Mektubum sanırım fazla uzun oldu, çünkü daha kısa yazmak için yeterince vaktim yoktu. -Pascal |
|
||||||||||
|
Kalabalıklar içinde ruhuna dokunacağım. İçimi eze eze el olmanın bedelini durup dinlenmeden ödemeni bekleyeceğim. Ben de o arada kıymanın; sevdiğine, sevenine, özeline, kıymetline, canına, canımın içisin dediğine ne demek olduğunu öğreneceğim. Durmanın durağında sahipsiz bir müdavimim bundan sonra. Sadece duracağım. Allahın unuttuğu bir güldüm. Suyumu kendim temin ediyordum. Gülüm diye diye suyumu kuruttun. Geriye dikenlerim kaldı, bir bana batan. Sen de sus. Susmanın durağında kal. Ki, kimseye gülüm demeyesin. Kimsenin gülünü soldurmayasın.. Kaybetmek bir insanın en derin yarasıdır. Ama kaybetmenin de çeşitleri var. Yakınını kaybedersin, işini kaybedersin, oyunda kaybedersin, sevdiğini kaybedersin ve en sonda inancını kaybedersin. Hani derler ya kalmadı artık, ne umudum, ne isteğim, ne inancım. İnsan bu en lazım duygularını tüketmek gibi zor bir imtihandan geçer. Bazen de umudunun ve inancının var olması sayesinde dört elle tutunduğun hayatta, biten, kalmayan söz konusu duyguların yok oluşu seni var eder, yaşama bağlar. Düştükçe kalkarsın, kalktıkça güçlenirsin. Güçlendikçe kendine dönersin. Kaybettiğin her şeyi bulma çabasına başlar, bir daha bir daha bir daha ben varım, ben burdayım dersin. O vakit geldiğindeyse, herhangi bir akşamçağı kendin kendini uzun zamandır hareketsiz durduğun yerden alır, deniz manzaralı, ışıl ışıl parlayan yüksek tepe başında bir kafeye götürür “Aç gözlerini. Bak bu hayat senin. Bu güzelim hayatı kaybettiğinde, ben kaybettim, kalmadı artık dersin. Şimdi ver elini. Uçalım bulutlarda.” dersin. Ayrılığın 23. günü. Bitmek bilmeyen umut ve inançla beklemeği, durmayı öğretiyordum kendime. Güçlü kalmak ve yaşamak mücadelesi veriyordum. Ama Allah şahit o bir saniye aklımdan çıkmamış, benden zerre gitmemişti. Sanırım sevgimin ahlakı onun karakterinin ahlakını üsteliyordu. Düşünsenize cansız, kalpsiz bir duygu ahlak dersi veriyordu. Hem de kalbim var deyip ortalıkta gezinen bir insancığa. Ayrılırken “Ben senin en çok kalbini sevmiştim” demiştim bir de masumca. Hayatımda ilk defa kendimden, sözlerimden ve sevgimden utanıyordum. Bir ihanet sancısı nefrete karışıp yerlebir etmişti dünyamı. Yıllarımı verdiğim bir adamın ya da adam sandığımın gözlerine haram değmişti. Toparlanıp gitmişti, geri dönmüştü layık olduğu dünyasına. Yolcu etmemi bile beklememişti. Sen sus artık, gönlüm. Bize susmak kaldı. Bırak, onu onun gibiler sevsin. Herkes kendine yakışanı yapar. Gitmek, ihanet etmek, yok etmek onun kendine yakıştırdığı şeyler. Bunu böyle bil ve sus artık, ağlama.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nurane Tağıyeva, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |