"Küle değil, ateşe üflemelidir." -Divanü Lügat-it Türk, Savlar |
|
||||||||||
|
Adapazarı küçük bir toz tanesi kadar geldi gözüme bu sefer. Çok basit. Sıcacık bir haziran gününe rağmen çok soğuk. Her geçen gün bizden uzaklaşıyor mu yoksa? Adapazarı bizim değil mi artık? Her şey soğuk, her şey taştan… Adapazarı’nı bize sevimli kılan neydi ki, daha önceden? Gar meydanının daha sıcak gözükmesi mi? Daha fazla yeşilliğinin olması mı? Ona ruhunu veren güzellik insanlarındaydı galiba. Eski Adapazarı’ndan bahsederken insanlarının iç güzelliklerinin olduğu gerçeğini göz ardı etmemeli. Ama şimdi nerde o Adapazarlılar? Bir abide misali, bir çınar gibi büyük insanlar. Engin bilgisiyle, yüce gönüllülüğüyle, merhamet ummanı bir yürekle donanmış olan insanlar, hani nerdeler? Adapazarı sanki bir masaldı bu sefer. Sanki bir ceza… Bilgisizliğimize, bilgiden uzak oluşumuza, birbirimizi çekemezliğimize, kindarlığımıza, samimiyetsizliğimize, çıkarlar uğruna bir şeyler kullanmamıza bir ceza. Adapazarı’nı anlamak bizden çok uzak… Sokaklarında avare gezinen, Çark Caddesi’nde bir aşağı bir yukarı tur atan gençlerin anlayabildiğinden fazla değil. Ne yazık! Yan yana durduğumuz insanlar bile soğuk ve uzak bize. Komşuluklar eskisi gibi değil, kardeşlik paylaştıkça çoğalmıyor… Eskisi gibi değil dostluklar… Bilgimiz arttıkça uzaklaşıyoruz birbirimizden. Mevkiimiz yükseldikçe yabancılaşıyoruz kardeşlerimize. Küçük dağları yarattıktan sonra alt tabakadan insanlarla kim muhatap olacak? “Büyük” dediklerimizin neyi büyük diye sordum kendime. Nefisleri mi, kibirleri mi, bencillikleri mi? Küçükken “en büyük fener, başka büyük yok” derlerdi, gülerdim. Büyüklük ne kadar büyük bir şeymiş. Büyük yanında başka büyük istemiyor. Yıllardır omuzlarımızda olan kardeşlerimizin ayaklarını yerini başkaları alsın diye alaşağı etmişiz meğer. Omzumuzda ayakların olmasından kurnazca bir haz mı alıyoruz ne? Bulvar’dan karşıya geçerken insanların kalabalığı dikkatimi çekti. Sonra yürümeye başladım… Biraz ilerledikten sonra, birden Yeni Cami’nin mütevazılığı ilişti gözüme. İşte bütün soruların cevabı burada saklı: Merhamet.Müşfiklik.Rikkat. Tüm ip uçları o camiye giden insanlarda saklı, göz yaşlarımızda gizli. Bir ağlayabilsek… Utanmadan sıkılmadan… Ağlamaktan korku niye?Gözyaşı bir medeniyettir.Üstünlüktür.Güçlü olduğun halde ağlayabilmek ne erişilmez bir yüceliktir Allah’ım.Gözlerimizden yaşı eksik etme.Ağlamayı öğretemedik kardeşlerimize.Zayıf duruma düşünce sarılıyoruz gözyaşlarına.Ah bir bilsek…ilk damlada bitecek iş halbuki… Baharda açan ilk çiçeği görünce ağlayabilmeyi, ilk dalları filizlenmiş bir ağacı gördüğümüzde, akşamüstü segâh makamı dinlerken, bir sabah namazı sonrası ağlayabilmeyi öğrenemedik, öğretemedik. Gözyaşlarımız döküldüğünde acaba kimse gördü mü diye hemen siliveriyoruz. Karda kayıp düşen bir insanın toparlanacağı yerde hemen sağa sola bakıp, acaba bir gören var mı diye kontrol etmesi gibi. Bir bebeğin bakışına, annenin dokunuşuna, dalgaların sahili yoklamasına, yağmurun şefkatle insanın yüzünü okşamasına ağlayamadık. Günahlarımıza, kusurlarımıza, en yüksek mertebeden en düşük mertebeye düşüşümüze, kaçan namazlarımıza, anlama gayretini bıraktığımız Kuran’a ağlayamadık. Moro’da, Patani’de, Keşmir’de, Burma’da Rableriyle baş başa kalan Müslüman kardeşlerimizin yalnızlığına ağlayamadık. Uzun zamandır görmediğimiz kardeşimize, akrabamıza, komşumuza sarılıp, gözyaşı dökemedik. Utanılacak bir şey midir gerçekten? Yoksa kalplerimizin taşlaştığının farkında değimliyiz? Yosun mu tuttu vicdanlar? Aramıza ördüğümüz duvarları her geçen gün yükselterek önümüzü tıkıyoruz. Lütfen biraz merhamet, sevgi ve şefkat…Seher vaktinde, herkesin uyuduğu, sadece senin ve O’nun uyanık olduğu özel zamanlardan kopup gelen…Düştüğü yeri titretip kalplerde ki taşları kıracak bir damla gözyaşı.Kurtuluşumuza vesile olacak tek bir damla.Belki de Adapazarı’nın eski günlere döneceğine rahmet olacak tek bir gözyaşı.Gözyaşı bir medeniyettir Adapazarı…gözyaşı bir kurtuluştur. (Hadice-Tül Kübra TÜZÜN) SAKARYA Yeni Haber Gazetesi sayfa 8.(28.06.2006)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hatice Kübra TÜZÜN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |