|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
19 Aralık 2003
Politika ve Politikacı
"Bireysel gelişim" neden ticari hale dönüştürülmüştür ?
Nesrin Gocmen
Politik kişi dediğimizde ise aklımıza her yönüyle, hitabıyla, giyimiyle, hareketleriyle insanları etkileyen kişi gelmektedir. Politikacı dediğimizdeyse çoğumuz iki yüzlü, sözünü tutmayan kişileri algılarız. Peki bu sözcüklerin ne kadar iyi özellikleri va |
|
POLİTİKA ve POLİTİKACI
Politika sözcüğü birleşik sözcüktür ama poli-tika olarak ayrılmaz. Polis sözcüğünden gelmektedir. Polis : Şehir demektir. Eskiden şehir yönetimini , şehirleşmeyi bilme anlamında kullanılmıştı.
Politika aslında sanat, bilim, düşünce demekti, politikacı ise sanatı, bilimi bilen kişi, sanatçı, bilim adamı, filozof demekti.
Eskiden politikacı olacak kişilerin sanatçı, bilim adamı, filozof olması şartı vardı. Eğer sanatçı olmazsa bu kişi estetikten , güzellikten, ilhamlardan yoksun olacak, dolayısıyla da yeni kuracağı şehirlerde ya da var olan şehirlerde yapılan binalar estetik olmayacak, düzensiz yerleşime (bugün gecekondulaşmayı buna örnek verebiliriz) izin verecekti. Politikacı bilim adamı olmalıydı. Çünkü matematik, geometri , mimarlık vb bilimlerden habersiz olursa gelen projelerin o şehre uygun olup olmadığını , insanların o projeler harekete geçince rahat edip etmeyeceklerini bilmeyecekti. Hatta yakınlarının çıkarlarını gözeterek, paraya göre projelere izin verecekti. Filozof olmalıydı. Filozof kişi kendini tanıyabilmiş, kendini bulmuş, kendini yönetebilen kişiydi. Kendini bilmeyen kişi başkasını anlayabilir miydi? Kendini idare edemeyen kişi başkasını idare edebilir miydi? Tabi ki hayır...Kişi kendisinde yönetici değilse halkında da yönetici olamazdı.Ayrıca hareketlerinin, konuşmalarının doğru düzgün olması için filozofluk şarttı.
Fakat günümüzde
"Politik olmak nedir ? "
diye sorarsak alacağımız yanıt ,
"her ortamın adamı olabilmek"
olacaktır. Politik kişi dediğimizde ise aklımıza her yönüyle, hitabıyla, giyimiyle, hareketleriyle insanları etkileyen kişi gelmektedir. Politikacı dediğimizdeyse çoğumuz iki yüzlü, sözünü tutmayan kişileri algılarız. Peki bu sözcüklerin ne kadar iyi özellikleri varken bugün neden kötü bir hale düşürmüşüz, bunun nedeni nedir ?
Nedeni zamanla gördüğümüz politikacılar mıdır? Hayır !
Neden BİZ, kendimiz....
Bunu çoğu kitaplarda da yer almış bir örnekle açıklamaya çalışacağım. İnsan yaşamı bu örnekte bir tren yolculuğuna benzetiliyor. İnsanlar bilet alıyor, tek tek ya da gruplar halinde değişik istasyonlardan, değişik zamanlarda trene biniyor. Tren hareket ediyor, yolculuk başlıyor. Bu trenin iki kompartımanı var. Birinde şartlar çok kötü, ışıksız, soğuk, temiz değil, gürültülü vb. Diğerindeyse daha iyi. Kötü kompartımandaki yolcular şartların iyi olmadığı için şikayetçiler, diğer kompartımandakiler ise diğer yolcuların varlığından, gürültüsünden, kokusundan vb şikayetçiler. İkisi de yöneticilerinden memnun değiller. Hepimizi memnun edecek yeni bir yönetici bulalım derler. Bu düşünce üzerine yönetici olmak isteyen adaylar ortaya çıkar. Nedense bu kişilerde yöneticilik özelliği var mı, yok mu araştırılmaz bile, yada araştırmak akıllarına bile gelmez. Bu adaylar her iki tarafa da duymasını istedikleri sözleri söylerler. Şartları değiştireceklerini vaad ederler. Seçim yapılır, iyi konuşan, iyi vaadlerde bulunan, duymak istenilenleri en inandırıcı söyleyen kişiler duygusal olan yolcularca yeni yönetici olarak seçilir. Seçilenler ilk günler ilk heyecanla lokomotifin başına geçer, düğmeye yeni bir şekilde basarlar. Birkaç yıl, hatta birkaç ay sonra sorunlar çözülmediğinden tekrar ortaya çıkar. Ne olacak ? Yolcular tekrar yönetici aramaya başlarlar. Bu böyle devam eder.
Şimdi düşünelim, bu örnekte kim suçlu ? Trenin kendisi mi, biz mi, politikacı dediğimiz yöneticiler mi ?
Tren diyemeyiz, tren bizim idaremizle hareket etmektedir, politikacı dediğimiz yöneticiler diyemeyiz, çünkü o kişiler bizim aramızdan çıkmış, bizim seçimimizle yönetime gelmiş kişilerdir. Bizim düzeyimiz ne ise o kişinin de düzeyi aynıdır. Aramızda demek ki sanatçı, bilim adamı, filozof olan kişileri bulma çabası bile göstermemişiz, duymak istediklerimizi söyleyen, kendimiz gibi olan kişileri yönetici olarak başımıza getirmişiz. Bizim gibi sorunları olan kişilerdir onlar da. Sorunumuz içimizde bilim adamı, sanatkar, filozof kişilerin olmaması mı, yoksa bizim onları arama ihtiyacı duymamamız mı ? Şimdiki dünya böyle kişilerden yoksun mu ?
Bugün başarısızlıklarımızın çoğunu zamana yükleriz, " zamanım yok" gerekçesiyle savunmaya geçeriz. Çoğu kez de bir hizmeti yerine getirmekten zamanım yok bahanesiyle uzaklaşırız, hatta kaçarız. Nelerden kaçıyoruz, nelerden kaçmıyoruz ? Bunları görmemiz, nedenlerini araştırmamız gerek . Bizim olduğu gibi herkesin zamanı çok değerli kimsenin boşa harcayacağı, fazla bir zaman lüksü yok kendince. Peki bu değişik faaliyetlerde gönüllü adıyla oluşturulan gruplardaki kişiler üstelik maddi bir karşılık da olmadığı halde nasıl bu zamanı bulabiliyorlar?
Düşünmeliyiz, şu vakte kadar ne yapmaya çalıştık, diğer insanlara neler kazandırdık ? Çok koştuk yaşamda deriz hepimiz, tamam koştuk ve bir şeyleri yaşamaya çalıştık, peki düşünüyor muyuz, bu koşuda ne için, neler ürettik, önemli hedefler belirleyip de mi koştuk? Bunlar aklımıza gelmez nedense, bunların yerine yarını düşünmeye çalışırız, ama yarının yüzde yüz olacağı, ya da olmayacağı belirsizdir. Biliyoruz ki Atlantis kıtası bir gecede sulara gömülmüş, yok olmuştur. Belirli olan yaşadığımız zamandır, bu zamana dek neler başarıp, neler başaramadığımızdır. Şu anki yaşanılanları ben bir hamburgere benzetiyorum, bir hamburger yapıyoruz, hemen yiyip bitiriyoruz.
Kısa yoldan yapıp, alıştığımız sonra da hemen tükettiğimiz bir yaşam. Bizce bugün standart bir insan olmak için ne gereklidir bir düşünelim .Ölçülerimiz neler ? Büyürüz, evleniriz, bir çocuğumuz olur. Daha ilk okul yıllarında hatta okumayı bilmeden onu testlere alıştırırız, anlamadan çözdüğü testlere. Çocuğumuz için hedefimiz mutlaka bir üniversite eğitimi almasıdır, yeteneklerine bu üniversitenin uygun olup olmadığı hiç önemli değildir. Bizim istediğimiz bir bölüm tercih edilir ama olmuyorsa herhangi bir bölüm de olabilir. Üniversiteyi kazanınca hedefimiz mezun olmasıdır. Mezuniyetten sonrasıysa bir iş yapması gündeme gelir , bu işin de aldığı eğitimle uygun olup olmaması önemli değildir, hele çok kazanç getiren bir işse hemen tercih edilir. Ya da ailevi gelir getiren bir iş varsa hemen o işin başına geçirilir. Eh artık standartlar az çok tamamlanmıştır. Toplumda yeri mevkisi var, geliri de güzel, sıra evlenmesine gelir, ne de olsa bu kadar emek verdiğimiz çocuğumuzun, ölmeden mürrüvetini görmek hakkımızdır yani . Bazen bu tercihi ona bırakırız ama bizim de onaylamamız şarttır, çoğu kez de bizler seçer ona onaylatırız, ne de olsa bizim aile yapımıza, terbiyemize uygun bir ailenin çocuğu olmalıdır . Evlenir, onun da çocuğu olur, aynı bizim düşüncemizle o da çocuğunu yetiştirmeye başlar, çünkü o biz tarafından iyi bir şekilde yetiştirilmiş, anaya, babaya, çevresine hayırlı biri olmuştur. Bu arada bizim yaşlılık dönemimiz başlamıştır, maddi açıdan garantiye alınmış bir yaşlılık. Ve yaşamda görevimizi en iyi yapmamızın verdiği rahatlıkla gözlerimizi kapar, sonsuzluğa karışırız. Standartlara uygun bir insan yaratmakla noktalanan bir son çizdim şimdiki toplumuza göre size..Tabi bu örneğin dışında bulunan kişiler de var, dileğim de zaten bu örneğe uymayan bu kişlerin daha da artması. Şimdi standart insan dediğimiz çizdiğimiz kişide siz özgür bir irade görebiliyor musunuz ? Bu örnekte olduğu gibi eğitim, iş, para, çocuk sahibi olma hayatımızı idame ettirmemiz için gerekli şeylerdir. Fakat burdaki ölçüler , seçimlerin özgür idareyle yapılmadığından, sonsuzlukta da fazla bir şey ifade etmediğinden değersiz standartlardır. Biz öldükten yüzyıl sonra adımızı anacak biri kalır mı acaba? Tabi ki kalmaz.
Neydi peki bizdeki eksiklik ?
Çoğumuzun yaşadığı yukardaki örnekteki yaşamda ideallerimizdir eksik olan. Yaşamda gerçek bir amacımız olmalı bunu da kendimiz seçmiş olmalıyız ki sonuç olumlu da olsa, olumsuz da "bunu ben kendi özgür irademle seçtim" diyebilmeliyiz. Fakat bugün ne yazıktır ki hepimizin seçtiği hedefler küçük hedeflerdir. Yaşamın biteceğini de ayrımsadığımızda ise geç kalmış ve katılaşmış olmaktayız. Kendimiz olamıyoruz. Biraz yukardaki trenin dışına çıkabilmeliyiz. Nereye gidiyoruz, bizi çeken kişi kim, olmam gereken, istediğim yerde miyim, yoksa birilerinin isteğiyle mi burdayım , toplumda yerim ne , bu toplumda "ben" olarak ne ifade edebiliyorum düşüncelerini kendine sormayı acaba kaç kişi akıl edebiliyor ? Şu an çoğumuz bir çok konuda kolayca sürü gibi yönlendirebilmekteyiz. Bir ürün çıkar, yapılan reklamın etkisiyle hepimiz o ürünü denemek isteriz, çok kısa zaman sonra aynı ürünü başkası çıkarır, onun reklamı daha çok hoşumuza gider, diğer ürünü bırakırız daha yeniyi alırız. İki ürün de aynıdır ama bunu araştırma gereği bile duymayız, reklamını daha çok sevdiğimizden, duymak istediğimiz daha güzel sözleri duyduğumuzdan o en yeni ürüne daha çok para bile verebiliriz.
İşte son yıllarda içimizden filozofların, düşünenlerin çıkmama nedeninin küçücük bir örneği. Dış görünümün bizi nasıl cezbettiği.
Ne yazık ki içe doğru hiç birimiz hareket edememekteyiz, kendimizin gidebileceği rayı aramamaktayız.
Şu an çoğu yerde gördüğümüz bir sözcük var.
" BİREYSEL GELİŞİM"
Ne yazık ki günümüzde ticari hale getirilmiş bir sözcük bana göre. Bireysel gelişime hepimizin ihtiyacı var tabi ki ....
Ama bu kurslarla başarılır mı ? Birkaç ayda bu sağlanır mı ?
Eğer böyle olsaydı herkes kursa gider, gelişir, kurs bitiminde gelişmiş birey olarak sokağa çıkardı, dünyada da hiçbir sorunlu kişi olmazdı. Herkes aynı olgunlukta olurdu, kavga, hırsızlık gibi kötü olan hiçbir davranış olmazdı....
Ne de olsa hepimiz gelişmiş düzeye geldik ya...
Böyle olmadığına göre demek ki bireyin gelişimi kurslarla sağlanamamaktadır. Bireysel gelişimi yapabilmemiz için öncelikle kendimizi tanımamız, keşfetmemiz, felsefi yönümüzü tanımlamamız gerekmektedir. Sadece günden güne büyük gayretle, alın teriyle çalışarak , amaçlarımızı hedefleyerek kendimiz bireysel gelişimi ortaya çıkarabiliriz.
Ne yazıktır ki bugün olayların yanı sıra kavramlar da yer değiştirmiştir. Değerli şeyler değersiz, değersiz şeyler değerli olarak gösterilmektedir. Örneğin okula yolladığı çocuğuna ne der çoğu anne, babalar? " Sana biri vurduysa sen de ona vur, hatta daha kuvvetli vur!"
Kant yüzyıllar önce içgüdüsel hareket etmememiz gerektiğini savunmuştu. Ama bugün biz bunun ayrımında bile olmaz olduk . Örneğin bir köpek hav derse yakınındaki diğer köpek ona yanıt olarak hav hatta iki kez hav der. Ne kadar da yukardaki örnekle örtüşüyor değil mi? Bu hayvansal bir harekettir. Ama biz ne köpeğiz ne de başka bir hayvan. Biz insanız , insan olduğumuzu da unutmamız gerektiği halde zaman, zaman unutmaktayız.
Bir odada, sınıfta, büroda, hatta açık bir alanda kötü koku ilk çıktığında duyulur, sonra yavaş yavaş bu kokuya alışılır, hatta koku artsa da ayrımsanmaz, duyulmaz olur. İşte zamanımızda da değerler yüzyıllar boyunca yavaş, yavaş değişmiş, hatta kötü hale gelmiş, hepimiz bunun ne değiştiğini, ne de kötü olduğunu fark edememişiz. Özgürlük, dürüstlük gibi erdemlerin tanımları değişmiş, yeni tanımlara da hepimiz alışmışız. Bilmeliyiz ki her zaman çoğunluk ne derse, neye inanırsa o doğru demek değildir. Doğruluk nedir düşünelim. Bir yerde yazar mı, tarifi var mıdır ? Herkese sorsak herkes bir başka doğru tanımıyla karşılık verecektir. Aslında evrensel olan doğruya, "doğru" denilebilir, fakat bugün de bunun tanımını yapmak imkansız hale getirilmiştir. Genelde doğru zordur, tercih edilmez. Düşünelim bir derede akıntı çıktı karşımıza, ulaşacağımız yere varmamız için akıntıya karşı yüzmemiz gerek. Bu zor da olsa tercih etmemiz gereken bir eylemdir. Eğer böyle davranmazsak ulaşacağımız yere varamayız. Yaşamda da kendimizi akıntıya bırakmaz, zordan kaçmazsak, çabalarsak günden güne doğruyu bulacağızdır. İsmi unutulmamış gerek bilim adamlarının, gerek devlet adamlarının, düşünürlerin hiç biri yaşamlarında her zaman doğru hareket yapmış değillerdir. Onların da yaşamlarında hataları olmuştur. Ama yaptıkları doğruları bulup, örnek almamız çok zor değildir. Aslında hiç birimiz bilgisiz insanlar değiliz, üstelik de bilmediklerimizi öğrenebileceğimiz çok kütüphaneler, kitaplar bulunmaktadır. Ne yazık ki çoğumuz okumayı sevmeyiz.
Okuyanlar da çoğu kez zihimlerinin bir yerinde bu bilgileri depolarlar. Bilgi sadece alınırsa, okunursa, öğrenilirse bize yararı olmaz. Bilgilerimizi eyleme dönüştürmemiz, uygulamamız gerektir.
İnsanlar zaman içerisinde nasıl yaşıyorlarsa ona uygun sözcükler üretmişler, giderek de yaşamda ihtiyacı olan sözcükleri daha çok kullanmaya başlamışlardır. "Bencil" sözcüğünün anlamını sorsak bilmeyen yok gibidir. Çünkü bencil kişiyi yaşamda çok görmekteyiz, bencillik yönümüzü de çok kullanmaktayız. "Ben" den türetilmiştir. Devamlı kendini, yakınlarını düşünen, eylemlerini , çıkarlarınca yapan kişilere deriz. Peki " Diğergam" ne demektir diye sorsak acaba kaçımız anlamını biliriz ? Bilenler olacaktır tabi ama bencilin anlamını bilenler kadar çok olmayacaktır. Diğergam "diğerleri için yapmak" demektir, yani bencil sözcüğünün karşıtıdır. Demek ki bencillik daha çoktur yaşamda.Nasıl yaşadıysak ona göre sözcük ürettik , daha çok kullandığımızın anlamını da hemen biliverdik işte!
Bu toplumu yaratan bizleriz. Yöneticilerimiz olan politikacılar da bizlerden biri, içimizden çıkmış kişilerdir, yönetmeye geçtiklerinde bencillik yönleri ağır gelecek, kendini, kendi akrabasını, yakınlarını, arkadaşlarını düşünerek yöneteceklerdir bizleri.
Çözüm son günlerde ekranlarımızdaki bir reklamın dediği gibi "dünyayı değiştirmek" olamaz. Buna kimsenin gücü yetmez, ama herkesin kendini değiştirmeye gücü yeter.
Kendimiz değişmeliyiz ki bu düzen de değişsiz. Bunun için de yapmamız gereken kendimize bakmamız , kendimizi çok iyi tanımamız gerektir. Nerdeyiz, ne durumdayız, iyi miyiz, kötü müyüz?
Bu soruları kendimize sorup, doğru bir şekilde kendimize itiraf etmeliyiz. Kötü yanlarımızı nasıl iyileştirebiliriz, içimizde çözümler üretmeliyiz.
Bugün nedense içinde sarsılmaz değerleri taşıyan insanları fazla sevmemekteyiz. Kişilerin konuşması, hareketleri, giyimi daha önce bizi etkilemekte , biz de yöneticilerimizi bu özelliklerine bakarak seçme yoluna gitmekteyiz.
Aristotales " Erdemi ortaya çıkaran şartlar" demiştir. Bu o kişinin erdemleri şartlara göre değişmiyorsa, değişmezlik taşıyorsa o kişi erdemli kişi demektir. Zamanımızda insanlar dış görünüşe adapte olup, fiziksel ve dış dünyayı hedef aldığından ilke ve amaçları da buna göre oldu. Mevlana'nın : " İnsanın değeri aradığı şeydir" sözü de bunu doğrulamaktadır.
Yaşamda bir araba, bir ev, para peşinde koşuyorsak bu erdem değil, insanlara yararlı olmak için işimizi iyi yapmamızdır erdem. Zaten bunun sonunda da isteklerimize kavuşacağızdır. Tekrar ediyorum biz insanız, hayvanlardan farklıyız, içgüdülerimizle değil aklımızı kullanıp, aklımızla hareket edebiliyoruz kendimizi hedeflerimizi evrensel, büyük tutarak değiştirebiliriz. Ama sadece bir kişinin değişmesi demek değildir bu, hani o sahildeki mercanları toplayıp tek, tek denize atan adam hikayesindeki adama sorduklarında adamın yanıtını düşünelim, denize ulaşanların mutlu olması yetiyordu adama. Hepimiz bunu amaçlamalıyız.
Zamanımızda bir çok şeyi biliyoruz, bilmediklerimizi öğrenebiliyoruz ama nedense yapamıyoruz, ya da yapmıyoruz. Bu hem zihinsel hem de fiziksel tembelliğimizdendir. Aslında bu yaşam bize verilmiştir, sadece bize aittir, kimse bizim adımıza yaşamımızı yaşama şansına sahip değildir. Biz de bir başkasının yaşamını yaşayamayız. Biz de öğrendiğimiz, kabul ettiğimiz şeylere parelel bir yaşam yaşamalıyız.
Eğer bunu yapmıyorsak zamanı öldürüyoruz, yaşamı boş yere harcıyoruz demektir. Var dediğimiz eksiklerimizi bulup, içimizde büyük bir değişim yapmaya ihtiyacımız vardır.
Aslında her değişim risktir, endişe vericidir. Örneğin başka bir yerde yaşamaya karar vermemiz bir değişimdir, o yere uyum sağlayıp, sağlayamayacağımızı , işlerimizin iyi olup, olmayacağını bilemeyiz, şehir değiştirme kararı almamız riske girmemiz demektir. Ama bunun bizim için daha iyi olacağına kendimiz karar verdiysek o riski de almamız gerekir. İçimizdeki değerleri de değiştirmeden önce de risk aldığımızı farkederiz, endişe duyarız. İçimizde büyük hedefleri belirleyip, büyük değişimler yapabildiğimiz sürece ,riskleri aldığımızda yaşamımız boşa gitmeyecektir. Kolay değildir, ama imkansız da değildir. Dış görünüşümüzle daha fazla ilgileneceğimize iç dünyamızla ilgilenelim.
Birini düşünün sabah belli saatte kalkıyor, işine gidiyor, işini nasıl olursa olsun yapıyor zamanı doluncaya dek, sonra işten çıkıyor, bazen arkadaşlarıyla bir yerde oturuyor, konuşuyor, oyun oynuyor, evine gidiyor, evde yemeğini yiyor, televizyonu izliyor, yatma saati gelince yatıyor, sabah olunca kalkıp gene işine gidiyor. Bu böyle yıllarca çok çok az değişikliklerle sürüp gidiyor, şimdi bu insandan ne bekleriz ? Zamanımızda dış görünümüzle, fiziğimizle ilgilenirken, içimizi görmekten yoksun kalmaktayız. Ne için var olduğunu unutmaktayız. Maddelerin, arzularının kölesi olmuşuz. Böyle kişiler nasıl derinleşebilir, nasıl değişebilir ? Bir haftalık yaşamımı düşünelim, örnekteki kişi gibi otomatik olarak mı yaşıyorum, fazla bir rolüm yok mu kendimin kendime verdiği, başkalarının bana vermiş olduğunu mu oynuyorum ? Pasif bir köle gibi mi yaşamın ? Böyleyse hemen önlem alman gerekiyor. ,
Evrensel hedefler için yapabileceğin ne var araştırıp, ortaya koyman gerekiyor. Yaşamda pasif olmak kolay, ama zamanlar boş yere öldürülmekte, bize sunulan yaşamlar da böylece boşa harcanmaktadır. Aktif olmalıyız, kendimizin bize verdiği rolü oynamalıyız. Biz insanlar bu yaşama aktif olmak, üretmek için geldik. Bunları yaparsak gücümüzü hissedeceğiz.
İnanarak ben yapabilirim, ben başarabilirim diyebilmeliyiz. Kimsenin bizim iç dünyamızı yargılama yetkisi yoktur, sadece biz dürüstlükle kendimizi yargılayıp, doğrularımızı oluşturabiliriz. Karma felsefesindeki gibi etki, tepkiyi yaratır. Hiçbir şey yoktan oluşmaz, ne ekersek yaşamda, mutlaka onu bir gün karşımızda göreceğizdir.
Değişme isteği sadece insanlara aittir, başka bir varlıkta bunu göremeyiz. Bir hayvan, bitki yerimi, arkadaşlarımı, eşimi değiştireyim diye düşünemez bile. Ama insanlar da değişimi gereksiz şeylerde kullana, kullana değişik arkadaşlıklar, milletler, dinler ortaya çıkarmışlar, kavgaları başlatmışlar. Birleştirici olacaklarında bölücü, ayrıştırıcı olmuşlardır. Günümüzde antidepresif ilaçlar daha da arttığı halde neden depresyon bitmemiş, daha da çok yaşanır olmuştur? Hepimizin dünyaya bakmamız gerek, kendimizi derinleştirmemiz , içimizde değişimi başlatmamız gerek.
Olaylara evrensel bakalım, sadece yaşadığımız yeri değil, diğer yerleri de , sadece kendimizi değil çocukları da, yaşlıları da, özürlüleri de, komşularımızı da görelim. Bölücü değil, birleştirici, uzlaştırıcı olalım. Her insan çok güçlü olamayabilir, ya da kendini güçsüz, zayıf, küçük hissedebilir. Fakat bunun farkına varması bir ilerlemedir.
Bunları farkedersek aşabiliriz. Zayıflıklarımızı bilelim ki güçlendirebilelim, güçlü yanımızı bulalım, ortaya çıkaralım ki sağlamlaştırabilelim.
Bunlar da bilgiyle aşılacak, geçmiş kültürler incelenerek bulunacaktır. Geçmiş kültürler araştırılınca karşımıza çok ilginçlikler çıkacaktır. Onların gelenekleri, inançları, neye güldükleri, neye ağladıkları, hastalarını nasıl tedavi ettikleri, nerde zayıf oldukları, neden yok oldukları bize ışık tutacaktır. Araştırmamız, karşılaştırmamız bizi birleştirici yapacak, ayrıca kendi yerimizi de belirlemeye yarayacaktır. Bu özelliklerin hangisini ben taşıyorum, bu kültürel mirastan bende neler var diye düşündüğümüzdeyse kendimizi tanımamız kolaylaşacaktır. Bireysel gelişimimiz için (dışsal değil, içsel) neler yapmamız gerektiği konusunda çok şey öğrenip, düşünmeye başlayacağızdır.
Yaşamda edilgen değil, etkin olalım. Uyum içinde, var olan içinde kaliteyi seçelim. Kalite zor olduğundan azdır, az olduğundan değerlidir. Kolay her yerde bulunur, ama kısa ömürlüdür. Sıradan bir yaşamı yaşamaktan kaçınalım.
Bireysel ilerleme genel eğitim ve kültür düzeyi yönünden toplumsal ortalamanın ilerlemesine bağlıdır.
Bu nedenle bir kişi bir şey biliyorsa, yeni bir şey keşfettiyse bunu diğer insanlara da bencilce davranmadan aktarmalıdır. Kişi çok şey biliyor, ya da bulduğu bir şeyi sadece kendi yararına kullanıyorsa, başkalarına aktaramıyorsa, ya da aktarmak istemiyorsa o bildikleri hiçbir değer ifade etmeyecektir. O kişi yok olduğunda onunla birlikte bildikleri de , keşfi de yok olup gidecektir. Az bilen bir kişi bu az bilgiyi bile diğerlerine öğretme çabası içindeyse çok bilenden daha değerlidir bildikleri, üstelik yaşamı da anlamlıdır. Bu şu örneğe benzer çölde yürüyen bir grup insandan biri bir tas su bulunca sadece kendi içiyorsa bu diğerleri için bir anlam ifade etmez. Ama diğer bir kişi bulduğu yarım tas suyu herkesle birer yudum da olsa paylaşarak içiyorsa herkes için çok anlamlıdır.
Hepimiz nerde olursak olalım aynı yerküre üzerinde yaşamaktayız, aynı dünyayı paylaşmaktayız, evrensel sorunları yok sayamayız, bana ne diyemeyiz. Yaşanılan depremler karşısında kimsenin kayıtsız kalmaması buna bir örnektir.
İnsanlar işitmek istediklerini duyduğu yerde olmak isterler. Ama gerçek olan bu demek değildir, düşünmeliyiz. Evrensel hedefler için ne yapıyorum, ne yapabilirim ? Bunları araştırarak, inceleyerek, karşılaştırırsa belki kendisi farketmeden bile içindeki değişimi sağlayacak, kibirden, bencillikten uzaklaşacak, hizmet etmekten kaçmayacaktır.
İşte bizi yöneten politikacı dediğimiz kişiler biz kendimizi değiştirirsek değişecektir. Çünkü onlar da bizim içimizden çıkmış, bizim seçtiğimiz kişilerdir. Eski çağlardaki anlamıyla POLİTİKACI sözcüğü böylece gerçek anlamına kavuşacaktır. Bizler kaliteyi yakalayabilirsek, POLİTİKACILAR da gerçek yerlerini bulabileceklerdir.
Nesrin Göçmen
13/12/2003
:: BENİM POLİTİKAM |
Gönderen: ERBİL KUTLU / İSTANBUL
|
24 Şubat 2004 |
|
| NESRİN HANIM MERHABA
POLİTİKA ÜLKEMİZDE SADECE RANT HAVASINDA YAPILMAKTA OLDUĞU İÇİN BENCE NE YAPILIRSA YAPILSIN BİZİM O GÖSTERDİĞİNİZ PEMBE TABLOYU GÖRMEMİZ İMKANSIZ.
LİSEDEYKEN BİR YASAK DERGİDE OKUMUŞTUM. YANLIŞ ANLAMAYIN İŞİM OLMAZ OYLE YASAK MASAKLA AMA YASAKLAMAYADA KARSI OLAN BIRIYIM. O DERGIDE (ŞİMDİ YOK ARTIK, ADI: CESURCA İDİ ) OKUDUGUM BIR YAZI UZERINE YAZDIGIM BIR SIIRIM VAR ASAGIDA BIRAZ AYKIRI HITABLAR ICERIYOR AMA O ANKI DUYGULARIM BU SEKILDE IDI.
YAZIDA GECEN KONU SOKAKLARDA OLU BULUNAN COCUKLARIN ASLINDA GOMULMEDIGI MEZBAHALARDA DIGER HAYVANLAR GIBI PARCALANIP KOPEK MAMASI VEYA YURT DISINDAKI AC ULKELERE GONDERILDIGINI RESIMLERI ILE GOSTERIYORDU. KANIM DONMUSTU O RESIMLERE BAKARKEN.
VE SIMDI OTORITENIN OLMADIGI BU ULKEYE YAZDIKLARIMDA BIR COK SEYIN HALA KARSISINDAYIM. AMA HALA OYLE BIR SEY YAPILABILDIGINE INANMIYORUM
CANINIZ SIKILDI SANIRIM AMA HALA O GORUNTULERI O GUNKU CANLILIGIYLA HATIRLARIM.
BİR MUM YAKTIM
Bir mum yaktım tüm çocuklara bu yağmurda,
Onlara ne dualar ettim karınlarının tok olmasına,
Böyle adaletli dünyaya, böyle adaletli gelir dağılımına;
Peh, ne şükürler ettim, ama kabul etmiyor Allah!
Lan ne iş bu, bir finoya milyon milyarlık mama alınıyor,
Hiç yoktan onu gören çocuğa da o mamadan bir tane ver!...
O ite onu alıncaya dek sevap işle, bir çocuk giydir onu besle;
Bok var di mi Kabe görünce, götün temizleniyor şerefsiz;
Hac parasının tamamı değil, birazı yeter onu doyurmaya,
Daha mutlu edersin tanrını o parayı onlara harcarsan.
Bak bu çocuklar gördü; en iyi olanını
İstiklal Caddesi’nde tiner koklarken gördü.
Gözgöze geldim, ağladığımı görmesin diye hızla kaçtım oradan.
Ama ne çare, götü temizlenenler Bosna’yı doyuruyorlar.
Doyduya bizimkiler, yeter bu kadarı, hatta Afrika’ya bile
Tokluk getirecez yarın değil, yarındanda yakın, hem de
Etle, ne eti biliyor musunuz?
Sokakta açlıktan ölmüş garibanların etleri ile.
Hiç değilse gariplerin bir mezarı olur; bir de kendi dertlerinden
Olanı mutlu etmenin verdiği sevabı alarak.
Evet siz siyasiler, siz o kadar afiş ilan yerine
Açı doyur, giydir onu bundan güzel reklam mı olur!
Aç kalmasın bu garipler ya; Allah mısın nesin doldum artık,
Yap bir güzellik şunlarada doyur ya!
Nasıl duruyorsun orada, bu olayları gördüğün halde!
Artık inanmıyorum senin kullarının koruyucusu olduğuna!
Çünkü sen, bir şeriat atası olmuşsun, sana sığınmıyorum, inanmıyorum artık;
Ta ki, o gariplerin karnı doyuncaya kadar!...
30.05.1996.PERŞEMBE
0.10
IYI AKSAMLAR... |
|
Söyleyeceklerim var!
Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?
Yazıları
yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz
ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız,
yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.
Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.
|
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
|
Mavi bir yasamı düşleyen,
sevgiyi bildiğini düşünen. .
"dostluklar, arkadasliklar yitmesin" diyen biriyim . . . .
Etkilendiği Yazarlar:
Yaşananlar, yaşanması gerekenler, yaşanacaklar, özlemler...
|
|
bu
yazının yer aldığı
kütüphaneler |
|
|
|