Ağlamak da bir zevktir. -Ovidius |
|
||||||||||
|
Çöl; uçsuz, bucaksız... Kuruyan bedenler, sürünen... Çatlamış dudaklar ve su…serap. “Sadece bir hayal!” Kolumda bir karıncalanma. Yürüyen bir karıncalanma? Bir akrep! Üzerimde. Bekliyor, bekliyor... Kuyruğu havada; çelik gibi gergin. Bekliyor... Bir ses , istemsiz bir baş hareketi ve yakıcı acı! Zehir! ...büyüyor, bükülüyor, büyüyor… dönüyor, dönüyorum... arzın merkezine inen bir sarmalda düşüyorum. Tiz bir çığlık eşliğinde korkulukları yırtarken tırnaklarım, boşlukta düşüyor, düşüyor, düş…ü...yooo... Zilin sesi en tiz notadan yırtınıyordu kulağının kökünde. Refleksif bir hareketle susturdu saati ve göz kepenklerinden biri hafifçe aralandı, titredi ve bozuk bir neon lambası gibi kırpışarak geri kapandı karanlığına. Sabahları zor uyanan o alışıldık tiplerden değildi X: o düpedüz nefret ederdi uyanmaktan. Erken uyanmak zorunluluğuyla geçen yirmi küsur yıldan sonra bile bir nebze olsun seyrelmemişti bu duygusu. Fazladan uyuduğu bir dakikayı bile paha biçilmez bulur, kalktığındaysa bir uyurgezer maharetiyle evin içinde gezinir, giyinip hazırlanır, gün ışığıyla buluştuğu o son ana dek uykusuna devam edebilirdi. Her zamanki tavrıyla yatakta dönenip durmak istiyordu yine, ama bilinci şöyle fısıldadı kulağına: “Hayır, bugün olmaz! Bu toplantıya da gecikirsen, bir köşede oturup dilenmeye başlarsın artık.” Deli Cavit’le beraber içki parası için dilendiklerini gördü rüyasında. Bir yandan da gazete kağıdından bir sofra kurmuşlardı kaldırımın üstüne ki yok yoktu bu sofrada. Kavunu, peyniri, çeşit çeşit mezesiyle beraber iştahla yiyip içiyorlardı rakılarını. ”Fena da olmazmış yahu!” diye mırıldanırken terliklerini geçirdi ayağına. Ne tuhaf: bilinci açıkken rüyalarını kontrol edebiliyordu insan. Yılların alışkanlığıyla banyonun yolunu tuttu karanlıkta. Dört adım sola, 8 adım sağa, beş adım sağa, tekrar dön... Bilinci lavabonun karşısındasın diyordu ve ekledi: “Mahmur gözlerle toplantıya giremezsin ama, ayılman gerekli artık!”. Musluğu açıp yüzünü suyun altına uzattı ve bir an için dondu zaman. Saliselerle beliren dalgaların içinde tüme varım ve tümden gelim buluştu; neden sonuç ilişkileri kavuştu ve Cavit’in “Şerefine!” diyerek uzattığı bardak tuzla buz oluverdi. Kırılan incecik cam parçaları kıymık kıymık suratında patladığı anda uyandı X. “Aaa...ahh.Ço...ok...so..ğuk!...soğuk?”. Suratının sol yanı sızlıyordu. Aynaya baktı ve kaşının üzerindeki buz mavisi pırıltıyı gördü. Yansımadan okuyabildiği tek detay buydu zira çok cılız bir ışık aydınlatıyordu etrafını. Dönüp baktı ve mavi ışığın holdeki gece lambasından geldiğini farketti. İçeri süzülen o zayıf ışığın haricinde her yer zifiri karanlığa bürünmüştü. Duvardaki düğmeye uzandı. Bir an için göz kırptı neon lambası ve aydınlandı çevresi, ışığa eşlik eden tuhaf bir vınlamayla birlikte. Derinden gelen ve gittikçe şiddetlenen, huzursuz edici bir sesti bu. Sanki yüksek frekansta birşeyler mırıldanıyordu bu ampül, bir dua... ya da... bir lanet? Işığı söndürdü. Yüzünün sağ yanınıda saran bir başka sızının varlığını duyuyordu artık ve teninde dalgalanan ürpertiyle beraber pencereye yöneldi X. Hışımla perdeyi sıyırdı ve.... --- y --- Caddenin sonu sisten görünmez olmuştu: sanki boz bulanık bir paçavra örtülmüştü şehrin üstüne. Böyle günlerde ne kadar da ıssız oluyordu şehir: hastaymışcasına...ya da yasta. Bir kadın, sivri topuklularını vura vura yürüyordu, cadde boyunca aşağı. Hıncını topuğunun ince uçlarından çıkarmak istiyordu sanki. Her bir adımda söyleniyordu: her bir adımda bir hece. “Yine şu la-net va-pur-lar ça-lış-maya-cak ve ben o tı-kış tı-kış, pis ter ko-ku-lu o-to-büs...” Geniş bir vapur düdüğü kesti sözünü. Bir an, çok kısa bir an için yayvan bir tebessüm belirdi yüzünde ve hızla kayboldu geri. Haksız çıkmaktan hoşlanmazdı, hem de hiç. ”On...dokuz...sekizz...” Derin bir nefes veee yavaşça bırak. Kıymık parçaları batıyordu beynine. Küçük şeyler dedi zihni , önemsizdir. “önem-siz, önem-siz...” Bir şarkının nakaratı gibi tekrarladı sözleri: fonda topuk seslerinin ritmik ezgisi. Etrafında kismi bir katarakt perdesi örüyordu artık sis, boz bulanığın ardındaki iskeleyi güçlükle seçebildi ve ikinci vapur düdüğüyle beraber sıklaştırdı adımlarını. Kısa bir kuyruk oluşturmuştu insanlar ve o da sıradaki yerini aldı. Gişedeki görevli kusursuz bir robot edasıyla sergiliyordu devinimini: parayı al, jetonu yuvarla, paranın üstünü uzat,parayı al.... Bütün gün bu kutunun içinde hapsolmak, diye düşündü Y. Bütün gün aynı döngünün içinde... “Tanrım, korkunç!” Önündeki gruptan bazıları dönüp baktılar ve o anda sesli düşünmüş olduğunu farketti Y. ”Size demedim!” diye çıkıştı onu süzmeye devam eden adama. Erkeklerin yılışık ilgisinden bunalmak, gülmek ya da ağlamak kadar doğal bir duyguydu onun için. İskeleyi aşıp vapura bindi. Bilmemne makamında bir melodi tımbırdanıyordu yine. Her sabah aynı kahrolası melodi için aynı kahrolası koşturmaca diye düşündü kalabalık salonda ilerleyip. Bakışları üzerinde hissedebiliyordu: bir salon dolusu yabancının yapış yapış bakışlarını. Hızlı adımlarla geçti aralarından. Biraz sonra vapurun kıçındaki yerini almış, sigarasını tüttürüyordu. Panik nefeslerle somurdu sigarasını. Motorların gümbürtüsüne katık oldu köpürmüş deniz. Dolu dolu bir nefes verdi dışarı ve duman dalgalalanarak kayboldu gözden. Sisin içinde sis... Denizin suyu bulanarak buharlaşıyor, havaya karışıyordu sanki. Burnunun ucundaki bayrağı bile zar zor seçebiliyordu artık. Yüreği sıkıştı. Havanın içinde kısılıp kaldıysan eğer, nereye kaçacaksın, diye düşündü ve ümitsizlikle buruldu midesi. “Bu siste kaptan nasıl yönünü buluyor?” demeye kalmadan, motorlar sustu. ”...off şom ağzım , off.” Ve sonra farketti ki suyun sesi olması gerektiği yerde değildi. Aslında hiçbir şey olması gerektiği yerde değildi artık. Rüzgarın sesi kesilmişti ve direkteki bayrak dalgalanmıyordu artık. Sessizliğin melodisinden başka birşey duyulmuyordu. “Bu insanlar nerede?” Titriyordu ve yüreğini sıkıştıran mengeneyi hissetti yeniden. “Yine bir nöbet geliyor! Yardım...!” “Nerede bu insanlar? Lanet olsun!” Dönüp, görebildiği tek kapıya doğru yöneldi. Bir eli göğsündeki düğümü açmaya çalışırken, öbürüyle kapı koluna uzandı ve bedeniyle birlikte kapı yıkıldı içeriye. --- z --- Küfürler ve kahkahalar çınladı boş sokakta. Sükunet maskesinin ardına gizlenmiş gücü ve hiddeti hissedemeyecek kadar kördü bu iki şapşal. İri kıyım olanı gülmeye devam ediyordu salyalarını akıtarak. Yerdeki çantayı, bir tekmeyle savuruverdi. Ve rüzgar yerdeki sayfaları kaldırıp çıkmazın iki yanındaki duvarlara yapıştırdı. Tatmin duygusundan çok uzaktı henüz şişko patates. Sıska arkadaşının tezahüratları arasında yaklaştı, yaklaştı yabancıya. “Hey! .mcık suratlı, sana diyorum.” Boğum boğum lahana sarması parmaklarıyla omzundan itiverdi yabancıyı. Tek itebildiği kendi eli oldu ancak, bir milim bile kıpırdamadı yabancı. Dokunulmak! İşte bu bardağı taşıran son damlaydı. Karşılaştığı direncin şaşkınlığıyla bir an bocaladı şişko. Kafasını geriye atıp yaylandı yabancı ve olanca hızıyla geçiriverdi hasmının suratına. Şişko afalladı. Kan fışkırdı boşluklardan. Kanın tuzlu tadı genzini yakıyor, kıvrım kıvrım kıvranıyordu. “Ahh burnuummm! Burnuuummm! .rospuu cocuu. Cemaaal kes şu .bneyi, Cemaaaal!” Gözünden akan yaşlara hakim olamıyor çığlıkları sokağı dolduruyordu şişkonun. Cemal’in göz çukurları belirginleşti karanlıkta. Bir an parlayıp söndü iki parlak göz beyazı. Arkadaşı kadar tedbirsiz değildi cemal. Köşedeki çöp kovasının teneke kapağını kapıp savurdu karanlığın içindeki yabancıya doğru. Yılankavi bir hareketle eğilip savuşturdu bu hamleyi yabancı ve sıskanın açıkta bıraktığı sağ böğrüne yerleştiriverdi balyoz gibi bir yumruğu. Cemal’in nefesi kesildi, gövdesi öne doğru yalpaladı ve apış arasında patlayan diz kapağıyla, kalkmamacasına yere kapaklandı. Üç dakika kadar daha yerde kıvranacaktı ve sonra mosmor bir surat ele verecekti cansız bedenini. Şişko, elleriyle bir kan gölüne set çekmeye çabalarken, bir yandan da yerde kıvranan arkadaşına bakıyordu. Yabancının gözlerini üzerinde hissetti. Kafasını kaldırdı ve bir an göz göze geldiler. Sendeledi şişko. Güvenilir bir mesafeye dek gerisin geri sürükledi yağlı bedenini ve sonra dönüp koşmaya başladı. Köşeyi dönüp gözden kayboldu. Yabancı huzurla eğilip yerden şapkasını aldı. Üzerindeki tozu silkeleyip başına geçirdi. Dört bir yana saçılmış kağıtları toparlamaya girişti. Kimi çamur, kimi kanla lekelenmiş bir deste kağıdı toparlayıp, düzeltti. Çantasına yerleştirdi. İçlerinden bir tanesini çıkarıp üzerine bir şeyler karaladı. Kağıdı itinayla buruşturup, nefes alabilmek için son bir çabayla açılmış ağzın içine tıkıştırdı. Sokağın çıkmazına doğru yöneldi ve birkaç adım içinde duman duman gözden kayboldu Z. --- xy --- Ve karanlık... Sadece karanlık. Gözleri somut bir şey aradı boşlukta. Ama ne sokak lambaları yerli yerindeydi ne de sokak: gökdeki yıldızlar bile bir bir sönmüştü sanki. Simsiyah bir sis perdesi örtmüştü üzerini. Uyuyor olmalıyım, diye düşündü; hala uyuyor olmalıyım. Perdeyi sonuna kadar sıyırdı X. İrice bir kara sinek, vızıldayarak rahatsızlığını belirtti ve pencereyi açmasıyla birlikte, perdenin kenarına kısılıp kalmış sinek başının üzerinde bir burgu yapıp, çıktı dışarı. Pencereden yarım metre kadar ötede, dondurulmuş bir film karesi gibi asılı kaldı havada. “Bu bir rüya olmalı!” Ama bu rüyanın bir kokusu vardı: çürük yumurtayla deniz yosunu arası bir koku. Oysa koku alamazdınız rüyalarda! Eline geçirdiği ilk şeyi pencereden fırlattı dışarı. Tükenmez kalemi kusursuz bir düzlemde asılı kaldı havada. Sineğin çırpınan kanatlarıyla beraber.. Görünmez bir ağa yapışıp kalmıştı zavallı. Buz kesti ayakları. Pencereyi kapattı. En korkunç kabuslarında bile hayal edemezdi böylesini. Ürperti tüm bedenini ateş gibi sarmıştı. Sokak, civardaki binalar; bunların hiçbirinden eser yoktu. Kapkara bir boşluk doldurmuştu etrafını. Ama ya apartmandakiler? Ya da, bir apartmandan söz etmek mümkün müydü hala? Dairesinin kapısına yöneldi ürkek adımlarla. Kapıyı açtığında içeriye dolacak ve nefesini söküp alacak boşluğu hayal etti. Ama biliyordu ki bu kabusla tek başına mücadele edemezdi: o kadar kadar kuvvetli değildi. “Orada olmalılar” dedi, kendini teskin etmeye çalışarak. “Tek kalan ben olamam? ...olamaz” Bir an havada asılı kalan elini indirdi. Hızla açıldı kapı. (DEVAMI GELECEK)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Umut SÜRMELİ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |