İnsan bir küçük dünyadır. (Mibres Kosmos) -Demokritos |
|
||||||||||
|
“Tarih dersinden de kim zevk alır ?” bana döndü ve bir iç geçirdi ardından “Değil mi Wiki?” “Aslında bence eğlenceli. Tarih bize geçmişimizden ders alıp geleceğimize yatırım yapmamıza yarar ve bu da tarihi önemli kılar.” Kard gözlerini devirdi ardındansa ” Bence bir avuç saçmalık. Of… ne zaman Zervus savaşına geleceğiz acaba? Bir az aksiyon görelim.” “İşin gücün yıkım senin de. Neyse dersi dinlesek iyi olur yine kapı dışarı atılmak istemezsin.” Kard ile yaptığımız kısa sohbetten sonra teneffüs zili çaldı ve tarih öğretmeni Bay Histr: “Ders bitmiştir çıkabilirsiniz. ” dedi. Sıramdan kalktım ve çıkışa doğru ilerledim ardından tam sınıf kapısı ile arka bahçeye çıkan koridor arasında Kard bana yaklaştı ve: “Wiki dostum sana bir şey diyeceğim çok önemli hemen benle gel.” Heyecanlı olduğu konuşmasından belliydi. Ne gördüyse tarih dersinde benle konuşurken sanırım bunu anlatmaya çalışıyordu ama orada söylemediğine göre önemli ve gizli bir şey olduğu da belliydi artık bunu birazdan öğrenecektim. Kard ile birlikte okulun arka bahçesine gittik. Kuytu, etrafı beyaz kavisli duvarlarla çevrili, zemini özel bir plastikten yapılmış bir yerdi. Çevreyi kolaçan ettikten sonra yanıma yaklaştı ve sessizce bana: “Dostum! Duyduklarıma inanamayacaksın.” Heyecanı, artık bana da işlemeye başlamıştı. Genelde de böyle şeylerle bana geldiğinden ilk başta önemsiz sanmıştım ama şimdi, onu hiç bu kadar heyecanlı görmemiştim -tabii matematikten ilk defa yüksek bir not aldığı zaman dışında. Anlatmaya aynı tempoda devam etti. “Dün mor ormanda Hower-Skate (uçan kaykay)’imle giderken bir ses duydum. Normal bir sesten bayağı farklıydı. İlginç, kedi sesine benzeyen bir sesti. Sanki bir konuşma sesiydi.” Kedi kelimesini duyduktan sonra ne olduğunu anlamıştım. Kedi buralarda bela demekti tabii iki ayaklı olanları. O bir… “Ben bir keytır gördüm.” “Ne!?” diye şaşkınca çığlık attım. Ne diyeceğini önceden anlasam bile bu gerçekten de olmaması gereken, kuşkulanılacak bir durumdu. Şaşırmamı dışarıya bir az fazla yansıtmış olduğumdan Kard bir anda eliyle beni susturmaya çalıştı ve: “Dur bağırma! Bunu kimse öğrenmemeli.” dedi. “Eğer öğrenirseler, herkes onların peşine düşer ve kahramanlık unvanını da başkası kapar.” “Tamam tamam sustum. Sen şunu söyle sonra ne oldu hem Keytır’lar Wuo kıtasında yaşamazlar mı?” “Hayır bu Mor Ormanın derinliklerindeki Keytır köyünden.” “O sadece bir efsane. Saçmalama.” “Demek ki değilmiş. Ve ben harika Kard onu yakalayacak ve herkes adımı haykıracak. Ama istersen sen de gelebilirsin..” Doğrusu bu intihardan başka bir şey olamazdı. Keytırlar kedilere benzeyen insansı yaratıklardır ve insanlardan da güçlüdürler. Karanlıkta görebilirler ve daha iyi işitip, koku alabilirler bu da onları bizden özellikle de iki gençten üstün kılar. Fakat onlar teknolojik olarak pek de gelişmiş bir uygarlık değildirler ama bu onları iki genci parçalara ayırabileceği gerçeğini değiştirmez bundan dolayı direkt: “Hayır tabii ki. Olmaz bu çılgınlık! Anında av oluruz. Sen delirdin mi?. “ “Tamam! O zaman kasabaya bir keytır postuyla gelirim ve kahraman falan ilan edilirim. Sen de yine burada kalırsın ve ezik inek rolünü üstlenirsin.” Bir iç geçirdim ardındansa gözlerimi devirip alaycı bir ses tonuyla ” Bence yaşamım daha önemli ben almayayım. Sana da iyi şanslar diliyorum çünkü şansa bolca ihtiyacın olacak.” Ardından Kard arkasını dönüp okul çıkışına doğru ilerledi. Giderken de “Şansmış! Pöh… Muhteşem Kard’ın şansa ihtiyacı olmaz bir kere.” diye söylendi ve arka bahçeden çıktı. Ardından ben de gittim. Birkaç ders de işledikten sonra okul bitiş zili çaldı ve herkes çıkmaya başladı. Çantamı toplarken biraz geç kaldım ve diğerlerinden daha geç çıktım. Ardından okulun ana binasının çıkışına doğru yöneldim. Bu okul gerçekten de büyüktü -bir çok binalardan oluşan bir kampüs gibiydi daha doğrusu ve bir çok seviyeden de eğitim olan bir yerdi- tam sokağa çıkan kapıya doğru ilerliyordum ki Marti K. Lii’yi gördüm daha doğrusu herkesin dediği Bay Lii. Kendisi buraların en ünlü -buralardan kastım tüm gezegen ve iki uydu- insanıdır. Kendisini gördüğümde elim ayağım titremeye başladığını söyleyebilirim. Yerimde duramadım ve yanına koştum. Klasik bir hayran gibi: “Si… siz Marti K. Lii’siniz.” “Evet evlat ben Marti K. Lii ama sen bana Bay Lii diyebilirsin. Sanırım sen bu okulun parlak öğrencilerindensin, değil mi?” “Sayılır.” o an sanki ayaklarım yerden kesilmiş uçuyor gibiydim. Sonra Bay Lii: “Sanırım bir hayranımsın?” “Tabii ki de. Siz bu gezegendeki hatta güneş sistemindeki en önemli insansınız. Sizi tanıyıp da hayran olmamak çok zor.” dedikten sonra yüzünden ufak bir gülümseme oldu ardından saymaya başladım “Sizin bütün icatlarınızı, buluşlarınızı, biyografinizi biliyorum ve tüm kitaplarınızı okudum siz harikasınız.” “Doğrusu gururum okşandı ancak Harika olamam ya da ünlü olmam hiç önemli değil. Asıl önemli olan zeka. Zeka bizi diğerlerinden ayıran en önemli varlığımızdır onun sayesinde bu gezegende dominant canlıyız. Zeka her şeydir evlat, bunu unutma.” “U… unutmam efendim.” dedim ve oradan gittim çünkü bu kadar heyecanı bünyem kaldıramadı giderken de “Siz harikasınız!” diye bağırdım ve okul bölgesinden ayrıldım. Okulun dışı da aslında ufak bir meydan gibi. Bu kasabada her şey ufak. Meydanın kuzeyinden benim eve giden sokağa girdim ardından ise evimin olduğu sokağa girdim. Burada aslından evlerde ufak tefektir en büyüğü dört katlıdır. Aslında her şey minimal ölçülerdedir. Kasaba içinde ise genelde elektrikli ufak araçlar kullanılır. Ben genelde yayan gitmeyi tercih ediyorum ama scooter tarzı elektrikli araçlar da yaygın olarak kullanılır. Bir de Kard’ın sık sık kullandığı uçan kay kaylar. Eve vardığımda direkt kapıdan içeriye büyük bir heyecanla girdim ve o sırada evde olan anneme: “Mari Lii! Buraya geldi! Bizim okula!” Çığlık atarcasına içeri girmemden ürken annem bana dönüp: “Hangi Marti Lii? ” diye sordu yüzünde ufak bir tebessümle. Anneme dönüp gözlerimi devirdim ardından annem Bu kadar heyecanlandıysan kesin şu ünlü olandır.” dedi ve güldü. Şu anne şakalarını gerçekten de hiç anlamdıramıyorum. Ardından annemle biraz sohbet ettikten sonra odama geçtim ve ARTEMİS (evin yapay zeka asistanı) ile Kard’ı aradım. Bir az çaldıktan sonra tele sekreter çıktı “Ben Harika Kard. Şuan muhteşem şeylerle meşgulüm. ‘Bip’ sesinden sonra tekrardan aramayın.” “Bip” . Kard’ın ne zaman ilk seferde telefonu açtığını gördüm, hiçbir zaman. O, sonra beni arar diye tekrardan aramadım ve diret ARTEMİS’ten headholoyu açmasını istedim. Bu cihaz; kulağımıza kulaklık gibi taktığımız ve iletişim, medya gibi şeyleri holografik olarak yansıtmaya yarayan bir multimedya aygıtı. Headholoyu açtıktan sonra bulunduğum çevrenin haritasını buldum ve araştırmaya koyuldum. Mor Orman, bizim yaşadığımız Sapiens D’ nin kuzeyinde bulunan bir ormandı. Adını orada yaşayan mor dişli tavuklardan alır. Ve sanırım orada keytırlar da var tabii Kard yalan söylemiyorsa. Hologramı iki parmağımla yakınlaştırdım ve sanırım orada keytırlar olabilir. Çünkü bir dünkü haritaya bir de bugünküne bakınca ufak bir fark var gibi, bir duman izi. Tabii bu insan kaynaklı da olabilir ama hiç sanmıyorum. Çünkü delillerin hepsi insan kaynaklı olamayacağı anlamına geliyor. Sanırım bunu birine söylemem gerekiyordu ama kime? Anneme mi? Olmaz o buna inanmaz ve sadece hayal gücümün bir yansıması olduğunu düşünür, peki yetkililer? Hayır, onlar da olmazdı. Bana inanmazlar ama Bay Lii. O bana inanabilirdi. Sanırım bunu söyleyebileceğim tek kişi oydu. Hemen ARTEMİS’ten Martin K. Lii’ yi aramasını istedim – daha doğrusu şirketi. HeadHolo bir az çaldıktan sonra bir ANDRO-SEKRETER cevap verdi. “Lii Vakıfları nasıl yardımcı olabilirim?” Bir az çekingen bir şekilde “Martin Lii ile görüşmek istiyorum” dedim. İlk konuşmasındaki donuklukla cevap verdi: “Randevunuz var mıydı?” İşte o an diyecek bir şey bulamadım ve bir süre sessizlik hakim oldu. “E.. Randevum yok ama bu acil bir durum.” “Randevunuz olmadan onunla görüşemezsiniz. İyi günler.” dedi ve telefonu yüzüme kapattı. Bir iç geçirdikten sonra diğerlerini denedim- anneme ve yetkililere- ama tahmin ettiğim gibi hüsranla sonuçlandı. Artık iş başa düşmüştü ya da düşmemişti. Ya oraya gidecek, bir keytır kürküyle dönüp korkaklıktan kahramanlığa terfi edilecektim ya da evde oturup korkak bir tavuk olacaktım. Bütün akşam bunu düşündüm ve gece yarısı kararımı verdim, kahraman olacaktım. Ertesi gün planımı yaptım ve erzakları çantama doldurdum. Birkaç şişe su ve yiyecek, bir tane çadır, içinde acil durumlar için gereken her şeyin bulunduğu bir kutu ve MT-42 yani namı der İsviçreli. Bu cihazı eski bir elektronik çakıya fazladan bir şeyler ekleyerek yapmıştım. Bir çakının içinde bulunan her şey ve artı bir şok cihazı bulunuyordu. Artık hazırdım sadece bir günün daha geçmesini beklemem gerekiyordu. Ertesi gün cumartesiydi yani okul yoktu bu da anneme bir yalan söyleyip gitmeme olanak sağlıyordu. Bütün plan tam tıkır ilerledi ve sadece mor ormana çıkmam kalmıştı. Mor Ormana direkt gidemezdim çünkü dışarıya açılan tek kapıdan benim daha doğrusu izni olmayan herkesin çıkması yasaktı. Bu da beni başka bir yola itiyordu. Kard’ın kasabadan çıkmak için kullandığı bir tünel vardı, yerini bana da göstermişti. Artık sadece oradan çıkmam yetecekti. Bu tünel kasabanın mor ormana bakan kısmında bir çöp kutusunun içindeydi. Oraya gittim, etrafı kolaçan ettim ve çöp kutusundan karşıya geçtim. Artık bu yolun geri dönüşü yoktu. Artık dışarıdaydım, hayatımda ilk defa kasabanın dışındaydım. İsviçreliyi elime aldım – ne olur ne olmaz diye. Aslında burası güzeldi. Kasabadan çok uzaklaşmamış olsam da burası çok sessizdi. Elli adım ileride ise Mor Orman’ ın başlangıcı bulunuyordu. Oraya doğru ilerledim. Aşırı korkuyordum doğrusu. Kendimi ne kadar kandırsam da korkudan dizlerimin bağı çözülmüştü, ellerim titriyordu. Ardından -kasabadan bir kilometre falan uzaklaştığımda- önümdeki koyu çalılardan bir hışırtı sesi geldi. İsviçreliyi direkt oraya doğru çevirdim. Ellerim titriyor, adrenelinim tavan yapıyordu. Ve aniden bir şey üstüme fırladı. Bir an kendimi etrafa rastgele sıkarken buldum. Ve üstüme atlayan sadece bir mor tavuktu. Bu ufak dört ayaklı, mor kuş az kalsın beni kalpten götürüyordu. Bir nefes alıp verdim ardından ise ilerlemeye devam ettim. Etrafta sarmaşıkları sarkan dev ağaçlar ve yerlerde ise çiçekler vardı. Bir yüz metre ilerledikten sonra bir hışırtı sesi daha geldi. Bu sefer o kadar korkmadım ama sesin geldiği çalılıklara baktığımda bir çift parlayan sarı göz gördüm. Ve aniden…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömer Kandurol, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |