Başka dillerle ilgili hiçbir şey bilmeyenler, kendi dilleriyle ilgili de hiçbir şey bilmiyorlar. -Goethe |
|
||||||||||
|
Bir bayram sabahıydı. Kalkmış üstüne yeni aldığı elbiselerini giymişti. Küçük bir çocuk gibi yerinde duramıyordu. Tırnaklarını kesmiş, güzel bir koku sıkmıştı. Sürdüğü koku, gül kokusuna benziyordu. Aynaya bakmış, yüzünün zayıfladığını farketmişti. Yanılmış olmayı çok istedi. Belli ki hiç istemediği bir şey- yaşlanmak -onu korkutuyordu. Sonunda; “Seni umursamıyorum ki; yaşlılık,” düşüncesiyle işin içinden çıktı. Yaşamayı seviyor olduğunu düşündü. Peki yıllar nasıl bu kadar çabuk geçebiliyordu? Mutluluk ona yakın sayılır mıydı? Yalnız birimiydi? Kaldığı yeri sevebiliyor muydu? Kendini bu sorularla cevapları arasında buldu. Şimdi bulunduğu yerde mutlu muydu? Yanında kimler yoktu ki? Arkadaşları, dostları, şu yeni çıkan cep telefonu... Bir de küçük hayalleri. Daha başka ne isteyebilirdi? İstekler bitmez ki! Gerçekten de sizin istekleriniz bitiyor mu? Ya da zamanın da oluyor mu? Sanmıyorum. Umutsuz muyum? Olabilir. Neden umutsuz olunmasın ki? O da önünde sonunda bir duygudur. Bunları bırakıp, yeni bir düşünceye girmeden giyindi, süslendi, günün en güzeli olmak için özenle aynaya baktı, sonunda kapıdan çıkmayı o kadar işin içinde başardı. Holden geçti. Kahvaltı yaptıkları yemek salonuna geldi. Peynir, çay, bir de diyet reçelini alarak yerine oturdu. Kara ekmek masadaydı. Biraz bayat olduğu için azıcık aldı. Diğerleriyle beraber yemeğini yedi. Doyduktan sonra bahçeye hava almaya çıktı. Biraz soğuktu. Eski bayramları düşlemeye daldı. Kafasının içi allak bullak olmuştu. Babası nasıldı? Ona kızar mıydı? Onu sever miydi? Bayramı beraber mi geçirirlerdi? Yoksa o yalnız mı olurdu? Anımsayamadı. Bu son günlerde biraz aklı gidip geliyor gibiydi. Yeni olan hiçbir şey de aklında yoktu. Yanlızca bugün bayramdı. Bir de onun için önemliydi. Nerede otururlardı? Evleri güzel miydi? Kibirli bir annesi vardı. Bazen bunu hatırlardı. Kibir, biraz kendinde de olan bir duyguydu. Ne de olsa bu onu üzüyordu. Üzülmek mi? Bu kelime de kendine başka şeyler düşündürdü. Bal gibi de bu duyguyla çok savaşmıştı. Yenmiş miydi; bilemedi. Bayram gününe geri dönmeyi becerebildi. Havanın soğukluğu içine dek işlemişti. Üzerindeki yeleğin önünü örttü. Orada biraz daha oturmaya karar verdi. Soğuk bir yandan, geçmişi öteden beriden ona bir şeyler anlatıyorlardı. Sanki biraz sonra annesinin sesini duyacakmış gibi hissetti. “ Baban şimdi gelir. Kızım, gel de soğuk kapı eşiğinde üşüme!” “ Üşümem anne. Babamın gelişini seyretmeyi seviyorum.” “ Biliyorum da sen yine de eve gir. Bak sonra üşüyüp...” Ne güzel günlerdi diye düşündü. O günleri özlemişti. Birtek şey vardı; artık o sesler sadece gerilerde yankılanıyordu. Hem de çok gerilerde... Yalnızlığı öğrenmişti. Bu ne kadar zor olmuştu. Onun içini burkan soğukluğun bu olduğunu düşündü. İnsanlara karşı soğuk bir davranış biçimine dur diyemiyordu. Anlaşılan bu yaşlı insan yine de birilerini bekliyordu ki; dışarıda soğuk havaya karşı üşümeyi göze alarak duruyordu. “Kimi bekliyorum? Kim beni görmeye buralara kadar gelir? Hem de bayram günü. Bak hele şu düşüncelerime! Esas bu zamanlar gelmeleri beklenenler gelmeli ki; biraz avunabilelim. Gerçi benim kimsem yoktu ya; hadi boşverdim onu. Yine hayallerime döneyim. En iyi yaptığım iş bu. Düşlerde yaşamak. Bu yaştan sonra ne yapabilir insan? Hiç mi? Evet hiç.” Diye düşündü. Karamsarlığını görmüş kendine kızmıştı. Sonra eski bir sohbetin içinde kendini yerleşmiş buldu. “Baban geliyor işte! Sevindin mi? Üşüdüğün yanına kaldı. Hadi artık içeri!” “Biraz daha bekliyeyim. Boynuna sarılayım, beraber içeri girelim.” “Hastalanacaksın a... benim deli kızım....” Deli kızın artık yalnız. Yine üşüyerek bekliyor. Babam da, sen de artık yoksunuz. Kimse yanımda değil. sevgili eşim, çocuklarım... Kimse yok. Kimsesiz bir yaşlıyım. Bunlara karşın yine de hayat bana bayramını sunuyor. Onu seviyorum. Yalnızlığı bile sevmeyi mi öğrendim? Öğrenmek ne güzel değil mi? Tek başına kalmayı öğrenebilmek... Kolay da sayılmaz aslında; zor bile. Olsun bir kez öğrendik işte. Yaşam bu! Hayat bu! Yalnız kalır insan bir gün. O gün ağlamak ister. Ağlamaz. Gülmez. Hiçbir şey yapmaz. Sanırım yapmayı istemez. İstememek gibi bir üstünlüğe sahipse eğer, öyle yapmayı kendine göre doğru bir seçimmiş edasıyla kabul eder. Bu mu iyi olan? Kim bilir ki? Aslına bakılırsa bir bilen olmalı. Yalnız kalmanın ne zor olduğunu hissetmeli, hissedenler gibi... Aklındakileri bir anda sildi. Artık çok üşüyordu. İçeri girdi. Arkadaşlarıyla oturmayı istemiyordu. Bir çay aldı. Arkada yalnız olabileceği bir masaya çayını bıraktı. Sandalyesini çekip oturdu. Sessizlik vardı. “Televizyon da bu saatlerde açılmaz ki,” diye içinden geçirdi. Çay onu ısıtmıştı. Gözlüklerini çıkardı. Gözlerini kaşıdı. Yine gözlüklerini taktı. Bunlardan da sıkılmıştı artık. Gözlük takmaya bir türlü alışamamıştı. Eşini anımsadı. O da hiç sevmezdi. Huyları birbirine çok benziyordu. Çocuklarını sevmek ikisinin de mutluluğuydu. Artık onlar yoktular. “Ya onlar erken öldü, ya da ben fazla yaşadım.” Bu ne kadar doğruydu bilemedi. Bunu fazla sürdürmenin yanlışlık olduğunu düşünerek aklından yok etti. Onlar artık yanında değillerdi. Daha fazla düşlerin içini yontmek ona ne getirirdi ki? Çayını bitirdi. Kalktı, kitaplığa doğru yürüdü. Bir kitap seçti, geri dönüp yerinde okumaya başladı. “Yaşlı birinin öyküsünü en güzel bu kitap anlatıyor,” dedi. Devam etti. Okudukça sıkıntısı geçti gitti. Epey zaman okudu. Sonra kitabı yerine yerleştirdi. Duvarda duran bir resme baktı. Çayın parasını ödedi. Sonra yine odasına gitti. Yatağa uzandı. Uzun uzun düşlerine devam edip, sonunda uykuya daldı. Saatler çabuk geçmişti. Onu uyandıran birçok çocuğun sesi oldu. “Bu neyin nesi?” diye etrafına bakındı. Uykusunda düşlere dalmış gibiydi. Bu sesler hayal olabilir miydi? Sonra gözlerini odanın her tarafında gezdirdi. Kulakları aynı seslere alışmış mıydı ne? Uykuda olmadığını bir yaşlılar yurdunda olduğunu hatırladı. Kapısına biri hızla vuruyordu. Yataktan kalktı. “Kimsiniz?” Kapının ardından gelen ses tanıdıktı. “Efendim misafirleriniz var.” “Nasıl?!” Karşıdan; “Sizi bekliyenler var,” cevabı kadına kapıyı açtırdı. Bir görevliydi. “Tamam canım geliyorum.” Üzerini düzeltti. Dışarı çıktı. Şaşkın şaşkın salona girdi. Öğrenciler, öğretmenler, veliler onları görmeye gelmişlerdi. Kendi eskilerinden kimse kalmamıştı. Onları düşündü. Sonra; “Bize gelmişler. Demek dışarda otururken bunu bekliyordum.” Bir koltuğa doğru gidip oturdu. Biri gelip onun yanında durdu. “Nasılsınız?” Kadın ona bakmadan; “İyiyim.” Cevabını verdi. Sessizlik oldu. Çocuk ona birçok soru sordu. Hepsini ona bakmadan cevapladı. En sonunda başını kaldırdı. Çok zayıf bir çocuk ona sevgiyle bakıyordu. Konuşmayı sevdiği belliydi. Oysa o biriyle konuşmayalı çok olmuştu. “Kaçıncı sınıftasın?” bunu yüzüne bakmadan sormuştu. “İkinci sınıftayım.” Dedi küçük kız. “Okulunu seviyor musun?” “Bilmem, galiba... evet.” Kadın şaşırmış gibi ona baktı. “Okumak ne güzel. Şimdiden kıymetini bil ki; geç kalmayasın.” Çocuk ona birşey anlamadan bakmıştı. Düşündü. “Aslında babam olsaydı okulu sevebilirdim.” Yaşlı, “Baban nerde?” diyerek onu anlamaya çalıştı. Ne ilgisi var diye düşündü. Kız; “Öldü.” Kadın üzgün bir şekilde baktı. Birşey diyemedi. Sadece okulu sev çocuğum diye ona destekleyici bir öğüt verdi. Çocuk; “Arkadaşlarım, onlar benim babam yok diye dalga geçiyorlar.” dediğinde kadın ona aldırmamasını söyledi. Sonra aralarında bir bağ varmış gibi konuşmaya devam ettiler. Bir müzik sesiyle büyülü an bitti. Şimdi hem kadın, hem de çocuk eğlenmeye çalışıyorlardı. Birbirlerinin sıkıntılarını bilerek ikisi de birbirlerine destek olmaya çalışır durumdaydılar. Ses kesildiğinde ikisi de çok rahatlamışlardı. Bir bayramın bu kadar güzel geçmesini düşünemeyen iki insandılar. Bekliyorlardı. Müzik kesilmişti. Şekerler veriliyordu. Genç biri kadının ve çocuğun yanına geldi. Kızın annesiydi. Yaşlı bir sırdaşı olan kızına birşey verdi. Onu yaşlı kadına uzatan kız; “Bu sizin.” Kadın aldı. Baktı. Bir kolye olduğunu gördü. Ucunda bir taş vardı. İçinde sizi seviyorum yazılı bir kağıt... Onu içine nasıl yerleştirdiklerini düşünen kadın teşekkür ederim dedi. Veda anı artık gelmişti. Çocuklar, veliler, öğretmen hepsi çıkıp gittiler. Yine yalnızlık kadının içinde kıpraşıyordu. Elinde kolye öylece kalakalmıştı. Arkadaşları da farksız değildi. Hepsi bir sessizliğin içine gömülmüşlerdi. Yaşlı bedenleri yalnızlığa alışmış sayılırdı ama yine de onlara ayrılık zor bir şey gibi geliyordu. Çocuklar nasıl da cıvıl cıvıl onlarla konuşuyorlardı? Onlara sevgi getiren minicik bedenler... Kötü kokan bir ölü gibiydi yalnızlık. Bir balık ölüsü... Sessizlik kokan tekbaşınalık. Kadın, uzun uzun düşündükten sonra odasına gitti. Yatağına yattı. Kolyeye baktı. Bu ne güzel bir şeydi. Hiç tanımadığı bir çocuk onu mutlu etmişti. Annesini anımsadı. Babasını, eşini, çocuklarını. Şimdi bu kolye içinde bir çok sır taşıyordu. Beklediğinin gelmesini artık dilemiyordu. Gelmişti. Bir melek. Çok güzel bir çocuk. Yattığı yerden balkonun dışına baktı. Gök görünüyordu. Seyre daldı. Sonra gözlerini yumdu. Yine aynı düşü kurdu. Olmadı. Bayramın birinci günü akşamı kadın bir kalp rahatsızlığı yüzünden öldü. Kolye elinde duruyordu. Eli de kalbinin üstünde. Mutlu ölmüştü. Zaten artık beklediği biri yoktu. Kendinin beklendiğini düşünüyordu. Yaşamı sevmesine karşın ölümü hep bekledi. Bu bayram ona göre çok güzel bitmişti. Anlaşamadığı aynayı bir daha görmeyecekti. Yaşlılığı, eski yaşadıklarını da düşünmeyecekti. Onu kimse üzemezdi. “ Kızım üşüyeceksin.” “Üşümem anne. Artık dünyada değilim.” “Ben de o toprağın seni üşütmesinden...” Artık üşümeyecekti. Kolyesi elinde gömülmüştü. O kız ona bu yolla ısı verecekti. Umut Sağlam 20.11.2004
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © umut sağlam, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |