Her şey ancak sevgiyle satın alınabilmelidir. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
“Sezai kalk!” dedi “mmmhh!” “Sezai!” “İki dakka daha babaanne gözünü seveyim. mmmh" “Kalk eşşoğlunun sıpası kalk, kalk da bi işin peşine koş, azıcık da babana çeksen ne vardı. Aslan oğlum benim hiç ikiletmedi sözümü bu yaşa kadar ‘kalk’, kalktı; ‘yat’, yattı. Anan gibisin Sezai anan gibi kör olma emi!” “Ya tamam da babaanne kalksam ne yapacağım” “A benim kafasız torunum dün ne dedim ben sana, oraya gidilecek. İnsan dediğinde azıcık heves olur, kalk bi giyin yıkan süslen püslen. Suratın camız boku gibi, kim beğensin seni.” Elinde hiç bırakmadığı örgü şişleri ile bu kadın 93 yaşına kadar ördüklerini ne yaptı çok merak ediyorum. “Bak Ata’ya, geliyolar da beğenmiyo, hık diyo mık diyo ama alacak o kızı ben biliyom. Semra nasıl Semra? Anana benziyo o mendebur anana, ama etme bulursun, kendin ölürsün” “Yahu babaanne gözünü seveyim bi unut artık be, 10 sene oldu.” Kalktı yatağından oflaya puflaya, çorapları ayağında, paçalarından biri dizinin üstüne kadar çıkmış, suratında yastık kılıfının izleri, gözleri yarım açık sallana sallana. Dünyanın en geniş yerini ziyaret edip yüzünü de hafif ısladıktan sonra her zamanki gibi elinin kalan nemiyle saçlarını düzeltti. Bir gömlek bir pantolon, üstüne ceket, çoraplar zaten dünden ayakta. Kasketini de çıkarken giymek üzere yanına aldı doğru babaannesinin yanına. “Eee!” “Ne eee?” “Babaanne sabah kalkanlar genelde birşeyler yerler, haksız mıyım?” “O sekizden önce, hadi bilemedin dokuzdan önce kalkanlar için, kalksaydın görürdün ama sen ne yaptın… Saat iki buçuk Sezai” “Yapma be babaanne, sıkıntılıyım biliyorsun” Bu onun en büyük silahı, babasından kalma. Bir nevi yadigar babasından ona. Babaannesinin babası da sıkıştığı zaman “sıkıntılıyım, üstüme gelmeyin” dermiş ve herkes melek kesilirmiş. Bunu herkes bilir, yani bunun kendisine sığınılan bir yalan olduğunu, fakat böyle gelmiş böyle gidiyor. “Sıkıntı eskidenmiş, sıkılsa senin gibiler çalışır, bir işin ucundan tutar, geldin gidiyorsun anan gibi” “Ooof of” “Oflama tamam” Gitti sabahki sofrayı olduğu gibi getirdi ortaya koydu ki zaten başka seçenek yoktu. Zeytin tabağı, peynir tabağı, beze sarılı iki dilim köy ekmeği –ki kendi imalatıdır- bir kasnak, bir sofra bezi, sadece çay bardağı ve kaşığı yeni, gerisi sabahtan. Bir de çay demleyip hızlıca sofrayı hazır etti. Bizimki de oturup hızlıca yedikten sonra bir bardak daha çay doldurup dişlerini “çık çık” temizleyerek geri çekildi, yerde bir yere ilişti. Cebinden sigarasını çıkarıp yakacak oldu. Paket boş. “Babaanne, sigaran var mı?” Yeleğinin cebinden buruşmuş bir paket çıkardı bir tane uzattı. Tabii surat bir karış. Sonra çıktı Sezai evden. Büyükannenin geleneksel tembih merasimini tamama erdirdikten sonra tabii. Hepsine tamam derdi hergün akşama hemen hemen hiçbiri tamam olmadan gelir bir de geleneksel tembihlere uymama fırçası yerdi. Bu 10 senedir hep ama hep aynıydı. *** Sarmaşıkların ince ince dolanıp görünmez hale getirdiği demir kapıyı ürkekçe açtı. Bir yukarı baktı sonra Şefika hanımı kolundan tutarak birlikte evin ön kapısına doğru ilerledi. Elinde bir kutu çikolata bir de çiçek. “Bak beni rezil etme Sezai” Usulca “Sen de beni babaanne, sen de beni” “Tamam mı Sezai” “Tamam babaanne, tamam. Yürü hadi” Sezai’nin işe yaramaz olduğunu kendinin de bildiği söylenebilir. Sezai’nin evlenmek istediği de söylenebilir. Fakat Sezai’nin hesap kitap bilmez bir budala olduğu asla söylenemez. Ve şu ana kadar evlenememişse eğer, bunu yapamamasının tek sebebinin, aslında daha önemli birçok şeyi yapmamış olmasıyla alakalı olduğunu bilir. Bunun son derece bilincindedir. Fakat Şefika hanım… İsteyince olacağını düşünür hep. Bu akşamki on üçüncü kız isteyişleri. Önceki on iki tanesi neden olmadı dersiniz. Çünkü Sezai’nin işi yoktu. Peki şimdi var mı işi, yok. O halde? Şefika hanım her seferinde sonuca aldırmadan vazifesini yerine getirmiş hissediyordu çünkü kendisini. Denedik ama olmadı diyordu. Nasip diyordu. Her hüsranın sonunda da eskiden bu işlerin nasıl olduğunu tekrar tekrar anlatıyordu. ‘aslan oğlum benim, sana kız mı yok’ diye teselli ediyordu Sezai’yi. Ediyordu da Sezai’nin zaten sonuçtan emin olduğunu ve hiç de öyle aman aman üzülmediğini fark ediyor muydu? Hayır. Fakat bu babaannenin yazdığı senaryoda bir kızın istenmesi verilmezse de –ki bugüne kadar hiç verilmedi- Sezai’nin üzülmesi gerekiyor. İçeri girdiler. Hoşbeşten sonra: “Efendim sebeb-i ziyaretimiz malum… Allah’ın emri Peygamberin kavli ile kızınızı oğlumuza istiyoruz.” Ama inanın bu sefer Şefika Hanımda da hiç ümit yok, yok ki aceleye getiriyor işi bir an önce ne olacaksa olsun diyor. Ya da vermeyeceklerse vermesinler hemen zor da olsa öğrenelim gidelim diyor. Sözleri bitince gözleri cama kilitlenip kalıyor Şefika hanımın, zaten bir sessizlik de çöküyor. Babaanne nerede bulunduğunu unutuyor adeta, dinlemek istemiyor cevabını ana babanın. Keşke diyor şimdi hiçbirşey söylemeseler sussalar, ya da ne bileyim zaman dursa da çıkıp kaçsak gitsek şuradan, tattırmasak bunlara da o zevki. Torununa sarılası geliyor hemen şimdi. Kendi gençliği geliyor aklına, mesireden yaylaya geçerken sağda durup dinlendikleri kaynağın suyu geliyor aklına, ne duru ne tatlı suydu o. Sonra kendi babası geliyor aklına, babasının kahkahaları… Derin bir iç çekiyor, sonra biraz kendine gelip ana babaya dönüyor. Bu arada da onlar konuşuyorlar kendi aralarında sessizce. Sonra baba biraz toparlanıp boğazını temizleyip başlıyor: “Şefika hanım teyze, Oğlunuz 35 yaşında…” Babaanne dokunsalar ağlayacak, içinden ‘ne yapayım, 35 yaşında’ diyor. Ve aslında gerisini dinlemek istemiyor. Fakat diş sıkmak onun alnının yazısı herhalde. “Bir işi yok ve bildiğim kadarıyla aileden gelen bir mal varlığı da sözkonusu değil. Fakat biz ne yer ne içer bu çocuklar, belki bir doktor buluruz da demiyoruz kızımızın da izniyle efendim, kızımızı oğlunuza veriyoruz” Babaanne hışımla yerinden kalkar: “Bu kadar büyük terbiyesizlik olmaz, ben senin anan yaşındayım, yürü Sezai gidiyoruz.” “Hoppala Şefika teyze ne oldu şimdi, siz kız istemeye gelmediniz mi?” “Ee geldikse ne olmuş” “Biz de verdik işte, kötü mü?” “Nasıl verirsiniz, işi yok benim oğlumun” “Biliyoruz olsun, biz Süleyman kardeşimizi çok severiz, arada o var, eğer o kefilse işin gücün hiç lafı olmaz, üstelik hepimiz biliyoruz ki rızık Allah’tan.” “He ya rızık Allah’tandır. Süleyman kim?” “O dedi verin kızınızı Sezai’ye diye, emin ol burada bulunmanızda çok büyük tesiri var.” Koro Halinde: “Allah Ondan Razı Olsun!” Sezai semtin en güzel kızıyla evlendi. Arada ben olmasaydım da zor evlenirdi. Her şey nasip.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Süleyman, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |