..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Olgular görmezden gelindikleri için var olmaya son vermiyorlar. -Huxley
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > İtiraflar > İlknur




16 Şubat 2006
Ardında Kalanlar  
İlknur
Belkide hepimizin hayatında platonik olarak başlayan bir aşk vardır. Sonrada başladığı gibi biten. Ama hep özel bir yerde kalan ve hiç tükenmeyen bir aşk. Ulaşılmayan aşklar mı kalıcılığını korur diye soruyorum hep kendime. Mesela efsanelerde öyle değil midir? Aslı ile Kerem, Leyla ile Mecnun gibi. Kavuşsalardı aşkları dillere destan olabilecek miydi? Peki ulaşamadığın aşkın, senin yalanlarından dolayı kayıp gitmişse avuçlarının içinden, hayatında neler yapardın...? Şimdi ise temmelleri yalanla atılan bir aşkın ardından kalan üzüntüleri paylaşmak istiyorum sizlerle....


:BJHC:
Günlerden 21 Kasım 2005 ;

Tam bundan iki yıl önce, puslu ve yağmurlu bir gündü. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur her tarafımı sırılsıklam yapmıştı. Kalabalık caddede adımlarımı hızlandırdıkça sanki yağmur beni takip edercesine hızlanıyordu. Caddenin üzerindeki küçük Internet cafe, o an için sığınacağım yer olmuştu. Kapıdan içeriye girdiğimde sıcak hava yüzümü okşayarak geçmişti. Köşedeki bilgisayarlardan biri beni bekliyormuşçasına parlıyordu.
     Mail sayfamı açtığımda, karşımda bir mail duruyordu, tanımadığım, bilmediğim birinin içtenlikle yazdığı, dostça sözcükler ilgimi çekmiş, iki sayfalık mail alıp beni götürmüştü. İlk defa tanımadığım birinin sözcükleri ruhuma işlemiş, kendimi bulmuştum sözcük kümelerinin içinde.
     Peki ben kimdim, veya kim olarak yazmalıydım karşılığını. O an için aklıma Nehir’in nasihatleri gelmişti. “ Asla kendin hakkında net bilgi verme. Karşındaki kişinin kim olduğunu bilmiyorsun. Dürüstlük uğruna hata yapma….”
     Parmaklarımın ucundan dökülmüştü birkaç kelime, “ …sizi tanımak beni de mutlu edecektir…” ne demiştim, okuduğum birkaç kelimeyle onu tanımak neden bu kadar önemliydi. Nasıl beni mutlu edecekti..? Bilmiyordum, monitörün karşısında öylece kalakalmıştım. Tek bir söz , “ …..yalnızlığımın içinde yalnızlığımı paylaşacak bir dost istiyorum…”
     Bende yalnızdım, yada yalnız olduğumu düşünüyordum. Sorunlarım her geçen gün birer birer artıyor, kimse beni anlamıyordu.
     Yağmur hızını kesmiş, cansız güneş ışınları bulutların ardından gülümsemeye başlamıştı dışarıda. Cafeden çıktığımda yüzüme vuran soğuk içimi ürpertmişti. Güneş ışınları sadece yalancı sıcaklıktı, soğuk karşısında içimi ısıtmamıştı.
     Eve geldiğimde içimde bir sevinç vardı, ilk işim bilgisayarımı açıp mail sayfamı kontrol etmek olmuştu ve evet ben eve gelene kadar cevabı gelmişti. Son derece hızlı bir cevaptı bu. Nehir eve geldiğinde ben şaşkınca bilgisayarımın başında gülümsüyor, büyük bir arzuyla karşılık veriyordum. Parmaklarım ritmik bir şekilde harflerin üzerinde hareket ediyor, Nehir kapının yanı başında beni süzüyordu.

****

     Günlerim, haftalarım, aylarım işte o günden sonra seninle geçmeye başlamıştı. Dile kolay tam on dokuz ay…
Gözlerimi seninle açıyor seninle kapıyordum. İnsan kendinden kilometrelerce uzak birine bu kadar bağlanabilir miydi…? Biri bana anlatsa ciddiye almaz, belki de güler geçerdim. İşte herkeste bana gülüp geçmeye başlamıştı.
     Yazdığın her bir kelimeyi defalarca okuyup, içime sindiriyordum. Resimlerine bakarak nefesini hissedebiliyordum. Artık gizli bahçem olmuştun. Sanki dokunduğumda yok olacak, sihri bozulacak gibiydin. Sonsuzluğun içinde seninle sürükleniyordum.
     Hatırlıyor musun, ilk telefon görüşmemizi? Seslerimizi duyduğumuzda ikinizde donup kalmış karşılık verememiştik. O an kalbim sanki yerinden fırlayıp çıkacakmış gibiydi. O masum sesin, ya o gülüşün hala kulaklarımda çınlıyor. Bir gülüşün beni hayata döndürebiliyordu…
     Ya; kıskançlık krizlerimiz. Seni paylaşmaktan nefret ediyordum. Yanındaki herkesten nefret ediyordum. Artık seni neredeyse erkek arkadaşlarından bile kıskanır hale gelmiştim. Kıskançlık alevleri içimde dolanıp dururken şizofren olmaya başlayacaktım neredeyse…
     İzlediğim filmlerde, dinlediğim müziklerde hep yanımdaydın. Televizyon programlarımız bile aynıydı, anında bir mesaj iletip ne izlediğimizi bilirdik. Ben ise izlerken sanki senin yanı başımda benimle olduğunu düşünürdüm. Seni hayatımdan çıkardığım günden beridir, artık sana ait olan hiçbir programı izlemiyor, bize ait müzikleri dinlemiyorum.
     Sabahları senden önce kalkar, seni aramak için sabırsızlanırdım. Her defasında seni minibüste yakalardım. Uykulu mağrur sesini duyduğumda seninle dalga geçer, sabahın kör saatlerinde sinir ederdim. Ya iş çıkışların, beş dakika geç kalsan sanki yanıma geç gelmişçesine sinirlenir, kızardım. Biliyor musun, sen hayatımın boşluğunu dolduran, beni alıp bambaşka diyarlara götüren beyaz atlı prensimdin. Dokunamadığım, hissedemediğim, sarılıp öpemediğim, büyülü prensim.

     Biliyorum suçluyum!
Sen bana her zaman açık oldun, benden hiçbir şey gizlemedin. Bana verdiğin her bilginin doğruluğunu araştırıp kontrol etmiştim. Ama sen bana o kadar çok güveniyordun ki, senden gizlediğim geçmiş yaşantımı bile araştırmamıştın. Aradan geçen iki yıl boyunca ben bu sırların enkazları altından çıkamaz olmuştum.
Belki yüzüne söylemeye cesaret edememiştim ama şimdi şunu söylüyorum ki, boşanma aşamasında olduğum bir dönemdi. Hayatımın en kötü zamanında seni bulmuştum. Sana evliliğimden bahsedememiştim, bunu gizlemek için her şeyimi yalan söylemek zorunda kalmıştım. Sen gerçek adımı bile bilmezken, ben senin adresine kadar her şeyini biliyordum. Ama ben hesaplayamadığım aşkımın büyüsünü, kendi ellerimle yok etmeye mahkumdum. Yalanlarım bir mum gibi eriyip tükenmeye başladığında her şeyin açığa çıkmasına ramak kalmıştı. Yapamazdım! Yüzüne karşı yalanlarımı haykıramazdım….!
Her hafta sonu saatlerce telefon görüşmesi yapar, hatta yemeklerimizi bile yerken kulağımızdaki telefonu bırakmazdık. Benim sakarlığım hiç bitmez, mutfakta ne var ne yoksa paldır-küldür düşürür sonrada senin diline düşerdim. Hele bir defasında tencereyi tezgahın üzerinden düşürdüğümde taş zeminin etkisinden çıkan sesi duyduğunda nasılda gülmüş, birde bu yetmezmiş gibi “ artık kafamda sağlam yer kalmadı…” diyerek dalga geçip durmuştun.
Hatırlıyor musun? Bir cumartesi saat onda başlayıp, akşam beşte kapatmıştık telefonu. Her görüşmemiz bir önceki rekoru kırar olmuştu. Sen hep rekorlar kitabına gireceğimizden bahsederdin. Artık telefonlarımız bize dayanamaz olmuş, pes eder hale gelmişti. En büyük düşmanız telefonun şarjıydı. Ama bilmediğin bir şey var ki, mutluluğum telefonu kapattığım an saman alevi gibi sönüp yerini hüzün alıyordu. Sana karşı dürüst olamamanın verdiği acı içimi kemirip duruyor, her defasında göz yaşlarımla boğulup gidiyordum. Sana yansıyan her mutluluğum, her gülüşüm aslında içimdeki acı fırtınalarının göstergesiydi.
Senin gözünde mükemmel olmak bambaşkaydı. Ama kendi gözümde aşağılık biriydim aslında. “ Hiç erkek arkadaşın oldu mu…?” dediğinde bu soruyu nasıl yanıtlayacağımı bilememiştim. Bir yalan daha patlatmıştım o an sana. “Vardı ama ciddi değildi” diye açıklama yapmıştım.
Sen yavaş yavaş bana yaklaştıkça, ben yavaş yavaş senden kaçmak istiyordum. Hele işyerimin telefonunu istediğinde vermemek için ne çaba harcamıştım. Sen ise benim masumca kendimi savunmalarıma her defasında inanıyor, hatta suçlu olduğum yerlerde bile hemen kendini suçlu olarak görüyordun.
“ Aşkım haftaya yanındayım..” dediğin an sana yansıyan yapay sevinçlerim, kalbime zehirli ok gibi saplanıp duruyordu. Her buluşma tarihimizde bir aksilik planları yapmaya gücüm kalmamıştı. Senden kaçmalıydım…İşte o gün, son konuşmamız “ …seninle görüşmek istemiyorum. Artık seni sevdiğimi düşünmüyorum” dediğim gün. Sesinin kesilip bir süre konuşmadığın, ben ise rolümü iyi yapa çabasıyla gevrek gevrek gülüp dalga geçtiğim an…Ama senin göremediğin göz yaşlarım kahkahalarımın içinde çılgınca boşalıyordu yanaklarımdan aşağıya.
Aslında ben, hala seni yaşıyorum, hala seninleyim. Hayalini kurduğumuz evimizin hayallerini yaşatmaya bile devam ediyorum. Yani senin oturduğun dairenin tam karşı dairesi de oturacak, geliş ve gidişlerini kontrol altında tutacaktım. Senin hiç vazgeçemediğin sözlerin “ …desene senden hiç kurtuluşum olmayacak…” Evet aşkım o an için benden kurtulacağını zannetmiyordun. Zaten kurtulmak istemediğini de biliyordum.
Şimdi ise, ellerini tutamadığım, gözlerine bakıp seni sevdiğimi söyleyemediğim her güne lanet ederek geçiriyorum yaşantımı. Artık çalışmıyorum. İşten ayrılmak en doğru karardı belki de benim için. Her duruşmaya çıktığımda sen geliyordun aklıma. Duruşmalardan önce sadece bir iki dakikalığına olan konuşmalarımız, aldığım davalar üzerindeki yorumların. Hele bir defasında aldığım bir dava için saatlerce telefonda konuşmuştuk. O davadan çekilmem için neredeyse yalvarmıştın. Ben ise inatçılığımı sürdürüp seni bile kırmıştım. O günden sonra “inatçı” takmıştın adımı…
Ayrıldığımız günden beridir, seni takip etmeyi hiç bırakmadım. Ne yaptığını, yaşantını nasıl sürdürdüğünü…yani anlayacağın sana dair her şeyi öğrendim. Hatta geçtiğimiz yaz Ankara’ya gelip sizin şirketin karşısındaki cafe’de oturup senin çıkışını bekledim. İlk defa seni canlı olarak görmüştüm. Yaz güneşinin kızgın ışığı altında saçların her zamanki ihtişamıyla parlıyor, gözlerin aynen resimdeki gibi ışık saçıyordu etrafa. O an koşup kollarına atılmak istedim. Maalesef bunu yapacak cesaretim olmadı. Diğer sabahta aynı yerde bu kez işe gelişini izledim, bu kez yanında her zamanki bahsettiğin, bana resimlerini gösterdiğin arkadaşın vardı. O iki gün belki de hayatımda yaşadığım en büyük acıydı yaşadıklarım…
Bir gün olsun aklımdan çıkaramadım seni. Unutmak istediğim her bir gün daha fazla işliyorsun hücrelerime. Halbuki sen farkında olmadığım bir anda, hayatımı sarıp sarmalamışsın ve bu döngüden kendimi alamıyorum. Evimin her köşesinde, işimde, yolda, alışveriş yaptığım yerlerde, adliye koridorlarında…bir insanın yaşantısında ne kadar çok şey varsa sen hepsinde varmışsın. Yani hayatımın her karesi seni kapsamış ve şimdi sensizlik bu kareleri doldurmuyor. Artık sevinç yerine kaygı, mutluluk yerine hüzün hissediyorum. Ben bir canavar mıydım? Yaktım, yıktım ve hepsinin üzerinden basarak geçtim? Kendimi çaresiz, yapayalnız ve tükenmiş hissediyorum. Sana kavuşamadığım her güne beddualar ediyorum.
Artık ne kadar itiraf etsem de, ne söylesem de sana kavuşamayacağımı biliyorum. Ama son kez de olsa bu satırlarımı o günlerde olduğu gibi noktalamak istiyorum…Yani en sevdiğim bölüme geçiyorum…
“Seni sen olduğun için, seni senden, seni her şeyden, kendimden bile çok seviyorum. Biliyorum şimdi hemen itiraz moduna geçtin bile. Ama ne yapayım ben seni, senin beni sevdiğinden çok seviyorum.Eksisi ve artısıyla seviyorum işte. Her ne kadar sen tersini söylesen bile…
“Evet bey efendi, şimdi her zamanki gibi kapat gözlerini (pardon yaaaa! Okuduktan sonra kapatırsın… : ))….) beni düşün ve hayal et…Aşk dolu müthiş öpücüklerim ışık hızıyla kondular bile yanaklarına. Bak bak, tekrar istiyor. Seni utanmaz, arlanmaz. Yeter bu kadar yüzsüzlüğün, göndermiyorum artık. Sana öpücük falan yok. Yüz verdik mi astarını istiyorsun. Ne yapayım, sen bana inatçı dememiş miydin, işte tuttu yine inatçılığım.:)) Artık bir dahaki mailimi beklemek zorundasın. ( Hiç boşuna, itiraz ediyorum hakim bey deme) Burada itiraz etme hakkı daima bana, yani inatçı sevgiline aittir…
“Aaaa! bak beni lafa tuttun yine. Hani ben noktalamak için başlamıştım. Tamam, tamam noktalıyorum işte…Kendine iyi bak…SENİ SE-Vİ-YO-RUM…(Sıkıysa sen sevmede görelim..:))))…) Byeee”







Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Gel Desem, Gelemezsin...
Çıkmazlardayım
Geçmişin Derinliklerinde...
Acımasız Gece
Anılardan Bir Gün


İlknur kimdir?

Kitap okumak ve yazmak en büyük sevincim ve mutluluğumdur. Yazmadan geçirdiğim herbir günü hayatımda eksiklik olarak görüyorum. . .

Etkilendiği Yazarlar:
beni etkileyen yazarları saymak tabiki bu küçük satır içinde yeterli değildir. Önemli olan ruhunu yazısına katan yazarlar...


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © İlknur, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.