"Hayranlığı o dereceye vardı ki; yere düştü ve kendinden geçti." -Fuzuli (Leyla ile Mecnun) |
|
||||||||||
|
Benim de yarım kalan yaşamlarım var, yarım kalan kitaplar gibi, devamını getirmedikçe veya tamamına ermedikçe hep eksik kalacağım yaşamlar. Ben de çocukluğumu yaşayamadım pekala, hala salıncaklara binmek istiyorum, dönme dolaplara binip başımın dönmesini ve sarhoş olmak istiyorum, çelik çomak oynamak istiyorum, ip atlamak istiyorum kızlarla birlikte; onların diri göğüslerinin nasıl hopladığını görmek istiyorum, komşun bahçesinden elma,armut,erik ve şeftali aşırmak istiyorum en masum hırsızlıklardan. Yaptığım hatalar karşısında insanların ne de olsa çocuktur deyip beni affetmelerini istiyorum, benim için yasak olanları çocuk aklıyla karşı gelmek istiyorum... Yarım kalan her şey diğer yarısına koşmak ve tamamlanmak ister doğası gereği, bir kadın erkek olmadan nasıl eksikse ve bir erkeğe kavuşma zorunluluğu varsa yarım kalmış yaşantılar da birbirini tamamlama zorunluluğu vardır. Ayni olan her şey zaafa müstahaktır, farklı olan her şeyse aslına müstahaktır. Nasıl zıtlıklar birbirini çekerse ve aynı olanlar birbirini iterse öyle...Biz insanların doğasında yani hamurunda vardır bu. Bize benzeyen, bizde olan şeyleri istemeyiz, bizde olmayan, bizde eksik kalan şeyleri isteriz ve arzularız hep. Kulun Tanrıyla ilişkisi, fakirin zenginlikle olan ilişkisi, çoğun büyümekle olan ilişkisi, kadının veya erkeğin birbiriyle olan ilişkisi, yaşamın ölümle olan ilişkisi de böyledir sanırım. İşi olmayan insan iş peşindedir, eşi olmayan insan eş peşindedir, aşkı olmayan insan aşk peşindedir, mutluluğu olmayan insan mutluluk peşindedir, yaratıcısını bilmeyen insan yaratıcısının peşindedir,hazzı yaşamayan insan haz peşinde yada tersi bunların hepsi için geçerlidir. O zaman İnsanın kendisini tamamlaması için eksiklerini bilmesi gerekmez mi? Ya da yarım kalan yaşamlarını tamamlaması gerekmez mi? Eğer bu eksiklerini tamamlamadan tam bir kişi olamayacaksa yarım kalan kitaplarını yeniden eline alıp okuması gerekmez mi? Elbette gerekir. Öyleyse? Benim de yarım kalan kitaplarım gibi aşklarım var. Başlayıp sıkıldığım ve bir türlü bırakamadığım,sonra kitaplığın alt raflarına kaldırdığım kitaplarım... Çoğunun ön sözünü okuyarak beğendiğimi sandığım, okuyup da sıkıldığım kitaplar, kiminin kapağı hoşuma gitmiş fakat içeriği kötü, kimisinin dizgisi kötü, kimisinin konusu kötü, kimisinin de dil yapısı; bütün bunlar yarım kalmış kitaplarımın kötü kaderi...Ama bazen onları gördükçe paslanmış rafların arasında içim de gitmiyor değil, belki okumak için şimdi zamanıdır deyim yeniden okumak istiyorum o kitapları... Aşklarım var demiştim yarım kalan kitaplar gibi, bir görüşte sevdiğim, fakat tanıştıktan sonra hayal kırıklığına uğradığım aşklarım, görünüşüne aldandığım, konuşmasını sevdiğim, kariyerini sevdiğim, sadece bana haz verenler, sadece bana mutluluk verenler, sadece beni seven fakat benim sevemediğim kadınlar var, sadece anlayışlı olanlar vs. ama bütün bunları bir arada taşıyana bir türlü rastlayamadım, her kadın bende eksik kaldı zaman içinde, ben ne kadar değişiyordum, onlar ne kadar az değişiyordu ve benim gerimde kaldılar birer birer... Ama giderken de benden bir şeyler alıp da gittiler. Sevdiğim taraflarım sevmediğim taraflarıyla gittiler ve ben eksik kaldım beni seven ve bir şekilde ilişkiye girdiğim kadınlarda... Dağıldım desem daha doğru olur sanırım ve zaman içinde bir türlü toplayamadım kendimi. İmamesi kopan ve dört bir yana dağılan tespih taneleri gibi dağılmıştım, suya atılan bir taştı benim için her kadın ve ben de o taşın şiddetiyle dalga dalga sahile vuran suydum ummanda. Her yaşımda bir kadın gizliydi, yaşlandığım her yılda bir kadın da benimle birlikte yaşlanır ölürdü, ben her ölen kadın için yas tutar başımdan bir zeytin dalı koparıp acısıyla ağarması içinde mezarına koyardım, sonra her yıl bir tane daha. Durulmadı bu gönül daha, dinmedi henüz engin denizlerde, çıkamadı daha deryalardan, çoklardan bire düşemedi daha. Böldükçe böldü yüreğini,parçaladıkça parçaladı. Bir gün kaybolup gideceğinden korkuyorum, hani kaybolmaz da hücrelerine bölünür belki, atomlaşır da bir gün yüreksiz veya duygusuz kalır diye korkuyorum. Nasıl Toplarım ben şimdi kendimi, nasıl bulurum yaseminleri, nergisleri, gülleri,figenleri...Hangi keşişin bahçelerinde boy atmışlardır ve hangi yasak meyvelerden yiyorlardır şimdi; bilmem ki görmek ya da dokunmak günah mıdır şimdi... Yarım kalan kitaplar gibiyim şimdi, yarım yamalak kalmış yaşantıların arasındayım ve bir enkazın arasında gibiyim, her tarafım toz toprağa bulanmış, ellerim kollarım ezik,yüreğim ezik koskoca taş gibi ağır anıların ve hayallerin arasında...unutulmuşum yorgun nefretlerin arasında, bilmem ki şimdi kim tutar ellerimden...kim çıkartır beni eski albümlerin arasından veya tozlu raflardan? Kim? Neden yarım kaldığımı düşünüyorum bazen yalnızlık gecelerimde, kaç paket sigara içtim, kaç demlik çay tükettim seni düşünürken. Cevaplar yine derin felsefe sayfalarından geliyor ve düalizm diyor Filozof. Bütün yarım kalan yaşantılarım ''TAM'' olmanın peşinden giderken terk ettiklerimmiş oysa...Daha iyisini daha iyisini derken iyilerden de olduğum yarımlardı bunlar...Oysa tam olan tak şey vardı o da ''ölüm'' dü... Ve ölünceye kadar bitmeyecekti bu tamlık savaşımız veya eksik kalmak bizim kaderimizdi. Bir hikaye vardı bu konuyla ilgili: ''Küçük Prens kendi gezeninde ki gülünü bırakıp başka gezegende başka güller var mıdır diye yola çıkar ve bütün gezegenleri dolaştıktan sonra dünya ya gelir ve bir tilkiyle arkadaşlık kurar. Kendi durumunu anlatır tilkiye. Tilki:'' sana bir gül bahçesi göstereceğim der, oradan bir gül alıp geleceksin ama bir bıraktığın gülleri almak için geri dönemezsin der.'' Küçük Prens Gül bahçesine girer ve ne güzel güller bunlar diyerek bir birine bir diğerine koşar, tam birini koparacakken başka yerde daha güzel bir gül daha görür, derken bu şekilde bahçenin sonuna gelmiştir ve en kötü gülle tilkinin yanına döner üzgün bir şekilde. İşte gördün mü der tilki arkadaşına:'' hep daha iyisini ararsan iyi olanı da kaybedersin der ve en değerli olan senin elindekidir.'' Bunun üzerine Küçük Prens kendi gezegenine gidip kendisine ait olan sevgilisine yani gülüne döner.'' Maalesef ki insan her zaman doyumsuzdur, her zaman daha fazlasını istiyor ve bu istekler hiçbir zaman da bitmiyor. İktisatta bir kural vardır ''ihtiyaçlar sınırsızdır'' diye. Ne kadarına sahip olursak olalım daha fazlasını isteyeceğiz ve bekleyeceğiz hayattan ve insanlardan; eğitim,iş,ev, araba, evlilik,çocuk derken daha fazlası gelecek ardından. Arabamız olsa bile her yıl modeli değişecek, evimiz olsa bile yazlığı kışlığı olacak, evli olsak bile gözümüz yine dışarıda olacak, paramız olsa bile daha fazla olsun isteyeceğiz ve bütün bu sınırsız ihtiyaçların içinde boğulup gideceğiz ve mutsuz olacağız. Bir gün ölüm kapıya dayandığında bir de bakacağız ki aslında hiçbir şeyin değeri olmayacak hayattan başka. Peki o zaman nasıl mutlu olacağız? İşte bu en büyük soru. ''Mutluluk Nedir'' sorusu. İktisatta bir kural daha vardır ''denge unsuru'' devletleri de,halklarını da, insanları da mutlu kılan budur işte. Bir de deyişimiz vardır bizim ''Ayağını yorgana göre uzat''diye. Elimizdekiyle yetinmesini bilirsek, harcamalarımız kazancımızla el değerse mutlu olabiliriz ancak. Beklentilerimiz de elimizdekilere bağlı olarak