefon çaldı. Babam apar topar gitti. O koca adam, babamın babası, aşık olduğu denize atmıştı kendini, boynuna büyük bir taşı bağlayarak. Kansere değil denize teslim etmişti kendini. Eceliyle olmadı dedemin ölümü.
O gün babamı hiç ağlarken görmedim. Sonrasında sigarayı da azaltmadı. Bir yıl denize girmedi, sonrasında o da aşık olduğu denizle barıştı. Birden şimdi ağlamamam gerektiğini hissediyorum. Yanaklarımdaki yaşları yavaşça siliyorum, ne yapıyorum ben, babam ölmeyecek benim. O yaşayacak.
Ne yaparım ben o ölürse. Annem, kızkardeşim. Kahretsin bu durumda bile kendimi düşünüyorum. Evet o ambulanstaki ben olmalıydım. Sabahın ışıkları yavaşça aydınlatırken sokakları, acıklı bir siren sesi ve kırmızı mavi ambulans ışıkları eşliğinde hastanenin önüne geliyoruz. Hemen iniyorum arabadan. Ambulansın arka kapısı açılıyor. Kahretsin kalp masajı ve suni solunuma halen devam ediyorlar. Demek dönmedi. Hızla içeri giriyoruz. Fotoselli bir kapının önünde bizi durduruyorlar.
‘Ben tıp öğrencisiyim, girmem lazım, yardım ederim…’ sesimi ben bile duymuyorum. İçeri giremiyorum. Babam uzaklaşıyor. Dışarda ben, annem ve gelecekle yalnız başımıza beklemeye başlıyoruz.
4.Bölüm = Kara Karanlık
Zaman nasıl bir şey. Altı yaşındaki kız kardeşim ‘abi hayal ne demek’ diye pat diye soruverdiğinde bir an aklıma hiç bir şey gelmediğinden ‘bana biraz zaman vermelisin fıstık’ diye zaman geçirmeye çalışmıştım..’ben de yok ki nasıl vereyim’ demişti. Çok gülmüştüm. Şimdi ben soruyorum zaman nasıl bir şey. Şimdi bu karşımdaki acil kapısına pür dikkat bakıp nöbetçi doktorun çıkıp ne olup ne bittiğini anlatması için beklerken sanki zaman durdu. Geçmiyor. Neredeyse her dakika saatime bakıyorum. Hiç fark etmeden bir sigara yakmışım, oysa annem hiç bilmiyor sigara içtiğimi. Ne zaman ve nereden buldum bu sigarayı. Söndürüyorum. Annem fark etmiyor. O ağlıyor.
Fotoselli kapının önünden geçen cılız ve kirli bir kedi yüzünden kapı açılıyor. Teknoloji kapıyı kedi açıyor , doktorlar geliyor. Kediyi kucaklamak, ona teşekkür etmek istiyorum. Sanki o olmasa kapı açılmayacak , doktorlar gelmeyecek gibi geliyor.
İki erkek doktor. Yine dönüşü yavaşlıyor dünyanın. Yavaşlıyor bize gelişi doktorların. Sağdaki zayıf, daha yaşlı görünümlü, basbayağı kel, ince bir bıyığı var. Yakışmamış. Gülümsemiyor. Diğeri genç, önlüğü daha temiz, sağ kulağında nokta bir küpe var. Yakışmış. Gülümsemiyor. Tekrar normal hızına dönüyor dünya.
Yaşlı ve bıyıklı olanı dudaklarını aralıyor. Bıyıkları hafifçe aşağı açılanıyor.
‘Üzgünüm. Başınız sağolsun…bla…bla…bla’
Beynim çınlıyor, gerisini duyamıyorum, annem yere atıyor kendini, ağlamamalıyım , onu tutmaya çalışıyorum. Üç dört tane hasta bakıcı annemi bir sedyeye koyup, bağırışlar içinde içeri alıyorlar. Beynim uğulduyor. Kafamı kaldırıyorum gökyüzüne. Bağırmak istiyorum. Boğazım düğümleniyor. Babam öldü. Kara kapkaranlık bir çukura düştüm sanki. Babam öldü. Annemi içeri aldılar. Yapayalnız kaldım.
5.Bölüm = Yalnız
Nerdeyim ben. Bu ışıklı ve gürültülü yer neresi. Ben kimim. Bu karanlık, beynimdeki, nereden ödünç girdi içime. Sanki hep kalacakmış gibi. Babam öldü.
Tekrar fotoselli kapıya bakıyorum. Kedi yok olmuş. Sol omzuma aniden bir el dokunuyor. Korkuyorum artık. Kafamı çeviriyorum. Bu…aman tanrım…Suna.
Suna. Memelerinin yarısını açıkta bırakan kan kırmızı bir gece elbisesiyle acil servisin önünde, dizinin bir karış yukarısına ulaşan derin iç yırtmacından bir bacağını çıkarmış, sağ elini benim sol omzuma atmış ayakta duruyor. Yavaşça eğiliyor ve sol elimi tutuyor. Memeleri iyice görülür oldu. Elimin sırtına incecik bir öpücük konduruyor. Çok acıyor elim. Elim kesiliyormuş gibi, bir şeyler elime batıyormuş gibi acıyor elim. Gözlerimi kapatıyorum, hızla elimi çekiyorum, var gücümle bağırıyorum:
‘Hayıııııırrr!!!’
6.Bölüm = Avuntu
Gözlerimi açıyorum. Heryer aydınlık. Elinde bir serumla bekleyen, üzerindeki beyaz önlüğü, nöbetin sonlarına yaklaştığı için belki de, kıpkırmızı kan lekeleriyle dolu, saçları dağınık, yorgun görünümlü hemşire, kızgın bir yüzle sesleniyor:
‘Bakın beyefendi. Burada işimi yapmaya çalışıyorum. Hem tıp öğrencisiymişsiniz de. Biraz acıycak biliyorsunuz. Bu serumu takınca sakinleşeceksiniz. Lütfen. Dayanın’
‘Ama…Babam öldü, benim’ ağlamaya başlıyorum. Hemşire elindeki serumu solundaki masa benzeri aletin üzerine bırakıp, uzaktan bizi izleyen doktora dönerek avazı çıktığı kadar bağırıyor:
‘Bu ne ya. Kaç kere söylüyoruz doktor bey. Yakınları ölenleri avutmak için başka bir yer ayırsınlar şu acilde. Bakın diğer hastalar bu beyimizin keyfini bekliyor.’
Doktor hiçbirşey söylemeden dışarı çıkıyor.
‘Allahım. Ne suç işledim. Babamı ben öldürmedim ki. Ben de ağlamak istemiyorum ama biraz önce elimi acıttın, şimdi kalbim acıyor.’ Diye bağıramıyorum yaşlı, gerizekalı, salak hemşireye. Sessizce gözyaşlarımı silmeye çalışıyorum. Olmuyor. Babam öldü benim. Annem. Annem nerede.
7.Bölüm = Kedi
Sabahın ilk ışıklarını acil servisin kafeteryasında, kapıya yakın bir masada, annemle birbirimizin gözlerine bakmaktan korkarak, sessizce , ılık ılık ağlayarak karşılıyoruz. Bacaklarımın arasına bir şeyin sürtündüğünü hissediyorum birden. Kirli ve zayıf kediyi görüyorum. Onu tekmelemek geçiyor içimden ama halim yok, yapamıyorum. Annem başını kaldırıyor, önce elindeki kağıt mendille gözlerini siliyor. Sonra hiç durmadan konuşmaya başlıyor:
‘Bak oğlum. Sen artık koskocaman bir adamsın. Yakında doktor olacaksın. Belki bugüne kadar hep bizimle yaşadın ve hemen hiç başkaları için sorumluluk almadın’ araya girmek, konunun nereye gittiğini anladığımdan, başka bir şeyler söylemek istiyorum. Ama nafile. Annem neredeyse nefes almadan, sanki önceden hazırlanmış bir metni, duygusuz bir ifadeyle okur gibi konuşmasını sürdürüyor.
‘Ama senin mesleğin de zaten sorumluluk demek. Başka insanların hayatları, geleceği, umutları senin ellerinde olacak doktor olunca. Biz babanla…’ şimdi kısa bir hüzünlü ara veriyor, tekrar toparlanıp devam ediyor ‘biz babanla seni çok zor günler atlatarak , iyi bir evlat, her türlü' , ‘Anne…’ diyorum hafifçe yanağını okşayarak. Gözleri çakmak çakmak açılıyor.Tam gözlerimin bebeğine bakarak sürdürüyor.
‘Dur , devam edeyim’
‘Tamam’
‘Oğlum. Artık baban yok. Ben ve kardeşinin tek güvencesi sensin. Evimizin babası ve benim kocam artık sensin oğlum. Buna hazır olduğuna inanmasa emin ol baban ölmezdi. Bir an evvel toparlanıp, artık bir baba olduğunu fark etmelisin.’ Diyor ve biraz yağarsa her tarafı basacak bir yağmur gibi ağlamaya başlıyor yeniden.
Ben anlamıyorum. Anlamak istemiyorum. Anneme kızıyorum içimden. Babam öldü benim. Onun tek oğluyum ben. Üzülmek, ağlamak, yas tutmak istiyorum. Anneme kin duyuyorum. Bu kadar hazır mıydın görevleri devir teslim etmeye, daha babam gömülmedi bile. Bana niye acımıyorsun. ‘Bana niye acımıyorsun anne’ diyemiyorum. Halim yok. Kedi ayaklarımın arasından sıyrılıp kapıya doğru yöneliyor. Kapı açılıyor. Kapının hemen üstünde duran küçük hoparlörden, parazitli bir ses, bulunduğumuz kafeteryanın gürültüsünü kirleten bir anons yükseliyor:
‘Tufan Tırpancının yakınları, Tufan Tırpancının yakınları, danışmada bekleniyorsunuz’
Bu, babamın adı. Önce annem ayaklanıyor.Onu oturtuyorum. Bu kedi, kirli ve zayıf kedi. Neler düşünüyorum. Danışmaya doğru ilerliyorum. Nöbeti yeni devralmış, makyajlı, yüzü oldukça güzel, basenleri geniş, ağzında sakızıyla, bir hemşire beni bekliyor. Gider gitmez sarılıp öpecekmiş gibi bir hızla yanına ulaşıyorum. Biraz ürküyor ve bir adım geriye kaçıyor.
‘Tufan Tırpancının yakını mısınız?’
‘Evet , ben oğluyum.’
‘Babanızı....’ duruyor. Bir şey unutmuş gibi bakıyor bana.
‘Öncelikle başınız sağolsun!!’ cevap veremiyorum. Ne demek bu cümle? ‘Babanızı biraz önce morga gönderdik. Şuradan sola dönüp aşağıya inen yokuşu takip edin, yerini göreceksiniz’ elindeki bir ton kağıt kalabalığını uzatıyor.
‘Ama önce çıkış işlemlerini yapacaksınız’ kafa sallayarak alıyorum kağıtları. İçimden gülüyorum kendi kendime. Babam bu hayattan çıktı, ama bu hastaneden çıkışını yapamadı.
8.Bölüm = Her şey hazır olur
Çıkışları yaptım biraz önce. Neymiş efendim sevk kağıtları gelene kadar kimliğim onlarda kalacakmış, bir de senet imzalamam gerekiyormuş, bunların hepsi tedbirmiş, yanlış anlamamalıymışım. Bunları söyleyen adama cevap vermememe rağmen ne de çok konuştu.
Şimdi hemşirenin tarif ettiği yolda yürüyorum. Morga gidiyorum. Aşağı doğru eğimli, iki arabanın geçebileceği genişlikte, iki tarafında ismini şimdi hatırlamadığım bazı ağaçların olduğu huzurlu bir yol. Ama morga gidiyor.
Bir adam sağ taraftaki kaldırımın kenarına parkettiği arabasının tekerini değiştiriyor. Patlamış herhalde.
Ben arabamın tekerini hiç değiştirmedim. Aslında babamın aldığı arabamın tekeri demeliyim. Hiç yağına, suyuna bakmadım, sanayiye tamire götürmedim. Kaza yaptığımda resmi mevzularla uğraşmadım. Arabamı sadece sürdüm. Sırf bunu yaparken de yanımda babam varken en ufak bir eleştirisinde ona bağırdım, kızdım. Hatta bir keresinde onu arabamdan indirdim. Her işini onun yaptığı, onun parasıyla deposu dolan, zaten onun bana aldığı arabamdan.
Şimdi sırf bu yüzden bu lastik değiştiren adama yardım etmek geçiyor içimden. Onunla konuşmak, ona sarılmak. Ama nafile. Babam öldü.
Onun cenazesine doğru yürürken, bu sonbahar sabahında, hayatımda babamın aslında ne büyük yeri olduğunu görmek zoruma gidiyor. Bunu şimdi anlamak. Kalbi atmazken, gözleri görmez, elleri tutmazken. Oysa bir an evvel ölse de kurtulsam, artık yalnız kalsam dediğim ne çok zaman olmuştu. Ne saçma ve suçlu zaman. Tanrım. Onu seviyorum. Bu yolu o yürümeliydi ve ben olmalıydım morgun soğuk odalarından birinde.
Morg yazmışlar kapının üstüne kocaman harflerle. Müşterileri asla okuyamıyor bu yazıyı. Soğuk. Gri bir mekan. Kimse yok içerde. Ağlamıyorum artık.
Bir adam geliyor. Önlüksüz. Doktor değil herhalde.
‘Buyrun ne istemiştiniz.’
Kimsin sen. Ne biçim bir soru bu böyle? Gerizekalı, ahmak, beyinsiz …. ‘Babam…öldü…Tufan Tırpancı…’
‘Tamam kardeşim, şuradan bir galoş giyiver, benimle gel…’ kapının önündeki kocaman bir kovayı gösteriyor. Kovanın yanında kirli ve zayıf kediyi görüyorum. Beni takip etmiş olmalı. İyice sinirleniyorum. Ayaklarıma galoşları geçiriyorum.
‘Hadi kardeşim, çabuk ol gayri…’
Nereye yetişeceğiz ki. Vakit çoktan geçti. Babam öldü. İçerdeki herkes de ölü zaten. Kime ve nereye yetişeceğiz, diyemiyorum
Küçük bir odaya giriyoruz. Duvarlara ahşap süsü verilmeye çalışan bir duvarkağıdı kaplanmış. Yalan duruyor. Adam küçük bir masanın arkasına geçiyor, oturuyor. Masanın önünde sandalye yok. Belli ki ayakta dinliyeceğim adamı. Konuşmaya başlıyor.
‘Başınız sağolsun kardeşim…’ cevap vermiyorum.
‘Ne zaman defnedeceksiniz merhumu’
‘Birazdan akrabalar burada olacak, öğle namazına yetişebilirsek…’susuyorum, babamı gömmek için acele ettiğimi fark ediyorum, ben, ben olmalıydım onun yerinde…
‘Kardeşim, şimdi bu kağıtları imzalayın, ben arabayı , diğer defin işlerini ayarlayayım. Merkez Camiinde kılınır namaz. Allah nasip ederse tabii…’
Kağıtları imzalıyorum, bu adamı artık dinlemek istemiyorum. Babamı görmek istiyorum.
‘Onu görebilirmiyim.’
‘Tabii, hayhay, gelin, buyrun.’
Yan odaya geçiyoruz. Konuştuklarımızı duymuştur diye geçiriyorum kafamdan. Yine üzdüm onu.
Babam. Musalla taşının üstünde beyaz bir çarşafa çepeçevre sarılmış dümdüz yatıyor. Yanına gidiyorum. Adam yavaş hareketlerle beyaz çapşafı çözüyor. Çarşaf birden tamamen iki yana dökülüyor. Çırılçıplak babam karşımda. Sanki uyuyor. Huzurlu bir uykuda gibi. Rüya görüyor gibi, hafifçe gülümsüyor gibi. Ama bedeni soluk, soğuk ve kaskatı. Babam benim. Ellerimi, titreyen, titrediğini şimdi fark ettiğim ellerimi yüzüne uzatıyorum, okşuyorum yüzünü. Hiç okşamadım ben daha önce babamın yüzünü. Sessizce gözyaşları dökülüyor yüzümden, onun yüzüne. Babam. Neden öldün. Neden öldün.
‘Neden öldün…Neden öldün….Neden bizi bıraktın….’
Adam tutuyor omzumdan kaldırıyor beni ‘Hadi canım…hadi…gidelim’ , ama bu ses, kadın sesi, Sunanın sesi, hızla çeviriyorum başımı. İçim rahatlıyor, adam duruyor karşımda, biraz korkuyor bu sert dönüşten ve omzumu bırakıyor, babamın çarşafını tekrar bağlıyor. Ağlayarak çıkıyorum dışarı, arkamdan sesleniyor:
‘Kardeşim, saat onbirde hazır olur her şey, gelip alabilirsiniz merhumu’
Her şey hazır olurmuş.!!!.Gerizekalı herif…
9.Bölüm = Sessiz
Halam, kocası, amcam, karısı, komşunun kocası ve annem acil servisin önünde bekliyorlar beni, uzaktan gördüğümde geri dönmek, babamın yanına gitmek, yanına uzanmak isteği geldi ama onlar da beni gördükleri için dönemiyorum. Ayaklarımı sürüyerek yanlarına gidiyorum. Hepsi ağlamış, komşunun kocası hariç. Olanları anlatıyorum, planları anlatıyorum. Annem sessizce ağlıyor. Sessizlik var herkeste. Kimse konuşamıyor sanki.
10.Bölüm = Ses
Saat onbir. Annem, halam, kocası, amcam ve karısı ile komşunun kocası morgun önündeyiz. Cenaze arabası kapıda. Kirli ve zayıf kedi arabanın yanında. Başında biraz önce konuştuğum adamın bulunduğu tabutu dört hastabakıcı taşıyor. Bir yaşam sığdırmışlar o tabutun içine. Babamın yaşamı. Hayatımın örneği, bazen kızdığım, kalbini çok kırdığım, güçlü, sevecen, her zaman umutlu ve iyimser babamın yaşamı dört hasta bakıcının ellerinde toprağa götürülmek üzere bu yeşil renkli arabaya bırakılıyor.
Kapıda görüldüğü andan itibaren annemin feryatları tekrar başlıyor. Annem ağlıyor. Annem, işkenceye uğruyormuş gibi, bir yeri kesiliyormuş gibi, çıldırmış gibi bağırıyor.
‘Tufan. Geri dön. Ne olur dön seni geri istiyorum, bir daha istiyorum’ Annem bana dönüyor. Bana bağırmaya başlıyor.
Ben de ağlıyorum ama anlamamaya başlıyorum annemin ne dediğini. Güneş sanki bir anda battı. Akşam oldu. Ortalık kararıyor. Annemin sesi uzaktan uzağa duyulmaya başlıyor şimdi. Anlayamıyorum. Ben de bağırmak istiyorum .Ölüyorum galiba sesim çıkmıyor. ’Babanı istiyorum , bir daha istiyorum’ Annem….Annem…Annemin sesi, o çıldırmış ses, bu annemin sesi değil, yine aynı ses, Suna’nın sesi bu. Ortalık iyice kararıyor.
11.Bölüm = Aniden
Birden gözlerimi açıyorum. Suna karanlığın içinde çırılçıplak sesleniyor. ‘Hadi uyan artık, bir daha istiyorum , sevgilim.’
‘Suna. Sen misin?’ Derin bir nefes alıyorum.
Suna beni öpmeye başlıyor. Kalbim hala hızlı çarpıyor. Kulaklarımı diliyle okşuyor önce, yavaşça boynumu öpüyor sonra. Memeleri göğsüme değiyor. Çok güzel. Erkekliğim onu bekliyor. Aşağı doğru kayıyor dudakları. Diliyle küçük daireler çizerek göbeğime kadar geliyor. Gözlerimi kapatıyorum.
Birden odanın öbür ucundaki sehpanın üstünde duran telefonum çalmaya başlıyor. Saat gecenin üçü. Kafamı çeviriyorum. Sehpanın ayaklarının dibinde Suna’nın kedisi duruyor. Kirli ve zayıf. Telefon ısrarla çalıyor. Açmak için kalkıyorum. Suna açma diyen gözlerle bakıyor, bırakmak istemiyor. Sanki biliyor gibi. Telefonda annemlerin numarası görünüyor.
‘Alo!!!’
‘Oğlum…’ diyor annemlerin telefonundan sunanın sesi.
‘Oğlum….baban….babana bişey oldu!!!’




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Tahir Atik kimdir?

Davetsiz bir misafir gibi girer ve hayatınızı değiştirir sanat. Bir kere verirseniz elinizi şiirin büyüsüne almazsınız kendinizi gönüllü. 'Öyküler şiirin kızkardeşidir' zaten. Ne nefes alırsınız okumadan ne de uyku tutar düşünmekten aklınızı. Düşünmek için üretti insan sanatı.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Tahir Atik, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.