Dünya hayal gücünün tuvalinden başka birşey değildir. -Henri David Thoreau |
|
||||||||||
|
Kaybolmuş, yıllanmış bir sevginin suçlusu, Müebbet hayat mahkumu bir avarenin, İntihar mektubu bu… HAYAT KATİLİ “Hayat bir risktir, ve herkes bu riski almak zorundadır.” Rüya. Aynı rüya. Kabus. Rahat uykuların katili. Kaç gece dayanılabilirdi ki bu kabus matinelerine? Sanki gözlerinden başka hiçbir organı çalışmıyormuş gibi hissetti. Yataktan kalkmak istedi, imkansızdı. Hissedebildiği tek şey terden sırtına yapışmış çarşaftı. Bu krizler olağan hale gelmişti artık. Panik yapmadı. Zaten onun gibi birinin kişiliğine uyan bir durumdu bu. Normal hayatta da –ki onunkine ne kadar normal denebilirse- böyleydi, hep soğukkanlı. Doğrulduğunda ilk saate baktı, yine şaşırmadı. Onun yerinde başka birisi olsa, her gece aynı kabusu görüp, her sabah aynı saatte, aynı dakikada hatta aynı saniyede uyanmaya değil şaşırmak, üçüncü gün ilk yapacağı iş intihar etmek olurdu. Ama o bunu yapmazdı, çünkü nedenini bilmediği bir şekilde bütün bunlar ona hiç garip gelmiyordu. Evin kapısından çıktığında soğuk havayı yüzünde hissetti. Böyle soğuk gecelerden sonra çimlerin o pastel rengini seviyordu. Ama hiçbir zaman o, çimlere fazla bakmadı. Bunun onu duygusallaştıracağına, hayata karşı olan o sert savunmasının kırılacağına inanırdı. Haklıydı. Beklide şuan ayakta durabilmesinin tek nedeni buydu. Bu cam kaplı binayı sevmiyordu. Sanki diğerlerinden farklıymış gibi öyle heybetle durmasından da nefret ediyordu. Diğerleriyle aynı olan içini bu gösterişli camlarla kapatıp herkesi kandırıyordu. İnsanlarda böyleydi. Ama buraya mahkumdu. Burada çalışıyordu. Kabuslarından gizlenebileceği tek yer burasıydı. Burada durup düşünebileceği zamanı yoktu, olmamalıydı. Böyle çalışması sayesinde şirkette bu kadar yükselmiş, başarılı olmuştu. Oysa üniversite hayatında öyle pek parlak bir öğrenci değildi. Bunun tek nedeni vardı, onu hayata karşı ateşleyen kabusları. Asansörün kat ziliyle sıyrıldı düşüncelerinden. Dışarı çıktı. Koridorda yine kimse yoktu, yine en erken o gelmişti. Koridorun başındaki makineden kahvesini aldı, odasına girdi. Her sabah yaptıkları ona monoton gelmiyordu, bunları yapmayı bırakırsa başına gelecekleri çok iyi biliyordu. İş yerindekilerin onu pek sevmedikleri doğruydu. Kimseyle konuşmazdı, öğle yemeğini hep tek başına odasında yerdi ve hiç mola vermezdi. Bu yüzden diğerleri onu pek soğuk bulur, ondan uzak dururdu. Beklide bilmedikleri anlam veremedikleri bir korkuydu bu. Birkaç kez deneyenler olmuştu ama aldıkları ya da alamadıkları cevaplar yüzünden artık kimse onunla iş dışında konuşmuyordu. Ve kimse onun hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Bu durumdan o da gayet memnundu. Birilerinin onun zayıf yönünü yakalamasından, kendinin de her şeyi anlatmasından korkuyordu. O kendine bile güvenmezdi. Yeteri kadar hayat mahvetmişti, bir diğerine dayanacak gücü yoktu. Kapı çalındı. Derin bir uykudan uyanmış gibi oldu. Saate bakmadı ama mesainin bitmiş olduğunu anladı. Çünkü ne zaman böyle olsa sekreteri gitmek için izin isterdi. Hiçbir zaman kimseye ne kötü ne de iyi davranmıyor olması, onu ne kötü ne de iyi biri yapıyordu. Sekreterine ertesi günle ilgili birkaç soru sorduktan sonra gidebileceğini söyledi. Onun daha vakti vardı. O hep en erken gelip en geç çıkandı. Asansörün kapısı açıldığında karşıda arabasını gördü. Arabasını hep farklı yere park ederdi. Gün içinde biri ona arabasını nereye park ettiğini sorsa bilemezdi. Ama her çıkışında kolaylıkla bulurdu, çünkü sadece onun arabası kalırdı. Hayatına benzetirdi hep bu otoparkı, arabasını da kendine. Karanlık, ıssız ve soğuk bir otoparkın içinde bekleyen bir arabaydı o. Ayakkabısından çıkan ses sanki onla beraber yürüyen on kişi daha varmış gibi geliyordu. Ama kimse yoktu. İnsanlar da böyleydi. O hiç korkmadı bu karanlık otoparktan. İnsan hiç kendi hayatından korkar mı? Yemek yapmaya pek vakti yoktu. Aslında kendi vakit ayırmazdı. Her zamanki gibi yine bir yerlere dalmış mikro dalga fırının uyarı sesiyle irkilmişti. Ve yine her zamanki gibi biraz önce ne düşündüğünü hatırlamıyordu. Yemekten sonraki sert bir kahve uyku saatini geciktiriyordu. Beklide kahveyi bu yüzden seviyordu. Bu kabus nöbetlerinin ağrı kesicisiydi. Kahvesini hep o büyük pencerenin önünde içerdi. Ancak dışarıya bakmazdı. Zaten o hep başkalarına garip gelecek şeyleri yapardı. Başkalarına göre garipti o. Bu garip insan birden garip bir şeyler hissetti. Yolunda olmayan bir şey vardı ve o her neyse şu anda olmaktaydı. Burnunu o çok sevdiği kahve kokusundan ayırdı, kafasını kaldırdı. Bunları ona başkası yaptırıyormuş gibi hissetti. Karşıya baktığında bu garipliğin nedenini anladı. Karşı pencerede elinde kahve fincanıyla ona gülümseyen bir çift göz vardı. Ayaklarının zeminle birleştiğini hissetti, kımıldayamıyordu. Peki neden gözlerini kaçırmıyordu? Hemen doğru soruyu buldu. Kaçıramıyordu. Bu, hayata karşı gelen insan, şimdi bir çift göz karşısında acizdi. Pek taksi kullanmazdı, ama ilk defa bir taksiciye teşekkür etmek istedi. Yoksa yoldan karşıya geçmek isteyen sarhoşa mı teşekkür etmeliydi? Ama bu çalan kornanın onu kabuslarından beter bir durumdan kurtardığına emindi. Hemen ayrıldı pencerenin önünden. Bir fincan kahve ne kadar sürede soğuyabilirdi? Uzun bir zaman mıydı acaba? Çünkü o kadar çakılı kalmıştı pencerenin önünde. Eskiden uyanık olunca kabuslardan kaçabileceğini düşünürdü. Şimdi kabusun her yerde olduğunu anladı. Hiç olmazsa uykusunu almalıydı. Tabi onunkine uyku denebilirse. Yatağına oturdu. Biraz önce olanları düşündü, fazla abartıyordu sanki. Herkesin başına böyle şeyler gelebilirdi. Şimdi kabus vaktiydi. Arabasının kapısını kapattı. Kapının sesi karanlığı yırtarken otoparkta yalnız olmadığını hissetti. Yine aynı korku. Kabus başlıyor. Arkasına bakmadı, her zaman kullandığı yolu da kullanmadı. Diğer arabaların arasından hemen kapıya ulaşmak istedi. Anahtarıyla kapısını açarken nefes nefese kaldığını fark etti. Olmaması gereken şeyler oluyor, kontrolü kaybediyordu. Yemek yemedi. Elinde kahveyle koltukta oturuyordu. Gözü penceredeydi, ama gitmeye korkuyordu. Şimdi yüzleşeceği önceden gördüklerinden nen kadar kötü olabilirdi ki? Korkusunu yenmeliydi. Ayağa kalktı, pencereye yaklaştı, gözleri kahve fincanındaydı. Kafasını kaldırınca göreceğinden emindi. Zayıflamamak için yüzleşmeliydi. Karşıya baktı, korkusu oradaydı, ama ona bakmıyordu. Elinde kupası dışarıyı izliyordu. Onun hiç yapmadığı şey. Hiçbir şey düşünemedi. Aklına tek bir kelime düştü:”hayır”. Olmamalı. Neden böyle oluyordu? Hayatı boyunca günde en az yüz çift gözle temas etmişti. Ve böyle temaslarda usta denebilecek kadar iyiydi. Ama bu gözler, onlara bir şey yapamıyordu. Şimdi o gözler ona bakıyordu. Geceleri pek arayanı olmazdı. Ama şimdi arayanın doğaüstü güçleri olmalıydı. Onu öylesine zor bir durumdan kurtarmıştı. Arayan sekreteriydi. Birkaç şey sorduktan sonra kapattı. Bu kurtarılmalar ne kadar sürebilirdi? Hepsi tesadüf müydü? Bir gün hiç kurtulamayacak o pencerenin önünde sonsuza kadar çakılı kalacaktı. Cezası bu muydu acaba? Paniklemeli mi? Yoksa sevinilecek bir durum mu bu? Bu gece kabus görmemişti. Üstüne üstlük derin bir uyku çekmişti. Bir şeylerin ters gittiği artık kesindi. Yıllık bir uykudan kalkıyormuş gibi hissetti. Daha da korku vereni ise kendini iyi hissetmesiydi. Her şeyin böyle birden kesilmesinin nedeni neydi? Kesin olan tek şey o uzun süredir hissetmediği gibi hissediyordu. Bu korkulacak bir şeydi. Sanki herkese bu değişikliği anlatmak istermiş gibi selam verdi gördüğü herkese, hem de gülümseyerek. Hatta öğle yemeğine sekreterini davet etti. Ona bir teşekkür borcu olduğunu söyleyerek. İlk defa gülerken görmüştü bu kızcağızı. Şaşkın bir sekreterin ilk gülüşü. Şaşırtıcı işler bitmedi. Öğleden sonra bu şaşkın kıza izin verdi, kendiside erken ayrıldı. Arabasını otoparkta ilk bakışta buldu ve otopark güneş ışığıyla doluydu. Burayı severdi. Ama uzun süredir bilerek hiç gelmemişti. Yolun iki kenarında onu eğilerek selamlayan ağaçların arasından sızan güneş hoşuna gitmişti. Arabanın frenine bastı aniden, bu fırsatı kaçırmamalı, artık gitmeliydi kaderin üstüne. Her şey gözünün önündeydi şimdi, işten erken çıkması, arabayla buraya gelmesi ve düşündükleri. Evet hepsini hatırlıyordu. Yürüyerek o ağacın altına gitti, ağaca dayandı. İşte tam burası, burada kalbine saplanan ağrıyı hissetti. Onu tam burada görmüştü başkasıyla. El ele, dudak dudağa, ilk düşündüğü bunu nasıl yaptığıydı. Hem de onların mabedinde. Aynı ağrı kalbinin tam yanına saplandı. Gözünden düşen bir çift damlanın bile yerini gösterebilirdi. Demek ki o gün işi erken bitmese, içinden bir ses onu buraya getirmese bu pis oyunda rol almaya devam edecekti. Her şeyi çok net hatırlıyordu, arabasına atladığını, kafasındaki nefreti atmanın imkanı yoktu, sinirini direksiyon ve gaz pedalından alıyordu. İşte hatırlamadığı tek yer buradan sonrasıydı. Gözlerini tekrar açtığında bir hastanedeydi. Kimse yoktu, o da gelmemişti, gelemezdi. Her şeyi hemşireden öğrendi. Arabasıyla kaza yapmıştı. Arabadan fırlayan bir metal tam kalbinin yanına saplanmıştı. Hemşire şanslı olduğunu söylemişti. Bu nasıl bir şanstı böyle? Bir haftadan fazla komada kalmıştı. Hemşire öle söylemişti, ama koma daha yeni başlıyordu. Ruh ölümü gerçekleşmişti. Kalbinin hemen yanındaki ağrı ağırlaştı. Artık taşıyamıyordu. Yere çöktü, ağaca baktı. Ağaç ona bir şeyler söyledi, ama anlayamadı. Beklide “sana söylemiştim” dedi. Ağaç hala ayaktaydı, bu rezilliğin en büyük şahidi ayaktaydı hala, yıkılmamıştı. Ayağa kalktı, arabasına gitti, kalbindeki ağrı dinmişti. Bir şeyler kazanmanın hazzını yaşıyor gibiydi. Bir yandan da korkuyordu. Bir hayat mahvetmişti, bir mahvolmuş hayata yer yoktu artık. Yıllar boyu nerede hata yaptığını düşündü. Nasıl olmuştu da o içindeki büyük sevgiyi karşısındakine anlatamamıştı ki onu böyle pis bir oyunun içine çekmişti. O büyük sandığı sevgi yetmemişti, ve o bir hayatı sevgisiyle mahvetmişti. Korna sesiyle uyandı, yeşil yanmıştı. Kafasındaki bütün düşünceler bir yerlere saklandı. Aramak için üstelemedi , nasıl olsa ortaya çıkacaklardı. Akşam çoktan sisli karanlığını örtmüştü sessizliğin üstüne, ama uzaktan gelen şehir gürültüsü beşiğinden kaçmaya çalışan yaramaz bebek gibi sıyrılmaya çalışıyordu bu örtünün altından. Arabasının motorunu susturunca sanki şehrin bütün gürültüsünü o yapıyormuş gibi hissetti. Huzuru düşünürken arabanın dikiz aynası parladı. Arabasının kapısını kapattığında hemen ardında duran arabayı hissetti. Yerdeki parke taşlardan biri oldu bir anda. Hareket edemiyordu. Ne bir yere gidebiliyor, ne de arkasına bakabiliyordu. Bildiği tek şey gözlerin ona baktığıydı. Otopark da karşılaşan ve birbirini tanımayan iki insanın bakışması ne kadar sürebilirdi? Hem de biri yürürken. Eğer hiç bilmiyor olsa binlerce yıl diye cevap verebilirdi. Bu gözler onu başka birisi yapıyordu birkaç bin yıllığına, hiç tanımadığı birisi. Gözler ona güldü beklide bir şeyler dedi, ama onun duyması imkansızdı. Geçmişi unutmuştu, sanki hayat şimdi yeniden başlamıştı. Bir şeylerin iyi gitmesi, iyi bir şey miydi acaba? Bunu unutalı yıllar olmuştu ve en son her şey yolunda gittiğinde o, bir hayata mal olmuştu. Ve yeni kurbanı ona gülümsemişti. Bunu istemiyordu aslında. Ne kadar kötü bir şeydi refleks bir katil olmak. Yıllat önce tövbe etmiş bir hayat katili. Sakladığı silahını, sevgisini yeniden gün ışığına çıkarmak üzereydi. Daha da ilginç olan nişan hattındakini tanımıyordu bile. Pencerenin önüne geldi, elinde kahve yoktu. Onunda yoktu. Sanki aynaya bakıyormuş gibi geldi, karşısındaki hayatının bir yansıması olabilir miydi? Kendisini başkasının gözlerinde ilk defa görüyordu. Ve anladı ki hayat katili çoktan nişan almıştı farkında bile olmadan, hedefin artık kaçma imkanı kalmamıştı. Hatta içindeki ses hemen kapıyı vurup çıkmasını, kapısına dayanmasını bile söylüyordu. Eskiden kurmayı aklına bile getirmediği cümleler, aklında volta atmaya başladığından beri huzursuzdu. Her şey bir anda oluvermişti, direnmek anlamsız kalmıştı bile. Çetin hayat savunması etkisiz hale gelmişti. Onca yıllık emek, direniş, sertlik her şey boşuna mıydı? Boşuna mı yaşamıştı bu zamana kadar? Şimdi bütün bunları bir çift göze teslim etmek, zoruna gidiyordu insanın. Hayat boyunca kaçtığı her şey pusudaki yerinden çıkmış tam zamanında yakasına yapışmıştı. Onca zaman hiç iyi bir şey yaşamamış olmak, bütün iyi şeyleri sözlük anlamına hapsetmek; hatanın anlamını göstermişti. Müthiş bir baş ağrısıyla uyandı, hayır uyanmadı. Uykudan öte bir şey di bu. Eğer gerçekten uyuduysa karşısındakilere ayıp olmuştu. Başındaki ağrı yüzünden kimin söylediğini fark etmedi, ama birileri bu toplantının bittiğini söyledi. Başlangıcından itibaren hiçbir şey hatırlamıyordu, epeyce de bir zaman geçmişti. Aslında başlangıç zamanını da hatırlamıyordu. Kafası küçük bir çocuğun odası gibiydi, her yer her yerde. Aynı ses artık çıkabileceklerini de söyledi. Bu sesin kafasının içinden geldiğine inanmak üzereydi ki diğerlerinin çıkmak için ayağa kalkması onu rahatlattı. Ama bu ses ona bir şeyler anlatıyordu. Birden ayağa fırladı, herkes durdu, ona baktı, o aldırmadı; bir nefeste kapıdan çıktı. Eski hayatını ilk özleme belirtisi: arabasını otopark da bulamadı. Hayatının artık değiştiğini kabullenerek bakındı. Eski hayat dediği zamanlarda arabasını eliyle bulmuş gibi bulurdu. Şimdi bulamıyordu. O, hayatın içinde kaybolmuştu. Otopark görevlisinin gülmemek için çaba harcadığını gördü, bununla beraber arabasını da gördü. Acaba eski ben olsam gülmeye cesaret eder miydi? Diye düşünürken arabasına bindi. Bu eski hayat düşüncelerinden sıyrılmak istedi, başka şeyler düşünmeliydi. Otopark da çıkış için sıra olduğunu hiç görmemişti. Zaten o gözlere baktığından beri hiç görmediği şeyleri görmeye başlamıştı. Sanki bu dünya da yaşamamıştı daha önce. Bugün her şey ters gidiyormuş gibi geldi, her şey onu yavaşlatmak istiyordu, arkasından çekiyordu sanki. Bunu yapan intikam olmalıydı, hayatın tetikçisi, intikam. Hayat onun zayıf yönünü bulmuş, ve davranmıştı işte. Bir nedeni olmalı. Her şey önceden ayarlanmış, birileri onun korkularıyla yüzleşmesine engel olmaya çalışıyordu. Bu bir iyilik miydi? Ne olduğunu bilmiyordu ancak bu hayatın işiydi besbelli. Hepsi çok önceden kurulmuş bir plan gibiydi. Eviyle iş yerinin arasındaki bu uzak mesafe de bu planın bir parçası olmalıydı. Evini neye göre seçtiğini hatırlamıyordu. Evet, hatırlamıyordu. Eski hayattan kalma hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Bu heyecan bu korku onu öldürebilirdi çünkü şuursuzca gaza basıyordu. Bunun farkındaydı ama kendini alamıyordu. Sonu hissetti yine. Bir yandan da evinin uzaklığını düşünüyordu. Gerçekten de her şey planlıydı. Kırmızı ışıklar bile daha uzun yanıyordu artık. Yine durdu, bu sefer başka bir engel. Yolda kaza olmuş, bütün trafik kilitlenmişti ve anahtarı kimin elinde belli değildi. Her yer daha karışıktı artık. Yol kenarındaki binalar bile olaya karışmış gibi üstüne üstüne geliyordu. Nefes alıp vermesi saniyeler içinde gerçekleşiyordu ama o sanki her şey binlerce kat yavaşlamış gibi hissediyordu. Bir ara arabanın anahtarını kontakta unutup unutmadığını düşündü, ama artık önemli değildi geri dönüşü kapalı olan bir yoldu, hayat artık tek şeritten akıyordu ona. İlk kez hislerine göre hareket ediyordu. Daha hızlı koşmasının nedeni mantığı değil hisleriydi. Mantığı geride kalmış, ona yetişemiyordu. Acaba eski hayatında da bunu yapıyor muydu? Koşarken çarptıklarından özür dilemek. Bunu düşünecek halde değildi, ama oluyordu işte. Artık hiçbir şey onun kontrolünde değildi. Son çarptığından özür dileyemedi. Hayatın onu neye koşturduğunu gördü. Durdu. Yıllardır anlamadıklarını bu birkaç saniyede anlamıştı. Her şeyi değiştiren, yıkan, alt üst eden o gözler, intikamın gözleriydi. Hayat katili vuruldu, hem de kendi silahıyla. O silah ondan uzaklaşmakta olan kamyonun önünde giden arabadaki kalbin içinde, bir sonraki kurbanına gidiyordu işte. Bir sonraki kurbanın karşı penceresine gidiyordu. Hayat katili yenilmişti. Tek olma inancına, sertliğine, korkularına yenilmişti. Artık o, silahsız ve aciz bir katildi. Hayat katili diz çöktü, göz yaşlarını fark etmedi. Ama ağladığının farkındaydı. Neye ağladığını bilmiyordu, geçmişe mi, şimdiye mi, yoksa geleceğine mi ağlıyordu? Kafasını kaldırdı, görünürde ne silahı vardı ne de intikama bir sonraki kurbanın karşı penceresini tarif eden araba. Ayağa kalkmaya çalıştı, zor da olsa başardı. Uzun zaman sonra başardığı tek şey bu muydu? Nasıl olurda başardığını sandığı her şey tanımadığı bir çift göz tarafından mahvedilirdi. İnanmak istemedi. Artık bu otopark da bir parke taşı olma korkusu da kalmamıştı. Bu yüzden yavaş yürüyordu. Zaten hızlı olan hiçbir şeyi kaldıracak gücü kalmamıştı. Her şey kafasından bir bir geçmeye başladı. Pencerenin önündeki korku dolu zamanlar, soğumuş kahveler, iş haricinde konuşmayan adam… Anladı ki, hayat katili kendi hayatını öldürmüştü. Kabusları hatırladı, yıllardır her gece gördüğü, ertesi sabah anımsamadığı ama her gece bir öncekinin aynısı olduğundan emin olduğu kabusları. Ve o kabuslardaki gözleri. Oyun bitmişti… Rüya. Aynı rüya. Kabus. Yer, aynı yatak. Saat, aynı saat, aynı dakika…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © serdar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |