Eğer bir kelebeği sevebiliyorsak, tırtıllara da değer vermemiz gerekir. -Antonie de Saint-Exupery |
|
||||||||||
|
Edebiyat Dünyası 2004 yılına Şiir tartışmaları ile girmişti, 2005 yılına da şiiri tartışarak giriyor. Geçen yıl dergilerin büyük bir çoğunluğu şiiri, bir çok boyutları ile tartıştı. Bu tartışmalar yer yer günlük gazetelerin sayfalarına taşındı. Şiir ve şairi yok sayan yaklaşımlardan, “şiir öldü” insafsızlığına ve izansızlığına kadar varan tartışmalara şahit olduk. Şiir, bence Bütün bu münakaşalardan güçlenerek çıktı. Şiirin gücü kendi niteliğinden ve yapısından kaynaklanmakta. Onu yok sayanlara bile, kelimelerin ince sihiri onlara, en dokunulmaz anlarda ve zamanlarda öyle içten ve samimi bir dokunuşla ürpertiler yaşattı ki; Onun bu soylu ayrıcalığını şiir karşıtları bile kelimelere dökmek zorunda kaldılar. Şiir, kendine karşı yükseltilen isyan bayraklarını da, kendi adına yükselen bayrakların rengini de hep kendi coşkusuna katmayı bildi. Şiirin böylesine her şeyi –olumlu ve olumsuz – kuşatan, saran, sarmalayan ve sonra, olumsuz oluşları bile olumluya çeviren yapısı, onun gücünün ve sihirli atmosfer yaratmadaki maharetinin en belirgin ipuçlarından biri olsa gerek. Şiir, bu yönü ile esasta olağanüstü durumların zirve anlatıcısı. Sıradan şeyleri şiirin yok saydığı anlamını çıkarmak, şiirin doğuşunu yok saymak gibi abes. Zira sıradan bir durumu, olağanüstü anlatım gücü ile sıradışı kılma biçimidir şiir. Şiir, bunu yaparken kelimelere, onların sıradan anlatım gücünün ötesinde, manalar yükleyerek gerçekleştirir. O, kelimelerin anlamlarını yeniden ve daha güçlü bir şekilde canlandırır, diriltir. Kelimeleri kendi canlılığının içinden onlara tazelikler katarak daha da ölümsüzleştirir. Şiir, kelimelerle oluşurken, kelimeler de en derin anlam ve renklerini onunla bulur. Şiirin kelimelere hayat ve renk veren gizemli yönü kelimelerin düşünce ufkuna gerilmiş gökkuşağı gibi sürekli canlı ve diridir. Onlara bu diriliği veren şiirin uhrevi aydınlıklardan devşirdiği ışıktır. Şiirin bu uhrevi ışığının sönmesi bütün bir insanlık dünyası için en önemli kayıplardan birisi olacaktır. Hayatı anlama, kavrama, anlamlandırma noktasında şiirin insana sunduğu imkanlardan ve tanımlardan insanlığı mahrum bırakmak, yaşamı hissetmeden, anlamadan yaşamak gibi anlamsızlaşmaz mı? Acıyı, kederi, ıstırabı, sevinci, mutluluğu, arzuyu, kaygıyı, ürpertiyi, soyut ve somut her türlü varlığın anlamını, şiiri çektiğiniz zaman, insanın nasıl tanımaya çalışacağını bir düşünün. Kelimelerin en güçlü yapısını kuran şiir, aynı zamanda düşüncemizin de en kılcal, hayati damarlarını oluşturuyor. Bunu görmezden gelmek veya şiirin gerçek hayatla pek ciddi bağı olmadığı zannı ile hayatımızdan dışlamak yanılgıların temelini oluşturur. Oysaki şiir, bütünüyle gerçeğin daha derinlikli anlaşılabilmesine imkan tanır. Şiirin gücünü zamanın ortadan kaldırabilmesi ancak, insanın ve diğer varlıkların topyekün yok oluşumuyla mümkün. Durdurulmuş bir zaman diliminde şiirden söz etmenin mümkün olamayacağını iddia edenler belki de olabilecektir. “Durdurulmuş zamanın” anlatımını bile şiirin yapması çok farklı, daha anlamlı ve “durdurulmuş” hissedilecektir. Şiir, her yönü ile gerçeğin tesbitinde ve yaşanmasında en duyarlı araçlardan birisidir. Yaşadığımızı coşkun bir şekilde hissettiğimiz zaman şiirin bizleri kanatlandıran, gökyüzünün mavi derinliklerinden içimize huzuru ve neşeyi, fark etmeyi, kavramayı, anlamayı dolduran seçkin gücüyle, daha belirgin hissederiz her şeyi. Şiir; her yönü ile idrakimizin algılama gücünü artıran, önemli etkenlerin başında gelir. İdrakimizin ufkuna kelimelerin donuk ve mat birlikteliğinin yerine, onların kendi ses ve mana birlikteliklerini keşfeden şiirin oluşturduğu ritmik dansların sunduğu anlam derinliklerinde idrakimiz daha bir dinç duruş sergilemiyor mu? Kelimelerin kendi içindeki özel ve sadece şiire has evlilikleri bizleri de aynı zerafetle kanatlandırmıyor mu? Onun kelimelere verdiği hayat ve canlılığı kim inkar edebilir ki? Şiirde kelimeler; suyun bir çağlayandan dökülmesi gibi coşkuyla dökülürken, etrafa yaydığı renkler ve zerrelerle hissedilirliklerini daha da bir artırırlar. O kelimelerin lezzetini hissettiğimiz anlarda özel bir fark da buluruz. Bu lezzetteki fark şiirin ona kattığı farktır. Her şiirde ve her farklı şairde o kelimelerden aldığımız tat da farklılaşır. Bu farklılıklarla günlük yaşantımızın renginin değiştiğini hissederiz. Şiir gerçekten hayatımızın rengini değiştirir mi? Bence sadece hayatımızın rengini değiştirmez. Bütününü değiştirir. Şiir canlı bir nesnenin ruhu gibi idrak duvarlarımızdan içeri sızdığı an bütün hayatımızı içine alan canlılık taşır bize. Şiirin kendisini canlı bir varlık gibi hissettirir bize. Şiir, gerçekten canlı ve diri varlıktır hayatımızda. Her canlı varlığın kendi için ortaya koyduğu direnme, korunma, hayata devam etme içgüdüsü oranında şiir de bunları dikkate alarak ve gerçekleştirerek sonsuzluğa doğru yol almaya devam eder. Şiir, kendine yaklaşan her durumu bütün ayrıntıları ile hisseder ve yaşar. Kendi çığlığını duyanı, duymayanı, kendi kokusu ile ilgileneni, ilgilenmeyeni çok iyi bilir. Şiir, bir şairin “şair olma” peşinde mi, yoksa “şiir yazma” peşinde mi olduğunu hisseder, idrak eder ve ona göre davranır. Bir şairin “şair olma” kaygısı ile şiire yaklaşmasını pek içine sindiremez. Bir heves ve umutla bile olsa, bu tür isteklere de kanatlarını açan şiir; şairin bu arzu ve isteği daha da ön plana çıktığı zamanlar, onu kendi kaderi ile başbaşa bırakarak, kendi yükseliş mecraının dışında tutar onu. Şiirin mecraı ile şairin ilgi alanları ortak çizgiye taşındığı an şiir; şairi, kendi kanatlarına alarak zirvelere taşır. Şiirin o hep yükseklerde dolaşan ufkunu kendine ufuk olarak göremeyen şairlerin başını dönderir bu durum ve başı dönen her insan gibi şiir de kendine yaslanmadan ve tutunmadan yola alanlarla istikametini ayırır. Şiir, yol ayrımına geldiği her durumda kendi rotasını yeni baştan çizer. Yeni rota, geçmişin bütün izlerini taşıdığı gibi geleceğin de aydınlık dolu işaretlerini taşır. Bu işaretlerin dibinde pervane olanla, onun aydınlık ufkunu kendine kılavuz seçenleri de bilir şiir. Onlara gözlerinin körelmesine mani olacak bir ışık sunarken, diğerlerinin daha gür ışıklardan beslenmesine imkan tanıyan şiir; şairlerin ve kendi yolunu daha da aydınlatarak serüvenine devam eder. Şiir, her değişik iklimin ve sesin motiflerini kendi içine taşıyanlara, sesini pek fazla yükseltmez. Hatta bunu sevinç ve övünç duyarak güzellik kaynağı yapar. Ama yine de yalnızca kendi sesi ve rengini hükümran kılmak isteyenlere karşı da kendi korumasını dayatarak “şiir” olarak kalmasını bilir. Onu doğru anlayanlar olduğu kadar, yanlış anlayanların olabileceğini de bilen şiir, her doğru anlamadan güçlenerek ve daha zinde, her yanlış anlamada durup dinlenerek yine kendi asil yoluna devam eder. Şiir, kendinden başkasına telim olmaz hiçbir zaman. Onu yer yer teslim aldığını sananlar çıkmıştır. Saf şiire kendini teslim etmeyip direnenlerin yanılgısından başka bir şey olmayan bu hal, zamanın ilerlemesi ile şiiri teslim alma çabası ona teslim olmaya dönüşür. Şiirin dönüştürme gücü burada da inkarı mümkün olmayan bir biçimde karşımıza çıkar. Şiir, onların da renklendirdiği renk cümbüşünden oluşan giz dolu bayrağını zirvelerde dalgalandırmaya devam eder. Şiirin kimi zaman sadece şekli bir unsur olduğunu varsayanlara da ona karşı ilgisiz durmaz. Onların her türlü kıpırdanışlarına duyarlı davranan şiir, onun değişimine de, dönüşümüne de karşı direnenlere rağmen yılgınlık göstermeden sade ve içten gülümseyişlerini dağıtır etrafına. Bu gülümseyişlerin izlerini iyi kavrayan ve yorumlayanlarla el ele devam eder. O, sesin içine gizlenmiş musikiyi sevdiği kadar, musikiyi yersiz ve zamansız hissettirenlere ve gereğinden fazla kullananlara yeterli anlayışı göstermez. Şiirin anlayış sınırları onu, topyekün ortadan kaldırmaya dayalı teşebbüslere karşı bile müşfik davranabilecek kadar geniştir. O, bilir ki zaman her şeyin ilacıdır. Şöhret arayanları, arayışları ile başbaşa bırakırken kendini arayanlara sınırsız lütuflarını kapısını aralar. Son zamanlarda, şiiri arayanların içinde, üzerinde durulması gereken bir davranış daha gelişti. Bu eskilerde de vardı ama bu denli “edep”sizce değildi. Şairin eteklerinden tutunarak şiirin doruklarına çıkabileceğini sanan zavallılardan bahsediyorum. Genellikle bunlar şiiri; kutsadıkları şairlerin yazdıkları olarak alğılamakta ve ne hikmetse kutsadıkları şairlerin şiirlerinden sonra bile susmaları gerekirken bir sürü karalamalar yaparak ona erişmeye çalışmaktalar. Bunlara da izzet ve irfan sahibi şiirin önemli burçlarından hiç tekzip gelmemekte. Nedense bunların bir Mehmet Akif’i, bir Sezai Karakoç’u, bir İsmet Özel’i, Cahit Zarfioğlu’nu üzerlerine basılarak yükseklere çıkabileceklerini sanmaları kimsenin dikkatini çekmiyor. Oysa bu şairlerin hiç biri bir başka şairi taklit ederek gelmedi bulundukları yere. Bu da yaşayan şiirin başka bir problemi. Bir kalemde geçiyorum. Şiirin belli ve kesin kurallarını ortaya koyduğunu düşünerek onu üniversite kürsülerinin tutsağı haline getirmeye çalışanlara da bizatihi kendisi cevap vermekten çekinmez. Şiirin kürsülere yansıyan kimi ışıklarının cazibesine kapılarak onu yakalamaya çalışanlar, ışığı ellerine düştüğü anlarda adeta çığlıklar kopararak yakalayacağını ve onu hapsedeceğini sananların, daha ilk kez ellerini üzerine koyup “yakaladım” çığlıklarını attıkları anda, ışığı avuçlarına hapsolmaktan çıkıp ellerinin üzerinde parlamaya devam etmiştir. Bir çocuğun yansıyan ışığı tutma telaşında olduğu gibi davranan kürsüler hep olmuştur ve olacaktır. Lakin şiirin ışığının gücünü ruhlarının derinliklerinde hissetmek yerine onu elde etme, ona sahiplenme kaygısına dayalı hareketlere o, hiçbir zaman anlayışlı olmamıştır. Bu kürsüler zaman zaman şiiri kutsayacakları yerde şairi kutsama yanlışına da düştüklerinden şairin peşinde sürünmelerinin bedelini şiire pahalıya ödeteceklerini sandıkları da gerçek bir vaka. Bu taife şiiri, “şair yarıştırmak” olarak anlama yanlışına düştüklerinden sıradan at yarıştırıcıları ve horoz dövüştürücülerinin seviyesinde ancak kalabilmişlerdir. Saf şiirin rengini, kokusunu, arzularını, istek ve ürpertilerini duyan kimi kürsüler şiirin ışığını ve aşkını doğru yansıtabilme erdemi gösterdikçe, onlara yakınlıklarını artırmış ve her zaman şükranlarını en zarfi şekilde sunmuştur. Buralarda nadir de olsa şairi ve şiiri ideolojik bağlamda anlama yerine her türlü bağnazlıklardan sıyrılmış şekilde Onun izine düşenler de olmamış değildir. Şiirin yüce burçlarda dalgalanışına sevinen en çok bu zatlar olmuştur. Şiirin yüceliği onları da yüceltmiştir. Şiirin yaşadığını sadece ona aşk noktasında tutkun olanlar, çok derinden ve yürekten hissetmişlerdir. Çünkü şiir içimizde bizleri ve evreni zenginleştirerek yaşamaya devam ediyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © selim, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |