..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Her insanda insanlığın tüm durumları vardır. -Montaigne
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Beklenmedik > Arman Berra




8 Aralık 2022
Black Friday  
Arman Berra
Okuduktan sonra herkes için indirim anlamına gelen bu ifade yeni manası ile hayatınızda yer bulacak. Yıkılmış şekilde evine gelen bu adamın bu yıkılmışlığının sebebi ne olabilir ki böylesine tuhaf şeyler yaşamaktadır... Hikayenin damıtılmış özünü alabilmeniz için yazıldı ve beğendiyseniz yorumlarda sizlerden gelecek beğenilere göre uzun versiyonunu yazabilmeyi çok isterim. iyi okumalar.


:GHE:
Bilgi: Tamamen hayal ürünü bir kurgu hikayedir. Bilgilerinize...

Karanlık ıssız bir mahalle, saat gece yarısı suları, yorgun bitap bir adam, bozuk zeminli o sokakta evine kalan kısacık mesafeyi zar zor yürüyor, düşmemek için mümkün olduğunca adımlarını yavaş yavaş atıyordu. Fizik olarak ortalamanın üzerinde kondisyonda olmasına rağmen, böylesine basit bir eylemi yapmak için ihtiyacı olan o küçücük dikkati dahi koruyamıyor, her an bir çukura düşebilme, bir engele takılabilme endişesi ile ilerliyordu.

Bu varoş kenar mahallede, düzenli toplanmadığı için tenekelerden taşıp rüzgarla tüm sokaklara dağılmış rengarenk çöplere basmadan geçme gayreti gösterecek bir enerjiyi dahi kendinde bulamıyor, ayaklarına takılan çöpleri sürüye sürüye yürümeye devam ediyordu. Sanata düşkünlüğü ile meşhur tabiat, rüzgarı bir kalem, rengarenk çöpleri bir boya ve sokağı da tuval gibi kullanıyor, her bir sokağı adeta birer açık hava sanat galerisine çeviriyordu.

Doğanın esen elleri ile ortaya çıkardığı bu sanat sergisinin ortasında, herhangi bir sanatı fark etme ihtimalinin olmadığını, feri gitmiş gözlerinden belli bir adamın , züccaciye dükkanına girmiş bir fil misali orayı yerle bir etmesi karşısında gökyüzünden damla damla yağan göz yaşlarından yaşadığı üzüntüyü anlayabilmek mümkündü.

Sokak boyunca ayağını kaldırmadan yürümeye devam ediyor, çıkan hışırtı sesleri ile gecenin sessizliğini bozuyordu. Bu hışırtılara, rüzgar uğultusu eşlik ediyor ve ağzından ne dediğini kendisinin bile bilmediği anlaşılmaz mırıldanmalar ile katkıda bulunuyordu. Böylesine sessiz bir gecede, bu kadar düşük seviye bir ses bile sokağın bir ucundan diğerine duyulabilecek kadar yüksek kalabiliyordu. Böylesine sessiz bir gecede, beyni yerinde yokmuş gibi ilerliyor, ilerliyor, ilerliyordu...

Mırıldanmaları öyle çaresizlikle doluydu ki, yanından geçtiği evlerde uyuyan insanların rüyalarında kabuslar görmesine sebep olduğundan bile şüphe edilebilirdi. Giyimine görünüşüne önem veren ve fit fiziği ile daima şıklığını koruyan bu adam, bu gecenin karanlığında başı öne eğik, omuzları düşük, paltosu kırış kırış, atkısı ise soğuğa rağmen tam olarak sarılı bile değildi. Burnu soğuktan kıpkırmızı olmasına rağmen, atkısını düzeltmeyi düşünemiyor, düşünse bile onu sarabilmek becerisini gösteremeyeceğini biliyordu. Zihni takılmıştı, bazı şeyleri düşünmesine engel olamıyorken, yolda ilerledikçe gideceği yolu belirlemek gibi, anlık düşünme gereken ihtiyaçlarına dahi gücü yetmeyecek kadar zihni meşguliyetten çıkamıyordu. Her şeyi aynı anda düşünüyor gibi, ama aslında hiçbir şeyi de düşünemiyor gibi arafta idi.

Gecenin sessizliğini bozan yeni bir ses ile gerilmişti. Sokağın kaldırımı yanında kavga eden 2 kedi, yüksek tehditkar bir haykırış ile her kavga öncesi yapılan laf dalaşı merasimini yapıyorlar gibi birbirleri ile adeta konuşur gibi miyavlıyorlardı. Tonlamalarından birbirlerine tehditler savurduğu anlaşılan ve birbirini korkutarak belki daha kavga başlamadan rakibinin kaçması ile kavgasız kazanma ihtimalini yokluyorlardı. Zihni böylesine doluyken korkmasına neden olunca, kedileri çok sevmesine rağmen öfkesi ve siniri yüksek seviyelere bir anda çıkabilmişti.

Hayvanları seven, onları koruyan ve kavga ettiklerini görürse ne kadar acil işi olsa bile onları ayıran birisiydi. Buna rağmen bu kavgayı hiç umursamamıştı. Beyni alınmış gibi ifadesiz bir yüz ile yürüyüp ilerlerken, gittiği yerin neresi olduğunun farkındalığını kaybediyordu. İhtimal ki farkındalığını geri kazansa, zihninin içinde hapsolduğu şok nedeniyle, gittiği yerin neresi olduğunun önemsizliği duygusu altında ezilecekti.

İlerledikçe yol ayrımına giderek yaklaşıyordu ve tahmini altı üstü 40-50 adım kalmıştı. Bu kadar kısa bir mesafe kalmasına rağmen, zihni öylesine yoğundu ki, hangi yöne döneceğini bile o an gelince düşünmek üzere ertelemeyi seçebiliyordu. Yol ayrımı yaklaşıyordu ve artık nereye gittiğini hatırlamaya çalışma vakti gelmişti.

O sırada kavgalarını umursamadan geçtiği o kedilerin sesleri halen rahatsız olmasına neden oluyor, tam odaklanamadığı için kedilere öfkeleniyordu. Sabretmeye çalıştı ama bir yerden sonra kendini kaybetmişti. Sanki gözünden alev çıkıyordu ve adeta gözleri ile kedileri yakıyor gibi bakıyordu.

O ağır ağır yürüyen dermansız adam, içindeki gerginliği atabileceği bir fırsat bulduğunu fark edince, bir anda sanki bir boksör kadar atik ve güçlü davranmaya başlamıştı. Baygın gözleri keskinleşmiş, delici bakışlarla etrafı süzerken, çevresinde gördüğü en kocaman taşı tek hamlede yerden yükseltip, 2 eliyle kollarının uzanabileceği en yüksek noktaya kadar kaldırabilmişti.

Sıradan bir günde kaldıramayacağı bu taşı, bir hamlede kollarının üzerinde sanki arşı delip bulutlara kadar uzanır gibi güçlü ve kuvvetli şekilde kaldırmıştı. Saniyeler içerisinde taşı alması ile atması bir olmuştu. Taş öyle büyüktü ki, kedileri ayırmak değil oracıkta hayatlarına son verebilirdi.

Halbuki normalde hayvanları çok seven bu adamı mahalledeki tüm kediler tanırdı. Hatta mahalleden geçerken etrafında toplanırlar, cebinde her zaman taşıdığı kedi mamalarından serpiştirmesini beklerlerdi. Kediler karanlıkta belli ki tanımamışlardı ama tahminine göre onu kokusundan tanıyıp yabancı olmadığını hissetmiş olabilirlerdi. Ondan kaçmıyorlardı ve bunu fırsat olarak gördü. Adamın elinde tuttuğu dev taşa aldırış etmeden kavgaya devam eden kediler, sokağın uğultusunu yerle bir eden şiddetli bir sesle ve ona eşlik eden büyük bir kıvılcım ile hayatlarının en büyük korkusunu yaşamışlardı.

Kedilerin yaşadığı korkunun şiddetini koşturmalarından anlayabilmek mümkündü. Öyle bir korkmuşlardı ki, belki de bir daha o mahalleye asla dönmemek üzere koşarak kaçmaya karar vermiş olabilirlerdi. Kediler öylesine can havli ile çığlıklar atarak koşup kaçmışlardı ki, etrafta karanlık evlerin bazılarında insanlar uyanmışlardı. Evlerde yanan bu ışıklarla birlikte, sokağın loş karanlığı biraz daha azalabilmişti.

Etraftaki çöp kutularında karnını doyuracak birkaç parça bir şey arayan kediler dahi, soluğu kutunun dışında kendisini koşuyorken buluvermişlerdi. Adamın attığı taş, düştüğü yerdeki kaldırım taşlarına çarpıp geceyi çıkardığı kıvılcım ile neredeyse anlık bir fotoğraf makinesi flaşı gibi aydınlatabilmiş ve kaldırım taşından hatırı sayılır bir parçayı koparabilmişti. Altı üstü 2 kedi kavga ediyordu, tepki öylesine ölçüsüzdü ki, tepkinin temelinde kedilerden çok daha başka nedenler olduğunu anlamak hiç de zor değildi.

Kedilerin canlarına kast eden bu saldırısı sonrası, normalde hayvanları ve içlerinde en çok da kedileri seven bu adamın, neredeyse kedileri öldürecek kadar ileri gitmesine rağmen, yüzünde en ufak bir pişmanlık dahi olmaması, özünden ne kadar çok uzaklaştığını ispatlar nitelikte idi.

Kedilerin tüm insanları rahatsız eden kavgasını sona erdirmek, mahalledeki herkes için faydası olan bir eylemdi. Bu fayda sağlama amacı gölgesine gizlenerek, hiçbir vicdani sorumluluk üstlenmeye gerek kalmadan, ne kadar orantısız bir tepki verirse versin her halükarda dışarıdan bakıldığında lehine bir algı elde etme avantajını, içinde biriken şiddeti kusma fırsatı olarak değerlendirmişti.

İşe yaramıştı, amacı kedileri uzaklaştırmak olan bu eylemi yaparak, sadece kedileri uzaklaşma mutluluğu yaşamıyordu. Onu asıl mutlu eden şey, o koca taşı kıvılcım çıkartacak kadar sert bir şekilde atması ile üzerindeki gerilimin bir miktar azaldığını hissetmesiydi.

Bu sesi duyan bazı mahalleliler, cama ve balkona çıkmışlardı. Öncesinde onları da rahatsız eden kedilerin sesleri, bu şiddetli gürültü sonrası ortadan kaybolduğu için, tam da adamın amaçladığı gibi o pozitif algı oluşmuştu. İnsanları rahatsız eden kedileri mahalleden kovan birisine, gürültü yaptı diye tepki gösterilebilir miydi... Şükran duyguları ile tekrar yataklarına gitmişlerdi.

Bu basit duruma verilen tepkinin orantısızlığına açıklama olabilecek en önemli gerekçe ise, yol boyunca ağır ağır yürürken aklından geçenlerdi belli ki. Bir miktar iyiydi ama halen çevredeki arabaların camlarını kırmak, lastiklerini patlatmak gibi korkunç vandal duygularından kurtulabilmiş değildi.

Zihnindeki gerilim ve çaresizliği nedeniyle giderek artan içindeki öfke ve şiddeti, dışa vurabilecek ortamı olmaması nedeniyle baskılamak zorunda kalmıştı. Verdiği bu orantısız tepki, işte bunun dışa vurumuydu aslında... Tek ilgilendiği şey tıpkı bir madde bağımlısı gibi, üzerindeki gerginliği azaltmak için işe yarar bir eylem yapıp yapmadığıydı. Artık bir miktar daha iyiydi ve ne kadar ileri giderse gitsin bunun ona iyi gelmesi ona yetmişti, vicdani hiçbir şey umurunda değildi. Böylece zihnini biraz toplayabilmişti ve hangi yöne gitmesi gerektiğini artık düşünebilirdi.

İlerledi, ilerledi ve yol ayrımına geldiğinde artık karar zamanıydı. Ama her iki sokak da aynı görünüyordu. Tıpatıp aynı olan bu yollardan hangisi acaba doğru olan yol diye düşünüyor, bir şeyler hatırlamaya çalışıyor ama her zaman geçtiği, mahalle kedilerinin bile kendisini tanıdığı bu sokakta hangi yöne gideceğini bilmiyordu. Kedilerin koşarak uzaklaştığı sokak ve diğeri diye yolları tanımlamak dışında bir fikri yoktu. Birisini seçmek zorundaydı, ve kediler yine kavga ederlerse ihtimalini düşünerek o sokağı seçmişti. Böylece yine onları ayırmak bahanesi ile belki bir şeyler daha yapma şansı elde edebilirdi. Bu dağınık zihni, hiçbir şeye odaklanıp düşünememesine rağmen, bu konuda hissi çıkarını düşünebiliyordu. Tıpkı madde bağımlılarının akli melekelerinin zayıflamasına rağmen, kullandıkları maddeyi elde etmek için geliştirebildikleri zeka kokan birbirinden orijinal stratejiler belirleyebilmeleri gibi, o da kendi çıkarını görerek, gideceği yolu seçmek için şaşırtıcı bir çıkarım yapabiliyordu.



Seçtiği sokağa yöneldi ve tekrar yürümeye başladı. Yürüdükçe sokakta gözüne tanıdık gelen binalar olduğunu fark ediyordu. O donuk ve hissiz kısa tebessümü ile doğru yolu seçtiği zaferinin mini bir kutlamasını gibiydi. Sokağın doğru olduğunu anlayınca, eve yaklaşmanın mutluluğu ile de bir miktar kendini iyi hissetmeye başlamıştı. Sokağın sonunda evine ulaşacağını bilmek, bir miktar gevşemesini sağlamıştı. Eve bir an önce varma isteği, daha hızlı yürümesine neden olmuştu.

Karmaşık beyni, bulanık gören gözleri ile bu hızlı yürüyüşü uzun sürmedi. Yerde belediyenin açmış olduğu çok derin olmayan bir çukurun içerisine düşmüştü. Düşünce kafasını kuyunun kenarlarındaki çakıllara çarpmış, toz toprak içerisinde kalmıştı. Bu düşüşü, büyük bir şok yaşamasına neden olmuştu. Yağmurdan dolayı biriken su kuyuyu yarısına kadar su ile doldurmuştu. Aniden düşünce, yüzüne su sıçradı ve her yeri çamur ve su karışımı ile kirlenmişti.

Başını çarpmasının etkisi ile bir süre baygın kaldıktan sonra ve yüzündeki çamurumsu su ile çabucak uyanmıştı. Bu çarpmanın acısı ile, nerdeyim ne yapıyorum ben bu çukurda diye kendi kendine sorular soruyordu. Zihni doğru soruları soracak kadar berraklaşmıştı ve artık kendisini biraz toplayabilmişti.

Yarın katılacağı o önemli görüşmeyi hatırlayabilmişti sonunda. Balçık çamurlu suyun soğukluğu ve kafasını çarpmak iyi gelmişti. Gücünü topladı ve çukurdan çıkmayı başardı. Evinin nerede olduğunu hatırlayabiliyordu, ağır adımları biraz hızlanmıştı ve zaman kaybetmeden evine ulaşmak üzere yoluna devam etti. Kısacık mesafeye rağmen, hızlanmış olsa da kalan yolu yarım saatte tamamladıktan sonra ancak evine ulaşabildi. Üstünü değişir değişmez kendisini yatağa bıraktı, başı yastığa bile değmeden derin bir uykuya dalabilmişti...

Sabah çalar saati 2 kez erteledikten sonra, 3. kez de çaldığını duyunca kalkması gerektiğini anlamıştı. Dinlenmişti, iyi hissediyordu ama zihnindeki o gerginlik halen olduğu gibi yerinde duruyordu. Bir askeri uçak pilotuna göre, kendisini ömrü boyunca bu kadar dağıttığı hiçbir dönem olmamıştı. 2 gün içerisinde olanlardan sonra, saçlarının bir kısmını beyazlamış, sanki 10 yaş daha yaşlanmış gibi hissediyordu.

Bugün günlerden pazartesiydi, cuma günü aldığı haberle içerisine girdiği bu durumu hala düşünmekten kendini alamıyordu. Ne doğru düzgün yemek yiyor, ne de giyimine dikkat ediyordu. Cuma gününe kadarki hali ile şimdiki hali arasında korkunç bir fark vardı.

Üstün başarılarla dolu pilotluk kariyerinde birinciliklerle dolu bir geçmişi vardı. Başarılardan dolayı kazandığı plaket ve madalyalar odasının bir duvarının neredeyse yarısını kaplayacak kadar doldurabiliyordu. Defalarca yaptığı başarılı görevleri, en büyük övgü kaynağıydı. Hayatı herkesin örnek aldığı ve yerine olmayı hayal edeceği kadar güzel ve gurur vericiydi.

Cuma günü itibari ile sokaklarda parklarda banklar üzerinde alkol sigara eşliğinde gecelemişti. Üstü başı toz toprak içerisinde kalmış, bir deli divane gibi dolaşıyordu. Böylesine titiz ve örnek alınan başarılı birisi, kısa sürede böylesine serkeş bir insan haline gelivermişti.

Savaş halinde olan ülkelerinin, askeri görev uçuşlarında ölümü göze aldığı birçok gurur verici görevi başarı ile tamamlamıştı. Hayatını zor kurtardığı nice hava saldırısı yaşamış, hiçbirisi onu korkutmamıştı. Ölümden korkmuyordu, ülkesi için vatanı için her şeyi yapmaya hazırdı. Aylardır çok az uyku ile cephelerde düşmana karşı korkusuzca savaşmıştı. Defalarca kez görev zarfları almıştı. Bu görev zarfları içerisinde birçok önemli görev verilmiş ve hepsini de başarı ile yerine getirmişti. Yine öyle bir toplantı için toplanmışlardı.

Toplantı salonuna tüm savaş pilotları gelmişti. Kendisinin badisi olan savaş pilotu arkadaşı da gelmiş, toplantı öncesi biraz sohbet edip bir şeyler atıştırıyorlardı. Birbirlerine bu sefer ben F16 olsun istiyorum diyordu. Arkadaşı da ben de bu sefer mühimmat olmasın istiyorum, bir asker sevkiyatı olsa ne güzel olur aslında diye yanıtlıyordu. O sırada komutanlar kapıdan giriş yaptı ve tüm pilotlar yerlerine geçmişlerdi.

Komutanlardan birisi her zaman adetleri olduğu gibi şeffaf bir kutuda görev zarflarını masanın üzerine koymuşlardı. Zarfların her birisi bir görev demekti. Sıra ile pilotlar kutunun başına gelirler, içinden bir zarf seçerek görevlerini belirlerlerdi. Ancak o gün komutanlar bu sefer farklı bir durum olduğundan bahsetmişlerdi.

Bu görev zarflarının sadece 1 tanesinde görev yer alıyordu, diğer zarfların içerisi boştu. Zarfı alan hiç kimse zarfı açmayacaktı, ama komutanları askerler odadan çıkarken her bir zarfı bir cihaza okutarak görevi kimin aldığını bileceklerdi. Bir sonraki Cuma gününe kadar, bu göreve atanan pilot özel bir eğitim alacak ve cuma günü de görevi gerçekleştirecektir diye bilgi verdiler.

Pilotlar ülkenin en üst düzey pilotları olmasına rağmen, uzun yıllar savaş deneyimleri olması ve uçurmayı bilmedikleri hiçbir uçak olmamasına rağmen, eğitim verileceğini duyunca şaşırmışlardı. Eğitim genellikle yeni bir uçak alındığında olurdu, ancak yeni bir uçak alınmadığı halde, böylesine yoğun bir savaş ortamında bir pilotu kenara çekip eğitim vermek de neyin nesi diye düşünüyorlardı.

Tüm pilotlar zarflarını seçmişlerdi, sadece kendisi ve badisi için kalan son 2 zarf kalmıştı. Kutuya doğru ilerledi ve 2 zarfı da alıp badisine doğru ilerledi. Bir zarf sağ elinde bir zarf sol elinde idi. Arkadaşına seç istediğini dedi. Arkadaşı bu ilginç görev karşısında arada kalmıştı ve hangisini seçeceğine çok emin olamıyordu. Nedensiz şekilde, arkadaşına iyice olayı eğlenceli hale getirme sululuğu yaparak, zarfları elleri arasında değiştiriyordu. Tam o sırada arkadaşı sağ elindeki deyip eline hafifçe dokunayım derken 2 zarf da elinden yere düştü. Arkadaşına baktı, hangisi sağ idi acaba diye sordu. Arkadaşı da ben heyecandan göremedim, sence hangisi dedi. Emin değildi ve üst üste duran zarftan üsttekini uzattı arkadaşına, tam alacaktı ki son anda, yok yok bu idi bence dedi ve alttaki zarfı arkadaşına verdi. Komutanlar ise o sırada zarfını seçip odadan çıkan tüm pilotları cihazdan geçmesini tamamlamışlardı ve bu 2 arkadaşa dönüp, sert şekile evladım haydi sizi mi bekleyeceğiz diyerek çıkıştılar. Eli ayağına dolaşan arkadaş 2 pilot ellerindeki zarflarla cihaza gelip zarflarını okutup odadan çıkmışlardı.

Akşam eve dönüş için servis kullanıyorlardı ancak o gün evde kedi mamalarının bittiğini hatırlayınca çarşıya gidip kedi maması almaya karar verdi. Sonuçta onca mahalle kedisi ona alışkındı, elleri boş mahalleden geçemezdi.

Şehir içi otobüs tıklım tıklım doluydu. Ön kapıya geldi kartını basıp ücreti ödedikten sonra, olduğu yerde ayakta ancak duracak kadar bir yerde kalmıştı. Şoför biraz sert fren yapsa cam ile arasındaki mesafe öylesine kısaydı ki camı kırıp otobüsten fırlayabilirdi. Ama daha bir seçeneği yoktu, savaş ortamında aldıkları düşük maaşlar ile zar zor geçiniyorlardı ve taksiye binme lüksü yoktu. Mecburen yolculuğa bu şekilde devam etmek zorunda idi.

Bir süre yol aldıktan sonra, ön kısımdan birisi inmek istedi ve arka kapıdan çıkmak imkansız olduğu için ön kapıdan inmesi gerekiyordu. İnecek kişi rahat geçebilsin diye iyice camdan çıkacak gibi öne doğru ilerlemişti. Tam o sırada bilet basılan makineden bir bakiye yetersiz uyarısı geldi. Kartından para kesilmemesine tabii ki sevinmişti ama aynı zamanda şaşırmıştı da. Çünkü kartında normalde para vardı ve aslında ücret kesebilirdi. Cebinde durduğu için karttan ödeme alamadı galiba diye düşündü ve yolculuk devam etti. Bir sonraki durakta ne yazık ki yine ön kapıdan inmek zorunda olan insanlar vardı ve yine öne eğildiğinde cihaz bakiye yetersiz uyarısı veriyordu. Nasılsa ücret kesmiyor önemsemedi, o kalabalıkta kim uğraşacaktı. İnen yolcular sonrasında, aynı duraktan 1 öğrenci binmişti. Bindikten sonra kartını uzattığında otobüs hareket etmekte idi ve ne yazık ki yetersiz bakiye uyarısı vermişti.

Öğrenciye yardım etmek isteyen pilot, ceplerinde kendi kartını aradı ve pantolonunun sağ cebinde kartı bulup aldı ve cihaza okuttu. Cihazdan teşekkürler diye ödemenin alındı bilgisi geldi ve öğrenci büyük bir mahcubiyet ile teşekkür ederek yollarına devam ettiler.

Sonunda çarşıya geldi, otobüsten indi ve kedi mamasını alıp geri dönüş yoluna çıkmak üzere otobüse tekrar bindi. Çarşıda trafik azalsın diye biraz oyalanmıştı ve akşam dönüşü otobüs boştu. Öyle olunca en sevdiği koltuk olan şoförün sağ tarafındaki en ön yolcu koltuğuna oturdu ve yola seyrederek yola devam ettiler.

Kimse olmayınca şoför durduk yere konu açtı, bugün geç kalmışsınız komutanım dedi. Üniformasından anlamıştı askeri personel olduğunu. Üniforma ile gezmeyi bu nedenle tercih etmiyordu ama bugün zaman kazanmak zorunda idi. Evet öyle oldu, kedi maması bitmiş de o nedenle o işi halletmek için çarşıya gelmek zorundaydım diye yanıt verdi. O sırada bir yolcu bindi, kartı okuttu ve yetersiz bakiye uyarısı verdi cihaz. Yolcu şaşırdı nasıl olur daha yeni doldurdum dedi şoföre ve kartı uzattı. Karta bakan şoför gülmeye başladı, bu kapı geçiş kartınız bu tabii ki geçmez dedi. Manyetik özelliği olan cisimlerde cihaz bunu kart gibi algılar o nedenle bakiye yetersiz uyarısı verdi doğru kartı deneyin der. Yolcu özür diler ve kartı bulup okutur ve yerine geçer.

Pilot bunu görünce şaşırır ve sorar. Şoför bey manyetik olan her şey için de geçerli mi bu diye sorar. Evet komutanım diye yanıt verir. Pilot çarşıya geliş yolculuğu aklına gelir ve ayakta öne doğru bakarak giderken cihaza yakın kalan ceketinin sol cebine elini atar. Zarf eline gelir ve büyük bir şaşkınlık yaşar. Zarfı çıkarıp cihaza doğru tuttuğunda cihaz tekrar yetersiz bakiye uyarısı verir.

Zarf eğer manyetik ise, seçilen kişinin kendisi olduğunu böylece anlamış olur. Komutanların seçilen zarfı nasıl ayırdığını artık öğrenmiştir. Komutan zarfın içerisinde hiçbir şey olmamasına rağmen nasıl seçtiklerini öğrenmiş olma mutluluğunu yaşarken, bir de zarfın boş olmadığını fark eder. Aslında görevler her zaman onun için heyecan kaynağı olmuştu ama bu sefer bir korku da hissetmekte idi.

Zarfı açmamaya karar verir ve yola devam eder. Ama yol ilerledikçe merakı artar artar ve dayanamaz. Şoför yoluna devam ederken, zarfı açayım açmayayım ikilemi arasında git gel yaşarken, dayanamaz ve sonunda zarfı açmaya karar verir. İneceği durağa da gelmiştir ve otobüs durmuştur. Şoför kapıyı açar ve yolcusunun inmesini bekler fakat pilot hareket etmez. Gözleri donmuş şekilde patlamaya hazır bir bomba misali kıpkırmızı ve korku endişe öfke duyguları yüzüne yansımış şekilde otobüsün ön camına ifadesiz şekilde bakmaktadır.

Şoför pilota seslenir ancak yanıt alamaz. Bir süre bekler, yine sorar yine sorar ama defalarca seslenip yanıt alamayınca sinirlenir. Pilota, kardeşim insene artık geldik son durak haydi, tamam bir süre bekledik de ama artık işimiz gücümüz var saat kaç olmuş eve gideceğim, seni mi bekleyeceğiz diye ters ters söylenmeye başlar. Pilot gözlerini dikmiş şekilde, kafasını yavaş yavaş şoföre çevirir, otobüsün camına sabitlediği göz bebekleri bir süre başı şoföre dönük şekilde bekledikten sonra milisaniyeler kısalığında ışık hızında şoföre doğru çevrilir ve düşmanca bakışlarla ona bakmaya başlar. Şoför iyice sinirlenir, hem inmiyorsun hem de bu bana tavrın nedir diye çıkışır. Bari bir şey söyle, niye böyle bakıyorsun diye bağırır.

Şoför başına bela almak istemiyor, pilotlar özel statüde ve her türlü haklı olurlar. Bu nedenle biraz endişeli de. Ama birikmiş öfkesi bu saatte biraz tepki göstermesine engel olamıyor, çünkü savaşı tüm halk gibi o'da desteklemiyor ve savaşa hizmet eden herkese karşı tepkili.

Bu tepkisi cümlelere şöyle yansıyor. Orduda komutan olabilirsin ama burada komutan benim şimdi sana in diyorum be adam insene diye bağırır. Pilot göz temasını kesmeden bakmaya devam eder ve şoför çok daha fazla sinirlenir.

Ve şoförün son sözleri şu olur, sizi gidi "YASAL KATİLLER"

Bu sözü duyan pilot, tüm gücü ile içinde bekleyen gerginliği şoföre yansıtan bir hamle ile yumruklarını atmaya başlar. Defalarca yumrukladıktan sonra şoför ne olduğunu anlamaz bile. Otobüsten iner, şoför bir gözü ile gitsin diye beklemektedir. Ayaklarını sürüye sürüye, 2 sokak ötedeki evine 12:00 de yürümeye başlayıp, 02:00'de ulaşacak kadar uzun sürecek o kedilerden bile öfkesini çıkarmaya çalışacak kadar gergin yolculuğuna başlamaktadır.

Şoför pilot gözden kaybolana kadar sessiz şekilde bekler. Gittiğinden emin olduktan sonra, düştüğü orta bölümden direksiyona doğru ilerlemeye başlar. Yediği dayak nedeniyle ağır ağır ilerleyebilir, tam o sırada gözüne pilotun koltuğunda ağzı açık zarfı görür.

Gözleri zar zor görüyordur ama zarfın içerisinde katlanmış ama pilotun buruşturduğunu düşündüğü bir kağıt bulur ve üzerinde yazılar vardır.

Şoför kağıdı okuduktan sonra pilotun gittiği yöne doğru bakar ve göz yaşları içerisinde dalıp gider. Mektupta şu yazmaktadır.

Görev Emri:
6 Ağustos Cuma günü Hiroşima'ya dünya tarihinde bir ilk atom bombasının atılması görevi ile şereflendirildiniz.

Görevinizde başarılar dileriz.

SON




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın beklenmedik kümesinde bulunan diğer yazıları...
Gündüz Depremi

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Görevli


Arman Berra kimdir?

Merhabalar, Ben Arman Berra, kendimi en kısa hali ile eğlencesi ile yüzünüzde tebessüm oluşturacak tahmin edeceğinizin ötesinde tuhaflıklar içeren ve asla bir başka yerde duyup görme ihtimaliniz olmayan şeyleri akıcı ve merak uyandıracak şekilde yazmayı amaç edinen kısa hikaye yazarı. . . olarak tanımlayabilirim. Vakit darlığı yaşadığımız günümüzde oturup sayfalarca romanı okuyacak çok uzun bir vakit sizden beklememi mümkün görmüyorum, bu nedenle kısa bir vakit fedakarlığı yaparak, ayırdığınız zamana değecek gün içerisinde dahi aklınıza geldiğinde gülümsemenize vesile olacak bazen absürt bazen manidar bir nevi kurgusal fıkra diyebileceğim hikayelerimi beğeneceğinizi umuyorum. Bu platformda bulunan benim gibi tüm yazarların, tek motivasyon kaynağı sizden gelen geri bildirimlerdir. Olumsuz bile olsa düşüncenizi paylaşmanız bize motivasyon vermektedir. Bu güzel eyleme devam edebilmemiz adına olumlu veya olumsuz yorumlarınızı bizlerle paylaşma iyiliğinize ihtiyacımıza var, yorumlarınızı bekliyorum. Herkese iyi okumalar dilerim, saygılarımla. http://armanberra. com


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Arman Berra, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.