Paul'un Peter hakkında söyledikleri, Peter'den çok Paul'u tanımamızı sağlar -Spinoza |
|
||||||||||
|
Sn. Enerji Bakanı açıklamalarında; “daha önce yapılan ihale süreçlerindeki hataların tekrarlanmayacağını” ifade ediyor. Eğer önceki hükümetler; bu “hatalarla” birlikte herşeye rağmen Akkuyu Nükleer Santral ihalesini yapmayı başarabilselerdi, yaşadığımız krizde ülkemize, kredi faizleriyle en az 5-6 milyar dolarlık fazladan ekonomik bir yük daha binmiş olacaktı. Belki de büyük olasılıkla bugün; nükleer santral ihalesinde yapılan yolsuzluklar inceleniyor ve projeyi iptal etmeye, tahkime gitmeye çalışıyor olurduk. Geçmişte yapılan “hataların” ne kadar “vahim” olduğunu anlayıp, sağlıklı olarak değerlendirebilirsek, bugün de aynı “hataların” devam edip/etmediğini kolaylıkla görebiliriz. Yapılan “hataların” ne boyutta olduğunu, bizatihi ihale sürecinde yer almış olan sağduyulu bir grup nükleer mühendis tarafından hazırlanmış ve internette de yayınlanan bir çalışmadan yapacağımız uzun bir alıntıyla kamuoyunun dikkatine sunuyoruz; “Nükleer santraller; teknik, ekonomik, güvenlik, işletme, personel seçimi, çalışma yöntemleri, idari yapı, üçüncü-şahıs yükümlülükleri, proje yönetimi gibi pek çok açıdan konvansiyonel termik santrallerden önemli faklılıklar göstermektedir. Merkezi Viyana’da bulunan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), nükleer teknolojiye yeni girmek isteyen ülkeler için, bu konuda dünyadaki diğer ülkelerin tecrübelerini ve uzmanların görüşlerini yansıtan teknik raporlar dizisi hazırlamıştır. Nükleer teknolojiye girmek isteyen ülkeler bu kılavuzları kullanmaktadır. Öncelikle, 1993 yılından itibaren başlayan ve 1997-2000 yılları arasında gerçekleşen ihale sürecinde, ilgili yönetici kademelerince Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) kılavuzlarındaki bilgiler ve tavsiyeler ışığında bir yapılanma gerçekleştirilmemiş ve nükleer teknolojinin doğasına uygun yöntemler izlenmemiştir. Bundan dolayı ortaya çıkan sorunlardan bazıları aşağıda listelenmiştir: * Çalışmalara insan kaynaklarının geliştirilmesi, yerli sanayi alt yapısının hazır hale getirilmesi, mali ve yasal altyapının hazır hale getirilmesi, vs. gibi nükleer enerji açısından önem taşıyan birçok hususu içeren bir “nükleer enerji programı” olarak değil, basit bir nükleer santral ihalesi gözü ile bakılmıştır. * Üçüncü ihalede teklif değerlendirme çalışmaları, ilgili yönetici kademelerince UAEA tavsiyeleri ışığında değil, aynen Türkiye’de yıllardan beri konvansiyonel santrallerinde uygulandığı şekliyle gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Nükleer teknolojinin doğasına uymayan bu uygulama, sağlıksız bir değerlendirme ortamının doğmasına sebep olmuş, ihale değerlendirme çalışmalarını gereksiz yere uzatmış ve hatta bazı durumlarda çıkmaza girmesine neden olmuştur. Örneğin tekliflerde açık olmayan güvenlik, lisanslama, idari, ticari ve teknik hususlarla ile ilgili soruların teklif sahiplerine sorulamamış ve onlardan açıklama talep edilememiştir. * 1993 yılında başlatılan üçüncü nükleer santral proje çalışmaları sırasında, nükleer teknolojinin doğasına uygun bir organigram çerçevesinde yapılanmaya gidilmemiştir. Sağlıklı bir organigramda, bu organigramı oluşturan pozisyonların görev tanımları ve o konumda çalışması beklenen kişilerde aranacak özelliklerin çok iyi tanımlanmış olması gerekmektedir. Boş pozisyonların bu tanımlara uygun olacak şekilde personel seçilmesi suretiyle doldurulması gerekmektedir. Ayrıca personele verilmesi gereken mesleki eğitim de söz konusu görev tanımlarından ortaya çıkacaktır. 1993 yılından projenin sonuçlanmasına değin yukarıda belirtildiği şekilde sağlıklı bir organigramın bulunmaması proje personelinin seçimi ve eğitiminin çok sağlıksız bir şekilde gerçekleşmesine neden olmuştur. * 1993 yılında tekrar başlayan nükleer santral çalışmalarında (ihale değerlendirmesi dahil) proje yönetimine önem verilmediği gözlenmiştir. Proje yönetimi, projenin kapsamı içindeki planlama, organize etme, koordine, icra ve kontrol faaliyetlerinin bütünüdür. İyi bir proje yönetiminden anlaşılması gereken, kaynakların uygun zamanlarda, ekonomik ve istenilen kalite gereklerine uygun olarak sağlanması ve kullanılmasıdır. Geriye dönüp hataları yok etmek olanağı bulunmadığından, proje yönetiminde işe girişmeden önce çok detaylı bir planlama çalışması yapmak zorunludur. Gelişmiş ülkelerde ve ülkemizdeki birçok özel sektör kuruluşunda, proje yönetimi yöntemleri küçük çaplı projelerde bile sıkça kullanılmaktadır. Ancak, kredi maliyetleriyle birlikte 5-6 milyar $ civarında bir maliyeti olacağı düşünülen, Türkiye’nin en büyük projesinin her aşamasında uygulanması zorunlu proje yönetiminin maalesef hiçbir tekniği (zaman, maliyet, kalite, risk vs. yönetimi) uygulanmamıştır. * Geçmişte belirli bir nükleer santral tipinin savunucusu olarak bilinen bazı kişiler, hazırladıkları taraflı raporlar ve basın açıklamalarıyla karar mercilerini yanlış yönlendirmişler, proje çalışmalarının zarar görmesine sebep olmuşlardır”. TAEK “HEPSİ BİRARADA”; HEM LİSANSÖR VE DENETLEYİCİ, HEM BİLGİLENDİRİCİ VE KARAR VERİCİ, HEM DE İŞLETMECİ… Enerji Bakanı Sn. Hilmi Güler’in, Bakan olduğundan beri nükleer lobi ve “nükleer muhteris” bazı malum akademisyenler tarafından nükleer enerji konusunda sürekli yanlış yönlendirildiği görülmektedir. Bakanlığının ilk günlerinde; “Türkiye’nin toryum kaynaklarını değerlendireceğiz, toryumlu reaktör yapacağız” şeklinde açıklamalar yapmıştır. Fakat bunun bugün itibariyle mümkün olmayacağını anlayınca, TAEK ve bazı akademisyenlerin de yönlendirmeleriyle küçük modüler reaktörler yapacağız mesajları vermeye başlamıştır. Bu tür reaktörler günümüz itibariyle ticari olarak kullanılmadığından dolayı, bu da mümkün olmamıştır. Geçen günlerde Sn. Enerji Bakanı kendi arkadaşı Sn. Okay Çakır’ı TAEK Başkanı olarak atamıştır. Bakan Bey söz konusu “Nükleer Enerji Strateji Planını” TAEK altında görev yapan bir grup ile beraber hazırlamaktadır. Bilindiği üzere nükleer santral projelerinde güvenlik ve lisanslama büyük önem taşımaktadır. Santralın yer seçiminden başlayıp, proje, inşaat, işletme de dahil olmak üzere santralın sökülmesine kadarki bütün evreleri, tamamen bağımsız bir lisans ve denetleme kuruluşunun denetimine tabidir. Türkiye’de kağıt üstünde bu kuruluş; Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’dur. Ancak ülkemizin de imza atıp, uymakla yükümlü olduğu Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın IAEA-TECDOC-1259 dokümanı inceleyebildiğimiz kadarıyla; öncelikle ayrı bir program yürütme ve koordinasyon birimi oluşturulmasını öngörmektedir. Bu “birim”in; Enerji Bakanlığı’nın veya doğrudan Başbakanlığın altında olması ve bunun altında da; insan kaynakları geliştirme, program yürütme, koordinasyon ve halkı aydınlatma grupları kurulması gerekmektedir. Fakat TAEK, “Nükleer Bilgi Birimi” adıyla halkı aydınlatma birimini kendi altında kurmuş, yani daha işin başında Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı IAEA-TECDOC-1259 ile çelişkiye düşmüştür. Amacı yalnızca lisanslama ve denetleme olan, doğrudan Başbakanlığa bağlı bu kuruluş, Enerji Bakanlığı’nın sesi olacağını açıklayarak, denetleme görevini bir kenara bırakmış ve promosyon yapmaya başlamıştır. Zaten TAEK’in kendi kurduğu araştırma reaktörüne kendi lisans vermesi nedeniyle, dünyanın sık sık eleştirdiği olumsuz bir geçmişi bulunmaktadır. Kendi içindeki bu büyük çelişkiyi düzeltme işi ile uğraşacağına, Enerji Bakanlığı altında hazırlanması gereken nükleer enerji programına el atmıştır. Bu da gelecekte kurulacak bir santralın güvenli işletilmesi ve sağlıklı bir şekilde lisanslanabilmesi açısından kafalarda çok önemli soru işaretleri doğurmaktadır. NÜKLEER ENERJİ, ARTIK MİADINI TAMAMLAMIŞTIR… Enerji çeşitliliği oluşturalım, sera gazı yükümlülüğünden, doğalgaz bağımlılığından kaçalım, Fransa veya Almanya’ya yaranarak Avrupa Birliği’ne üye olalım derken, nükleer lobinin tuzağına düşülmektedir. Ayrıca; “2007 yılından sonra oluşması beklenen elektrik açığının kapatılması ve 2020 yılında tamamen dışa bağımlı olunacağı için nükleer santral kurulmasının gündemde tutulduğu” söylemi hiç inandırıcı değildir. Çünkü, hem bu ülkenin insanları acilen nükleer santral yapılmazsa karanlıkta kalacağız “masalını” daha önce çok dinledi, hem de ABD’deki nükleer santral yapımlarının lisans, yapım süresi en az 15-20 yıl, Arjantin, Brezilya’daki nükleer santral yapımları ise 25 yıldan fazla sürmüştür. Siz; 37 yıldır 1 tane nükleer santral ihalesini yapamamış, şartnamesini bile kendi hazırlayamayan, ihalesinin kaç kere iptal edildiği bilinmeyen, ekonomik güvensizliklerin-belirsizliklerin-krizlerin hala sürdüğü, enerjiyle ilgili herşeyin özelleştirildiği, yolsuzlukların en üst boyutta olduğu, finansman, yabancı yatırımcı sıkıntısının çekildiği, hazine garantisinin verilemediği, dış borcu en fazla olan bir ülkede; 5-10 yıl sonrasına nasıl 3 tane nükleer santral kurabileceksiniz? Nükleer enerji misyonunu ve miadını; başta ABD ve Avrupa olmak üzere tüm gelişmiş ülkelerde tamamlamıştır. Hollanda, İspanya, Belçika, Almanya, İsveç mevcut nükleer santrallerini kapatıyor, terk ediyor. Avusturya, Avustralya, Danimarka, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Lüksemburg, Norveç, Portekiz, İzlanda gibi ülkelerin hiçbir nükleer santral planı yok. ABD, Kanada, Fransa, Japonya gibi nükleer enerjide başı çeken ülkelerin yeni nükleer santral siparişleri yok. “Aday ülkelerde nükleer enerji kullanımı azalma eğilmindedir, şu anda elektrik üretiminde %15 olan payın 2020’lerde %8’e düşeceği tahmin edilmektedir” (1). Arjantin, Çin, Kore, Hindistan, İran, Rusya, Slovakya, Ukrayna, Japonya, Romanya’da yıllardır devam eden 31 nükleer santral inşaatı dışında, yeni siparişler iyice azalmıştır. Nükleer santrallar; enerjiden çok, nükleer güç ve silah elde etmek isteyen Çin, K. Kore, Hindistan, İran gibi ülkelerin tercih ettiği “kuşkulu” enerji tercihi olmaya başlamıştır. Tüm dünyaca kabul edildiği ve artık terk edilmeye çalışıldığı üzere, başta nükleer santrallar olmak üzere tüm fosil enerji kaynakları; çok büyük ve geri dönülemez bir çevre kirliliği ve toplumsal maliyet yaratmaktadır. Fosil enerji kaynakları; ekolojik dengenin, asit yağmurlarının, sera etkisinin, iklim değişikliğinin bilimsel olarak “tescilli kaynağı”dır. Ayrıca nükleer enerjinin; yakıtı sonlu, kredi-finansman-yatırım-işletim-söküm maliyetleri açısında en pahalı, yakıt ve teknoloji olarak dışa bağımlı, hala bertaraf edilemeyen radyoaktif atık sorunu, küresel iklim değişikliğine yol açtığı, ekolojik dengeyi bozduğu ve üretim güvenirliği-kaza-risk açısından da en tehlikeli olduğu anlaşılmıştır. Asıl vazgeçilme nedenleri bunlardır. Gelişmiş ve sanayileşmiş ülkelerde nükleer santralden vazgeçilme nedeni olarak öne sürülen; “bu ülkelerde hem ilave elektrik talebi hem de nüfus az artmaktadır, tuzları kurudur” söylemi çok ta geçerli değildir. Çünkü eninde sonunda ömrü dolan veya vazgeçilen nükleer santrallerinin yerine, yeni bir enerji kaynakları ikame etmek zorundadırlar. Örneğin Almanya, nükleer santral yerine; son 10 yılda 16000 MW’a yakın rüzgar enerjisi santralleri kurmuştur. Ayrıca gelişmiş ülkeler, enerji artışını başka tedbirlerle önleme yönünde politikalar geliştirmektedir. Bu politikalar arasında; enerji tasarruflu ev ürünlerinin özendirilmesi, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, doğalgaz kombine ısı ve güç santrallerinin kullanımı, enerji verimliliği, tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesi, enerji yoğun teknolojilerden bilgi yoğun teknolojilere geçilmesi, vs. bulunmaktadır. ACİLEN “ULUSAL ENERJİ STRATEJİ PLANI”MIZI HAZIRLAMALIYIZ… Bu gerçeklerden yola çıkarak, ülkemizin Avrupa Birliği “yolunda” enerji politikasının yeniden şekillendirilmeye çalışıldığı, özellikle enerji sektörümüzün yeniden yapılandırıldığı bu süreçte önceliklerimizin ve tercihlerimizin; artık nükleer enerji gibi fosil enerji kaynaklarından yana değil, yenilenebilir enerji kaynaklarından, enerji verimliliğinden, daha az enerji kullanımlı teknolojik ve üretim tercihlerinden yana olması zaten “kaçınılmazdır”. Fakat ülkemizde yenilenebilir enerji kaynakları ve enerji verimliliği hakkında yasal bir düzenleme maalesef henüz yoktur. Ancak her zaman olduğu gibi; TMMOB-EMO, TES-İŞ, Çevre ve Tüketici Dernekleri, Enerji Üreticileri Dernekleri, STK’lardan katkı ve görüş alınmadan hazırlanmış olan bir çalışma vardır. Sonuç olarak, Enerji Bakanı Sn. Hilmi Güler’den gerçekleştirilmesini acilen talep ettiğimiz iki temel husus şunlardır; • Yenilenebilir Enerji Kaynakları ve Enerji Verimliliği Kanun tasarılarının hazırlanması, EPDK’nın, Enerji Piyasası Kanunu’nun ve sektörün yeniden yapılanması; ilgili tüm kamu-sivil toplum kuruluşlarının, demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların doğrudan katılımıyla oluşturulacak “Ulusal Enerji Konseyi” ile belirlenmelidir, • Nükleer enerji gibi fosil enerji kaynakları yerine; “Ulusal Enerji Konseyi”nce hazırlanacak; tamamen yeterli, yerli, çevreci, ucuz, uygun yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının sağlanmasını amaçlayan yeni bir “Ulusal Enerji Strateji Planı” oluşturulmalıdır. Arif Künar Elektrik Mühendisi KAYNAK: 1) Sedat Severcan, “Avrupa Birliği’nde Nükleer Enerji”, TAEK Teknoloji Dairesi, Mayıs 2004
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Fatih Özcan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |