Deney, herkesin hatalarına verdiği addır. -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
Gözümü açtığımda saat sekiz buçuk. Seninle geçen bir rüyanın zarif, kendince kırılgan, nereye çeksen gelmeyen, ne yapsan içinden çıkılmaz, kilometrelerce ilerlesen bile gözünün önünden ayrılmayan, gözünü her ovuşturmanda biraz daha gözünü acıtan çapaklı uyanışındayım şimdi. Saat sekiz otuz bir. Gerçeğin yakıcı tadını dudaklarımı yalarken almaya başlıyorum . Daha önce hep sensiz uyandım, hiç senle uyumadım, hiçbir zaman da dudaklarını öperek, dilim diline iyi geceler demedi. Ama her nasılsa her güne senle başlardım, uzun zaman önce. Tarih öncesi devirlerden beri seni sevdiğimi bilirdim her nasılsa. Mağaralara resimler yapan ilk insanlar gibi kazırdım adını defterlere, kitaplara, paragraf boşluklarına, sayfa aralarına, sayfa numaralarının yanlarına, fiziğe, kimyaya, matematiğe, tarihe. O zamanların lise müfredatındaki hemen her ders kitabında sana dair bir şeyler bulmak mümkündü. Harflerle resmini yapmaya çalışmak karnımı doyurmak kadar önemliydi. Zannederdim ki tek derdim sen, tek ihtiyacım sen, canım sen. Şimdi uyanalı sadece bir dakika geçti… zamanla, saniyeler içinde beynim yavaş yavaş diriliyor. Zamanla ve saniyelerle sayılı, sensiz dünyanın farkına varmaya başlıyor. Bunun neden olduğu hafif ürperti, ayaklarımdan saliselerle yarışarak, başıma doğru ilerliyor. İşte en zor tarafı da bu. Ne olduğunu anlamaya çalışmak. Sobanın sıcak olup olmadığını anlamak için elini değmek, tadına bakmak ve tanımak için dilini sürmek, çalışıp çalışmadığını öğrenmek için kulağını yaklaştırmak gibi. Henüz ne olduğunu anlayamamak, sonucun ne olduğunu bilmemek gibi tedirginlik veren bir şey. Uykuyla uyanıklık arası, seninle dünya arası gibi bir şey. Saat sekiz otuz iki. Sensizliğin farkındalığı başlıyor. Terim sen kokmuyor. Ayağımda akşam yatarken giydiğim patiklerim duruyor. Demek ki sen yanımda değildin. Yorganla üzerini örtmek için uyandığımı anımsamıyorum. O zaman cidden yoktun. Varlığına dair fiziksel herhangi bir belirti bulamadım uyanıklığımın ikinci dakikasında. Ama bundan üç dakika önce, şu an, üzerinde nemlenmiş ve ter kokan pijamalarla oturduğum yatakta, seninle birlikte yattığıma yemin edebilirdim. Seninle yattığımı gösterir kanıtlarım yok. Senle yattığım fikrinden vazgeçmekten başka çarem de yok. Nesnelliğin değişmez kuralları bana bunu emrediyor. Nöronlarımın hemen hepsi kuşkusuz sensizlikten bahsediyor. Ama hala anlayamıyorum, üç dakika içinde tüm hücrelerimi, verdikleri karardan döndüren sadece rüyadan uyanıp gerçeğin kimyasıyla tanışmaları mı. Eğer onlara da sorsaydınız bundan üç dakika önce, inanıyorum ki benle aynı cevabı alacaktınız. Sanırım bu şekilde alıklaşmamın nedeni de bu. Onların duruma hemen alışmaları, benimse mümkün olduğunca geç ve mümkünse en az acı verecek şekilde gerçeğe kendimi hazırlamaya çalışmam. Yatağımın yanında duran küllüğe gözüm kayıyor. İçi dolu, hatta bazıları neredeyse düşecek izmaritlerin. Derin bir nefes almak için ciğerlerim ve burnum hazırlanıyor. Ama alamıyorum burnum tıkalı. Ne zamandır farkındayım küllüğün burnumu tıkadığını ama geceden boşaltmaya alışamadım bir türlü. Senle geçen, içinde adın geçen bir rüyadan gerçeğe uyanmak, yanında ağzına kadar dolu bir küllükle bir gece geçirip, uyanınca dolu bir burunla nefes almak kadar güç, ciğerleri zorlayan bir şey. Saat sekiz otuz üç. İçeri giren güneş ışınlarını görüyorum. Kaç zamandır temizlenmeyen odanın tozları yorganın hareketiyle havalanmışlar. Kendi hallerinde salınıyorlar havada. Yıldızlara, gezegenlere ve meteorlara benzettim onları. Dinginlikte, hepsi daha önceki yerlerine geri dönecek, belki evrende öyledir. Bir gün evreni ayağa kaldıran yorgan hareketini tamamlar ve evrende daha önceki halini alır daha önce her ne şekildeyse. Saat sekiz otuz dört. Yaşamayı seviyorum senin yanında dakikaları geçirip geçirmediğim aslında pekte önemli değil gibi gelmeye başlıyor. Seninle uyanmak isteği, makinelerden çıkmış makineler gibi mekanik, her sabah saat sekizde makine bakımını yapan usta kadar koşullu, insanları rasyonel düşünen iktisat kadar sanal ve her gün seni düşünmek kadar saplantılı sanki. Saat sekiz otuz beş ve ben hala nefes alıyorum. Hayat, güneş aslında sensiz de güzel sanki. Sen olmadan da mutluyum gibi. Ama yinede seninle bir hayatı tercih ederdim sorsalardı. Hayat ve güneş daha güzel olabilirdi, belki hala olabilir bunu şimdi bilemeyiz. Şimdi derse gitmem gerekiyor sevgilim umarım görüşürüz ve umarım görüştüğümüzde hala seni seviyor, seni rüyalarımda görüyor olurum. Görüşene kadar hoşça kal…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Onur Kaderoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |