Kar yağıyo...... Ölenler canlandı yeniden, damarlarında sıcak kan dolaşmaya başladı, kessem bileklerini kıpkırmızı kan, pıhtılaşmayan... Kestim bileklerini, her yer kan kırmızı şimdi. Sanki onu öldürdükçe kalp ritmleri düzeliyor, daha sakin atmaya başlıyor. Elimi çekiyorum elinin altından ve kalbinin üstünden, bakışların yüzümde... Bakışlarım sana gelen mektupta dolaşıyor; kırgın cümleler karalanmış sıradan ve özentisiz kağıda, imzasız bir mektup ama yazanı belli. Gidiyorsun; kendim geliyor senin yerine sen dönene kadar görüşmeme sözümüze tanıklık eden başkasıyla, benimle kalıyor ve o düşünüyor, ben değil. O, Levent’te bir otobüs durağında bıraktığım kendim, öylece suskun üşümüş biraz ve yorulmuş, otobüs gelmemiş ve gözbebekleri yokolmuş ayrılmak istemiyor o duraktan, sen öylece ona bakarken... Sonra sen geliyorsun, kendim gidiyor, yanında şahidimiz verdiğimiz sözlerimize. Tavşan kanımı istiyorsun vermiyorum, şaşırıyorum sen gülüyorsun, şahidimiz susuyor, yürüyoruz...
Tanrıdan bi işaret isteyip aldığın sahile yürüyoruz, sahil yok olmuş. Zaten az önce gülmüştün işaretin sebebine, aklının azlığına yanmıştın.. Öptün beni, ben de seni, yeni benliklerimizle vedalaştık... Gittin... Seni seyrettim, gözbebeklerim küçüldü ama yokolmadı. Cebime soktum elimi bıçağımı çıkardım ayaklarını kestim, dönme diye... Sahil olsaydı kan kırmızı olurdu deniz, sahil yok yollar terledi kanının sıcaklığından, ayaklarım yandı.. Dönmedin bir daha, sadece haberini yolladın soğukluğun:’ Kar yağıyo...’ Bilmiyorsun kar şimdi kan kırmızı, bileklerimi kestim ölüyorum, sen dönmedin, elimi koydum geri elinin altına ve kalbinin üstüne, sen yaşıyorsun ben ölüyorum, öldüm...