Ben bir kuşum; uçtum yuvadan... Artık ben nerede, eve dönme isteği nerede?.. -Leyla ve Mecnun, Fuzuli |
|
||||||||||
|
'Nevet biliyorum yavrum! Babana layık bir eş ve sana uygun bir anne olabilmek için değişeceğim. Göreceksin bak beni baban bile tanıyamayacak!' ‘Anneciğim' 'Yavrum benim!' Bu replikler, o masumca titreyen dudaklardan çıkıp, sanki yağmurla yüklü bir fırtınanın bulutları geçer gibi nemli ve buğulu gözlerle bakan bir kadının umudunu, özlemini en acıklı şekilde yüreğimizin ta içine, ruhumuzun karanlık dehlizlerine gönderir! Evet değişmek zorundadır masum, güzel, fakat aşağılanıp hor görülmüş genç kadın. Aslında rengarenk ve dizine kadar uzanan fistanı, örgülü saçları ve görgüsüz köylü tavrıyla aşağılanmayı da haketmiştir. Ruhu güzeldir! Kibardır, dürüsttür,fedekardır, sadıktır, paylaşır ama gel gör ki saçları örgülüdür veya başında ya yazması ya da bir yemeni vardır. İçi güzeldir ki o halde bunu dışına da yansıtmalıdır. Önce örgüler açılır saçından al yazması atılıp. Sonra o garip şeyin içine sokulup kafası, saçları şekle sokulurken, parmaklarını törpüleyip 21 numara oje süren kıza, küçük bir çocuğun bir bayram sabahı yeni potinlerini giyerken duyduğu gibi içi içine sığmayan bir heyecan ve mutlulukla gülücükler gönderir. Sırada yeni bir elbise vardır, omuzları ve degajesini gösteren. Elbet eteği de dizinin yukarsındadır. Kocaman inci küpeler ve kolyesi de cabası! Ve bir şapka koyar son noktayı. Sonra sofraya oturur masum köylü kadın. Masadaki muhtelif alet ve edavatın isimlerini ve vazifelerini öğrenir. Tabi biraz saftır, öğrenmesi ise yavaş. Görgü hocasından balık çatalını karıştırınca azar işitir. Ama mutludur güler geçer buna. İçki içmenin adabını da öğrenir ağzına ayrandan başka birşey girmeyen kızımız. Yaşlı dans hocamızdan tango, vals, twist hakkında feyz alır. Kızımız şirin yavrusu tarafından bu büyük hesaplaşmaya hazırlanırken, sarışın kötü kadın bütün bu olup bitenlerden ve başına geleceklerden habersiz filmimizin jönüyle ev davetlerinde, kokteyllerde çılgınca eğlenmektedir. Ve birgün bu davetlerden birine masum kızımız, eğitim sürecini tamamlayıp diplomasını aldıktan sonra teşrif ederler. Her ne hikmetse kimse tanımaz onu. Muhtemelen jönümüzde sarhoş olup kendini kaybettiği bir günde tanımıştır onu! Laf uzadı kaybolan sakızlara döndü. Mutlu sonda; masum kızımız içinin güzelliğini dışına da yansıtmayı başarıp, zengin kibar beyimize eş ve yavrusuna ana olma hakkını, sarışın kötü kadını berteraf ederek söke söke almıştır. Filmin mesajı acıklı, masum, şefkatli bir şekilde sevgili yönetmenimiz tarafından bize gönderilmiştir. Kıl olmam itibariyle aklıma takılan meseleleri bir türlü algılayamadığım mesajları içime sindiremedim. İlk defa gördüğü sarhoş bir adamın koynuna girip de hamilelik sürecini uzaktaki teyzesinde geçiren bir kızın masumumiyetine 1950 lerde insanlarımız nasıl inandırılmıştır? İçtiğinde önüne gelenle yatabilecek potansiyele sahip, yahutta genç bir kızın hisiyatıyla oynarak, istediğini elde ettikten sonra sırra kadem basan bir adam nasıl sevimli, iyi ve harika bir koca adayı olarak gösterildi? Al yazmanın, o Allah vergisi kırmızılığa sahip dudakların aşağılanmasına nasıl gönlümüz razı oldu? İçki içmenin ve dans etmenin gereklilik ve faziletine nasıl inandırıldık? Bir kadının aşağılanmasına nasıl seyirci kalıp fütürsuzca izledik? İğneyle kuyu kazar gibi 50 yıl boyunca erdemleri aşağılanma vesilesi, erdemsizliği ise modernitenin onuru olarak beynimize, yüreğimize nakşettiler. Kim bunlar? Bizi bu hale getiren kim? Uzun ince bir yolda yürüyen tarkan değil de Aşık Veysel olsa o yola baş koyar mıyız artık? Ayın şavkı vuran sazımı sadece biz krolar mı seviyoruz? Yazık ki pokemonlar Karagözü dövdü ve Hacivat ise ağlıyor. Nasrettin Hocanın eşeğini sucuk yapıp kazanını çöpe attık. Sırtında gitarın var saçın uzun hele bir de kotun yırtıksa birinci sınıf vatandaşsın. Elimde saz taşıyorum diye utanıp saklamak duygusunu kim yerleştirdi yüreğime? İşte sana gaflet, işte sana delalet, işte sana hiyanet! Türk olarak doğdum, Türk olarak öleceğim! Atam Osman Gazi, Alparslan Atatürk gibi! Aydınlık günlerin türküsünü söyleyeceğim gururla. Atamdan aldığım bayrağı brüksele götürmeyeceğim. Ankaraya dikeceğim anıtkabirde dalgalansın diye. Ve kendimizden utanmayı öğretenlere: Bir Türk dünyaya bedeldir. O türk ki! Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor, Bir hilal uğruna yarab ne güneşler batıyor!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Sinan Uzman, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |