..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
İçine koyabileceğin bir karanlığın olmadan, bir ışığın olamaz. -Arlo Guthrie
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Başkaldırı > M. Erdem Günay




12 Şubat 2006
Kâbus  
M. Erdem Günay
Çok etkilendiğim bir rûyanın ardından yazılmıştır. Şimdiye değin en beğenilen hikâyelerimden birisi... dipnot: Dialoglarda ve "iç hesaplaşma monologlarında" konuşma dilini kullandım, düzeltmeye gitmedim, bu şekilde hikayeyi daha canlı kıldığıma inanıyorum, eleştirilmeden önce belirtmek istedim...


:AIJE:
Tek bir gece…
Tek bir kâbus…
Öncekilerden pek de farklı değil…
Yine ölümle ilgili…
Tıpkı öncekiler gibi…
Ne değişti ki?
Hiçbir şey?
Her şey?
Her şey…
Artık baktığımda eskisi gibi görmüyorum…
Artık baktığımda pek bir şey göremiyorum,
Her yerde tek bir şey var…
Çünkü gerçeği gördüm…
Diğer her şey anlamsız…
Eskiden bir hiçmişim…
Şimdi?
Peki şimdi?






Tüm sınıfı yardım yine. Formdayım bugün. Hoca da havasında sataşmıyor bana. Neyse, matematikten sonra lazımdı zaten böyle bir şey. Oh, zil de çaldı! Gideyim bir hava alayım ya; bu ne sıcak…

“Mehmet biraz konuşabilir miyiz?”
“Evet hocam??”
“Dersin huzurunu bozmaya devam edersen külahları değişiriz! Sözlüne bir sıfır istemezsin herhalde?”

Sanki çok umurumdaydı ya! Okul beni ilgilendirmiyordu artık. Ben çizer olmak istiyordum. Seneler boyu hocalarım sevdiğim bir işi yapabilmem için üniversite sınavının ne kadar önemli olduğunu anlatmışlardı bana. Ben de aptallığımdan ya da insanlara olan güvenimden dolayı dinlemiştim onları.
Aslında tekrar düşününce; bu mantıksız bir bakış açısı. İnsanlara güvenmek zaten yapılabilecek en büyük aptallık değil miydi?

“Hayır hocam! Ben gerçekten çalışıyorum! Kamyon çarpsın ki yaa!”

Tüm insanlar aynı. Bazıları benden daha kötü. Bazıları biraz daha iyi. Ama sonuçta; hepsi aynı. Hepsi birer bencil ruh ve yalancı birer beyin. -bazılarında olduğundan emin olamasak da- Tüm beyinler yalancıdır. Kararları ruh vermelidir aslında. Ama beyin mükemmel bir şekilde yaptıklarımızı saptırtır. Bizi küçük düşürür. Bizle dalga geçer. En beklemediğimiz anda vurur bizi. Önem verdiklerimizin önünde küçük düşürür.

“Çarpılacaksın oğlum yemin etme! Dersin akışını bozma bir daha yeter. Gülecek bir şey varsa hep birlikte güleriz ama uzatmanın âlemi yok.”

“Önem” verdiklerimiz. “Sevgi” değil. Kimsenin birilerini gerçekten sevebileceğine inanmıyorum. Arkadaşlık ya da aşk. Hatta akrabalıklar bile…
Hepsi birer yalan. Aslında hiçbiri birbirini sevmiyor.
Sevemezler çünkü.
Duygular yalan aslında. Hepsi birer hormonun beyinde gösterdiği etkiden ibaret. Moleküllerin sıralanma şekline göre seviyor veya nefret ediyoruz. Kavga ediyor veya sevişiyoruz.
Annenizin neden sizinle ilgilendiğini sanıyorsunuz? Sadece bir hormon. Size hamileyken salgılanan bir hormon. Tek sebebi bu.

“Peki hocam; dikkat ederim bir daha.”

Tabi bazılarının hormonal yapısı bozuk olabilir. Ya da belki de ben bıktırmışımdır hakikaten annemi. Bana olan nefretinin başka bir sebebi olamaz zaten. Benim sebep olduğum bir hormon. Ya da eksik salgılanan bir hormon. Bu nedenle benden nefret de etse benimle ilgileniyor, beni besliyor…
Gerçek hangisi olursa olsun pek de önemli değil. Elimizde olan bir şey yok. Kaotik bir düzen içerisinde devam ediyoruz yaşamaya.
Bahçe de dolu baya.

“Selam genç naber?”
“Noolsun ya alışmaya çalışıyoz bu saçmalığa.”
“Çalış çalış alışırsın belki.”
“Sen ayrılmışın seninkinden nooldu?”
“Boşver o kaşarı yaa. Sen napıyon oğlum?”

Benden nasıl olur da birini sevmemi bekleyebilirdi ki? Dünya üzerinde benim sevgimi hak edecek kadar aşağılık bir dişi var mıydı?

“Bizim çift kişilikliden beri bi numara yok kanka”

Nasıl birini sevebilirdim ki? Duygulara yenilmek? Ya da benden daha da kötüsünü mü bekliyorlar? Dişileri sadece bir şişme bebek gibi görmemi mi bekliyorlar? Kendimi tatmin etmek için kullanmamı?
Zevk için sevişen iki canlıdan biri insan. Bu yüzden gerçek aşk yok. Bir dürtü ve bir zevk. Başka bir şey değil. Gelecek nesli oluşturma ihtiyacı duyuyor insanoğlu. Arkamızda bu dünyayı daha berbat bir yere çevirebilecek birilerini bırakmalıyız mutlaka.
Peki ben? Yo; ben kesinlikle böyle bir hataya düşmeyeceğim. Gelecek nesil benden genler taşımamalı. Hatta riske de girmeme gerek yok. Nasıl olsa asla evlenmeyi düşünmüyorum.

“Nası yedi kız seni ama?! Önce park köşesine çekmiş işini görmüş sonra da bi mendil gibi atmış işte!!”
“Oğlum şu şakayı yapma şöyle ulu orta! Millet sonra harbi bi halt yaptım sanıyo!”
“Yapmadın mı lan doğru söyle! Polis de oraya hava almaya geldi di mi? Sizin de sadece hatırınızı sordu!”

Bana ne! İsterse benim saçma bir dürtüye yenildiğimi sansın!

“Oğlum biz bi böyle kız bulamadık! Ne ballı adamsın yaa!”
Tabi ki de kızın aklında da yoktu böyle bir şey. Ama olsa bile bu kadar insanı hormonları yönetirken onu suçlayabilir miydim? Onu suçlayabileceğim tek konu; bula bula benim gibi bir tipsizi bulduğu yönünde olabilir.

“Lan oğlum bi halt olmadı diyorum sana yaa!”
“Neyse ya kanka hade sınıfa çıkalım; şimdi başlar hocalar yukarı kovmaya milleti.”
“Oğlum yannız ben çok acıktım yaa! Ne zormuş lan yazın oruç tutmak! Ben böyle adağı var ya!”
“Şerefsiz kimyacı yüzünden sınıfta kalsan daha iyiydi di mi? Tutucan artık mecbur!”



Of ne sıkıcı ya! Biyoloji hem beceremeyip hem de sevmediğim az dersten biri sanırsam. İnsan niye yeteneği olduğu alanı sevmez de beceremediği dersi sever ki? Nasıl bir hatalı üretimim ben ya!
     Tek bir alan kaldı geriye sevdiklerimden. Çizerliği de beceremezsem sevdiğim bir işi yapma ihtimalim yok artık. Neyse ya çizdiklerimi beğendi millet. Keşke daha önceden başlasaydım çizdiklerimi göstermeye. Ama ya ben sevineyim diye yalan söyledilerse?
     Bir insan neden ben sevineyim diye bir şey yapar ki? Neden bir insan bana önem versin ki? Ama düzen böyle; herkes hak ettiğini alamıyor. Ne kadar çabalayan insanlar düz lisede okurken ben burada dalga geçiyorum. Hakikaten şerefsizim ben ya!

     “Mehmet kaça ayrılırmış tek hücreliler?”
     “Immm? İki?”
     “Otur yerine otur. Âdem kalk sen söyle!”

     Hayatım boyunca ben kaç tane tek hücreli canlı göreceğim ki onları ayırma ihtiyacım olsun! Ne saçma bir sistem bu! Neyse ki benim okumaya ihtiyacım yok. Çizer olacağım ben.

     “Aferin Âdem. Evet, Mehmet kaça ayrılırmış tek hücreliler?

     Ne dalgın bir adam odum ben böyle?! Karşımdaki insan konuşurken onu dinleyemiyorum bile artık! Bana neler oluyor? Bir daha nargile mi? Tövbe! Ama bira? Onun için değer bak!

     “Hayır Mehmet! Azıcık derse ver kendini! Sözlüne bir 20 aldın!”

     Al sen o 20’yi…
.     
     Bana ne ya bu tür şeylerle uğraşamayacak kadar tembel bir insanım ben. Hem karnım aç benim. Susuzum da. Sahurda yakalanacağım korkusuyla bir şey de yiyemedim ki! İnsan ailesinden gizli oruç tutar mı be! İş benim yaptığım da ha!


     ……………
     …………..
     …………….
     …………..

     
“Anne hayır yemiyceeeem! Git başımdan yaa! Kapıyı bulduğun gibi bıraksana hayvan!!”

     Açım işte; aç! Ölüyorum açlıktan! Allah’ım yardım et ya! Sabahtan beri aynı sayfa açık önümde tek bir soru bile çözemedim! Ah, karnım!

     Dur bir dakika! Şu müziği kısayım bir…
     Evet ezan! Akşam ezanı! Kurtuldum! Oh be!!

     “Anne ben acıktııım!!”
     “Git ısıt yemeğini! Bizle yeseydin ya kasiyer. Okuyamazsan olacağın o! ”

     Allaaaah! Tas kebabı! Yumul oğlum Mehmet!

     “Lise mezunu ne halt edebilir ki! Memur bile yapmıyolar artık lise mezunundan! Üniversite diploman olmadan hiç bi halt olamazsın. O arkadaşın sandıkların var ya üniversiteyi kazanınca hepsi yüzüne bile bakmicaklar senin!”

     Patates kızartması yok mu bunun yanında yiyecek? Püre de yok! Neyse bak ayran buldum en azından! Hiç böyle acıkmamıştım ya!

     “Öğretmenlerin seni adam yerine koymuyolar bile! Koysalar seni yurda alırlardı. Senin onların yüzünü kızartman lazım. Bunun için iyi bi yere girmen lazım! Gir ki bak ben burayı kazandım de onlara!”

     Aaa! Kardeşimin brownie’si var burada! Of nasıl da yerim şimdi var ya!

     “Öğrendim ben günde 180 soru çözmeyen kazanamıyomuş! Üstelik 3 saatte çözmen lazımmış ki esas sınavda yetiştirebilesin sınavı!”
     “Anne ya sus bi! Ne zaman dinledi ki abim seni? Senelerdir konuşuyosun bi kere senin dediğini yaptı mı?”
     
     Oh be dünya varmış! Ne kötü bir şey açlık!

     Aaa! Kim girmiş msn’e biraz konuşayım; sonra çalışırım biraz. Ama benim çizim de yapmam lazım! Kendimi geliştirmeliyim!

     ……
     …...
     ……
     …...

     Saate bak kaç olmuş!

     “Kime diyorum ya! Kapatsana o bilgisayarı! Aç şu kapıyı hadi kardeşin yatıcak! Hepimizin uykusu var uyicaz seni beklioruz!”

     …..
     …..
     …..
     “Meral sen uyimicak mıydın yalancı karı seni!! Gürültünden uyiyamıyoz burada!! Kaç kere dicem ben gelmeden bitirin bütün işlerinizi!! Sabah altıda kalkıyorum ben uykumu almam lazım! Dokuz saat uyumadan alamıyom işte uykumu!!! Kırıcam bi tarafınızı sonunda!! Bu şerefsizin oğlu da bu saatte duşa giriyo!! Sekizde girsene şu duşa eşşoğlu eşek! Sen bu hale getirdin bu çocuğu adi karı! Aslan parçası gibi çocuktu bu! Üçüncülükle girdiği okuldan sondan üçüncü çıkıcak bu!! On sekizinde kapının önüne koyicam eğer kazanamazsa üniversiteyi! Kazanırsa bikaç sene daha bakarım yok kazanamazsa direk kapının önüne!”

     “O. Çocuğu! Senin yüzünden babanla boşanma noktasına geldik! Sen hala kavga etmemize sebep oluyosun. Çık şu duştan artık doğurdun mu içerde kasiyer!”

     ……..
     ………
     ……..

     Yarın oruç tutsam mı acaba? Beden var ama?! Düşer kalırım herhalde yarın tutarsam… Keşke arkadaşlara da söz vermeseydim okuldan kaçacağım diye. İki ders matematik var… Keşke önceden bir baksaydım… Satarsam adamları bu iki olur.. İki ders de biyoloji var! Allah kahretsin ya! Ne halt edeceğim ben! Kaçsam bunlar saçma saçma şeyler yapacak ben sıkılacağım orda, biliyorum; hep öyle oluyor! Neyse kafa adam gelirse kaçarım! Ben saati kurayım gene dörde de o anki ruh halime göre karar veririm tutup tutmayacağımı orucu.

     …….
     ……
     …….

     Ben rüya görmem. Sadece çok seyrek kâbuslar… O da uyuyabildiğim zamanlarda…

     …….
     …….
     ……..

     Ha? Ne? Sus sus; uyanmasın babamlar! Niye kurdum ki saati? Ne diye tutacağım ki bugün? Dün tuttum işte borcumun bir gününü! Beklesin azıcık; borcumuz borç!

     zzzzzzzZZZZzzzzzzZZzzzzzzzzzZZZzzz

     Yok yok; tutayım ben gene de. Kaçarım arkadaşlarla da bedene de girmem. Bir gün oruç borcum kalır geriye.

     zzzzzzzZZZZZzzzzzzzzzZZZZzzzzzzzzzzZZZZZzzzz

     Aaa! Şansa bak uyuya kalmışım! Bu saatten sonra sahur yapılmaz ki! Neyse iyi oldu bu; okula gider, bedene de girerim! Cuma tutarım birini; birini de pazartesi olur işte…


     ZZZzzzzzzzzzzZZZZZZZZZzzzzzzzzzzzZZZZZZZzzzzzzzz

     
     Karanlık…
     Sadece…

     Karanlık…
     Hiç ışık yok…

Hiçbir umut…
Boşluk…

Sadece…
Soğuk…

Ölüm kadar…
Soğuk…

Ölüm kadar…
Kara…



     “?!!!”
     “Nolu….?”
     “Kımıld…?”
     “Bu…?”
     “……?”
     “Tabut?”
     “…….?”
     “……?”



     “Çıkarın beni!!! “


     “Ölmedim ben!!”


     “Yoksa??”


“??”



     “Hayır!!! Ölmedim beeen!!!”



     “Göremiyo…!!”




     “Ahhhh!! Bu ne yaaa?!! Böcek???”


     “Ne i…..? “



“Çürümüş bu tabut?!”



“?!*#%”



“Sağlam!!!”



“Çıkamıyorum!!!!”




“İmdaaaat!!!”





Ses yok…
Hiçbir şey…
Ne ışık…
Ne umut…
Dakikalarca bekliyorum o tabutta…
Umutsuz bir karanlıkta…
Böcekler kemiriyor beni…
Acıyor ama ısırdıkları için değil…
Göremiyorum…
Kör bir kâbus?
Bekli de gerçek?
Ama bilmeli değil miyim?
En azından bir yargı olmalı?
Nereye gideceğimi bilmeliyim?
En azından neden gideceğimi?


::::::::::::::::::
::::::::::::::::::
::::::::::::::::::
::::::::::::::::::
::::::::::::::::::


Ses yok…
Işık yok…
Artık hava da yok!
Nefes alamıyorum…
Bir ceset ölemez ki…
Ölü müyüm ben?
Hem kefenim nerede?
Kefensiz mi gömüldüm?

::::::::::::::::::::::::::::
::::::::::::::::::::::::::::

Yo; yaşıyorum ben…
Ölmedim…
Henüz değil…
Şimdi değil…


***************


“Kalk kasiyer!!! Servisin gelecek şimdi!!!”
“Geç kalma; daha bu kaçıncı günü okulun???”
“Kaç kere diyeceğim daha???”
“Kalk hadi hazırlan!!!”
“Kahvaltı yapacak mısın?”
“Hazırlayayım mı sana?”




“Evet yapacağım bugün…”



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


M. Erdem Günay kimdir?

"Sevecen metalci" beni tarif edecektir az çok. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Tolkien, Peyami Safa


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © M. Erdem Günay, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.