belirlenecektir o zaman. Abojinler mutluluğu, bütün yapaylıktan sıyrılarak doğal olanla yetinerek bulmaya çalışmışlar; doğa onlara ne verdiyse onunla yetinmişler,değerlerini korumuşlar,doğa ekmek verdiyse doymuşlar vermediyse sabredip açlığın hazzına ve doğanın bereketine inanmışlar. Bütün günlerini sevdikleriyle bir arada yaşayıp hayatlarını paylaşmışlar ve öldüklerinde tam bir insan olarak hayata ve ölüme gülümseyerek ölmüşler. Nefislerini terbiye edip ihtiyaçlarını kendileri belirlemişler. Oysa biz modern insanları yöneten bizim ihtiyaçlarımız. Acaba kaç kişi kendi ihtiyaçlarını belirleyerek edinebiliyor ki? Çok az insan gerçekten... Sorgularım var kendime...Her gün sabah erkenden kalkıp işe gidiyoruz ve hiç aralıksız on iki saat çalışıyoruz, hele İstanbul gibi bir metropolde bu bile az geliyor, gece işine çıkan binlerce insan var bu şehirde. Zamanımızın çoğu trafikte geçiyor ve yorgun düşüyoruz, kendimizi eve attığımızda televizyonun karşısına geçip hipnoz oluyoruz, bütün ihtiyaçlarımız ve hayat sıtandartı oradan enjekte ediliyor bilinç altımıza, reklam aralarında sohbet ediyor,inançlarımızın gereğini yerine getiriyor ve ancak elektrikler kesildiğinde romantikleşiyor ve sevişiyoruz... Saatleri sabahın altısına kuruyor, çalışmak ve daha çok kazanmak için çırpınıp duruyoruz. Niçin? Daha iyi bir hayat elde etmek için. Neden ki? Şu anki yaşantımızda bizi mutsuz kılan nedir acaba? Daha çok kazanıp da ne olacak; daha iyi semtte oturmak belki, daha iyi bir araba, yılda en az bir defa tatile çıkmak,gezmek,eğlenmek,giyinmek,daha iyi ve markalı giyinmek...Peki ya mutluluk? Daha çok parayla mutluluğu satın alabilir miyiz? Burjuva için harcadığımız hayır heba ettiğimiz zamanları geri getirebilir miyiz? Sizi duyamıyorum beyler ve hanımefendiler... Ne zaman tam bir insan olacağız dersiniz? İnsan gibi insan... Ne zaman para için insanlar öldürmeyeceğiz? Eskiden tek bir şey için insan öldürülürmüş o da namus ya da onur için. Ne zaman Petrol için ve silah satmak için savaşlar yapmayacağız dersiniz? Eskiden insanlar vatan ve inançları için savaşırlarmış. Ne zaman köle olmaktan kurtulacağız dersiniz? Eskiden insanların sadece bedenleri köleymiş ama bu gün hem bedenleri hem ruhları ve hem de kafaları köle haline getirilmiş. Siz beyefendiler ve hanımefendiler... Siz ne zaman ruhunuzu şeytandan arındıracaksınız? Descartes diyor ki:'' Düşünüyorum öyleyse varım.'' Siz ne kadar düşünüyorsunuz ve ne kadar varsınız... Yoksa siz de benim gibi yarım bir insan mısınız? Siz de benim gibi özürlü müsünüz acaba...Yok eğer siz bu sorgularıma katılmıyorsanız ben bir deli miyim dersiniz? Yarım kalan kitaplar gibi yarım kalan yaşantılarım var benim... Kendini yeniden yaratmalı diyor Neichzhe...Bütün o dağılan parçaları toplamalı ve yeniden inşa etmeliyim kendimi. Kaçmamalıyım kendimden, kendimi bulduğumda yaşamalıyım, yaşım ne olursa olsun kendimi büyütmeliyim... İnsanlar ne derlerse desinler, düzen ne derse desin, gelenekler ve kültürler de sonuçta kural ve kanunlar gibi zamanla değişen unsurlar değil mi? O zaman değişen şeyler her zaman doğru olamaz... İhtiyaçlarımı ben belirlemeli ve istediğim gibi yaşamalıyım... Yarım kalan kitaplarımı bulup çöpe atmak istiyorum. Yarım kalan işlerimi artık saymıyorum. Yarım kalan aşklardan çoktan geçtim. Yarım kalan çocukluğum hala benim yaşarım yine, elli yaşımda bile atlı karıncaya binerim kime ne bundan. Gün yaşadığım gündür, yarım kalanları tarihe gömdüm. Siz beyefendiler ve hanımefendiler... siz yarım kalan kitaplarınızı mı okuyorsunuz hala? Bilal ÖZBAY 28/12/2003/İSTANBUL
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bilal ÖZBAY, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |